Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Şehir Hepimizin (142): Son depremlerin sismolojik değerlendirmesi- Prof. Ali Pınar ve Prof. M. Nuray Aydınoğlu ile söyleşi

Şehir Hepimizin programının 142. bölümünde; deprem konusunun öneminden hareketle, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Pınar ve Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Nuray Aydınoğlu ile saha çalışmalarında elde edilen bilgiler ışığında son depremlerin oluş mekanizması ve olası sonuçları hakkında konuştuk.

Yayına hazırlayan: Emre Berk Tenekeci

Gürhan Ertür: Merhaba. İstanbul Hepimizin girişimi tarafından hazırlanan Şehir Hepimizin programına hoşgeldiniz. Bugün son depremler üzerine özel bir program gerçekleştiriyoruz — özel bir program, çünkü bildiğiniz üzere Şehir Hepimizin programı pazartesi günleri saat 16.00’da yayınlanıyor. Bugün bu konuda özel, ek bir program yapma ihtiyacı duyduk. Evet, konuğumuz Prof. Dr. Ali Pınar. Hoşgeldiniz hocam. 

Prof. Dr. Ali Pınar: Hoşbulduk, sağolun. 

G.E: Konuğumuz Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü öğretim üyesi. Biz bugün iki sunucuyuz programda. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Nuray Aydınoğlu ile birlikte bugünkü programı sunacağız. Bu programda saha çalışmalarında elde edilen bilgiler ışığında ve teknik haritalar eşliğinde son depremlerin oluş mekanizması ve olası sonuçları hakkında konuşacağız. Değil mi hocam? Buyrunuz. 

Prof. Dr. Mehmet Nuray Aydınoğlu: Evet, teşekkür ederim. Efendim, tabii bu son depremler kamuoyunda çok ilgi uyandırdı beklendiği gibi; çünkü uzun süredir bu şiddette bir depremi İstanbul yaşamamıştı. Yani 99 depremlerinden sonra şimdi İstanbul merkezine daha yakın bir yerde olan, gerçi büyüklüğü daha küçük olan bir deprem yaşadık, ama etkileri tabii toplum ve insanlar üzerinde çok fazla oldu ve hâlâ devam ediyor. Şimdi tabii bu konu çeşitli açılardan ele alınıyor, kamuoyunu ilgilendiriyor. En önemli noktalardan biri tabii bu Marmara’daki fay mekanizması, kırılma mekanizması ve bunun olası ileriye dönük sonuçlarının ne olacağı konusunda da doğal olarak birtakım spekülasyonlar var. Bu programın amacı bu konuya biraz açıklık getirmek; yani özellikle kamuoyunda, basında, medyada çok tartışılan; bu fayların kırılma mekanizmaları, ne zaman kırılacağı, nasıl kırılacağı vs. konusunda bilimsel cevaplar bulmaya çalışmak. Bu konuda bizi aydınlatacak arkadaşımız Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Pınar. Kişisel olarak ben de aynı bölümden emekli öğretim üyesiyim; ama benim alanım değil bu alan, bu yerbilimcilerin alanı, sismologların alanı. Ben yapıların depreme karşı davranışları ve tasarımları ile ilgili konuda çalışıyorum. Köken olarak inşaat mühendisiyim; ama tabii uzmanı olmasak bile konu hakkında bilgimiz var. O nedenle burada moderatörlük yapıyorum. Dolayısıyla bu programda esas aktörümüz yanımda oturan Prof. Dr. Ali Pınar. Evet Ali kardeşim, bu konuyu senden özellikle Kandilli’nin de katkıda bulunduğu araştırmalardan elde edilen bulgular çerçevesinde açıklamanı rica ediyoruz. Ne oldu? Tektonik yapıda neler meydana geldi ve bundan sonrası için neler öngörülebilir? 

A.P.: Çok teşekkür ederim hocam, programa davet ettiğiniz için. Elde ettiğimiz bulguları tabii doğrudan halkımızla paylaşmak sonuçta bizim hepimizin görevi. Mümkün olduğu kadar veriye dayalı elde edilen sonuçlar üzerine konuşmak, tartışmak, paylaşmak güzel bir şey. Ben burada konunun iyice içine girmeden önce, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırmaları Enstitüsünde çalışan tüm arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. Çünkü 7/24 bazlı sürekli veri üretiyorlar ve olan depremleri ânında çözüp web sitesinden paylaşıyorlar. Ve bu verilere sadece Kandilli Rasathanesi’nde öğretim üyesi olduğum için ben değil, aynı zamanda benimle birlikte dışarıdan herhangi bir öğretim üyesi veya herhangi bir araştırmacı veya basından herhangi biri de ânında ulaşabilir. Dolayısıyla ortak veri üzerine konuşacağız; tabii, veriler aynı olabilir, elde edilen sonuçlar da benzer olabilir, fakat burada yorum farkı olabilir. Kişiden kişiye göre, farklı uzmanlık alanlarına göre herkes kendi açısından depremleri yorumluyor. Nuray hocam programa gidip bunları paylaşalım dediği zaman da benim aklıma şu geldi: Yani önce bir şey yapalım dedim, mesela kısaca geçmişte olan depremlerle bu son 1 haftada meydana gelen depremler arasında nasıl bir bağ var? Bunu kullanarak da ileriye dönük neler olabilir? Onlar üzerine konuşuruz hep birlikte, tartışarak ilerleyebiliriz. O yüzden, 1. görselden başlayabiliriz mesela. Şimdi 1. görselde Marmara Denizi’ni görüyoruz burada. Kuzey Anadolu Fayı’nın boydan boya doğudan batıya ne şekilde ilerlediğini. Marmara Bölgesi’nde batı kısmına baktığımız zaman, işte, Ganos Fayı’nı görüyoruz. 

