Erdoğan’ın seçimleri kazanma ihtimali hiç mi yok?

Cumhurbaşkanlığı seçimleri eğer tam gününde yapılırsa bir yıl kaldı. Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı hâlâ açıklanmazken, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Cumhur İttifakı’nın adayı olacağını duyurdu.

Peki, önümüzdeki seçimlerde Erdoğan’ın kazanma ihtimali hiç mi yok? Erdoğan Kürt seçmenin oylarını yeniden alabilir mi? Abdullah Öcalan kozu işe yarar mı? Ekonomik kriz Erdoğan’ın oylarını ne derece etkileyecek? Seçim ekonomisi yapılabilir mi? Ruşen Çakır, bu soruları yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Cenk Narin

Merhaba, iyi günler. Seçimlerin yapılmasına normal şartlarda bir yıldan az bir süre kaldı — daha erken olma ihtimâli de var. Bu konuda değişik spekülasyonlar var. Ama her halükârda seçimler en geç 18 Haziran 2023’te yapılmak zorunda. O bile aslında erken seçim anlamına geliyor, bugünden bakıldığında bir yıl sonra yapılacak olan seçim. Ve Türkiye seçimi hâlâ tartışmıyor. “Muhâlefetin adayı kim olacak?” meselesi dışında, seçimle ilgili insanların üzerinde kafa yorduğu, spekülasyon yaptığı hususların hemen hemen hepsinde başrolde Erdoğan var.


20 yıllık iktidârının sonlanması ihtimâli karşısında kendisinden yana olanlar ve kendisine karşı olanlar, hemen hemen herkes, Erdoğan’ın ne yapacağını, ne yapabileceğini tartışıyor ve her şeyin altında, Erdoğan’ın seçimi kazanma konusundaki hamlelerini arıyor. Birtakım beklentiler var. Meselâ: “Ekonomi çok kötü. Her geçen gün daha da kötü oluyor. Erdoğan seçimden önce erken ya da zamânında bir seçim ekonomisi uygulayarak geçici bir rahatlama sağlayıp o sâyede seçmen tercihlerini değiştirebilir mi?” sorusu var. Bakan Nebati’nin yaptığı ya da yapacağını söylediği her açıklamaya böyle bir anlam yükleniyor. Geçici bir rahatlama ya da bugün Türkiye’ye gelip Erdoğan tarafından biraz önce törenle karşılanan Suud Veliaht-Prensi olayında olduğu gibi, daha önce de Körfez’den, Birleşik Arap Emirlikleri’nden –Katar zâten vardı–, “Oralardan sıcak paralar gelecek ve o paraları bir ölçüde dağıtacak ve o dağıtım sâyesinde seçmeni gönlünü yeniden alacak” düşüncesi var. Bunların bir başka versiyonu, “Yeni bir Kürt açılımı mı var? Öcalan faktörü mü devreye girecek? Kürt seçmenin oylarına yeniden tâlip mi olacak? En azından onların muhâlefete oy vermemesini mi sağlayacak?” şeklinde beklentiler var. Bir başkası, “Seçimi baskın bir şekilde yapıp muhâlefeti hazırlıklı olmadan yakalayacak” türü beklentiler var. Dış politikadaki adımların hepsinin seçime yönelik olduğu iddiaları var. Değişik dönemlerde yapıldı bunlar. Suriye’ye operasyon, yine seçimle olmadı, ama olacağını söylüyordu. Nedense şu günlerde artık fazla dile getirmiyor, ama hep gündemde. Bunun da seçimle alâkalı olduğu düşünülüyor. Yunanistan’la olan gerginlik, hattâ burada çok sert çatışmalar çıkma ihtimâli de yine seçimle alâkalı. Hattâ bunu daha da ileri götürüp seçimleri erteleme gerekçesi olarak bu tür hazırlıklar yaptığı söyleniyor. Ve nihâyet muhâlefeti parçalama hedefi: “Şunu yapacak, bunu yapacak, muhâlefetin Altılı Masa’sını dağıtacak. Hele aday açıklandıktan sonra adayı yıpratma yoluna gidecek” şeklinde yaklaşımlar vs.. Bütün bunlara baktığımız zaman, hâlâ Erdoğan’ın Türkiye’de siyâseten belirleyici bir aktör olduğu düşüncesi hâkim. Herkes, içeride de, dışarıda yabancılarla da konuştuğumda herkes “Erdoğan ne yapar? Şunu yapar, bunu yapar, yapabilir mi? Yapamaz mı? Hadi seçimi kaybetti diyelim, iktidarı devreder mi, devretmez mi?” gibi, hep Erdoğan’a bir aktör, oyun kurucu olarak bakma yaklaşımı var. Ben bunların hepsinin geçmişte kaldığına inanıyorum. Değişik dönemlerde, bunları değişik şekillerde dile getirdim. Tekrar tekrar söylemek istiyorum. Örneğin ekonomide rahatlama, seçim ekonomisi, her ne kadar Boğaziçi ekonomiyi kazanıp birkaç derse gitmiş olsam da, ekonomiden anlamam ama ekonomiden anlayan tanıdıklarım var. Ve bir gazeteci olarak onları arayıp soruyorum, görüştüğümüzde konuşuyoruz. Bu yayından önce de konuştum; örneğin Suudi Arabistan’dan gelebilecek paranın ne kadar olabileceği ve bunun hangi işe yarayacağı, Erdoğan’ın hangi yarasına merhem olacağını da sordum, güvendiğim birtakım isimlere. Ekonomide hiç kimsenin kalkıp “Şunu yaparsa şu olur, şunu yaparsa belli bir rahatlama olur” dediğini görmedim. Artık atılabilecek birtakım adımlar için, meselâ ilk akla gelen fâiz artırımında da çok geç kalınmış olduğu yorumunu yapıyorlar. Hem bunu zâten yazanlar, anlatanlar var. Bir de özel olarak benim sorduğum, ettiğim kişilerden, hiç kimseden seçim ekonomisi yapabilecek bir Erdoğan ihtimâli görmedim, ama insanlar hâlâ buna atfediyorlar.

