Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’de kalanlar arasındaki iktidar savaşı şiddetleniyor

Ahmet Davutoğlu’nun AKP genel başkanlığı ve başbakanlığı kaybetmesine yol açan “Pelikan” diye bilinen odağın hedefinde şimdi de Adalet Bakanı Abdülhamit Gül var. Normal olarak, Davutoğlu ve Ali Babacan’ın ayrılmasına karşı birlikte hareket etmesi beklenen AKP’liler arasındaki iktidar savaşları neden şiddetleniyor?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Önce Ali Babacan AKP’den istifa etti, daha sonra Ahmet Davutoğlu ve arkadaşları. Bunların ayrı ayrı partiler kuracakları artık biliniyor. İkisi iki hareketle ayrı ayrı 2020’ye kalmadan partilerini kuracaklarını da beyan ettiler. Ve hep birlikte Erdoğan’ın, iktidar partisi AKP’nin bu kendi içerisindeki kopmalara karşı nasıl bir mücadele sürdüreceğini merak ediyoruz. İlk akla gelen tabii ki kopmalara karşı partinin geri kalanlarının tam bir birlik ve beraberlik duygusu içerisinde, kopmaların olabildiğince az kayba yol açması için birlikte mücadele edecekleri düşüncesi var. Ama kazın ayağı hiç de öyle değil. Çok ilginç şeyler oluyor. Bir tarafta gidenler var. Henüz gitmeyen ama gitme hazırlıkları yapanlar var. Ama geri kalanlara baktığımız zaman, iki ayrı partiyi doğurmakta olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içerisinde çok ciddi iktidar savaşları var. Ve şu günlerde bu savaşların yeni bir boyut kazandığını görüyoruz. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün bir kesim tarafından hedef alındığını ve tasfiye edilmek istendiğini görüyoruz. Bunun işaretleri dün çıkan bir gazete yazısıydı. Ve Adalet Bakanlığı içerisinde FETÖ’nün hâlâ çok güçlü bir şekilde var olduğu iddia edildi. FETÖ’den uzaklaştırılanların yerine başka FETÖ’cülerin geldiği yolunda bir yazıydı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül de buna çok sert tepki verdi. O da tepkisinde, kendisini FETÖ’cülükle suçlayan ya da FETÖ’cülerle işbirliği ile suçlayanlara, “Asıl FETÖ’cü sizsiniz” demeye getirdi. Bir dinleyelim bakalım Abdülhamit Gül ne demiş, sonra devam edelim:

Abdülhamit Gül: “Düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklûbeye kaşık sallayanlar, bugün çıkıp da FETÖ mücadelesi dersi vermeye kalkmasınlar, Türk yargısına hesap sormaya kalkmasınlar, Türk yargısına töhmette bulunmaya kalkmasınlar. Türk yargısı bu mücadelesini büyük bir kararlılıkla sürdürmektedir. Ve bunu yaparken FETÖ’cülerin yaptığı gibi aynı çuvala herkesi koyarak değil, sadece ve sadece hukuktan ve anayasadan emir alarak yapmaktadırlar. Farkı budur. Pensilvanya’dan emir alanlar, vesayetçiden, darbeciden emir alanlar değil, anayasadan ve hukuktan emir alarak yargılama yapan bir Türk yargısı var. Kim rahatsız olursa olsun, Türk yargısı bağımsızlığını, tarafsızlığını sürdürmeye devam edecektir”.