M.N.A.: Ganos Fayı Tekirdağ’ın batısında Saros Körfezi’ne doğru uzanan fay.  

A.P.: Yani Tekirdağ, Mürefte’ye doğru uzanan bir fay görüyoruz. Bu aslında Batı Marmara’da olan en son büyük deprem diyebiliriz; yani 1912 Şarköy-Mürefte Depremi diye isimlendirilen, 7.4 büyüklüğünde, oldukça büyük bir deprem. Ve bu depremle birlikte karada 4-5 metrelik atımlar ölçülmüş. Benzer şekilde denizde yapılan son çalışmalarda deniz dibinde yine aynı mertebede 4-5 metrelik atımlar görüyoruz biz. Asıl bu 4-5 metrelik atımı Ganos’ta karada görüyoruz, denizde görüyoruz. Yine aynı mertebede, hatırlayacaksınız, 99 Depremi’nde de gördük. Kuzey Anadolu Fayı sanki karakteristik olarak 4-5 metrelik atım biriktirme kapasitesine sahip veya bu atım miktarı karakteristik dersek bunlara bağlı olarak da zaten şunu söyleyebiliyoruz: Marmara Denizi’nde 250 yılda bir büyük deprem olma potansiyeli var diyoruz. Yani bütün Kuzey Anadolu Fay Hattı’nca GPS’lerden yapılan, uydulardan yapılan ölçümlere baktığımız zaman biz şunu görüyoruz: Her yıl yaklaşık ortalama 2 santimetrelik bir hareket görüyoruz; yani bu hareketin ne kadarı fay üzerinde birikiyor yine tartışma konusu. Fakat gerek Ganos’ta gerek 1999 Depremi’nde Arifiye’de Gölcük’te gördüğümüz 4-5 metrelik atımlara dayandıracak olursak, yani bu 2 santimetrelik ve 250 yılda bir olan büyük depremleri dikkate alırsak, bu 4-5 metrelik atımla –yani önemli bir kısmı en azından fayın tamamı olmasa bile belli başlı bölgelerinde– biz şunu görüyoruz: Bu atım –yani büyük deprem üretme potansiyeli diyelim– birikiyor. Zaten atım ne kadar yüksek olursa, oluşan depremin büyüklüğü de o denli büyük olacak. Şimdi 1912 Şarköy-Mürefte Depremi’ne dönecek olursak, burada biz şeyi görüyoruz; yani bu 1912 kırığı aslında sadece karada değil, bu kırığın aslında deniz içinde de takip edildiği ve deniz içinde de 4-5 metrelik atımlar oluştuğunu. Bu yüzden bu 1912 Depremi’yle oluşan kırığın boyunun yaklaşık 140 kilometre olduğu söyleniyor. Zaten 1999 Depremi de yaklaşık aynı uzunluktaydı. Akyazı tarafından Düzce tarafından alıp… Yine bir benzerlik görebiliyoruz; yani bu Kuzey Anadolu Fayı üzerinde meydana gelen depremlerde yine bir karakteristik özellik görebiliyoruz. Şimdi bu 1912 Depremi’yle oluşan kırığın Orta Marmara Çukuru dediğimiz bölgeye kadar uzandığını görüyoruz. Bu haritada Ganos’tan Orta Marmara Çukuru’na doğru bir sarı renk görüyoruz. Aslında o sarı renk fayın kırıldığı bölgeleri işaretlemektedir. 

G.E.: 1912 yazıyor orada, onun yanında bir soru işareti var galiba; ben mi yanlış görüyorum? 

A.P.: O soru işareti şey… Deniz dibinde olduğu için muhtemelen kırıldı. Çünkü karada yapılan ölçümlerde direkt ölçebiliyorsunuz, ama deniz dibinde tabii… Bir de deniz dibinde şöyle bir dezavantaj var, Marmara Denizi’nde çökelme hızı çok yüksek. Yani her yıl, senede birkaç mm tortu birikmektedir. O yağmurlardan akarsulardan gelen, yani sedimantasyon dediğimiz oldukça yüksek olduğu için. Bu yüksek sedimantasyon hızı bir bakıma oluşan kırığı veya oluşan atımı da bir nevi kapatmaktadır. Evet, şimdi neden bu 1912 Depremi üzerinde çok durduk? Çünkü bu deprem (24 Eylül) etkinliği aslında bunun ucunda meydana geldi. 

G.E.: Her ikisi de mi hocam? Hem 4.7 hem 5.8? 

