AKP’nin çözülmesi: Nihayet kavga alenen başladı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Şehir Üniversitesi krizinden hareketle öncelikle Ahmet Davutoğlu, bu arada Ali Babacan, Mehmet Şimşek ve Abdullah Gül gibi AKP’den ayrı parti örgütlenmesine gidenlere savaş açtı. Davutoğlu’nun suçlamalara cevap vermede gecikmemesi kavganın sert geçeceğinin işareti…

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Dün Medyascope stüdyosunda yaptığım yayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Şehir Üniversitesi krizinden hareketle, öncelikle Ahmet Davutoğlu, ama bu arada Ali Babacan, Mehmet Şimşek ve hatta Abdullah Gül gibi isimleri anarak Halk Bankası’nı dolandırmakla bir şekilde suçladığını ve pazartesi günü bu konuyla ilgili bir yayın yapmak istediğimi söylemiştim. Ama dün akşam vakitlerinde sosyal medyaya Ahmet Davutoğlu’nun açıklaması düştü. Ahmet Davutoğlu yine Cumhurbaşkanı’nın adını söylemeden, “Sayın Cumhurbaşkanı” diyor, ama Recep Tayyip Erdoğan demese de uzunca bir açıklama yaptı ve özetle şunu söyledi: “Yaşayan başbakan ve cumhurbaşkanlarının mal varlıklarının nereden nereye geldiğini Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırsın”. Tabii burada kastedilen esas olarak kendisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir ölçüde de herhalde bir önceki cumhurbaşkanı Abdullah Gül olacak. Onun dışında şu anda yaşayan eski başbakanlar olarak Tansu Çiller, sağlık durumu pek iyi olmamakla birlikte Mesut Yılmaz ve eski cumhurbaşkanı olarak da Ahmet Necdet Sezer var benim ilk aklıma gelen. Ama burada esas olarak kastettiği tabii ki Erdoğan’la kendisinin mal varlıklarının karşılaştırılması. Buradan da, yolsuzluk iddiaları üzerinden birbirlerini suçlamaya başladıklarını görüyoruz. Bu aslında bir şekilde başlayacak olan bir kavgaydı. Bu kavgayı kimin alenen başlatacağı merak konusuydu. İki taraf da uzun bir süre… yani iki taraf derken tabii şunu vurgulamak lazım: Bir tarafta Erdoğan var, diğer tarafta birlikte hareket etmemekle birlikte ayrı ayrı parti kuruluşu yürüten Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan — ve tabii ki onların ekipleri var. Sonuç olarak ayrılanlar ve Erdoğan diyelim. İki taraf da birbirlerinin adını anarak doğrudan bir mücadeleye girmekten imtina etmişti düne kadar. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan isim vererek, Şehir Üniversitesi’ni vesile edip isim vererek, bu savaşı adını koyarak başlattı. Davutoğlu da çok geçmeden cevap vererek savaştan kaçmayacağını söyledi.

Şehir Üniversitesi meselesini kısaca bir hatırlatmakta yarar var. Bu üniversite Ahmet Davutoğlu, Mustafa Özel gibi İslamî kesimin bir dönem çok etkili olan birtakım entelektüellerinin Bilim ve Sanat Vakfı adı altında örgütlendiklerini ve burada daha çok sosyal bilim ağırlıklı seminerler düzenlediklerini biliyorduk. Bu vakıf daha sonra üniversite olayına girişti. AKP iktidarı ile beraber de çok geniş imkânlardan yararlanarak giderek büyüyen bir üniversite haline geldi. Ülker Grubu’nun bu üniversiteye uzun bir süre destek verdiğini de biliyoruz. Fakat daha sonra desteğini çektiğini de biliyoruz. Üniversite Türkiye ortalamasının üzerinde bir üniversiteydi ve özellikle İslamî camianın entelektüel faaliyet anlamında AKP iktidarında ortaya getirebildiği ender olaylardan birisiydi. Bu anlamda da bir değeri vardı. “Di” diyorum, çünkü üniversite şu anda çok ciddi bir krizde. Zira üniversiteye kredi veren Halk Bankası yakın zamanda üniversitenin banka hesaplarındaki paralarına el koydu, dondurttu. Dolayısıyla çalışanların parası ödenemez oldu. Çalışanların parası ödenemez olunca da