Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kürtler ırkçılık mı yapıyor?

Kürtlerden gelen her türlü itiraz ve talebin “Kürt ırkçılığı” ile damgalanmaya çalışıldığı garip bir dönemden geçiyoruz. Ret ve inkar politikalarıyla ve milliyetçilik iddiasıyla Kürtleri siyasi alanın dışına çıkarmaya çalışanlar Türkiye’de epey sönmüş olan Kürt milliyetçiliğini kızıştırdıklarının farkında olsalar gerek.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler, iyi haftalar. Bugün aslında dünyanın dört bir tarafında yaşanan olaylardan söz etmek istiyordum, ama biraz daha gelişmesini beklemeyi tercih ettim. Malûm, Azerbaycan’da, Lübnan’da, Şili’de, Ekvator’da insanlar bayağı sokaklarda. Daha önce Mısır’da olmuştu, Cezayir’de olmuştu –ki Cezayir kısmen sürüyor–, Sudan’da olmuştu; dünya içine girdiği kalıpları artık taşıyamıyor, insanlar bulundukları yerlerde farklı farklı nedenlerle ayaklanıyorlar. Büyük ölçüde de ekonomik nedenlerle ve kötü yönetim, yolsuzluk gibi, usulsüzlük gibi konulara duyulan tepkilerden hareketle yapılıyor bu. Türkiye’de de bu Gezi’de olmuştu ve Gezi, Türkiye için bir dönüm noktası olmuştu. Ama o zamandan bu zamana Gezi’nin sürekliliği konusunda herhangi bir şey yaşanmadı. Neyse, bu parantezi kapatalım, ben yine Kürt meselesi üzerine konuşmaya devam edeyim. 

Geçen hafta yaptığım yayınlarda –özellikle Barış Harekâtı’yla ilgili yaptığım yayınlarda–, dönüp dönüp tekrar Kürt meselesinin altını çizdim ve ısrarla çizmeye devam edeceğim. Bugün de, onun bir anlamda devamı olarak bir şeyler söylemek istiyorum. Başlığa çıkarttığım mesele, “Kürtler ırkçılık mı yapıyor?” meselesi, çok sık karşılaştığım bir olaya bir nevi tepki olarak görülebilir. Yıllardır böyle oluyor; ama son dönemde artık iyice böyle olmaya başladı. Kürtlerin hak talepleri, değişik itirazları –haklı haksız, hiç önemli değil–, Kürt kimliğiyle siyasî alanda var olma iddiaları karşısında geliştirilen bir reaksiyon var. Bu reaksiyonda eskiden “Kürtçülük” olarak adlandırılırdı, bu çok fazla kullanılmıyor. İlginç bir şekilde “Kürt milliyetçiliği” de denmiyor, “Kürt ırkçılığı” deniyor. Yani bazı grupların, kişilerin Kürt ırkçılığı yaptığı iddiası dile getiriliyor tepki olarak. Bunu yapanların –benim karşılaştıklarımda– büyük bir çoğunluğu ilginç bir şekilde kendini solda tanımlayan insanlar, solla bir şekilde ilişkili insanlar. Şöyle de söyleyebiliriz: Mesela bugün itibariyle AKP iktidarını desteklemeyen, ama Barış Pınarı’nı destekleyen insanlarda bir reaksiyon var. Bu reaksiyonlarda Kürtlerin iddialarına, itirazlarına, taleplerine; Kürtlerden gelen her türlü örgütlü-örgüsüz meydan okuyuşa karşı, bunları bir ırkçılık ambalajı içerisine koyup orada etkisizleştirme çabası. Bu bana öteden beri çok ilginç ve garip geldi; ama bir yerden sonra anlaşılır bir şey. Şöyle ki, milliyetçiliğe pozitif anlam yükleyen kişilerden bahsediyoruz; Türk milliyetçisi bir tepki veriyorlar, değişik dozlarda Türk milliyetçiliğine bağlılar. Kimisi sol iddialı bir Türk milliyetçiliği, kimisi ulusalcılık vs. Dolayısıyla eleştirdikleri, mahkûm etmek istedikleri kişilere, Kürtlere milliyetçiliğini yakıştırmıyorlar; milliyetçiliği olumlu gördükleri için onlara uygun olanın ırkçılık olduğu kanısındalar ve böyle bir yaftalama girişimi var. Bunun çok etkili olduğu kanısında değilim; ama belli bir çevrenin jargonunun böyle olduğu gerçeği bize aslında birçok noktayı aydınlatıyor. Şöyle ki; burada Kürtlerden gelen her türlü talebi, hak arayışını kendi varlıklarına, kendi kimliklerine saldırı, tehdit olarak algılayan, kendini siyasetin farklı yerlerine konumlandıran çok kalabalık bir insan grubu var. Bunların sayıca çok da olabilir, ama özellikle kanaat önderi pozisyonunda olanların Kürtlerin değişik hareketlerini ırkçılık olarak yaftalamak, etiketlemek istediklerini görüyoruz. 