A.P.: Evet evet, her ikisi de bu kırığın hemen bittiği noktada. Şimdi bu kırığın bittiği nokta ile bu depremlerin, yani geçen hafta meydana gelen depremler arasında da bir bağ olduğunu biz tespit ettik. Kandilli Rasathanesi, AFAD ve birçok üniversitenin de içinde olduğu bir proje gerçekleştirdi. 5 yıllık bir projeydi, Japon bilimadamları ve Türk bilimadamları; yani Türk bilimadamları ile Kandilli Rasathanesi koordinasyon görevini yaptı. Bu proje kapsamında biz son 5 yılda 15 adet deniz dibi sismograf yerleştirdik Marmara Denizi’nin içerisine. 2 numaralı görseli açabilirsek eğer… Evet bu son 5 yılda Marmara deniz dibi içerisine yerleştirdiğimiz OBS’lerin yerlerini görüyoruz. Türkçesi deniz dibi sismografları (ocean bottom seismographs). Bu mavi ve pembeyle gösterdiklerimiz, bunlar deniz dibine yerleştirilen faya çok yakın mesafelerde sismograflardır yani. Bunların faya bu kadar yakın yerleştirilmesinin sebebi ise, siz depreme ne kadar yaklaşırsanız o kadar sağlıklı çözümler elde edebilirsiniz. Özellikle derinlik parametresi yani. Eğer siz depreme çok yakın değilseniz o depremin derinliğini çözmeniz çok zor yani. Bulduğunuz derinlikler çok sağlıklı olmuyor. Ama bu şekilde eğer siz çok yakınsanız depremlerin meydana geldiği yerde çok net bir şekilde depremlerin derinliklerini belirleyebilirsiniz. Niye derinlik üzerinde duruyorum? Çünkü bundan sonraki görselde şeyi göstereceğiz biz; deprem derinliğine bağlı olarak fayın düşey yönde nasıl değiştiğini. Yani daha önce biz fayın doğudan batıya doğru nasıl uzandığını gördük. Ama derinlik boyutunda çok yakın OBS veya çok yakın sismograflar olmadığı için çok sağlıklı bilgiler elde edilememişti. Yani Türk-Japon projesinin dışında Almanlar, Fransızlar da OBS gözlemleri yaptı; fakat benim bildiğim bu gözlemler birkaç aylık bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bu ise ilk defa yani 5 yıl gibi çok uzun süreli bir gözleme dayalı ve dolayısıyla elde edilen veriler çok daha zengin, yani çok daha fazla deprem gözlemlendi. Şimdi bundan sonraki slayta bakacak olursak 3 no.’lu slayta. Evet, burada sözünü ettiğim derinlik kavramı karşımıza çıkıyor. Yani şu görselin alt kısmında gördüğümüz, aslında fayın düşey yönde depremlerin nerelerde meydana geldiğini görüyoruz. Slaytın üst kısmında ise yanal olarak deprem dağılımını görüyoruz; yani Kuzey Anadolu Fayı’nın etrafında depremlerin saçıldığını görüyoruz. Şimdi burada enteresan gelen bilgi şu. Biz bu OBS çalışmalarından önce şey düşünüyorduk; Marmara Denizi’nde bu deprem üreten, fayın kırılgan zone’u dediğimiz, yani esas enerjinin açığa çıktığı alan olarak düşünecek olursak, biz genelde 10-15 km’lik bir kalınlık düşünüyorduk; yani yüzeyden 10-15 km derinliğe kadar deprem, daha doğrusu sismik enerji biriktiğini. Ama biz bu projede şunu gördük: Neredeyse 22-23 km derinliğe kadar depremler görüyoruz — şurada mavi renkte gördüğümüz görselin alt kısmında mavi renkle gösterdiğimiz o 20 km’den daha derin depremlerin varlığını görüyoruz. Ve burada aslında şunu görüyoruz. 1912 kırığı 28.0 ile gösterdiğimiz boylam var…  Orada deprem sayısı çok fazla. 1912’de kırılan fayın ucu ta buraya kadar erişmektedir. Ve bu şekilde dikkat çeken başka bir olgu, biraz daha doğuya doğru gidersek veya şeklin sağına doğru gidersek, depremler hızlı bir şekilde azalıyor fark ediyorsanız, çok hızlı bir şekilde azalıyor ve depremlerin derinliği de azalıyor. Hem sayısı azalıyor hem deprem sığlaşıyor, yani deprem aktivitesi. Aslında bu sığlaşma bize şunu göstermektedir — bir sonraki slayta geçecek olursak: Evet, bu slaytta kırmızı kesikli çizgiyle gösterdiğimiz dikdörtgenler bize fayın hangi bölümlerinin sismik enerji toplamakta olduğunu göstermektedir. 

M.N.A.: Yani oralarda hareket yok, o çerçevelerin içindeki alanlarda küçük de olsa bir deprem görmüyoruz. Onlar sessiz yani. Sessiz alanlar. 

A.P.: …enerji boşalımı yok… Bu kesikli çizgiyle gösterilen dikdörtgenler tamamen kilitlenmiş durumda ve sismik enerji biriktirmektedir. Geçen haftaki depreme gelecek olursak, şimdi geçen haftaki depremde şu yukarıda D harfiyle gösterdiğimiz bir kümelenme dikkat çekiyor… O D harfinin solunda yer alan bir deprem kümesi görüyoruz. Geçen haftaki depremler de o bölgede başladı. 

G.E.: Ve hâlâ da küçük küçük devam eden depremler bunlar, değil mi hocam? 

A.P.: Evet, 4.7 ve onun peşinden 5.8 büyüklüğündeki deprem orada meydana geldi. Aslında 5.8’lik deprem, yani tek bir nokta olarak değil de yaklaşık 7-8 km uzunluğunda bir fay hareket etti. Buradaki hareket miktarı yaklaşık ortalama 20 santimetre diyebiliriz ve bu deprem aslında beklenen depremin enerjisini boşaltma kapasitesine sahip değil. Çünkü konuşmamızın başında biz Kuzey Anadolu Fayı’nın 4-5 metrelik atım biriktirme potansiyeline sahip olduğunu söylemiştik. Bu depremde ise olsa olsa 20 santimetre civarında bir atım meydana gelmiştir. Dolayısıyla beklenen depremle bu depremi karşılaştırdığımızda, atım bakımından dahi, çok küçük sayılır yani bu etkinlik. 

G.E.: Evet, ama şurası kesin ki bir stres boşalımına neden olan depremler değil bunlar.

A.P.: Evet, yani bütün olarak, beklenen büyük depremle açığa çıkacak enerji bu değil tabii ki. Şimdi, bu geçen haftaki depremin aslında bir diğer özelliği de, Marmara depremiyle kırılması beklenen fay yine bu bölgede başlamaktadır yani. 1912 kırığının bittiği ve önümüzdeki 5-10 yılda, ne zaman olacaksa, o büyük depremin yine aynı bölgede meydana geleceğini bütün bilim adamları kabul ediyor.

M.N.A.: 5-10 yıl diyebiliyor muyuz?

