Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bir “muhalefet” stratejisi olarak felaket tellallığı

Geçen hafta sonuna doğru, İstanbul ve belki de Ankara büyükşehir belediyelerine Pazar akşamı kayyum atanacağı rivayetleri dolaşıma girdi. Bunları dile getirenlerin kendilerini muhalif olarak tanımlamaları ve bu yolla iktidarla mücadele ettiklerini iddia etmeleri şaşırtıcı değildi. Zira bir süredir “felaket tellallığı” muhalifler arasında pek rağbette.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Cuma günü birbirinden farklı dört ya da beş kişi, ayrı ayrı zamanlarda aynı konuyu –sanki bir haber verir gibi– dile getirdiler: İstanbul’a ve belki de Ankara’ya belediyelere kayyum atanacağı ve Pazar akşamı bunun olacağı yolunda. Birbirinden farklı farklı kesimlerden insanlar; ama bu konuştuğum kişilerin hepsi iktidara muhalif pozisyonda olduğunu bildiğim kişiler ve bunlar bir “kötü haber”i, kendi tabirleriyle “kötü haber”i büyük bir iştahla aktardılar, dolaşıma soktular — zaten anladığım kadarıyla bu çok yaygınlaşmış. Ortada bunu dile getirmeyi gerektirecek ne var? Birtakım bilgi kırıntıları, Süleyman Soylu’yla ilgili birtakım söylentiler, Süleyman Soylu’dan hareketle yapılan birtakım söylentiler ve tabii ki iktidarın bugüne kadarki performansı ve İstanbul’u kaybetmiş olmasından dolayı iktidarın duyduğu rahatsızlık. Ama bu bilginin –bilgi diyorum ama, bilgi değil tabii ki; tamamen bir efsane, şehir efsanesi– dolaşıma girmesine neden olan çok güçlü temeller yoktu, tamamen akıl yürütmeyle ilgili ve kötümserlikten hareketle yayılan bir rivayetti ve Pazar akşamı en azından bu gerçekleşmedi, belki bir dahaki Pazar akşamı için aynı kişiler böyle bir beklenti içerisine gireceklerdir. 

Bu niye oluyor, neden oluyor? Bunun başka örneklerini daha önce gördük; Türkiye’de kendini muhalefette konumlayan, Erdoğan karşıtı olarak konumlayan kesimlerin içerisinde çok yaygın bir alışkanlık bu. Hep kötü haber, kötü şeyler beklentisi, iktidarın kötü şeyler yapacağı yolunda beklentiler ve bunun üzerinden bir muhalefet yapma stratejisi. Ama strateji falan değil bu; tamamen aslında muhalefet yapma değil iktidarı güçlendirme, ya da o kaba tabiriyle iktidarın ekmeğine yağ sürme stratejisi. Neden böyle düşünüyorum? Çünkü: 

1) Bu ileri sürülen şeylerin doğru dürüst temeli yok, bir bilgiye dayanmıyor, rivayete dayanıyor. 

2) İktidara çok büyük bir kötülük atfediyor, tamam, ama güç atfediyor; iktidarın gücü olduğunu söylüyor ve iktidarı olduğundan daha güçlü gösteriyor — ki değil, iktidar zayıf, giderek daha fazla zayıflıyor. Özellikle 31 Mart ve 23 Haziran’dan sonra tam anlamıyla bir zayıflamada olan, zayıflayan, krizi giderek derinleşen bir iktidar söz konusu.  Buna rağmen ona hâlâ çok büyük bir güç –ona derken esas olarak Erdoğan’a–, oyun kurma kabiliyetine hâlâ elinde tuttuğu inancı vs. Dolayısıyla bunun bir muhalefet pozisyonu değil, iktidar pozisyonu, iktidarın lehine bir pozisyon olduğu kanısındayım. 

Bir de tabii ki diğer husus şu: Bunları söyleyen kişiler, diyelim ki İstanbul’a kayyum atanacak Pazar akşamı. Peki, siz de bundan rahatsızsınız, ne yapmak lâzım? Bir, kayyum atanmasını engellemek için bir şey yapılabilir mi, bu konuda ne düşünüyorlar? Bu yok. İkincisi diyelim ki kayyum atandı, kayyum atandıktan sonra ne yapılacak? Bu konuda bir öneri var mı, bir strateji var mı? Bu da yok ve bir nevi “İşler giderek kötüye gidiyor, daha da kötü olacak, iktidar her istediğini yapacak, yapıyor, daha da kötüsünü yapacak”. Peki, bundan rahatsız olanlar ne yapacak? Bundan rahatsız olanlar da rahatsızlıklarını dile getirmenin ötesinde ve “felaket tellallığı” yapmanın ötesinde pek bir şey yapmayacak, yapamayacak. 