Gül çok öfkeli ve kellesini kolay kolay vermek istemiyor. İddiaya göre bir türlü yapılmayan kabine değişikliğinde –ki hep bekleniyor, aylardır bekleniyor–, iktidarın içerisinde bir kesim Abdülhamit Gül’ün gitmesini istiyor. Neden gitmesini istiyor? Burada rivayet muhtelif; ilk akla gelen tabii ki iktidarın içerisinde bir kanadın, kendisine biat etmeyen, kendisiyle işbirliği yapmayan başkalarını tasfiye etmek istediği şeklinde. Daha önce garip bir şekilde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a en yakın isimlerden birisi olan Bakan Mustafa Varank hakkında da sosyal medya üzerinden bir tür operasyon yapıldı. Kısa sürdü, ama yapıldı. Mustafa Varank sadece tek başına değil, aynı zamanda Anadolu Ajansı Genel Müdürü Şenol Kazancı, TRT Genel Müdürü İbrahim Eren ve Erdoğan’ın metinlerini kaleme alan ekibin başı olan Ankara eski milletvekili Aydın Ünal; dördü birlikte hedefe konulmuştu. Ama o bir süre sonra durdu, yatışır gibi oldu. Bitmiş bir mesele değil. Ama Mustafa Varank’ın bile hedefe alınmış olduğunu gördük. Şimdi Abdülhamit Gül var. Burada belli ki kendilerine bir güç atfeden iktidarın içerisindeki odaklar, iktidar yanlısı medyayı da büyük ölçüde kontrol edenler –ki bunların başında Sabah gazetesi geliyor, o sözünü ettiğim yazının çıktığı gazete–, Abdülhamit Gül’den memnun değiller. Yerine başka birisinin gelmesini istiyorlar. Neden memnun değiller? Benim ilk aklıma gelen hususlardan birisi, Türkiye’nin çok ilginç bir gerçeği var, tek tük haberler çıkıyor bu konuda; ama kapsamlı bir haber yapılamıyor, araştırma yapılamıyor. Zor bir konu, çetin bir konu. Ama şöyle söyleyebiliriz: Arada sırada lafı ediliyor, Türkiye’de bir FETÖ borsası oluştuğu söyleniyor. Garibanlar ya hapse girdi, ya kaçacak yer arıyorlar, zorlanıyorlar ya da yurtdışına kaçıyorlar. Yurtdışına kaçmak isterken de Meriç’te ya da Ege’de boğulup hayatını kaybeden aileler, çocuklar, kadınlar var — bunu biliyoruz. Ama parası olanların içerisinde bazıları paralarını kullanarak özgürlüklerini satın almak istiyorlar. Aldıkları da söyleniyor, birtakım iddialar var. Değişik yerlerden, değişik şehirlerden iddialar geliyor. Özellikle en büyük şehirler, İstanbul, Ankara, İzmir değil de bir alt kademe diyelim –nüfus yoğunluğu anlamında– şehirlerden, Fethullahçılar ile ilişkisi olan ya da olduğu ileri sürülen birtakım iş insanlarının bir tür haraca bağlandığı yolunda rivayetler var. Çok güçlü rivayetler var. Ve işin içerisine tabii yargı giriyor. Bu anlamda da Adalet Bakanlığı kilit rol oynuyor. Abdülhamit Gül’ün böyle bir noktada sorun çıkartma durumu söz konusu herhalde.

Abdülhamit Gül’ün Fethullahçı olarak tanımlanması çok abesle iştigal. Kendisi Milli Görüş hareketinin çekirdeğinden gelmiş, dolayısıyla Fethullahçılık’la zaten bir doku uyuşmazlığı içerisinden gelen birisi. Daha sonra Saadet Partisi’nde kaldı. AKP kurulduktan sonra tercihini Saadet’ten yana, yani Erbakan’dan yana yapmış birisi. Ardından, Numan Kurtulmuş’un kurduğu, Saadet Partisi içerisindeki kavgadan sonra oluşan Has Parti’de yer aldı. Ve üst düzey genel başkan yardımcılığı –yanılmıyorsam teşkilattan sorumluydu– yaptı. Ardından da Adalet ve Kalkınma Partisi’ne geçti. Ama AKP’ye geçişinin Numan Kurtulmuş’la birlikte olduğunu düşünmüyorum. O da geçti, Numan Kurtulmuş da geçti. Sonuçta Milli Görüş içerisinden yetişmiş, eski kadrolardan ve Erdoğan’ın güvendiği bir isim. Aynı zamanda da şu anda AKP iktidarı içerisinde en sakin, konuşulabilir, tartışılabilir isimlerden birisi olduğu da biliniyor. Son dönemde Erdoğan ona önemli bir görev yükledi: Yargı reformu meselesi. Ne kadar inandırıcı olduğu ayrı, ama kendisi özellikle Batı ile olan sorunlarda, düşünce özgürlüğü, yargı bağımsızlığı vs. gibi sorunlarda birinci derecede muhatap alınan bir kişi. Ve zor bir işi yapmaya çalışıyor. Ne derece becerdiği ayrı bir tartışma konusu. Ama böyle birisinin kalkıp FETÖ’cülükle itham edilmesiyle –baktığımız zaman, doğrudan kendisi hedeflenmedi ama– tabii ki iş doğrudan kendisine gidiyor. Nitekim kendisi de bunu böyle kabul edip savunmaya geçti.