A.P.: Şimdi, onu da konuşuruz yani. Aslında o da önemli bir olgu. Geçen haftaki deprem etkinliğinin o bölgede olması aslında bu depremin önemini daha da artırdı. Neden artırdı? Çünkü fayın hangi bölgelerde sismik enerji biriktirdiğini gördük ve geçen hafta oluşan deprem etkinliğinin o bölgeye çok yakın olması önemli bir olgu. Türk-Japon projesinden ortaya çıkan fayın ayrıntısı aslında ne kadar faydalı bir şey. Yani siz  aslında depreme ne kadar yaklaştığınızı görüyorsunuz. Neden yaklaştı diyorum? Çünkü bu geçen haftaki olan deprem etkinliği bir bakıma kırılacak olan faya da gerilme artışı yaratmaktadır. Dolayısıyla depremleri tetikleme olgusu da ortaya çıkmış oluyor. 

M.N.A.: Yani şimdi araya giriyorum, kusura bakmayın ama, benim anladığım şey, hani biraz önce “depremler oldukça enerji boşalıyor” falan gibi iyimser bir yorum var genellikle; Ali Bey’in söylediği gibi, yani öyle bir şey olsa bile bu devede kulak kalır; ama daha da önemlisi, bu meydana gelen kırılma küçük ama, kırılması beklenen bu sessiz, kilitlenmiş, yani Ganos Fayı’nın doğusundan itibaren İstanbul istikametinde ilerleyen fayın o kilitlenmiş bölgesine yeni bir gerilme yüklemesi yapması, yani bunu doğru tercüme ettiysem, o önemli ve stresi artırıyor.

A.P.: Yükleme dediğimiz olayı şöyle düşünebiliriz bir bakıma: Depremlerin meydana gelme sebebi plakaların hareket etmesi, yani Kuzey Anadolu Fayı’nın etrafındaki bloklar hareket ediyor ve her yıl bu hareket neticesinde bir gerilme artışı meydana gelmektedir. Bu gerilme artışı yaklaşık yıllık ortalama mesela 0,3 bar civarında diyelim; bu 0,3 barlık artışı örnek olsun diye veriyorum. Bu depremle birlikte, yani bu deprem tahminime göre yaklaşık 1 bar civarında bir gerilme artışına sebep olmuştur — kırılması beklenen fay segmentleri üzerinde. Yani 1 bar ne demektir? Siz bu depremi, yani beklenen depremi yaklaşık 3 yıl öne çektiniz demektir —bunun fiziksel olarak anlamı bu. Örneğin, beklediğimiz deprem 15 yıl sonra meydana gelecekse bu deprem aslında onu 3 yıl öne çekti. Ama ne kadar öne çektiğini maalesef bilmiyoruz. Çünkü biz…

M.N.A.: …ne zaman olacağını bilmediğimiz için rölatif konuşuyoruz. Yani 20 yıl sonra olacaksa 17’ye çekti, 30 yıl olacaksa 27’ye çekti; ama 20 mi 30 mu onu bilmiyoruz. 

A.P.: Evet, yalnız, tabii her geçen gün deprem etkinliğinin azalması bir bakıma rahatlatıcı diyebiliriz. Çünkü o gerilme artışı beklediğimiz fayı hemen tetiklemedi. Bu bize neyi göstermektedir? Yani en azından kırılacak fay için daha belli bir süremiz var demektir. O yüzden etkinliğin yavaş yavaş sönümlenmesi ve belli bir sürede büyük deprem meydana gelmezse, bu yavaş yavaş sönümlenecektir ve biz yine o büyük depremi beklemeye devam edeceğiz. O açıdan, başta da söylediğim gibi, mesela geçmişte olan deprem ve günümüzdeki deprem etkinliği ve ileriye dönük bu şekilde bir bağ söz konusu — bu depremin genel yorumuna bakacak olursak. 

G.E.: Buradan hareketle yeni bir haritaya geçeceğiz herhalde değil mi hocam?

A.P.: Evet, geçen hafta olan deprem etkinliğine biraz daha ayrıntılı bakalım. Çünkü bu depremler, tamam, hepimizi tedirgin ediyor; fakat bu depremler bize aynı zamanda yerin içi hakkında bize bilgi de getiriyor. Yani oradaki faylar, oradaki tektonizma konusunda da bize çok önemli bilgiler taşımaktadır. O yüzden bunları biz analiz ederek aslında bilinmeyen fayı daha da iyi anlamamıza sebep oluyor. Örneğin, burada bilinmeyenlerden, daha doğrusu bu depremin bize verdiği çok net bir bilgi var; o da şu: Yani bu orta sırt dediğimiz yerde, aslında ters faylanma mekanizması ağırlıklı çözümler de görüyoruz; yani ana şok her ne kadar doğrultu atımlı hakim olsa da, yine büyük oranda ters faylanma bileşeni de burada söz konusu; yani burada biz bir bindirme fayı görüyoruz, yani bindirme fayları, hocam daha iyi bilir, deprem mühendisliği açısından önemli; çünkü bu bindirme fayları daha büyük enerji biriktirme potansiyeline sahip; mesela normal fayların tekrarlama periyotları daha kısa olurken, bu bindirme fayları daha uzun süre enerji biriktirip daha büyük deprem üretme potansiyellerine de sahip.

G.E.: Şu anda gördüğümüz yeşil yuvarlaklar gerçekleşen depremler midir hocam?

