Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yeni partiler niçin gecikiyor?

Ahmet Davutoğlu sürekli konuşuyor, Ali Babacan sessizliğini muhafaza ediyor ama ikisinin kuracağı söylenen partilerden hâlâ eser yok. Neden?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Öncelikle 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlamak istiyorum. Aynı zamanda buna bağlı olarak başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye’nin bağımsızlığını gerçekleştiren ve Cumhuriyet’i inşa eden herkesi rahmet ve saygıyla anıyorum.

Bugün yeni partilerden, daha doğrusu AKP’den türemesi beklenen iki ayrı partiden yine söz edeceğim. Ortada partiler yok, ama biz konuşmaya devam ediyoruz. Konuşacak çok fazla malzeme de yok denebilir. Ama bereket, bunlardan Ahmet Davutoğlu sürekli konuşuyor. En son Sakarya’da yaptığı konuşma, malûm, bayağı bir olay yarattı. Yanlış anlaşıldığı için olay yarattı. Daha sonra tekrar kendisi bir televizyon yayınında bu sefer dört buçuk saat –daha önceki iki buçuk saatti, YouTube üzerindendi–, bu sefer televizyon üzerinden TV 5’te –Saadet Partisi’nin televizyonu olarak biliniyor–, orada gazetecilerin karşısında 4,5 saat konuştu Ahmet Davutoğlu. Ve Ahmet Davutoğlu’nun söyledikleri üzerinden yeni partiler tartışması sıcak bir şekilde gündemde duruyor. Ama öte yandan, daha iddialı olacağı varsayılan Abdullah Gül destekli Ali Babacan partisinde çok fazla bir hareket yok. En son Sadullah Ergin başta olmak üzere bazı eski bakanların internet üzerinden, Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan üyelik kayıtlarını sildirdikleri haberi çıktı. Onun ötesinde henüz bir şey yok. Bu çevreden insanlarla, kişilerle, Ali Babacan’ın partisine yakın olduğunu bildiğimiz kişilerle Medyascope olarak konuşmaya çalışıyoruz. Başkaları da çalışıyorlardır herhalde. Ama hiçbiri şu âna kadar adlarıyla konuşmaya yanaşmadı. Bekliyorlar. Bayağı bekliyorlar. Buna karşılık Davutoğlu ile beraber hareket ettiğini bildiğimiz ve bunu kendileri de söyleyen kişilerin çoğuyla konuşabildik — başkaları da konuşuyor, biz de konuşabildik. İlginç bir durum var. Bir taraf susarken öteki taraf konuşuyor. Ama ortada hâlâ partiler yok. Bunun nedeni ne olabilir? Bir kere her şeyden önce Babacan ekibi çok temkinli. Bu temkinliliği herhalde Abdullah Gül’den almışlardır, ondan sirayet etmiştir. Bir türlü ortada partinin ne bir deklarasyonu var, ne de deklarasyonun öncesinde birtakım isimleri partinin geleceği, kurulmakta olduğu yolunda birtakım mesajlar veriyorlar. Tamamen örtülü bir şekilde gidiyor. Ama bir hareket olduğunu biliyoruz. O hareketin içerisinde de esas çoğunluğu AKP’nin değişik dönemlerinde üst düzey yöneticilik yapmış, başbakan yardımcılığı, bakan, grup başkanvekili gibi ya da bürokraside üst düzey görevlerde bulunmuş isimlerin olduğunu biliyoruz. Henüz bunların dışında, AKP geçmişi olmayan, ama onlarla beraber hareket edecekmiş gibi bilinen çok fazla bir isim yok. Daha doğrusu olduğu söyleniyor. AKP geçmişi olmayan kişileri de kazandıklarını söylüyorlar sohbet ettiğinizde. Ama tek bir isim zikretmiyorlar. Geçenlerde yurtdışında yaşayan bir isimle –ki Ali Babacan’ın partisinin kendisiyle temas kurduğu söylenmişti– konuşma imkânım oldu. Bana aktardığı: Bir ilgi duyduğunu söylüyor ama güvenmiyor. Bence güven meselesi çok önemli. Özellikle AKP dışından olan kişilerin güven konusunda ciddi bir sorunları var. Güven duymamanın bir nedeni, bu kişilerin çok kritik dönemlerde sessiz kalmış olmaları. Erdoğan’ın o otoriter yönetimini inşa ettiği birtakım dönüm noktaları var. O dönüm noktalarında sessiz kalmaları, hatta kimi durumlarda açıkça destek vermiş olmaları. Yani zamanında, doğru zamanda doğru pozisyonlar almadıkları yolunda çok ciddi ve haklı eleştiriler var. Ve bunları telâfi etme konusunda söyledikleri, ileriye yönelik birtakım vaatlerin ötesinde pek bir şey yok. Konuştuğum kişi şunu söylemişti bana: “Çok iyi şeyler anlatıyorlar, güzel şeyler anlatıyorlar. Ancak bunun bir garantisi yok. Çünkü geçmişleri ortada.” Bu geçmiş, birçok hareketin, özellikle Ali Babacan hareketinin önünde çok ciddi bir engel olarak duruyor. O anlamda bir sorun yaşadıkları anlaşılıyor.

