Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yargı vesayetinde son nokta: Canan Kaftancıoğlu’na mahkumiyet

31 Mart Yerel Seçimleri öncesi alelacele yargılanmaya başlanan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, beş ayrı suçlamadan toplam 9 yıl 8 ay hapse mahkûm edildi. Bu olay siyaset üzerindeki yargı vesayetinin sürdüğünün yeni bir kanıtı olarak kayıtlara geçti.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün aslında istemediğim bir yayını yapıyorum. Normal şartlarda bugün RAP müzikten, dün gece piyasaya çıkan iki ayrı klipten söz etmek istiyordum. Birisi Ezhel’in “Olay”ı, diğeri de “Susamam”. Çok heyecan vericiydi, özellikle “Susamam”. Yaklaşık 15 dakikalık klibi birkaç kere izledim. Normalde RAP müziği pek bilen ve seven, dinleyen birisi değilim; oğlumdan dolayı –ki kendisi RAP meraklısıdır– birazcık bildiğim bir şey; ama benim tarzım olmadığını kabul etmem lâzım, zaten yaşım da çok el vermiyor. Ama dün gece çıkan bu iki parça Türkiye’de hızla konuşulur oldu, izlenir ve tartışılır oldu. Ben de o konudan hareketle bir şeyler söylemek, yaşadığım heyecanı, şaşkınlığı anlatmak istedim. Ama Canan Kaftancıoğlu’nun davası vardı. Davadan mahkûmiyet çıkmasını beklemiyordum ve dilemiyordum tabii, ama beklemiyordum da. Çünkü Türkiye’de yargı, değişmekte olan siyasî atmosfere göre, yeni ve eskiye göre, yakın zamana göre biraz daha cesur birtakım adımlar atmaya başlamıştı. Nitekim sabah Barış Akademisyenleri’nden ilk defa Anayasa Mahkemesi’nin kararından hareketle bir beraat kararı çıktı. Canan Kaftancıoğlu’na yönelik suçlamaların bir suçlama olmadığı gerçeğinden hareketle bir ceza çıkmasını beklemiyordum. Ama Türkiye’de hâlâ yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sözkonusu olmadığı gerçeği nedeniyle de bir ihtiyat payı bıraktım ve sonuçta beş ayrı suçlamadan 9 yıl 8 aylık bir ceza aldı CHP İstanbul İl Başkanı. Ve biz özellikle “Susamam” videosunda altı çizilen, Türkiye’deki hukuk devleti eksikliği, yokluğu, hak arama kapılarının alabildiğine kapalı olması olayıyla bir kere daha karşı karşıya kaldık. Bu anlamıyla da zaten bu videonun ne kadar isabetli olduğunu gördük. Hatta o âna kadar iki kere izlemiştim, bu karardan sonra bir kere daha izleme ihtiyacı hissettim. Özellikle o hücrede geçen bölümleri, hukukun tartışıldığı bölümleri, daha doğrusu olmayan hukukun tartışıldığı bölümleri. 

Ne oldu Canan Kaftancıoğlu? Daha önce yaptığım bir yayında, “Bükemediği bileği kırmaya çalışmak” olarak tanımlamıştım — gerek Kaftancıoğlu’na gerekse İmamoğlu’na karşı yaklaşımı. Bir şekilde bu seçimlerin öncesinde yargıyla terbiye etmeye çalıştı devletimiz. Ekrem İmamoğlu’na Ordu VİP salonunda yaşananlardan hareketle yapmaya çalıştı, Canan Kaftancıoğlu’yla ilgili de yıllar önceki birtakım sosyal medya paylaşımlarından vs. yargı karşısına çıkardılar. Bunu İstanbul seçimlerini kaybetme endişesi ve kaybederse de bunun bir tür intikamı olarak değerlendirdim ve nitekim öyle oldu. Canan Kaftancıoğlu da zaten bu davanın, bu kararın, İstanbul halkının siyasî tercihinin cezalandırılması olduğunu söylüyor — ki sonuçta böyle. 