A.P.: Evet, şimdi soldan sağa doğru, aslında şeyi göstermektedir. En soldaki 4.7’lik depremin mekanizmasını göstermektedir. 4.7’lik depremle o 5.7’lik depremin mekanizması birbirine benziyor, ancak 4.7’lik deprem normal atım ağırlıklı; fakat daha sonra –bu da enteresan bir bilgi bence–, doğuya doğru ilerledikçe ters faylanma bileşeni artmaktadır. Yani orta çukura yakın yerde en yakın olan 4.7, orada normal faylanma bileşeni var — ki beklenen de odur, çünkü o çukurlukları oluşturan genelde normal faylanmadır, sırtları oluşturan ise ters faylanma dediğimiz tektonik olaylar neticesinde meydana gelmektedir. Burada da biz bu olguyu çok net görüyoruz. 4.7’de doğrultu atımlı ve normal faylanma bileşeni var, 5.7’de ise normal faylanmadan ters faylanma karakterine yavaş yavaş bir geçiş var. Ve daha sonra, sırtın orta kesimlerinde meydana gelen artçı depremlerde ise neredeyse tamamen bindirme özelliğine sahip depremler görüyoruz.

M.N.A.: Belki şöyle bir açıklama yapmak izleyiciler bakımından yararlı olur. Detaya giremiyoruz ama bu renkli toplar aslında fay çözümleridir. Bu fay çözümlerindeki şekillerine bakarak, renkli ve beyaz kısımların şekillerine bakarak bu depremlerin nasıl bir faylanma sonucu olduğunu sismologlar anlıyorlar. Yani bu detayı nasıl elde edildiğini tabii bu programda anlatmamız mümkün değil, ama bunlar tabii çok değerli şeyler; yani depremlerden sonra sismologlar çeşitli kayıtları inceleyerek bu topları, fay çözümlerini ortaya çıkartıyorlar. Dolayısıyla bu ters faylanma dediğimiz –ben izin verirseniz müdahale etmiş olmayayım, yani seyircilerimiz anlasın diye–, yani güneyden kuzeye doğru bir hareket düşünsek, değil mi? Onun yukarıdaki, üst kısımdaki kara parçasını yukarıya doğru itmesiyle bir ters faylanma söz konusu oluyor; ama aynı zamanda tabii sadece bu olay değil, bununla birlikte yine bir yatay atım da var, yani alt kısım üst kısıma göre sola doğru hareket de ediyor. İkisi birlikte bunlar. Yani pür ters faylanma değil, ama ters faylanma bileşeni var. Normal fay dediğimiz ise tersi, bu sefer sıkıştırma yerine açılma olursa, mesela yukarıdan aşağı doğru, bu sefer çökme oluyor. Yukarı çıkmıyor. Aşağı iniyor. Ona da normal fay diyoruz.

A.P.: Evet, çok önemli, bence çok açıklayıcı oldu.

M.N.A.: Epey karışık bir mekanizma var demek, yani herhalde sizin için bu depremler biraz önce de belirttiğiniz gibi çok değerli. Çünkü bu mekanizmaları sismologlar çok daha iyi anlıyorlar.

A.P.: Yıllarca bekliyoruz yani. Şimdi nasıl ne kadar çok deprem olursa o bölgenin sismo-tektoniği hakkında biz o kadar daha sağlıklı bilgiye sahip oluyoruz. Şimdi bu depremdeki diğer bir önemli özellik bence, bu deprem ana fay üzerinde meydana gelmedi.

G.E.: 5.8’den bahsediyoruz yine, değil mi?

A.P.: Bütün hepsi, 4.7, 5.7, hepsi, tamamı ana faydan nispeten uzak, fakat ana fay üzerinde olmayan depremler bunlar. Demin Nuray Hoca’nın da bahsettiği gibi, bu ikincil fay dediğimiz –yani ana fay değil, ikincil fay, nispeten daha küçük–, bunlar olsa olsa ancak bu büyüklükte depremler üretir. Bu ikincil faylar daha büyük depremler üretmez. Esas büyük deprem ana fay üzerinde meydana gelir.

G.E.: Zaten bunların boyları da kısa herhalde, değil mi hocam?

A.P.: Kesinlikle, yani oradan da çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Yani en büyüğü 5.7, 5.8’le kırılan, o da dediğim gibi 7-8 kilometre uzunluğunda bir fayı kırmıştır. Diğerleri daha da küçük ve o depremlerin dağılımına baktığımız zaman biz çizgisellikler de görüyoruz; dolayısıyla yani sadece tek bir fay değil, orada birkaç tane farklı doğrultuda farklı hareket türlerine sahip fayların, yani küçük küçük mikro düzeyde fayların da hareket ettiğini çok net bir şekilde görüyoruz. Bundan sonraki görsele bakacak olursak, demin Nuray Hoca’nın açıkladığı bilgiyle ilgili… Şimdi, şeklin sağ tarafında Nuray Hoca’nın açıkladığı olay var: Mesela doğrultu atımlı bir fay düz bir çizgi şeklinde değil de eğer bir bükülme söz konusu ise veya bir parçalanmaya/segmentasyona uğrayıp bir sıçrama yapıyorsa, fay üzerinde, sıçramanın ve bükülmenin yönüne göre –sıkışan bölgeler veya açılan bölgeler dediğimiz–, mesela bu geçen hafta olan depremler Kuzey Anadolu Fayı’nın oluşturduğu bir sıkışma alanı içinde meydana gelen depremlerdir ve o yüzden de biz bu ters faylanma mekanizmalarını görüyoruz. Aynı şekilde şematik olarak bu olayın nasıl meydana geldiğini görselin sağ tarafında görüyoruz. Yani o sıkışma neticesinde ve fayın yön değiştirmesi sonucunda biz şeyi görüyoruz; yani o fayın üzerinde meydana gelen sıkışma alanı içerisinde oluşan daha küçük faylar. Bu faylar tabii yüzeye yakın, nispeten yüzeye yakın — ki bu deprem etkinliği de aslında genelde fayın üst kısmında, yani kabuğun üst kısmında meydana gelmektedir.