Özellikle Körfez meselesi –ki bu akşam “Güne Bakış”ta bu konuyu konuşacağız; Muhammed bin Salman’ın Türkiye’yi ziyâretini; orada Gökçe’nin konuğu ben olacağım–; bu başlı başına bir utanç olayı ve burada sanıldığı gibi Muhammed Bin Salman Türkiye’ye yaptığı bir ayıbı –yani önde gelen bir gazetecinin Türkiye topraklarında vahşice katledilmesi olayında emri onun verdiği iddiaları– bunları telâfî edebilmek için bir diyet ödüyor falan değil. Yani bir hîbede bulunuyor değil. Bir ekonomik ilişki olacaksa da bundan herhalde çok ciddî bir şekilde kâr etmeyi düşünüyor ve edeceğe de benziyor. Yani şöyle bir hava yok: Körfez ülkesi Türkiye’ye karşılıksız para verecek, yatırım yapacak. Almayı düşünmeden verilecek böyle bir şey, Erdoğan’ın bu tür ilişkileri artık kalmadı. Hele Körfez ülkeleri hiç böyle değil. 

Kürtler’i kazanma meselesi apayrı bir konu. Burada da ilginç olan, aslında birçok olayda, Erdoğan bu konularda çok fazla bir şey söylemiyor. Ama böyle dolaylı birileri Erdoğan’ın ettiği bir lâfı dolaşıma sokuyor; meselâ o meşhur, geçen sene Van’da, Batman’da ettiği “O çözüm sürecini kim bozdu? Onlara sorun bakalım” cümlesi üzerinden, tek bir cümle üzerinden, Erdoğan’ın yeni bir çözüm süreci başlatabileceği söylendi. Öcalan faktörü gerçekten kullanabilir – ki bunu zâten kendisi de telaffuz etti. Daha önce Selahattin Demirtaş’ın gözünü Öcalan’la korkutmaya çalıştı. Olabilir; ama bunlardan bir şey elde edebilmesi gerçekten hiç mümkün değil. Onu değişik yayınlarda yaptık, başkaları da söyledi, ben de söyledim. Bunları deneyebilir, ama bunların seçimin kaderini değiştirebilecek hamleler olması çok mümkün değil. Baskın seçim yapması, yine olsa olsa kaybını azaltma olur. Bilenler bilir. Ben Erdoğan’ın kaybını azaltmak için çok daha önceden bir erken seçime gitmesi gerektiğini, öyle bir hesap yapması gerektiğini düşünmüştüm. Benim o söylediğim târihler, bir iki yıldır söylemeye başladım bunu ve tabii rezil oldum, olmadı yani. Ama o târihte kamuoyu araştırmalarında Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin oylarıyla bugünkü oyları –kamuoyu araştırmalarında–, en azından o yönüyle beni haklı çıkartıyor. O da şu: Ne kadar geciktirirse o kadar kötü bir skor elde edecek. “İktidârı kaybedecek her halükârda; ama bâri daha yüksek bir oyla, belli bir güçle kaybeder erken yaparsa” demiştim. Şimdiki baskın seçim vs. en fazla daha az kayıp, daha çok milletvekili, daha çok oy ve o anlamda sesini daha yüksek çıkartma ihtimâli sağlayabilir kendisine. Ama burada çok ciddî bir mesele var, o da şu: Eğer bu seçimi kaybederse, ondan sonra orada çok ciddî bir çözülme yaşanacak. Zira artık kalanların büyük bir kısmı iktidarla ilişkileri üzerinden kalıyor. İktidar gittiği andan îtibâren birçok kişinin artık Erdoğan’ın etrafında olmasının çok fazla bir anlamı kalmayacak. 

