Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Kuzey Suriye’de güvenli bölge mutabakatı, ABD’de katliamlar & ABD-Çin ticaret savaşları

Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile Kuzey Suriye’de güvenli bölge kurulması yolundaki mutabakatı, ABD’de peş peşe yaşanan katliamların muhtemel sonuçlarını ve ABD ile Çin arasında yeniden kızışan ticaret savaşlarını konuştu.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Transatlantik ile karşınızdayız. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol karşımızda; ancak teknik bir sorun yaşıyoruz. O nedenle görüntülü olamayacak, ama kendileriyle gündemi ele alacağız. Arkadaşlar, merhaba. Öncelikle Millî Savunma Bakanlığı yayından önce açıklama yaptı. Bizim en önemli gündem maddemiz olan Fırat’ın doğusunda operasyon olup olmayacağı sorusu büyük ölçüde netleşti.

O açıklamayı önce okuyayım, oradan devam edelim. Yazılı açıklama zaten kısa. Deniyor ki:

“Millî Savunma Bakanlığı’nda yapılan Türk-Amerikan görüşmelerinde, Türkiye’nin güvenlik endişelerini gidermek için ilk aşamada alınacak tedbirlerin bir an önce uygulanması, bu çerçevede güvenli bölge tesisinin ABD ile birlikte koordine ve yönetimi için Türkiye’de müşterek harekât merkezinin kurulmasını müteakiben bölgenin bir barış koridoru olması ve yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönmesi için her türlü ilave tedbirin alınması konularında mutabık kalınmıştır.”

Yani üç aşama var: önce Türkiye’de güvenli bölgenin tesisi için müşterek harekât merkezi kurulacak; ardından güvenli bölge; onun ardından da Türkiye’deki Suriyelilerin en azından bir bölümü geri yollanacak. Gönül, ne dersin? Bir çatışma ihtimali var mıydı? Ve bu açıklama bize sorunların bittiğini gösteriyor mu?

Gönül Tol: Bence bir çatışma ihtimali vardı. Aslında Washington’da hava, “Türkiye bunu daha önce de yaptı; girdik giriyoruz sinyalleri verildi, ama yapmadı” deniyordu. Ben de onlara bugün farklı bir konjonktür olduğunu söylüyordum. Her şeyden önce ben bunun iç siyasete yönelik bazı motivasyonlarla yapıldığını düşünüyorum. Bunun Kuzey Suriye’den kaynaklanan acil bir güvenlik tehdidinden kaynaklanmadığına inanıyorum. İç siyasette de senin hep bahsettiğin Erdoğan’ın sıkışmışlık hali, kendi partisi etrafındaki çözülmeyi önlemek, milliyetçi cepheyi kendi etrafında birleştirmek için attığı bir adım. Ayrıca farklı bir şey, Aralık ayından farklı olarak Erdoğan Trump ile ilişkisine daha fazla güveniyor. O nedenle Ankara’da şöyle bir algı vardı: Trump bize Aralık’ta sert tehditler savurmuştu, “Kürtlere saldırırsanız ekonominizi mahvederim” demişti, kuvvetli bir tepki vermişti, bugün aynı tepki söz konusu değil. Hatta Trump bu konuda neredeyse sesini çıkarmadı. S-400’ler konusunda da Türkiye’nin yanında durdu. Ankara’da, “Bugün böyle bir operasyon yaparsak ABD’den kuvvetli bir tepki almayacağız” düşüncesi vardı. Siyasî motivasyonlarla da ben bekliyordum operasyonu. Her şeyden önce, istenmese de bir çatışma doğabilirdi ABD ve Türk tarafı arasında. Tabii ilişkileri çok kötü bir noktaya getirirdi bu. Fakat bunun dışında Türkiye böyle bir tektaraflı operasyonu yapsaydı, her şeyden önce Kongre’de S-400 tartışması ve yaptırımlar arka plana itilmişti; Trump’ın Türkiye’nin yanında durma siyasetini zorlayacak bir gelişme olacaktı bu. O nedenle her iki taraf için de müdahalenin riskler içerdiğine kanaat getirildi. Böyle bir anlaşmaya varıldı.