Ahmet Davutoğlu’nun böyle bir geçmiş sorunu pek yok anladığım kadarıyla. Örneğin 7 Haziran-1 Kasım arası üzerine o söyledikleri yanlış anlaşılmıştı, malûm. İnsanlar onun o dönemle hesaplaşmaya kalktığını sandılar. Birtakım gizli, karanlık hususları ifşa etmesinin söz konusu olabileceğini düşündüler. Tam tersine bir baktık ki Davutoğlu o karanlık dönemi parlak, başarılı bir dönem olarak görüyor. Tabii ki terör saldırılarını falan iyi olarak görmüyor. Ama buna yönelik olarak devletin yürüttüğü mücadeleyi başarılı olarak tanımlıyor. Ve bunun baş aktörü olarak kendisini ortaya çıkartıyor. Bu anlamda Davutoğlu’nun söyleminde baktığımız zaman, özellikle gazetecilere anlattıklarına baktığımız zaman şöyle bir husus var: Kendisi etkili olduğu zaman işler iyi gidiyordu, ama kendisinin ayağı kaldırıldıktan sonra… ki gerçekten öyle oldu, en son TV5 yayınında bunu da böyle anlattı. Nasıl tasvir etti? “Ben terörle mücadele ederken beni devirmek için imza topluyorlardı” dedi örneğin, parti içindeki başkalarının. Bunun üzerinden kurulu bir söylemi var. Yani birisi geçmişinden bir şekilde kopmak istiyor anladığım kadarıyla, ya da geçmişi çok fazla konuşmak istemiyor ve ileriye yönelik şeyler söylemek istiyor –Ali Babacan tarafı–, öyle anlaşılıyor. Ama Davutoğlu kendisinin başarılı olduğunu ve o başarıyı tekrar –nasıl söyleyeyim– o başarıyı yeniden vaat ediyor. Böyle bir husus var. Bence Davutoğlu’nun önündeki en büyük engel –birçok engel var, ama en büyüğü–, birinci tekil şahıs konuşması. Hoca hep böyleydi zaten. Ama şimdi çok daha öyle gözüküyor, bu anlaşılıyor. Etrafında insanlar var. Onunla beraber hareket eden insanlar var. Eski il başkanları, milletvekilleri, belki de bakanlar var. Ama Davutoğlu, “Biz” değil, genellikle –genellikle de değil hatta galiba– “Ben” diye bahsediyor. Kendisi üzerinden kurguladığı bir parti var. Dolayısıyla Erdoğan’ın tek adam yönetimine karşı ortak aklı, kolektif aklı öne çıkardığını söyleyen Davutoğlu’nun bu kolektif aklı öne çıkarttığını, yanında insanların yer aldığından dolayı bir grupla hareket ettiğini anlıyoruz; ama söylemlerinde bunu çok fazla görmüyoruz.