eğitim çok ciddi bir şekilde aksamaya başladı. Protestolar, açıklamalar ve medyada –medya tabii ki iktidarın medyası değil, onun dışındaki medyada– Şehir Üniversitesi konuşulur oldu. CHP’liler bir şekilde olaya sahip çıktılar. Üniversiteyi ziyaret ettiler. Tabii burada ilginç olan hususlardan birisi, üniversitenin mütevelli heyeti başkanının Erdoğan’ın daha büyükşehir belediye başkanı iken danışmanlığını yapmış, sonra başbakanlığındaki ilk müsteşarı ve nihayet Milli Eğitim Bakanı olan Ömer Dinçer olması. Ama Ömer Dinçer de bir süredir Erdoğan’dan ayrı hareket ediyor. Dolayısıyla bu üniversite meselesi bu camiada, AKP çevresinde bayağı bir gündeme geliyor. Her ne kadar Erdoğan’ın denetlediği medya bunu göstermese de bayağı bir konuşulur oldu. Erdoğan’ın bu konuda bir şeyler söylemesi gerekiyordu. İstanbul’da Genişletilmiş İl Toplantısı’nda birinci olarak bu konuda ne olup bittiğini açıklaması gerekiyordu; çünkü kendi tabanında da Şehir Üniversitesi’nin akıbeti konusunda sorular sorulmaya başlanmıştı. Buna bir cevap verdi. Ama esas olarak da tabii ki ilk hedef Ahmet Davutoğlu. Bu üniversite etrafında, ayrılmakta olanlara yüklendi. Zira biliyoruz ki önümüzdeki hafta sonuna kadar Ahmet Davutoğlu partisini kuracak — artık bu netleşiyor. Bir sonraki hafta da herhalde, Aralık ayı bitmeden de Ali Babacan partisini ilan edecek. Erdoğan şu âna kadar genellikle isimlerini anmayarak, üstü kapalı birtakım göndermelerle yetinerek bu hareketlerin nereye varacağını belli ki izledi. Ve bir ihtimal bunların parti kurmasını engellemeye de çalıştı. Ama artık olay koptu. Her iki kişi de, Babacan da Davutoğlu da, açık bir şekilde kadrolarını oluşturdular. Binalar alınıyor, teşkilatlar kuruluyor, programlar yazılıyor. Ve partiler de ilan edilecek. Yıl sonuna kadar iki parti olacak. Ve Erdoğan dünkü çıkışıyla bu kişilere karşı kayıtsız olmayacağını, bu kişileri doğrudan hedef alacağını göstermiş oldu. Tabii bunu yaparken Şehir Üniversitesi’ni kullandı. Şehir Üniversitesi’ni kullanırken de dolandırıcılık, yolsuzluk gibi şeyler dile getirdi. Bu aslında Erdoğan için doğru bir strateji olmayabilir. Nitekim Davutoğlu hemen ardından bu konuda “Hadi bakalım, dökelim her şeyi ortaya” demeye başladı. Ve anlaşıldığı kadarıyla önümüzdeki dönemde taraflar, özellikle şu aşamada gördüğümüz kadarıyla Davutoğlu ve Erdoğan arasında, siyaset değil, ideoloji değil, politika değil, esas olarak duruş üzerinden, dürüstlük –ki Erdoğan öyle söyledi, “Bu arkadaşlar dürüst olduğunu söylüyor ama…” diye başladı–, dürüstlük, temizlik, erdem, ahlâk gibi konularda, sembolik konularda bir kapışma olacak. Tabii bu eşit bir kapışma olması söz konusu değil. Çünkü Erdoğan’ın çok güçlü bir medya imkânı var. Devletin çok geniş imkânları var. Karşı tarafta insanlar parti kurmakta, kurucu bulmakta, bina bulmakta, maddi kaynak bulmakta bayağı zorlanıyorlar. İmkânsız değil, bayağı da yol almış durumdalar. Ama Erdoğan’ın imkânlarıyla kıyaslanamayacak bir durumdalar. Sonuçta her iki tarafın –her iki taraf derken, tekrar söylüyorum, bir tarafta Davutoğlu ve Babacan ve dolayısıyla Gül var, öteki tarafta Erdoğan var–, her iki tarafın da birbiri hakkında çok sayıda bilgisi var. Çünkü 17 yılı aşkın bu sürecin önemli bir kısmında birlikte hareket ettiler, kol kola hareket ettiler. Ne yaptılarsa hepsi biliyor ya da doğrudan yapmasalar bile birbirlerinin yaptıklarından haberdarlar. Sonuçta tarafların birbirlerine karşı eski defterleri açması durumunda bunun kazananı herhalde olmayacaktır. Ama ilk günden görüldüğü kadarıyla çok centilmence geçeceğe de benzemiyor — özellikle Erdoğan tarafından.