Tabii bu operasyonun arkasında yatan faktörlerden bir tanesi de Suriye mültecilere yönelik iç siyasetteki endişeleri gidermeye yönelik. Mültecileri buraya yerleştirme kaygısı idi. Tabii detayları bilmiyoruz. Ben yayından önce AA’nın haberine baktım. 30-40 km bir alan düşünülüyor. Bu alandan YPG unsurlarının temizlenmesi düşünülüyor. Tabii daha evvel Suriyeli Kürtler buna karşı çıkmışlardı. “5 km’den daha derine inilmesini istemiyoruz” denilmişti. Fakat görünen o ki ABD’liler Kürtleri ikna etmişler ve buraya Suriyelilerin yerleştirileceği görünüyor. Ama her şeyden önce diğer aktörlerin bu noktada nerede durduğu, nasıl destekleyeceği önemli. Siz böyle bölge yaratıp insan götürüyorsunuz; bu insanların rejimin hedefi haline gelme ihtimali var, bunun önüne geçmek gerekiyor. Fakat detay bilmiyoruz şu anda ve önümüzdeki günlerde daha net fikrimiz olacak.

Ömer, seninle devam edelim. Burada bir gerginlik yaşandı, karşılıklı mesajlar verildi. Pentagon “Biz izin vermeyiz”, Türkiye ise “Biz bildiğimizi yaparız” dedi — mealen söylüyorum. Şimdi, Savunma Bakanlığı’nın açıklaması ile mutabakata varıldı deniyor. Bunu veri olarak ele aldığımızda, bunun gerçekten etkili olacağını varsaydığımızda, Türk-ABD ilişkilerindeki diğer sorunlu alanlarda da düzelme ihtimaline kapı mı aralıyor bu? Yoksa aldatıcı olabilir mi?

Ömer Taşpınar: Bence yapısal bir iyileşmeden ziyade geçici bir rahatlama söz konusu. Şu anda en azından Türkiye’nin askerî bir operasyonunun önüne geçmek için ABD taviz vermişe benziyor burada. Daha da ciddi bir krize gitmemesi sağlanmış oldu Türk-Amerikan ilişkilerinin. Zira bu yaşananları, Ankara’daki pazarlığı, diplomatik koridorlardan izole düşünmemek lâzım. Diplomatik koridorlarda da şu anda bir S-400 meselesi var. Yani ABD’nin Kongre’den gelecek yaptırımları uygulayıp uygulamayacağı konusunda ciddi bir tartışma var. S-400’lere ek olarak Kuzey Suriye’deki sorun tartışılıyordu. Şimdi en azından Beyaz Saray’ın elinde Türkiye ile Kuzey Suriye krizi yaşamadan Kongre’ye “Ben Erdoğan ile konuşabilirim, bir pazarlığa gireceğiz” deme lüksü var Trump’ın. Aksi takdirde eğer Türkiye Suriye’ye girseydi, S-400’ler konusunda böyle bir pazarlık çok daha zorlaşırdı. Zira bugün Washington Post’ta çıkan bir habere göre Kongre Trump’ın veto etme yetkisini elinden almak için bir oylamaya gitmeyi düşünüyordu. Kongre’de Beyaz Saray üzerinde ciddi bir baskı var ve Trump’ın Türkiye’yi muaf tutmak istediği ve yaptırımları uygulamak istemediği biliniyor. Buna karşı adımlar atmak isteyecek Kongre. Türkiye ve ABD’nin bir anlaşmaya varmış olması Kuzey Suriye’de en azından bu siyasî sürece ve Beyaz Saray’ın yürütmek istediği pazarlığa meydan sağlamış olacak. Yani siyasetin önünü açmış olacak. Aksi takdirde daha zor bir yere gelebilirdi ilişkiler. Bir bakıma ABD’nin taviz vermesini bu çerçevede görmek gerekiyor. Detaylara çok vâkıf değiliz; ama eğer gerçekten 30 km’lik bir güvenli bölgeden bahsediliyorsa ve gerçekten ABD taviz verdiyse, bu tavizin arkasındaki neden Türkiye’yle S-400’ler konusunda da bir pazarlığa gidilmesi olabilir diye düşünüyorum.