Bu yeni bir olay değil. Bu çevreler –ki Pelikan olarak tanımlanıyor… Pelikan adını almasının nedeni de Pelikan Dosyası adlı uyduruk bir metin ile Ahmet Davutoğlu’nun genel başkanlığına ve başbakanlığına son vermiş insanlar söz konusu–, bunlar güçlerini zaten o anda göstermişlerdi. Ve Davutoğlu bu bildirinin yayınlanmasından kısa bir süre sonra her bir görevini terk etmek zorunda kalmıştı. Yansımayan kim bilir neler olmuştur. Ama sürmekte olduğunu görüyoruz. Şöyle bir husus var, çok kişide bunu gördüm, duydum, ama artık iyice azaldı bu: Pelikancılar ya da onlarla beraber hareket eden odaklar Erdoğan’dan bağımsızmış gibi davranıldı. Erdoğan’a bunlar şikâyet edildi — ki bunu ilk yapanlardan birisi Davutoğlu’dur. Ama hiçbir zaman Erdoğan bu tür konularda, sosyal medya başta olmak üzere değişik mecralardan hedef alınan partinin üst düzey yöneticilerine açık bir şekilde sahip çıkmadı. Tam tersine, geçenlerde Erdoğan, Pelikancılar olarak adlandırılan grubun mekânını ziyaret etti. Bir şirket diyelim, vakıf ya da şirket, her neyse, şirket olsa gerek. Bosphorus Global adında, İngilizce adı bu. Esas hedefi Batı’ya Türkiye’deki iktidarın propagandasını medya üzerinden yapmak olan bir kurum. Erdoğan oraya gitti ve o kişilerle beraber fotoğraf da verdi. Dolayısıyla bunların Erdoğan’dan bağımsız olduğu söylenemez. Tabii ki bu şu anlama gelmiyor: Burada hedef alınan herkes kaybedecek anlamına gelmiyor. En son Mustafa Varank örneğinde olduğu gibi. Varank hâlâ bakanlıkta duruyor ve bence muhtemelen yerini koruyacaktır. Çünkü Erdoğan’la çok eski bir hukuku var. Ve ilginç bir şekilde, şu anda kendisini bir şekilde hedef alanlarla da bir hukuku vardı. Ama ne oluyorsa bunun hakkında çok fazla bilgi sahibi olamıyoruz, çünkü Türkiye’de bu tür iktidar için kavgaların detaylarını alabilecek, doğru bir şekilde aktarabilecek bir medya yok; zaten bunlara ulaşma imkânı da çok fazla yok: Genellikle kaybedenler ya da ipi çekilenlerin sızdırdığı bilgilerle birtakım şeyleri öğrenebiliyoruz, ama bu bilgiler de genellikle iş işten geçtikten sonra oluyor. Doğrudan taraflar ilk anda konuşmuyorlar, daha sonra konuşuyorlar — Davutoğlu örneğinde olduğu gibi. Ama iş işten geçmiş oluyor. Örneğin ben bugün Abdülhamit Gül’e ulaşmaya çalıştım, ama ulaşma imkânım olmadı; daha doğrusu, ulaştım ama kendisiyle konuşma imkânım olmadı. Kendisine soracaktım, ama zaten onun yaptığı açıklama, demin gösterdiğimiz açıklama da bir iktidar savaşı olduğunu bize net bir şekilde gösteriyor.