Peki Kürtlerde milliyetçilik yok mu? Var, tabii ki var, öteden beri var. Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyalarda bayağı bir şekilde geleneksel olarak da var ve bu yolda kurulmuş örgütler de var. Ama Türkiye’de ilginç bir olay yaşandı; PKK’yla beraber Kürt milliyetçiliği genellikle geri planda kaldı ve ilk yıllarında sol jargon/söylem öne çıktı. Daha sonra bu sol söylem nedeniyle de aslında Kürtlerin tabanda geniş bir kesimine, özellikle dindar Kürtlere ulaşmakta çok ciddi bir şekilde zorlandılar, yıllarca zorlandılar ve hatta onlara karşı çok açık tavır da aldıklarını biliyoruz geçmişte. Ancak komünist sistemin çöküşüyle beraber, PKK da dilini değiştirerek, o kaba solcu dilinden uzaklaşarak Kürtlere daha anlaşılır gelecek, daha sempatik gelecek bir dil tutturdu. Ama öteden beri, başından itibaren bu milliyetçilikten uzak durma çizgisi ve sol gelenek PKK içerisinde hep çok etkili oldu. Abdullah Öcalan bunu bir başka evreye sıçrattı; özellikle tutuklandıktan sonra, İmralı’ya kapatıldıktan sonra ulus-devlet fikrini tam anlamıyla karşısına aldı ve bunun yerine kendisi birtakım teoriler geliştirdi; “demokratik konfederalizm” gibi, “demokratik özerklik” gibi. Bu geliştirdiği teoriler büyük ölçüde Kürt milliyetçilerinin yıllardır dile getirdiği bağımsız devlet, bağımsız Kürdistan talebinin karşısında duruş oldu. İlginç bir dönüşüm yaşandı, bunu gazeteci olarak ben de gözlemledim –içinde yaşayanlar, Kürtler bizzat kendileri de çok ciddi bir şekilde gözlemlemişlerdir– özellikle barış süreci ve çözüm süreci dönemlerinde bu olay giderek daha fazla tırmandı. O tarihte yapılan Nevroz’larda Öcalan’ın yaptığı açıklamalarda ve onun adına yapılan açıklamalarda ya da hareket adına yapılan açıklamalarda, ilginç bir şekilde milliyetçilikten uzaklaşma çizgisi öne çıktı. Bu tabii ki Kürtlerde var olan milliyetçilik eğiliminin iyice azalmasına, marjinalleşmesine yol açtı ve bu nedenle de kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan kişiler PKK’ya, Öcalan’a ve yasal anlamda faaliyet gösteren partilere ciddi bir şekilde tavır almaya başladılar. Yani Türkiye’de son dönemde Kürt siyasî hareketinin ana eğilimi milliyetçiliğin dışında bir arayış olarak, Türkiye’nin içerisinde kendine bir varlık yaratma çabası olarak görülebilir. Ama son dönemde tekrar işin tersine dönmeye başladığını gözlüyorum, bunun işaretleri çok ciddi bir şekilde var. Türkiye’de çözüm sürecinin bitmesi, ondan sonra çatışmaların tekrar başlaması, ardından Irak’ta referandumun ardından çıkan bağımsızlık kararının tanınmaması ve hatta bunun geçersiz kalması için Ankara’nın çok aktif bir şekilde rol oynayıp başarılı olması ve en son Suriye’de yaşananlar, Suriye’de Kürt gruplarına karşı PYD’ye, YPG’ye ve onların tepesinde olduğu iddia edilen Suriye Demokratik Güçleri’ne karşı yapılan operasyonlar — değişik yerlerde en son Afrin’de ve nihayet Barış Pınarı Harekâtı’yla birlikte yapılanlar… 

Bu konuda çok mülayim gibi gözüken, milliyetçilikle aralarına mesafe koyma eğilimindeki kişileri de tekrar Kürt milliyetçiliğine doğru sevk ettiğini görüyoruz bunun. İlginç bir örnek var — tabii herkesin bildiği: Şivan Perwer. Onun milliyetçiliğe bakışı ayrı bir tartışma konusu olabilir; ama kendisi biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’la –ki o zaman başbakandı yanlış hatırlamıyorsam– Mesut Barzani’yle beraber, İbrahim Tatlıses’le beraber Diyarbakır’da hep birlikte fotoğraf vermiş ve bu yüzden de Kürtlerin önemli bir kesimi tarafından dışlanmış, eleştirilmiş bir isimdi. Onun en son Barış Harekâtı üzerine yaptığı zehir zemberek açıklamalar ya da öteden beri sakin kimliğiyle bilinen, Türkiyeli olan Ciwan Haco’nun son harekâtla ilgili yaptığı açıklamalar ve hayata geçirmeye çalıştığı kampanyalar… Bütün bunlar bize Türkiye’de Kürtler arasında ve bölgedeki Kürtler arasında milliyetçiliğin tekrardan bir canlanmaya başladığı ve bunun itici gücünün de aslında merkezî devletler, özellikle de son dönemde Ankara olduğunu gösteriyor — ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Milliyetçilik milliyetçiliği besliyor. Bu aslında eskiden beri bilinen bir meseleydi; milliyetçilik milliyetçiliği besliyor. Burada son dönemde Türkiye’de Kürtler arasında yaşanan milliyetçiliğin dışında çözüm arayışları, milliyetçiliğin dışında birtakım statü arayışları, yerini tekrar bir milliyetçi çizgiye bırakıyor. Bunu yapanlar da esas olarak Kürtlerin her türlü hak talebinin önüne duvar ören, yok sayan, tekrar –eskiden olduğu gibi– inkâr ve ret politikalarını hayata geçiren kişiler. 