Bu, normalde şöyle bir tabir vardır, farklı farklı söyleyenler var, ama “aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” diye söylenebilecek bir tabir var. Yani aklen düşünüyoruz, olaylara objektif olarak baktığımız zaman diyelim ki Türkiye kötüye gidiyor, şu şu nedenle ekonomik nedenle, siyasî nedenle vs. Türkiye’de işler kötüye gidiyor ve daha da kötüleşiyor. Bu bir tespit ve kötülüğün, kötü şeylerin yaşandığını ve yaşanacağını söylediğiniz zaman bir kötümserlik; ama bu iradenin iyimserliğini koymanız. Evet, işler kötüye gidiyor, ama Türkiye bu kötülükleri aşabilecek bir ülkedir ya da bizler şunu şöyle yaparsak, bunu böyle yaparsak bu kötüye gidişin önüne geçebiliriz şeklinde. Yani kötümserliği, sadece kötümserliği ortaya çıkarttığınız zaman, hayatın koşulları, yaşananlar, maddî olarak bakıldığı zaman, objektif olarak bakıldığı zaman işler kötü gidiyor olabilir, ama buna siz bir insan iradesini, toplumun iradesini koymadığınız zaman, kendinizi ve toplumu tam bir kaderciliğe mahkûm etmiş oluyorsunuz. Bunun yerine, halbuki “İşler kötü gidiyor” tespitini yaptığınız zaman, tek başına kötümser olmuyorsunuz. Ama bunun yanına insan iradesini, kendi tavrınızı koymadığınız zaman, buna alternatifleri üzerine kafa yormadığınız zaman, işte o anlamda kötümser oluyorsunuz ve felaket tellalı oluyorsunuz. Bunun örneklerini çok gördük, çok ele aldık, burada da ele aldık, birçok vesileyle 31 Mart ve 23 Haziran vesilesiyle bunu çok dile getirdim, başkaları da dile getirdi; ama baskın olanın hep kötümserlik olduğunu, felaket tellallığı olduğunu gördük. Örneğin ne dendi? İstanbul, “Erdoğan ne yapar, ne eder İstanbul’u vermez”. Tamam, “Erdoğan ne yapar, ne eder İstanbul’u vermez” önermesi çuvalladı. İstanbul’u pekâlâ kaybetti; ilkinde kaybını kabullenmedi, ama ikincisinde –mecbur olarak, çünkü fark alabildiğine açıldı– tescillendi ve kaybını kabullenmek zorunda kaldı. Şimdi de “Kabullenmez, kayyum atar” diye devam ediyor. Yani şunu söylemek mümkün değil, “Kesinlikle atamaz, atayamaz” diye bir şey söylemek mümkün değil, çünkü burası Türkiye, her şeyin mümkün olduğunu, her zaman neyin ne zaman olacağının garanti olmadığı bir ülkeyiz, bunu biliyoruz. Ama siz şimdiden en kötü senaryoları kaçınılmazmış gibi koyduğunuz zaman Türkiye’nin zaten çok da açık olmayan önünü, zaten bir yığın sorunla yaşayan Türkiye’nin önünü iyice kapatmış oluyorsunuz. 

Buradan da muhaliflik çıkmıyor, bir de tabii ilginç tarafı şu; mesela biri size diyor ki: “Pazar akşamı İstanbul’a ve belki de Ankara’ya kayyum atayacaklarmış”. Siz de “Nereden çıkartıyorsun kardeşim? Olmaz” falan dediğiniz zaman, bu sefer sizi iktidar yanlısı olarak yaftalamaya kadar da vardırabiliyorlar. Yani muhalif olmak için illaki kötü senaryolar üzerinde mutabık olmanız gerekiyormuş gibi. Halbuki böyle bir şey yok, aynı İstanbul seçiminde olduğu gibi, biliyorsunuz kötümserler çok ısrarlıydılar, “Seçimi yeniletiyorsa vardır bir bildiği”, halbuki orada gördük, hiçbir bildiği olmadığı seçimi yeniletiyormuş Erdoğan. Erdoğan rasyonalitesini kaybettiği için bunu yaptı; ama buradan sonra çok ciddi bir ders çıkartmış olması gerekiyor. Bugün de pekâlâ Erdoğan rasyonelitesini kaybedebilir, çok daha beklenmedik hareketler yapabilir. Ama burada serinkanlı baktığımız zaman, İstanbul seçim örneğinde olduğu gibi, bu yaptığı irrasyonel davranışlar Erdoğan’ın iktidarını korumasına değil, güçlendirilmesine hele hiç değil; tam tersine iktidarının kaybını hızlandırmaya, krizini derinleştirmeye yarıyor. 