M.N.A.: Aslında ana faydoğrultu atımlı fay. İşte orada resimde İngilizce olarak yazıyor, “positif flower structure” diye, yani çiçeklenme. Basınçtan meydana geliyor; yandan sağdan soldan içeriye doğru gelen basıncın hani tabiri caizse pırtlatması gibi yukarı…

A.P.: Kesinlikle hocam, çok doğru ifade ettiniz. Bu “pozitif çiçek yapı” dediğimiz bu şekilde oluşmaktadır ve bu depremler de aslında “pozitif çiçek yapı” içerisinde meydana geldiğinin şematik olarak gösterimi diyebiliriz. Demin sözünü ettik, mesela o esas doğrultu atımlı ana fayın sıçrama yönüne bağlı olarak açılma yerleri de var. Mesela bundan sonraki görsele bakacak olursak… Evet, bu mesela Çınarcık Havzası. Çınarcık Havzası’nda hemen İzmit Körfezi’nden Çınarcık Havzası’na olan kısımda, yani doğu bölgesinde meydana gelen depremler bu sefer normal faylanma ağırlıklı görüyoruz.

M.N.A.: Deminki olayın tersi. Şimdi doğrultu atımlı fay var, fakat ona dik doğrultuda da öbüründe sıkışma vardı, bunda açılma var. Açıldığı için orta kısım aşağı çöküyor bu sefer. Orada yine parçalanma oluyor.

A.P.: Yani bölge sıkışıyor mu yoksa bölge açılıyor mu, bizim faylanma mekanizması dediğimiz, nispeten daha küçük depremlerin faylanma mekanizmalarından bunu çok net bir şekilde görüyoruz. Dolayısıyla İzmit Körfezi’nden Çınarcık havzasına girişte bu sefer negatif bir çiçek yapı olduğunu ve çökme meydana geldiğini görüyoruz. 

G.E.: Hemen şunu sorabilir miyim Ali Hocam? Biz 99 yılında 120 kilometrelik bir fayın kırıldığını biliyoruz. Bu fayın son kırılma noktası ile sizin biraz önce 1912’de depreminden hareketle belirtmiş olduğunuz Ganos’tan Marmara Denizi’nin içine kadar inen kısımdaki 140 kilometrelik bölümün arasında kalan bir parçadan bahsediyoruz. Burası kaç kilometredir?

A.P.: Birinci görselden faydalanabiliriz bu sorunun cevabını vermek için. Şimdi, sizin de dediğiniz gibi, 1999 İzmit depremi kırığı İzmit Körfezi’nin, hatta Çınarcık Havzası’nın ucuna kadar geldi ve orada sonlandı diyelim; fakat şurada, şimdi, 1894 ve 1963 gibi depremler var Doğu Marmara bölgesinde. Dolayısıyla bir bakıma bu iki deprem, özellikle 1894 depremi nispeten daha büyük, yani Doğu Marmara’da bir sismik enerji boşalımına sebep olduğunu söyleyebiliriz — yani önemli miktarda. 1963 depremi 6.3 büyüklüğünde olduğu için o çok fazla büyük enerji boşalımı yaratmaz; fakat 1894 önemli oranda bir sismik enerji boşalımına sebep olmuştur. Dolayısıyla 1999 depremini biz biraz daha, işte Bakırköy açıklarına kadar görüyorsunuz, yine o sarı renkler kırılan fay bölgelerini göstermektedir. Fakat tabii bu tarihsel depremleri konuşurken şunu da söylemekte yarar var: Yani bunlar tabii araştırmacıya göre değişebilir; bazı araştırmacılar 1894 depremini oraya koyar, bir başkası başka bölgeye koyabilir.

M.N.A.: Tarihsel depremlerde ölçüm kaydı olmadığı için, bugün Ali Bey’in bahsettiği manada şurada şurası kırıldı vs. gibi kesin şeyler söylenemediği için…, bunlar tahmin biraz, yorum…

A.P.: Ama yine de Doğu Marmara Bölgesi’nde 1963 ve 1894’te önemli bir sismik enerji boşalımı olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla sizin sorunuzun cevabını vermek gerekirse, yani orta çukur ile –yani 1912’de orta çukura kadar geldiğini düşünecek olursak– ve 1894 depreminin de Bakırköy açıklarına kadar geldiğini düşünürsek, yani o geriye kalan işte yaklaşık 70 kilometrelik bir fay uzunluğu karşımıza çıkmaktadır ve başta da söylediğimiz gibi o Türk-Japon projesinde biz o fayın düşey yönde de kilitli olduğunu, en azından deprem etkinliği olmadığını ve deprem etkinliği olmayan alanların nispeten kilitli olduğunu ve sismik enerji biriktirdiğini düşünecek olursak, önümüzde deprem üretecek 70 kilometre bir fay olduğunu…

M.N.A.: …yani Bakırköy açıklarına kadar diyorsunuz ama, onun doğusunda, Adalar’a kadar…

A.P.: Yani Armilio’nun gösterdiği fay eğer 1894’te kırılmış ise, ki evet, tabii Doğu Marmara’da Çınarlık havzasından da ana hat geçtiği söylenmektedir. Yani o fay da bence tartışmalı; yani şu açıdan tartışmalı: Yani Çınarcık havzasındaki fayın doğrultusu ile gerilme alanı, mesela maksimum sıkışma yönü neredeyse birbirine paralel yani; bu paralellik bize neyi göstermektedir? Şunu göstermektedir: Bu Çınarcık havzasının nispeten zayıf fay olduğunu ve bu Çınarcık fayının fazla sismik enerji biriktirme potansiyeline sahip olmadığını ve onun dışında yaptığımız bazı çalışmalar neticesinde de Çınarcık fayının zayıf fay olduğu bulgularına rastlıyoruz; yani zayıf fay ne demektir? Zayıf fay sismik enerji biriktirme potansiyeli biraz zayıf yani; çok büyük deprem üretmemesi gerekir diye düşünüyorum. O açıdan da baktığımız zaman, bir bakıma geriye kalan, sadece Marmara’nın orta kısmını düşünebiliriz yani.