Gönül, diğer güçler… Biliyoruz öncelikle Şam var, İran yönetimi var, Rusya var ve Türkiye sanki bunların hiçbiri yokmuş gibi ABD ile Suriye toprakları üzerinde bir mutabakata varıyor. Burada birtakım itirazlar… Özellikle Suriye yönetimi kalkıp burası bizim egemenlik hakkımızdır diyeceklerdi. Demenin ötesinde tepkiler beklemek söz konusu olabilir mi? Yoksa hakikaten Türkiye ile ABD’nin anlaşmasıyla bu olay bir şekilde çözülmüş olacak mı?

Gönül Tol: Gayet tabii Esad rejiminden bir tepki gelecektir; ama bu tepkinin mahiyetini büyük ölçüde Rusya’nın takınacağı tutum belirleyecektir. Geçen hafta yaptığımız yayından sonra, operasyonun sınırlı olacağına dair haberler çıktı. Ben hep şunu söylüyorum: Rusya eninde sonunda Türkiye’nin Suriye’den çıkmasını isteyecek ve bu da çok çok uzun bir süreçten sonra olmayacak. Bugüne kadar Afrin operasyonu ve ondan evvelki operasyonlara göz yummasının altında yatan sebepler vardı. Özetle kendi çıkarları vardı. Türkiye’nin operasyonları bu çıkarlara hizmet ediyordu. Türk-ABD ilişkilerini gerdi, Kürtleri bir parça sıkıştırdı, rejimle konuşmalarının yolunu açtı vs.. Bunlar Ruslar için bir kazanımdı. Eğer Kuzey Suriye’ye yapılacak olası bir sınırlı operasyona da Rusya evet diyecek idiyse, muhtemelen şöyle düşünecekti: “Bu Türk-Amerikan ilişkilerini daha da gerecek ve bir yandan da Amerika’nın Suriye’deki varlığını sekteye uğratacak bir gelişme. O nedenle sınırlı bir operasyona göz yumabilirim”. Ama orta vadede Türk varlığını kabul edilemez görüyor Rusya. Şimdi yeni oluşan denklemde güvenli bölgeden bahsediliyor. Biliyoruz ki bu tür güvenli bölgeler Irak’ta gördüğümüz gibi uzun dönemli aranjmanlara sebep oluyor. Rusya muhtemelen bunu düşünecek ilk etapta. Bir de tabii Rusya için kötü haber ABD’nin Türkiye’yle uzlaşmış olması. Amerikalılar hemen tası tarağı toplayıp Suriye’den çıkmayacaklar. Eğer Türkiye tektaraflı bir operasyon yapsaydı, ABD’den gelen sinyaller şu yöndeydi — en son Savunma Bakanı dedi ki: “Böyle bir şey, Türkiye’nin tektaraflı operasyonu kabul edilemez”. Fakat şunu da söylemedi: “Biz gerekirse Kürt müttefiklerimizi de koruruz” demedi. Eğer Türkiye böyle bir operasyon yaparsa Amerikalılar da artık bunu kabul etmek zorunda kalacaklar ve belki de Trump’ın hep istediği şey olan Suriye’den çekilmeyi hızlandıracak. Muhtemelen Moskova bu perspektiften de gördü Türkiye’nin olası operasyonunu. Böyle bir anlaşmaya varılmış olması bütün planları suyu düşürmüş bir gelişme. Bu güvenli bölge ne kadar uzun soluklu olacak? Bütün bunlar Rusya’nın vereceği tepkiyi etkileyecek sorular.