Herhalde Babacan eğer bir gün konuşursa, bekliyoruz. Yazılı açıklaması dışında bir konuşmasını görmedik. Eğer Babacan bir gün konuşmaya başlarsa, herhalde genellikle “Biz” diye konuşacaktır. Belki ekonomi söz konusu olduğu zaman birinci tekil şahısa dönebilir. Bu partilerin gecikmesinin en önemli nedenlerinden biri hâlâ tabii ki Erdoğan’dan ciddi bir şekilde ürküyor, hatta korkuyor olmaları. Erdoğan da onlardan korkuyor. Korktuğu için hemen olağan kongre sürecini erkene aldı, kongre sürecini başlattı. Ve tedirgin olan, rahatsız olan kesimleri kongreyle beraber partide bir şeylerin değişebileceğiyle belki tatmin etmek istiyor. Ama bir hamle yapıyor. Ve bu hamleyi yapmasının en önemli nedenlerinden birisi bu muhtemel partilerin kurulmasını geciktirmek ya da –engellemesi artık herhalde söz konusu değil, engelleyemezse bile o partilerin olabildiğince az insanı AKP’den koparmasını sağlayabilmek–; ama bunu nasıl yapacak? Bunu yapabilmesinin yegâne aracı parti tabanına ve parti kadrolarına birtakım şeyleri dağıtmayı sürdürebilmesi. Birtakım imtiyazları, birtakım ayrıcalıkları, devlet imkânlarını, nimetlerini dağıtmayı sürdürebilmesi. Ama ekonomik krizle de beraber görüyoruz ki artık musluklar iyice kapanmak üzere. Büyükşehir belediyelerinin elden gitmesiyle beraber çok büyük bir darbe yedi. Bu tabanı tatmin etmek, seçmenini tatmin etmek, kadrolarını, destekçilerini, destekçi iş adamlarını vs. tatmin etmek konusunda İstanbul, Ankara, Antalya gibi büyükşehirleri kaybederek çok ciddi bir kaynağı da kontrolünden çıkarmış oldu. Tabii ki devletin kaynakları yine çok güçlü; ama İstanbul Belediyesi’nin yaptığı açıklamalarda milyonlarca liranın birtakım vakıflara ve benzer kuruluşlara dağıtılmış olduğunu görüyoruz. Şimdi bunların yerine belki devlet kaynakları daha fazla yönlendirilecek. Ama zaten devlet kaynaklarının da yaşanan ekonomik kriz nedeniyle eskisi kadar güçlü olmadığı ortada. Böyle bir sorun var. Ama yine de Erdoğan’ın bir gücü var. Ve Erdoğan bu gücünü bu partilerin önünü kesmek için kullanacaktır. Neler yapabilir? İşte kongreyi topluyor, insanları yatıştırmaya çalışacak, rahatsızlıkları gidermeye çalışacak. Ama en önemlisi, kendi imajını korumaya çalışıyor. Kayyum hamlesi bu anlamda önemliydi. Her şeye rağmen ayakta durduğunu göstermek için bence bunu bir an önce yaptı. Ve bu mesajı aldıkları için olsa gerek, Davutoğlu ve Abdullah Gül ilk andan itibaren kayyum olayına karşı durdular, yani açıklama yaptılar. Abdullah Gül’ünki daha hafifti, Ahmet Davutoğlu’nunki daha güçlüydü. Ama bunun devamını getirmediler, getiremediler. Çünkü bu partiler ya da bu yeni hareketler kendi güçlerinden ziyade diğer muhalefetin gücünü hesaba katıyorlar. Yani ülkede bir hareketlilik olsun, bir rahatsızlık, muhalif bir dalgalanma olsun, o dalganın üzerinde sörf yapmayı daha çok düşünüyorlar. Yani o dalgayı bizzat kendileri çıkartma gücüne sahip olmadıkları iddiasındalar. Yani başkasının rüzgârında sörf yapma niyetindeler. Bu anlamda 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri aslında onlara çok elverişli bir zemin sundu. Fakat bu zeminde diğer muhalefet partileri de “Yepyeni Türkiye”nin bu havasını çok fazla sürdüremedikleri için, gerek Babacan, gerek Davutoğlu da bir anlamda seçim sonrası Türkiye’deki siyasetin alt seviyelere inmesinin etkisinde kaldı. Böyle garip bir durum var.