G.E.: Bir sorum daha var. Bu bahsetmiş olduğunuz 15 sismik cihaz bu bölgede mi yerleştirilmiştir?

A.P.: Evet, halihazırda, şu anda kırılmayan bölgede gözlemler devam etmektedir.

G.E.: Yeterli midir 15 sayısı?

A.P.: Yeterlidir diye düşünüyorum; çünkü 15 tane istasyon bu kadar dar bir alanda… Karaya baktığımız zaman, biz karada da bundan daha yoğun bir gözlem yapamıyoruz; yani elde edilen bitkiler de bence son derece sağlıklıdır ve belki de bu son deprem etkinliği bölgesine de bir tane deniz dibi sismografı yerleştirilebilir, daha sağlıklı bilgilere ulaşmak günler ulaşmak için.

G.E.: Evet, başka izlememiz gereken haritaları da ele alalım, çünkü zamanımız azalıyor. Kaldı mı hocam?

A.P.: Bize özellikle şeyi soruyorlar genelde: Deprem ne zaman olacak? Depremler nerede olacak? Bu depremlerin önceden belirlenmesi konusunda maalesef bir gelişme yok. Yani maalesef günümüzde öyle bir yöntem ve teknoloji veya bu depremin yaklaştığını gösteren herhangi bir ölçüm cihazı maalesef yok. Fakat şuna bence şey yapabiliriz: Mesela Türkiye deprem tehlike haritası bence depremlerin nerede olacağını göstermektedir. Depremlerin hangi büyüklükte olacağını göstermektedir. Dolayısıyla bu bilgi bize yeterlidir yani. Yani depremin nerede olacağını bu harita bize net gösteriyor. Mesela bu koyu kırmızıyla gördüğümüz yerde büyük deprem olacak.

G.E.: Bu Kuzey Anadolu fayını görüyoruz, bir de Doğu Anadolu fayını görüyoruz.

A.P.: Batı Anadolu fayı da var. Marmara Bölgesi’ni görüyoruz. Dolayısıyla yani oralarda büyük deprem olacak ve binalarımıza maksimum kuvvet oralarda…

M.N.A.: Zaten bu harita 2018 Mart ayında yayınlandı ve 2019 1 Ocak’tan itibaren de yürürlükte halen. O tarihten itibaren yapılan bütün projelerde, depreme dayanıklılık hesaplarında bu haritanın verdiği ivmeleri kullanıyoruz. Bu haritalardaki her noktada internet üzerinden elde bilgilere göre spektral ivme dediğimiz, bizim tasarımda esas aldığımız depremi temsil eden verileri kullanıyoruz. Bu harita da aslında Türkiye’deki son verilere göre bilimsel biçimde hazırlanmış bir haritadır.

G.E.: Kafaları karıştıran bir başka konu da işte “İstanbul depremi mi Marmara depremi mi?” gibi bazı tartışmalar var. Ne dememiz gerekiyor hocam?

A.P.: Yani Marmara Denizi’nde meydana gelen her deprem İstanbul’da hissedilmektedir. Yani dolayısıyla “İstanbul depremi” dediğimiz zaman, fayın İstanbul’un herhangi bir yerinden geçtiği yok yani; öyle bir fay bilmiyoruz. Karada fay yok. Bütün faylar Marmara Denizi’nin içinden geçmektedir ve İstanbul’da hissedeceğimiz deprem Marmara Denizi’nde kırılacak olan fayın…

M.N.A.: Marmara Denizi’nde kırılacak diyoruz ama, İstanbul’a çok yakın. Özellikle Avrupa kısmında, yani düşünün Bakırköy’e kadar geliyor bu. Bakırköy’ün kuzeyindeki bütün nüfus yoğunluğunu düşünün. Ne bileyim Eminönü’ne kadar kaç kilometredir oradan? Mesela Kadıköy’e 35 kilometre diyelim. Bunlar uzak mesafeler değil. 7.4 gibi bir deprem o fay üzerinde olursa İstanbul’un her tarafının çok etkileneceği muhakkak. Bu İstanbul Depremi’dir yani.

G.E.: Ayrıca 99 Depremi’nde, unutmayalım ki İzmit’ten başlayıp Çınarcık’a kadar devam eden kırık Avcılar’ı etkiledi.

M.N.A.: Çok kendine özgü bir durum, ama İstanbul’un merkezi tabii 99 Depremi’nde daha uzaktı. Şimdi çok daha yakında olacak olan bir depremden söz ediyoruz; yani dolayısıyla “Bu bir Marmara depremidir İstanbul’u fazla etkilemez” falan gibi yanılgılara düşmemek lazım.

G.E.: Ana hatta bir deprem olduğu takdirde sadece İstanbul değil, onun dışında başka bazı bölgelerin de etkilenmesini bekliyorsunuz. Yani güneyiyle ve kuzeyiyle etkileyeceğini düşünüyorsunuz. Hocam, son birkaç dakika. Bugünlerde çok konuşulan, biliyorsunuz, binalar konusu var. Binalarla ilgili alınan önlemler, alınması gereken önlemler var… bu konuda ne söyleyeceksiniz? Bunun için özel bir program yapacağız ayrıca, ama çok kısa olarak. 