Şimdi İstanbul’u ve Ankara’yı kayyuma taşımadılar an itibariyle; ama tabii ki felaket senaryolarında, felaket tellallığında yeni malzemeler var; şimdiki mesele de “HDP kapatılacakmış” meselesi, bu köpürtülüyor. Aslında bunlara böyle konuşularak bunlara zemin hazırlanıyor, bu kötü senaryolar konuşulduğu zaman aslında bunlara bir anlamda da zemin hazırlanıyor. HDP’nin kapatılması mevzuu, o da öyle. Kapatılır mı? Hiç sanmıyorum, ama pekâlâ mümkün de olabilir. Ama günümüzün meselesi kesinlikle bu değil, HDP’nin kapatılması değil, İstanbul’un Ankara’nın belediyelerine kayyum atanması değil; günümüzün meselesi –eğer muhalefetin bir meselesi varsa– muhalefetin meselesi, iktidardan gelebilecek darbelerin üzerine spekülasyon yapıp, bunları konuşarak o darbelere zemin hazırlamak değil; tam tersine iktidarı eksik olduğu yerlerde, sorunlu olduğu yerlerde daha da zorlayabilecek birtakım manevraları, birtakım siyasetleri, stratejileri geliştirmek olmalı. Şu haliyle hâlâ Türkiye’de oyun kurucunun, ana aktörün siyasî iktidar olduğu kabulünden hareketle bu spekülasyonlar yapılıyor. Halbuki bugün Türkiye’de bir süredir, bayağı bir süredir, hele 31 Mart ve 23 Haziran’dan sonra, iktidarın gündem belirleme kabiliyeti hemen hemen hiç kalmadı. Yapabildikleri tek şey –en son örnekte gördük– Diyarbakır’daki HDP önündeki anneler faaliyeti. Onun dışında şu anda Türkiye’de Erdoğan mesela arada bir “idam cezası” telaffuz ediyor, “nükleer silah” telaffuz ediyor, bunlarla birtakım hareketler yaratmaya çalışıyor — ki bunların bile pek bir etkisi olmuyor. Bir zamanlar ilk söylediği zaman belki etkisi oldu idam cezasının, ama artık pek bir etkisi yok. Şu anda Türkiye’de gündemi belirleyebilen bir iktidar yok. İktidarla ilgili en fazla söylenen, Bakanlar Kurulu’nda değişiklik yapılacakmış –ki birkaç aydır bu artık konuşuluyor ve pek bir şey olmuyor– bir de AKP’nin MKYK’sında değişiklik yapılacak deniyor ve bunlarda da pek bir şey yok. 

Dolayısıyla bu tür felaket tellallıkları, iktidarı yıpratmak, iktidarla mücadele etmek değil; tam tersine bir şekilde iktidara bir nevi doping etkisi yaratıyor, olmayan bir güç atfediliyor, olmayan bir güçle onun hâlâ çok radikal kötülükler yapabileceği üzerinden birtakım şeyler söyleniyor, spekülasyonlar yapılıyor ve bu spekülasyonları en çok yapanlar da ülkede en sıkı muhalif olarak adlandırılıyorlar. Böyle bir muhalefetin sonucunda tabii ülkede iktidar kolay kolay değişmiyor. Serinkanlı olmakta yarar var, her şey olacağına varır. Türkiye’de bir süredir, uzun bir süredir vizyonu kalmamış, geleceğe yönelik vizyonu kalmamış, siyasî ideolojik anlamda çok ciddi bir kriz yaşayan ve aynı zamanda ekonomideki krizi engelleyemeyen, bununla baş edemeyen bir iktidar söz konusu. Buna atfedilen büyüklükler, güçler vs. olmasa, muhalefetin belli kesimlerinin ona olduğu gibi bakması söz olsa herhalde işler daha normalleşecek. Ancak bu tür çıkışlar, bu tür kötümserlikler ve “felaket tellallıkları” bence Türkiye’de Erdoğan iktidarının ömrünü uzatmaktan başka pek bir işe yaramıyor. 

Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.