Suriye operasyonu meselesinde çok ciddî dış îtirazlar geldi. Hem Amerika Birleşik Devletleri’nden, hem Rusya’dan. Aynı zamanda Esad’ın kendisinden de geldi ve o olay bir şekilde askıda tutuluyor. Belki de Öcalan faktörü dediğimiz olayla koordineli bir şekilde askıda tutuluyordur. Ancak şunu söyleyeyim: Operasyon yapılsa bile, bunun ne kadar propagandası yapılsa da, onun seçim seçmen tercihlerini birinci derecede belirleyeceği kanısında değilim. Bu tür millî duyguların kabardığı anlarda seçmenlerin iktidâra bir yönelişi oluyor. Daha önceki Suriye operasyonlarında gördük. Ancak bunların sâbit kalabilmesi çok da kolay olmuyor. Dolayısıyla “Nasıl olsa bir operasyon yaparız ve seçmen yine bize oy verir” hesâbının artık çok fazla gündemde olduğu kanısında değilim. 

Yunanistan meselesi de böyle: Sanki savaş havası yaratılıyor. Böyle büyük bir çatışma geliyormuş gibi ve buna istinaden, buradan hareketle seçimde elinde çok güçlü bir malzeme olacakmış gibi bir hava oldu. Ama benim gördüğüm kadarıyla, kamuoyunda çok büyük bir heyecan, “İşte, bu Rumlar da zâten…” diye başlayan cümleler falan pek olmadı ve uluslararası alanda da Yunanistan, Türkiye’ye kıyasla çok daha güçlü bir pozisyonda gözüktü. En önemlisi, ABD’nin Yunanistan’a çok ciddî desteği var. Zâten Erdoğan’ın öfkesinin en önemli nedenlerinden birisiydi bu. Dolayısıyla bu da bir kart olma özelliğini daha olamadan kaybediyor gibi. 

Geriye ne kalıyor? Muhâlefeti parçalama. Olmuyor; şu âna kadar olmadı. Masa devam ediyor. Masanın isimleri, değişik şekillerde bağlılıklarını belirtiyorlar. En önemlisi, İYİ Parti’yle CHP arasında çok bir sorun yok. En son Kılıçdaroğlu’nun Alevîliği meselesini İYİ Parti’den bir milletvekili dile getirince, Meral Akşener ânında müdâhil oldu. Olaya el koydu. Zâten milletvekili de özür diledi. Çok büyük bir sallantı gözükmüyor. Zâten burada en önemli husus İYİ Parti – CHP işbirliği. Burada Saadet Partisi ve Temel Karamollaoğlu da çok
aktif bir şekilde sâhip çıktı; Demokrat Parti de kezâ. Bir tek Gelecek ve DEVA partilerinin bu Altılı Masa konusunda diğerlerine kıyasla daha az pozisyon aldıkları görüyoruz. Ama onların da artık o masadakilerle bir kader birliği ettiğini görmemek imkânsız. HDP’yle ilişkiler ise, iktidar çok istese de kanlı bıçaklı bir ilişkiye dönüşmüş değil. Dönüşür mü? Elinden geleni yapacaktır iktidar. Bu anlamda Öcalan faktörü vs. gündeme gelecektir. Fakat burada özellikle HDP yönetimi ne yapar? Kandil ne yapar? Onları kestirmek zor olabilir. Az buçuk tahmin ediyoruz, ama kestirmek zor olur. Ama onların karârı ne olursa olsun, HDP seçmeninin bir şekilde Erdoğan karşıtı pozisyondan çıkarılması, en azından nötralize edilmesi, sandığa gitmemesinin sağlanması o kadar kolay olacağa benzemiyor. Hülâsa, özetle başlıktaki soruya gelecek olursak: Yok, bence hiçbir şansı yok. Ama burada tekrar aynı şeye geliyoruz. Erdoğan kaybediyor, ama muhâlefet henüz zaferini îlân etmiş değil. Çok garip bir olay yaşıyoruz. Erdoğan’ın kazanma imkânı yok bence. Ne olursa olsun yok. Çok çok büyük.. yani böyle her yerden, neydi o? Uzaydan bile görülecek. Öyle demişti ya bir bakan? Kuyruklar varmış, uzaydan bile gözüküyormuş, o derece büyük olaylar olmadığı müddetçe Erdoğan’ın bu önümüzdeki seçimleri kazanma ihtimâli yok. 