Ömer, konuyu burada noktalayalım ve başka bir konuya geçelim — senin hâkim olduğun bir konu: Bu ticaret savaşları. Şimdi Trump tekrar kızıştırdı Çin ile bu savaşları. Bu nereye doğru gidiyor? Bir süre sonra anlaşmaya mı varacaklar? Yoksa bir kopuşa doğru mu gidiyor?

Ömer Taşpınar: Riskli bir gidişat söz konusu Ruşen. İnsanlar bir yerden sonra alışıyorlar zikzaklar çiziyor olmasına Çin ile ABD ticaret savaşının. Öyle bir noktaya gelindi ki, Çin de misillemeler yapıyor. Mesela Amerika’dan tarım ürünü almayacağını söyledi. Kendi para biriminin yüzde 2 değer kaybetmesine rağmen bu Çin’e ihracatta avantaj sağlıyor. Daha yapısallaşan bir restleşme söz konusu. Bunun tabii ciddi etkileri var dünya ve Amerikan ekonomileri üzerinde. Zira 2019 yılına iyimser girmişti ekonomistler; ABD’deki kalkınma hızının ve ekonomik göstergelerin sağlam olduğunu düşünüyorlardı. 3-4 aydır daha kötümser bir havaya girildi ve tekrar bir durgunluğa girebilir analizi yapmaya başladı Amerikan Merkez Bankası. Bu durgunluğa girme riski bütünüyle Çin ve ABD arasındaki ticaret savaşlarının ABD üzerine bir etkisi olacağı üzerinden yola çıkıyor. FED normalde faizleri artırma yoluna gidecekken, şimdi durgunluktan korkmaya başladı ve faiz indirimine gitti.  Olay sadece bir ticaret savaşı olmaktan çıkıyor; git gide makro ekonomik dengeleri  etkileyecek bir yere doğru geliyor. Bütün bunlara siyasî boyutu da katmak gerekiyor. Çin ve ABD ilişkilerinde, nihayetinde bu iki ülke savaşa gitmez diyorsak, diplomasi alanında, askerî alanda, Çin ve ABD arasında bir savaş insanlara gerçekçi gelmiyorsa, bunun temel nedeni iki ülkenin birbirine ekonomik olarak, finansal olarak, ticarî olarak bağlı olmaları. “Küreselleşmiş bir dünyada bu kadar birbirine bağlı olan iki ekonomi birbiriyle savaşamaz” analizinden yola çıkılıyordu. Şimdi eğer korumacı duvarlar arakasında Çin’in ABD’ye olan bağımlılığı ve Amerika’nın Çin’e olan bağımlılığı azalırsa –ki azalıyor, bu yönde gidişat var– o zaman ciddi siyasî-askerî riskler de beraberinde gelebilir.

Bir örnekle bitireyim: Bugün Hong Kong’da ciddi gösteriler oluyor. Hong Kong Çin’e bağlı eyalet, bir şehir-devlet. Halk Çin’in özellikle ceza kanununa karşı çıkıyor. Orada belirli bir özgürlük var, anayasal sistem var. Hong Kong İngiliz sömürgesi gibiydi ve bir bakıma orada liberal sistem vardı. Şimdi sınıra asker yığmaktan ve askerî müdahaleden bahseder durumda. O gösterileri 1989’da Tianenmen’de olduğu gibi bir bakıma ciddi bir şekilde askerî olarak bastırmaktan söz ediyor. Bunu ABD de ciddi bir tehdit olarak görüyor. Böyle bir durum olduğunda, olay artık sadece ticaret savaşından çıkar, Hong Kong’un bastırıldığı bir müdahale bu sefer ilişkileri siyasî ve diplomatik açıdan çok daha ciddi gerebilir. Bunun arkasından Güney Çin Denizi’nde herhangi bir çatışma büyüyebilir. Bütün bunlar piyasaları çok korkutuyor. 2-3 gündür o nedenle ABD’deki optimizm  yerini ciddi bir kötümserliğe bıraktı diyebilirim.