Şimdi tekrar başa dönecek olursak, iki parçanın kopacağı bir hareket söz konusu. Zaten oyları azalmış, en son 31 Mart ve 23 Haziran’da gördüğümüz gibi çok büyük kalelerini 25 yıl sonra kaybetmiş bir parti söz konusu. Normalde bu partide panikle karışık bir telaş olması gerekir. Ve ellerinden geleni yaparak, fedakârlıklar ederek, bu kötü gidişi durdurmak için bir şeyler yapılıyor olması beklenir. Ama bir bakıyoruz ki, belki kendilerince ayrılanlara karşı mücadele ediyorlardır, ama ondan ziyade yeni birtakım insanları ayrılmaya sevk eden kampanyalar yapılıyor. Bu akıl kârı bir şey değil. Yani gemi artık yol almıyor — batıyor demeyelim ama, artık gemi yol almıyor. Bir yere çakıldı kaldı. Ama geminin tekrar yola düzülmesi için hareket etmek yerine, gemiden birilerini hâlâ denize atmaya çalışanlar var. Ve bunlar güçlü insanlar. Arkalarında çok ciddi bir medya desteği var. Medya desteğinin yetmediği yerlerde sosyal medya ve troll destekleri var. Ve düne kadar birlikte hareket ettikleri, iktidar için belli bir değeri olan bazı insanların çok kolay bir şekilde hedef alınabildiğini görüyoruz. Buradan çıkabilecek olan sonuç, kavganın daha da şiddetleneceği, tarafların birbirleri hakkında birtakım şeyleri sızdıracakları, yayacakları. Her sızdırılanın da doğru olduğunu düşünmemek lâzım. Ama bir kargaşa hâli var ve giderek tırmanan bir savaş hali var: İktidar savaşı — adı üstünde: İktidar savaşı. İlginç olan şu: İktidar gidiyor; iktidar giderken, iktidar gitmekte iken yapılan bir iktidar savaşı var. Bu çok ilginç bir durum, ilginç bir tablo. Yani bir şey batıyor, bir şey artık iyice su alıyor, gemi iyice su alıyor. Böyle bir yerde insanlar suyu boşaltmak yerine birbirleriyle kavgaya giriyorlar. Bu da aslında bu yaşanan krizin ne kadar derin olduğunu ve birilerinin telaşla son –nasıl söyleyelim?– son kazanımlarını elde etmek için diyelim, hadi ilk aklıma gelen kelimeyi kullanmak istemedim, kendimi sansürledim, son kazanımlarını elde etmek için kıran kırana bir savaş yürütüyorlar. Ve genellikle olduğu gibi bu tür hususlarda, bu tür kavgalarda genellikle daha halim selim olan insanlar, akçeli işlere pek bulaşmamış insanlar olayı olabildiğince kibar bir şekilde, kitabına uygun bir şekilde yapmaya çalışıyorlar. Ama öteki tarafta yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Evet, herhalde atasözü burada bu olsa gerek. Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Böyle ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Bu hareketi yoktan var eden insanların, daha ilk ânından itibaren, hatta geçmişinden, öncülünden itibaren yer almış insanların teker teker buralarda tasfiye edildiklerini ve gemiye sonradan binmiş ve geminin su almasında birinci derecede sorumlulukları olan bazı isimlerin de bu kişileri gemiden atmaya çalıştıklarını görüyoruz. Bütün bunlar herhalde sonuç olarak Türkiye’nin hayrına gelişmeler diyelim ve noktayı koyalım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.