Onların belirleyebildiği bir gündem olamıyor. Davutoğlu bunu deniyor, ama ters alarmlı oluyor. Sakarya konuşmasında olduğu gibi, başka bir şey kastediyor, “Terörle mücadelenin sahibi benim” diyor. Ama insanlar onun başka bir şey söylediğini sanarak buradan bir gündem yaratmaya çalışıyorlar. Olmuyor. Bir meydan okuyuş içerisine henüz hiçbirisi tam olarak girmiş değil. Ve girmedikleri için de o dinamizmi yakalayamıyorlar. Şu gün partiyi ilan etseler, ikisi de ayrı ayrı ilan etseler çok büyük bir heyecan yaratmayabilir. Çünkü partinin, belli bir heyecanın, belli bir hareketliliğin ortasında ortaya çıkması, meydana çıkması daha anlamlı olur. Kendileri o hareketi çıkartamıyorlar, başkasının çıkartmasını bekliyorlar. Diğer muhalefet partileri onu yapamadığı zaman da, bu sefer iktidarın kendisinin yani Erdoğan’ın çok büyük hatalar yapmasını, çok büyük yıkımlar yaşamasını bekliyorlar. Örneğin ekonomide çok büyük bir çöküş ya da Suriye’de yaşanabilecek çok ciddi bir kriz gibi bir anda kendilerini göstermek gibi bir durumları var. Ancak bu bence çok akılcı bir strateji değil. Eğer bu hareketler gerçekten kalıcı partiler kurmayı düşünüyorlarsa, çoktan tavırlarını, değişik konulardaki tavırlarını açık ve net bir şekilde dile getirmeye başlamaları ve doğrudan eleştirilerinin muhatabı olan Erdoğan’ı, Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılarına almaları gerekiyordu. Bunu yapamadıkları ölçüde de bir türlü istedikleri dinamizmi yakalayamıyorlar. Ve bir türlü de bu partiyi kurma kıvamına gelemiyorlar. Yani bu ürkeklikleri, tedirginlikleri ve Erdoğan’ın karşısında Erdoğan’ın gücünden –ki aslında Erdoğan’ın en zayıf anlarından birisini yaşıyoruz–, ama yine de Erdoğan’ın o halinden bile korkuyor olmalarından, kaygı duyuyor olmalarından dolayı sadece kendileri değil, onlara destek vaat eden kesimler için de geçerli bu. Hâlâ bir Erdoğan efsanesi var, bir mitosu var. Ondan dolayı bir türlü o dinamizm yaşanamıyor. Ya Erdoğan’ın bu imajının, güçlü imajının iyice yıkılmasını bekleyecekler, ya da diğer muhalefet hareketlerinin belli bir güçle Erdoğan’ı sarsmasını bekleyecekler — o anlaşılıyor. Kendilerinden gelen bir sarsıntı, iktidara yönelik bir meydan okuyuş için bayağı bir bekleyeceğe benziyoruz. Şu âna kadar gelenler utangaç şeyler, çok hafif itirazlar, eleştiriler. Davutoğlu’nun 4,5 saatlik konuşmasına baktığınız zaman, bunların hiçbirisinin çok ciddi meydan okuyuşlar olmadığını görüyorsunuz. Her şeyden bahsediyor. Ama sonuç olarak Erdoğan’ı rahatsız edecek, insanların Erdoğan’ı bırakıp Davutoğlu’na yönelmesine neden olacak çok ciddi çıkışlar yok. Hep bir yere kadar konuşup bir yerden sonra frene basıyor. Buna Fransızlar “İ’nin üzerine noktaları koymak” derler. Yani bir yerde, sonuna kadar gitmiyor. Bunu geçen TV 5’teki yayını yöneten gazeteci arkadaşımız Suat Toktaş burada Medyascope’da Alphan’ın konuğu oldu. Çok güzel özetledi. “Davutoğlu” diyor, “ne yapacağını değil, ne yapılması gerektiğini değil, neyin yapılmaması gerektiğini anlatmakla meşgul.” Ama insanlar artık eleştirilerden ibaret bir siyasetten çok fazla tatmin olmuyorlar. Davutoğlu’nun böyle bir sorunu var.

Babacan’ın ise henüz söylediği hiçbir şey olmadığı için, orada da onun sessizliği, her ne kadar parti kuracağının biliniyor olunması, ama buna rağmen sessiz olması, belli bir merakı beraberinde getiriyor. Ama belli bir aşamadan sonra o merakın sıkmaya başladığını ben açıkçası gözlüyorum. İnsanlar daha şimdiden kabak tadı verdiğini düşünmeye başlıyorlar. Bu temkin hali, temkinlilik hali, bu partilerin, özellikle Babacan’ın Abdullah Gül destekli partisini daha doğmadan şimdiden bayağı bir aşındırmışa benziyor. Benim gözlemim bu şekilde. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.