ABD’de peş peşe yaşanan katliamlar ve bunun aşırı sağ terörizm olarak tartışılmaya başlanması var — iç terörizm olarak. Trump’ın bu konuda tavrı ya da tavırsızlığı tartışılıyor –ki bu saldırılar ABD’de çok yeni şeyler değil–; ama 24 saat içinde iki ayrı eyalette birden çok ciddi saldırılar yaşandı. Bayağı bir panik hali var herhalde. Bir alarm hali var. Ne diyorsun? Çok ciddi birtakım sonuçlara yol açabilecek bir süreç mi bu?

Gönül Tol: Trump’ın söylediklerine, takındığı tutuma bakarsanız, çok önemli önlemler alınacak gibi gözükmüyor. Önce özetlemek istiyorum: Saldırılardan biri Ohio’da gerçekleşti; fakat bunun siyasî bir motivasyonla yapılıp yapılmadığını henüz bilmiyoruz. Diğer Teksas’ın El Paso kentinde gerçekleştirilen saldırı — El  Paso tam Meksika sınırında, sınıra çok yakın, Meksikalılar’ın sınırı geçip alışveriş yaptıkları bir ticaret merkezinde gerçekleşti. Bunun siyasî motivasyonu konusunda daha netiz; çünkü saldırıyı yapan, 21 yaşında Teksas’da yaşayan beyaz Amerikalı bir çocuk. Saldırıyı gerçekleştirdikten sonra bir manifesto yayınlandı, nefret suçlarının övüldüğü bir internet platformunda. Orada kullandığı dil ilginçti. Trump’ın göçmenlerden bahsederken kullandığı terminolojinin aynısını kullanıyordu. İşte, “Ülkemiz istila altında, Teksas eyaleti istila ediliyor”; Orta ve Güney Amerika’dan gelen göçmenlere karşı çok kuvvetli bir nefret dili kullanıyordu. Dolayısıyla senin de Suriye meselesinde hep söylediğin gibi dilin burada ne kadar önemli hale geldiğini görüyoruz. Nitekim yapılan araştırmalar var, ben bakanlıkların yaptıklarına burada baktım; onların sonuçlarına göre bu saldırıları en çok motive eden etkenlerden biri, siyasî liderlerin kullandığı dil. Şunu buluyorlar: Trump ile birlikte bu tür saldırıların arttığını. Senin de değin gibi bunlar yeni değil, fakat Trump ile birlikte, o öteleyen, aşağılayan, nefret içeren söylemi ile birlikte bu tür saldırıların arttığını söylüyor bu tür çalışmalar. İkinci nokta da silahların kontrolsüz satışı meselesi. Silah alacak kişilerin güvenlik kontrolünden geçmiyor olması, Kongre’deki Demokratlar bunu içeren bir yasa tasarısı geçirdi; fakat Cumhuriyetçiler bunu kabul etmiyor. Trump da son saldırıdan sonraki konuşmasında şunu söyledi: “Bu saldırıların asıl suçlusu silahlar değildir” dedi. “O tetiği çeken insanın akıl sağlığı ve şiddet eğilimli internet siteleridir” dedi. Amerikan Savunma Bakanlığı’nın araştırmasına göre aslında bu saldırılarla akıl hastalığı ya da internet kullanımı arasında bir bağlantı yok. Fakat Trump meselenin özüne inmeyi reddediyor. Reddettiği gibi, ABD’nin bu tür saldırılarda başı çektiğini biliyoruz. Amerika’da akıl hastalığının diğer ülkelerden daha yaygın olması söz konusu değil. Bu konuda düzenleme yapılmasını da Trump reddediyor. Aynı zamanda da ABD bürokrasisi içinde bu tür terör eylemlerini engellemek üzere kurulan birimlerin pek çoğunu kapatıyor. Aynı zamanda, kapatmadıklarının da fonlarını kesiyor. Bu tür yapısal problemler var. Hem bir dil problemi var Trump’ın kullandığı. Fakat hiçbir şekilde ona eğilmedi, hatta Obama’yı eleştirdi. Obama direkt Trump’ın adını zikretmeden “Liderlerin kullandıkları dile çok dikkat etmesi gerekiyor” dedi. Obama’yı eleştirdi Trump. Dolayısıyla bu saldırılardan sonra, altında yatan meseleleri çözmek için, kullanılan dili çözmek için, bunlarla mücadele eden kurumların yeniden hayata geçirilmesi için bir adım atılacak mı? Bu tür adımlar atılacak mı? Zannetmiyorum. Trump’ın yaptığı konuşma bana meselenin asıl sebebini es geçtiğini gösteriyor. Özellikle silah satışı konusunda Kongre’den bir baskı var. Belki o konuda bazı adımlar atabilir. Ama onun ötesinde bu isteyen herkesin silaha erişimi olması meselesini çözecek bir adım atacağını düşünmüyorum.