Türkiye’de son dönemde yaşanan birtakım olayları bir araya getirip baktığınız zaman hiç de iç açıcı bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Kürtçe konuştuğu için dövülen, hatta öldürülen insanlar; Kürtçe şarkı söylediği için engellenenler gibi tek tek haberler aslında çok birikiyor. Bunlar genellikle “münferit” diye geçiştirilmek istenen olaylar, önemsenmek istenmeyen olaylar; ama işe Kürtler cephesinden baktığınız zaman bunların her biri ayrı bir yara ve bunların her biri onların içerisinde, kalplerinde çok derin bir yara açıyor. Öteden beri dile getirilen bir husus vardır, Kürtlerin kalben Türkiye’yle olan bağının ne durumda olduğu konusunda. Bu konuda geçmişten bugüne çok ciddi bir hasar vardı ve bir dönem bu hassas sanki tedavi ediliyor gibiydi. Şimdi tekrar aynı eski hallere dönmek üzereyiz ve bu aslında Kürtleri mutsuz ettiği kadar tüm Türkiye’yi mutsuz edecek bir olay. Sonuç olarak bu topraklarda herkes hep birlikte yaşıyor, yaşamak zorunda, yaşamak durumunda, yüzyıllardır böyle olmuş ve yüzyıllarca da böyle olmasını sağlamak bizim elimizde. Ama bu noktada çok ciddi şekilde birtakım milliyetçi çıkışlar, hatta ayrımcılığa ırkçılığa kadar varan çıkışlar yapılıyor. Türkiye’deki o kardeşliği çok ciddi bir şekilde zedelemekte ve bunu yaparken de çok küstah bir şekilde karşısındakini milliyetçilikle bile değil ırkçılıkla suçlamaya kadar varabilmekte. Bunları dile getirmek kötü bir şey değil, iyi bir şey; bunları sürekli gündemde tutmamız lâzım. Türkiye’nin Kürt sorunu bitmiş falan değil, Türkiye’nin Kürt sorunu çok ciddi bir şekilde, canlı bir şekilde var ve canlılığını her geçen gün daha fazla hissettiriyor. Görmek istemiyor olmamız bu sorunun varlığını ortadan kaldırmıyor. Bu sorunu çözmediğimiz takdirde Türkiye’yi bir ortak vatan yapma imkânımız maalesef olamayacak. Dolayısıyla herkesin birbirini kazanması gereken bir süreçteyiz, her tarafın bir şekilde milliyetçilikten alabildiğine uzak durup ortak bir dili, ortak bir kültürü, ortak bir kaderi sahiplenmesinin arayışında olmamız gerekiyor. Ancak an itibariyle durduğumuz yerde bu konuda çok umutlu olmak maalesef mümkün değil. 

Son olarak konuyla alâkasız ama biz gazetecileri yakından ilgilendiren iki haberden söz etmek istiyorum: Bir grup gazeteci arkadaş Gazete Pencere adında internet üzerinden yeni bir gazeteyi faaliyete geçirdiler. Başlarında Yavuz Oğhan var — benim de arkadaşım, yıllardır beraber de çalıştık. Kendilerine kolay gelsin diyorum, yolları açık olsun diyorum. Bir diğer önemli haber ise, Gazete Duvar Cansu Çamlıbel’in editörlüğünde İngilizce yayına da başladı. Bu gerçekten çok önemli bir boşluktu. Şu anda Türkiye’ye yönelik uluslararası ilginin alabildiğine arttığı bir dönemde, objektif haber ve özgün yorum konusunda çok ciddi bir boşluk var. Biz Medyascope olarak elimizden geldiğince İngilizce, Fransızca ve Almanca yayınlarla bunu doldurmaya çalışıyoruz. Ama bizim çabamız çok mütevazı kalıyor. Gazete Duvar’ın bu konuda attığı adım da gerçekten çok işlevsel olacaktır diyorum, umuyorum ve tahmin ediyorum. Oradaki arkadaşlara da başarılar diliyorum. 

Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.