M.N.A.: Son zamanlarda basında, bu depremde bazı önemli hasarlar olduğu konusunda haberler görüyoruz. İşte, görseller, resimler, fotoğraflar yayınlanıyor. Şimdi burada önemli bir şeye dikkat çekmek istiyorum –zamanımız kısa olduğu için çok detay olarak–, fakat örneğin bazı okulların işte ağır hasar gördüğü ve boşaltıldığı ifade edildi. Bunların içinde –hepsi mi değil mi tabii bilmiyorum– bir kısmının aslında İstanbul’da 99 depremlerinden bu yana yürütülmekte olan İSMEP projesi kapsamında güçlendirilen okullar olduğu ifade ediliyor. Burada benim dün bir arkadaşımdan edindiğim bilgiye göre aslında ilginç bir şey olmuş. Şimdi, genel bir olay var İstanbul’u etkileyen –ki bu biraz göz ardı ediliyor, araştırmalarda da göz ardı ediliyor–, şimdi, takriben 1995’ten önce Türkiye’de hazır beton teknolojisi diye bir şey yoktu. Yani yapılan konutların büyük çoğunluğu, sokakta elle dökülen, çoğunlukla doğru dürüst betonyer bile kullanılmadan yapılan betonlardır. Bu betonların kalitesi çok düşük ve özellikle gece 95’ten önce büyük ölçüde deniz agregasının da yıkanmadan tuzlu olarak kullanıldığını da biliyoruz. Şimdi bu betonlar çok zayıf betonlar, artı çok kompakt değil, bunların içinde boşluklar var; yine o tarihlerde, yani 2000’li yıllardan önce su izolasyonu da hiç önem verilmeyen bir konuydu. Temellerin altında bugünkü teknolojide bohçalama yapıyoruz, radye temel yapıyoruz, plak temeller yapıyoruz; yani su izolasyonu bugün hemen hemen bütün binalarda artık standart hale geldi. Bunlar o zamanlar yoktu; çünkü iki olayı birleştirseniz, yani su izolasyonu eksikliği artı beton kalitesinin düşüklüğünü; aşağıdan gelen rutubetin etkisiyle yukarıya kapilarite ile üst katlara doğru –özellikle bodrum katlarında– betonun da çok geçirgen olması dolayısıyla, havaya maruz kalan dış kısımlarında da aslında hava kirliliğinin etkisi de çok önemli, içeri giren rutubet, demirlerin içindeki kolonların içinde bulunan düşey demirleri paslatıyor, korozyona maruz bırakıyor. Zaman içinde bu korozyon yukarıya doğru genişliyor ve korozyon dolayısı ile bu demirler genleşiyor, çapları büyüyor, bunun dışındaki betonları patlatıyor ve takriben gözlemlerime göre 10-15 yıl içinde bu olay oluyor. Şimdi ben 99 depremlerinde bile bir sürü binaya girip baktığımda, İstanbul’da yakın çevremizde o zaman bile 70’li 80’li yıllarda yapılan binaların çoğunda bu durumu görmüştüm. İstanbul’daki yapıların tam sayısını bilmiyorum, ama çok büyük bir kısmı 95’ten önce yapıldığını biliyoruz. Bu binalarda bu tür korozyonun çok yaygın olduğunu da biliyoruz.

Ve şimdi, bugüne gelelim, işte depremde hasar oldu deniyor; aslında buna biraz şüpheyle bakmak lazım. Şöyle ki; dediğimiz gibi, o paslanma ve genleşme dolayısıyla betonlar dışarı atıldığında aslında bugün de gitseniz bir sürü binaya, o dışta duran betonları elinizle tutsanız alırsınız. Ben çok almışımdır öyle yani. Ne oldu şimdi? Aslında bu deprem küçücük bir titreşim yarattı; bu deprem büyük bir deprem değil; onlar koptu, zaten siz onları koparabilirdiniz. Diyorlar ki bu deprem hasarı. Hayır, bu deprem hasarı değil. Eski kalitesizliğin yarattığı bir şey bu. Bu nedenle binaların kolonları düştüğü için bir süre sonra, yıllardır kendi ağırlığı altında çöken binalar oldu ve bu tür olaylara hazır olmamız lazım. Bunlar daha da artacak. Yani şunu gösteriyor. Ömrü doldu aslında bu binaların — miadı doldu derler ya. Yani korozyon etkisiyle demir bir şey kalmıyor. Beton da zedeleniyor. Buna dikkat etmek lazım. Yani özellikle okullar ve üniversite binalarında meydana gelen hasarlar. Ben görmedim ama, muhtemelen bundan meydana geliyor. Yanılmayalım, yani çünkü bu dediğim hasar aslında, yani korozyon hasarı, bugün binlerce on binlerce binada olduğuna eminim.

G.E.: Büyük bir depremde de bunların hepsinin bu binaların üzerinde.

M.N.A.: Ve şunu da söyleyeyim ben ona olarak aslında şimdi birtakım deprem hasar tahminleri yapıyoruz. Ben de buna 90’ların 90’larda başlamıştık. Türkiye’de arkadaşlar bir sürü geldi. Bunlar yapılıyor fakat burada çok dikkat etmek lazım. Bu korozyon olayı çok özel bir durum ve genellikle deprem hasar tahminlerinde bunun dikkate alındığını sanmıyorum, normal vs. özellikleri dikkate alınır. İstanbul için bu çok önemli bir durum ve büyük ve bunu bilmek.

G.E.: Ali hocam size çok teşekkür ederiz. 

A.P.: Ben teşekkür ederim. 

G.E: Nuray hocam size de çok teşekkür ederiz. 

M.N.A: Ali Bey çok teşekkür ederim. Kendisinden devamlı çok şeyler öğreniyorum, bu programda da çok şeyler öğrendim.  

G.E: Hepimiz öğrendik. Efendim “İstanbul Hepimizin” girişimi tarafından hazırlanan “Şehir Hepimizin” programını izlediniz. Gelecek hafta pazartesi günü saat 16.00’da 143. programda görüşmek dileğiyle hoşça kalınız.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.