Ömer, sen ne düşünüyorsun bu konuda? Senin de görüşlerini dinleyelim ve “Transatlantik”i sonlandıralım.

Ömer Taşpınar: Aslında Gönül’ün söylediklerine çok fazla ekleyecek bir şeyim yok. Gayet güzel.  Şunu ekleyebilirim: Gerçekler ve bilim ile Trump arasında pek bağlantı yok. Trump sonuçta kendi bildiğini okuyan bir siyasetçi. Bugün El Paso’ya gidiyor. Daha önce, duvarın El Paso’yu göçmenlerden koruyacağını, gayet emniyetli bir yer haline getireceğini söylemişti. Bugün orada 25 kişinin öldürülmesi, sonuçta göçmenlerden gelen bir mesele değil; beyaz ırkçı birinin yaptığı bir terörizm. Trump ne yapacak?  El Paso’ya gidip ırkçılığı kınıyorum diyecek. Bunu gayet yüzsüz bir şekilde söyleyecek. Kendisi ırkçılık yapıyor olmasına rağmen burada 20 dakika sanki ırkçı değilmiş gibi bir konuşma yapacak. Arkasından da bir-iki ay sonra bu mesele unutulduğunda, yine bir şekilde göçmenleri suç ve terörizmle bağlayan, Kongre’deki bazı azınlık üyelerine “Ülkelerinize geri gidin” diyen ırkçı bir söylemle suçlamaya devam edecek. Bunlar maalesef ABD’de yapısal meseleler. Özellikle silah meselesi çok yapısal bir mesele. Trump döneminde değil Obama döneminde de bunlar yaşanmıştı. Ben hatırlıyorum bir okulda yaşları 6 ila 8 arasında 20 öğrencinin ölmesine neden olan bir trajedi yaşanmıştı. Silah meselesi Obama döneminde çok ciddi gündeme gelmişti. Fakat öyle güçlü bir silah lobisi var ki ve ABD’de para o kadar ciddi bir rol oynuyor ki bu lobilerde, gerek Cumhuriyetçi gerek Demokrat hiçbir siyasetçi bu silahların insanların eline kolay bir şekilde geçiyor olması meselesine buradaki NRA (National Rifle Association, Ulusal Silah Birliği) gücü nedeniyle müdahale edemiyor. Bunlar ABD’de yapısal meseleler ve bence önümüzdeki dönemde gerek Trump olsun gerek daha makul, Obama gibi Demokrat başkan olsun, bu silah meselesi kolay kolay halledilebilecek bir mesele değil. Trump her şeyi daha da kötü bir yere götürüyor. Bugün başkan gibi gözükecek, yarın bildiğini okumaya devam edecek.

Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a çok teşekkürler. Haftaya bayram var, yapmıyoruz. Bir sonraki “Transatlantik”te tekrar karşınızda olacağız. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.