“Kazanmazsa ne olur? Bırakır mı, bırakmaz mı? Seçim gerçekten yapılır mı?” gibi tartışmaların çok anlamsız olduğu kanısındayım; ama millet hâlâ “Erdoğan nasıl olur da kaybeder” duygusunda olduğu için, hep, “İyi tamam, kazanamıyor; ama seçimi yaptırmazsa ne olacak? Ya da kaybetse bile vermezse ne olacak” gibi, olayı başka yerlere taşımaya çalışıyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman Erdoğan’ın kazanabileceği bir seçim yok. İleriye yönelik söyleyebileceği hiçbir şey kalmamış birisi var. Kendisi pozitif adım atamayıp, karşı tarafın çözülmesini beklemek, onun için çalışmak dışında bir şey yapamayan bir Erdoğan var. Ama buradaki sorun, yine dönüp dolaşıp muhâlefetin bu kadar hazır olan bir zaferi elde etmek için yapması gerekeni yapmayı hâlâ geciktirmesi gibi bir olayla karşı karşıyayız. Ve hâlâ Erdoğan’a çok büyük güç atfetmesiyle karşı karşıyayız. Hâlâ Erdoğan’ın bir şeyler yapabileceği duygusu var. Sanıyorum ki burada en kritik nokta şu: Seçmenin yüzde 50+1’i Erdoğan’a oy vermeyecek. Tamam, ama “Ülkede var olan müesses nizâmın, İngilizce tâbirle establishment’ın, kaybetmiş bir Erdoğan’a tavrı ne olacak?” konusunda sanki bir endîşeleri var, beklentileri var diyelim; ama bu zâten bambaşka bir olay. Bu seçimle alâkalı bir olay değil. Bu seçim sonrasıyla alâkalı bir olay ve bu bağlamda Kılıçdaroğlu’’nun bürokratlara seslenişinin esas hedefinin bu olduğunu zâten değişik vesîlelerle dile getirmiştim. Burada muhâlefetin aslında oyunu kurabilecek tek aktörün kendileri olduğu gerçeğiyle yüzleşebilmeleri gerekiyor. Bu kötü bir şey değil. Yüzleşme genellikle olumsuzluk üzerinden olur. Ama Türkiye’de hâlâ bu pozitif durumu kabullenememek gibi garip bir durumla karşı karşıyayız. Örneğin Erdoğan İzmir’de “Bay Kemal, ‘sizin Cumhur İttifakı’nın adayı kim?’ diye soruyorsun. Evet, Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan” dediğinde, Erdoğan’ın bir güç değil güçsüzlük gösterisi yaptığını kabul edebilmeleri, bunu böyle algılayıp bundan istifâde edebilmeleri gerekiyordu. Ama bunu yapamadılar. Hâlâ Erdoğan’ın güçsüzlüğünün ve kendilerinin gücünün tam olarak farkında değiller, idrak edebilmiş değiller.


Yaparlar mı? Yapmak zorunda kalacaklar. Öyle söyleyeyim. Yani ilginç bir şey. Muhâlefet seçimi kazanmak zorunda kalacak. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Bu da çok garip bir durum. Ama böyle olacak ve başlıktaki soruya gelecek olursak, Erdoğan’ın kazanma şansı olduğunu sanmıyorum. Kazanırsa herhalde bir daha da karşınızda olmam diye tahmin ediyorum. Birçok nedenle, ama bunu söylemek tabii ki, yani çok iddialı bir cümle olduğunun farkındayım. Ama bunun yanına bu şerhi düşüyorum. Erdoğan’ın kaybetmiş olması, muhâlefetin kazandığı anlamına gelmiyor. Muhâlefetin bu zaferi –zafer tabii ki yirmi yıl sonra– hak etmesi gerekiyor. Onu yapması gerekiyor. Bakalım 3 Temmuz Pazar akşamı İYİ Parti Genel Merkezi’ndeki Altılı Masa’dan ne çıkacak? 

Evet, bu akşam ana haber bülteninde Cemal Kaşıkçı olayını… olay diyorum ama, yani bütün Türkiye için çok acı bir ziyâret bu. Ayıp bir ziyâret. Onu Gökçe’yle değerlendireceğiz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.