Biraz geriye gidelim, 25 yıl öncesine bakalım: Tayyip Erdoğan, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı’ydı ve oradan bir serüvene çıktı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni –o zaman anakent deniyordu– kazanarak Türk siyasetine ciddi bir şekilde damgasını vurdu. Bu sefer benzer bir öyküyü görüyoruz. Ancak burada İstanbul İl Başkanı, kendisi belediye başkanı adayı olarak ortaya çıkmadı, o âna kadar çok az kişinin bildiği, Beylikdüzü’nde belediye başkanlığı yapan Ekrem İmamoğlu’nun yanında çok etkili bir şekilde faaliyet yürüttü ve Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasını sağladı, göstere göstere gelen bir başarıydı bu. 31 Mart’taki başarının ardından 23 Haziran’da katmerli bir şekilde tekrarlanan bir başarı elde ettiler, bir zaferdi. 25 yıllık bir geleneği sonlandıran kişilerin en önde gelenlerinden birisiydi Canan Kaftancıoğlu ve o performansla, onun verdiği moral üstünlükle beraber Erdoğan’ın “İstanbul’u kazanan Türkiye kazanır” sözünden hareketle de Erdoğan’ın Türkiye iktidarını da tehdit eden en önemli siyasî birisiydi ve mahkeme tarafından cezalandırıldı. Tutuklanması söz konusu değil; çünkü davalar görülecek, ayrı ayrı davalardan cezalar aldığı için ve bunların hiçbiri beş yılı geçmediği için Yargıtay’a gitmiyor, istinafa gidiyor. Orada sonuçlar beklenecek ve Damokles’in kılıcı gibi Canan Kaftancıoğlu’nun üzerinde bu 9 yıl 8 ay sallandırılacak. 

Buna biz yargı vesayeti gidiyoruz. Buna AKP’liler de dün yargı vesayeti diyorlardı ve Türkiye’nin uzun bir süresi, AKP iktidarının ilk yılları özellikle yargı vesayeti söylemi ve yargı vesayetiyle mücadele iddiasıyla geçti. Çok da haksız sayılmazdı, sandıktan çıkmış bir Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere birtakım yargı kurumlarının müdahalesi, önüne engel çıkarması ve burada devletin birtakım başka organlarıyla beraber özellikle de Türk Silahlı Kuvvetleri’yle beraber, bir yandan da kendilerini sivil olarak adlandıran birtakım kuruluşlarla beraber, yargı AKP iktidarının önüne çıkarmaya çalışııldı. Onu bir anlamda felç etmeye çalıştı, AKP iktidarını vesayet altına almaya çalıştı, sert geçti o yıllar ve Fethullahçıların da desteğiyle Erdoğan, AKP iktidarı, yargı vesayetini büyük ölçüde ortadan kaldırdılar ve yerine kendi denetimlerindeki yargının vesayetini gündeme getirdiler. Dün yargı vesayeti iktidardaki siyasî parti hareketini kısıtlamakla ilgiliydi, siyaset üzerindeki vesayetti; şu anda bir süredir Türkiye’de yargı siyasetin üzerinde ve özellikle iktidar karşıtı muhalif siyasetin üzerinde bir gölge olarak duruyor, onun önünü kesmeye çalışıyor. İktidarın siyaseten alt edemediklerini yargı değişik vesilelerle ve bahanelerle etkisizleştirmeye, tasfiye etmeye çalışıyor. Bunun bir örneği Selahattin Demirtaş başta olmak üzere HDP’lilerdir; HDP’liler de –Demirtaş başta olmak üzere– iktidara çok zor anlar yaşattılar, iktidarı siyasî anlamda birçok noktada gerilettiler. İktidar onlarla siyaseten baş edemedi, Güneydoğu’da belediyeleri kazanamadı vs. ve bunun üzerine belediye başkanları görevden alındı, hapse atıldı, eş başkanlar içeri atıldı, milletvekilleri içeri atıldı. Bunun başka versiyonlarının diğer muhalif siyasetçilere, aydınlara, gazetecilere yönelik olduğunu da gördük. 

Burada bu suçlamaların hemen hemen hepsi “düşünce suçu” kapsamına giriyor. Düşüncenin suçu olmadığı için de ifade özgürlüğü ihlâline giriyor, kimi zaman basın özgürlüğünün, kimi zaman düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün ihlâli anlamına geliyor. Burada şu âna kadar cezalandırılan ya da yargılanan muhalif siyasetçilerin ya da aydınların, yazarların, gazetecilerin hiçbirisine yönelik olarak herhangi bir silahlı eylem vs. atfedilebilmiş değil. Cumhuriyet gazetesi çalışanlarından diğer gazetecilere kadar ve CHP’lilere kadar, tabii ki HDP’liler. Canan Kaftancıoğlu olayına baktığımız zaman bunların hepsi Canan Kaftancıoğlu’nun bir siyasetçi olarak değişik vesilelerle dile getirdiği görüşleri. Bu görüşlere karşı demokrasilerde yapılacak olan, beğenmeseniz de, rahatsız olsanız da kendi görüşlerinizle onu etkisiz kılmaktır. İktidardaki siyasetçiler bunu yapamadığı zaman, bu alt edemedikleri düşünceleri bir suç olarak tanıtma yoluna gidiyorlar ve yargı da burada devreye giriyor. Canan Kaftancıoğlu olayı zaten çok barizdi, seçim öncesiydi, apar topar gündeme getirilmiş bir şeydi. Şu anda cezalandırılmış olması da onun geri adım atmamasındandır. Nitekim mahkemenin başında zaten heyet başkanı onun mahkemedeki tavırlarının da kendilerini çok ciddi bir şekilde rahatsız ettiğini dile getirdi.

Bunun ardından başka şeyler gelir mi? Çok spekülasyonlar yapılıyor, bunların üzerinden konuşmamak lâzım; ama şunu görüyoruz ki siyasî iktidar tıkandığı yerlerde tıkanıklıkları aşmak için yargıya başvuruyor, yargı da kısa vadede iktidarın önünü açıyor gibi; ama bunların hiçbirisinin yaşanan iktidar krizine çare olmayacağı mâlum. Bunun örneği geçmişte Tayyip Erdoğan’ın öyküsüdür. Tayyip Erdoğan’a da değişik şekillerde engeller çıkartmak istemişti sistem. Şu anda Tayyip Erdoğan sistemin kendisi; o rakiplerine bu engelleri çıkarmak istiyor, ama bu rakiplerini engelleyerek siyaset yapmanın, iktidarda kalmanın imkânı yok, bunun örneklerini hep gördük. İktidarda kalabilmenin yolu iktidarda bir şeyler üretmek, projeler üretmek, topluma bir vizyon sunabilmek ve yaşanan sorunları ekonomik, siyasî, stratejik vs. bunları çözebilecek çok ciddi adımlar atmak, inandırıcı olmak, güven vermek… Bu noktaların hepsinden çok uzak bir siyasî iktidar konusu ve dolayısıyla bu çaresizlikle imdadına sık sık yargının yetiştiğini görüyoruz, bu sefer de öyle olmuşa benziyor. Ama bu Canan Kaftancıoğlu’nun şu âna kadarki siyasî başarısını, İstanbul İl Başkanı olarak gösterdiği siyasî başarısını engelleyebilecek bir şey olarak gözükmüyor ve siyasî geleceğini de engelleyebilecek bir şey olarak gözükmüyor. Tam tersine siyasî geleceğinde bu mahkûmiyet bir artı olarak kaydedilecektir. Tabii bu sürecek olan yargı sürecinin ardından cezaevine atılması, şu, bu olabilir, bunları şu anda görmek mümkün değil, temenni edilecek bir şey değil; ama burası Türkiye, her şey mümkün diyelim; lâkin cezaevine gitse de, şu olsa, bu olsa da Canan Kaftancıoğlu şu ânda siyasî kariyerinde bir rütbe daha kazanmış oldu. Bu rütbe onun siyasî yaratıcılığı ve örgütçülüğü karşısında çaresiz olan siyasî iktidar tarafından kendisine takılmış oldu, bu da bir realite olarak kayıtlara geçti. Tıpkı zamanında Erdoğan’ı şiir okudu diye mahkûm eden sistemin aslında Erdoğan’ı rütbelendirmesi gibi bir olayla karşı karşıyayız. 

Dolayısıyla başladığımız yerden bitirmekte yarar var: Gençler –genç diyorum, yaşları çok da genç olmayabilir, çoğunu da açıkçası tanımıyorum ama benden genç oldukları muhakkak– RAP müziği yapan kişilerin, orada özellikle “Susamam” klibinde bir araya gelenlerin söylediği gibi; susmama konusu dile getirildiği zaman Türkiye’de bir günde milyonu aşkın insan buna olumlu tepki veriyorsa, artık Türkiye’de bir şeyler çok ciddi bir şekilde değişiyor demektir. Dolayısıyla yargının da buna ayak uydurmada tereddüt ediyor olması Türkiye’nin yepyeni bir mecraya girdiği gerçeğini değiştirebilecek değil. Canan Kaftancıoğlu’na geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.