Erdoğan niye böyle bir şey yapıyor? Çünkü artık çaresiz. Engelleyemiyor, katılımları engelleyemeyecek, bu partilerin kurulmasını engelleyemedi. Çünkü ne parti kuracak olanlara ne de partilere yönelecek olanlara sunabileceği çok fazla bir şey yok. Maddi imkânlar da eskisi kadar parlak değil. Çünkü ülke bir ekonomik krizden geçiyor. İmkanlar iyice daralmış durumda. Ve Erdoğan artık tek-adamlaştıkça zaten kimseyle iktidar paylaşmaya niyeti olmadığını da göstermiş oluyor. Böyle bir durumda bu savaş başladı. Peki karşı taraf ne yapacak? Karşı taraf daha alttan alır gibi yapacağa benziyor. Ama cevabını da esirgemeyecek anlaşılan. Tabii bu arada esas olarak kavga haline girerlerse, polemikle giderse iş, esas olarak ne için parti kurdukların anlatmakta zorlanabilirler. Bu noktada Babacan ekibinin Erdoğan’la kavgaya daha az gireceğini, girmek isteyeceğini tahmin ediyorum. Orada daha kolektif bir arayış var, kolektif bir liderlik arayışı var. Abdullah Gül’ün himayesinde yürüyen, Babacan’ın da genel başkan olacağı, ama çok sayıda farklı, güçlü isimlerin de olacağı bir parti bekliyor bizi — anladığım kadarıyla. Ama Davutoğlu’nun hareketi büyük ölçüde Davutoğlu’nun kişiliği üzerinden şekillendiği için, orada Erdoğan’la Davutoğlu arasında bir egolar savaşı olayına daha fazla tanık olabiliriz. Çünkü hep bu konuda yaptığım yayınlarda söylediğim gibi, Davutoğlu genellikle birinci tekil şahıs kullanıyor ama Babacan birinci çoğul şahıs kullanıyor.

Dışarıdaki kesimler için bu olayın anlamı ne? Şimdiden sosyal medyada “Yiyin birbirinizi” gibi hashtag’ler başladı. Üçüncü şahıslar, muhalefet cephesi içinde, herhalde özellikle bu kavga iyi bir kavga olarak görülüyor. Nereye varacağı bilinmemekle beraber iktidarın ve iktidardan kopacak olanların birbirlerini yıpratmalarının kendilerine yarayacağını düşünüyor olmalılar. Görünüşte bu doğru olabilir, ama tek başına bu yeterli de olmayacaktır. Çünkü böyle bir durumda önümüzdeki dönemde, özellikle partiler kurulacak, peş peşe bu olay yaşanacak, belli bir süre siyaset gündemini bu hareketler işgal etmiş olacaklar. Ve diğer muhalefet partilerine çok fazla siyasete etki etme vs. gibi noktalarda alan ve enerji kalmayacak. Ama yine de bu kaçınılmaz bir savaştı. Bu savaş başladı. Sert geçeceğe benziyor. Çok beklemediğimiz şekilde sert geçebilir; özellikle Erdoğan kanalından, Erdoğan tarafından beklemediğimiz ölçüde sertliklere pekâlâ tanık olabiliriz. Çünkü uzun bir süre bu hareketlerin buna cesaret edemeyeceği, ayrı parti kurmaya cesaret edemeyeceği düşüncesi baskındı. Ama dünden itibaren Erdoğan bu savaşın başlangıcını verdi. Artık her türlü kesim bu savaşın içerisinde yer alacaktır, bunu görüyoruz. Troller devreye girecektir, Erdoğan’ın medyası devreye girecektir. Şu âna kadar ilginç bir şekilde, yakın bir zamana kadar dikkat edilirse Erdoğan’ın medyasında Davutoğlu ve Babacan konusunda doğrudan çok fazla bir şey yoktu. Zira bunların yeni bir parti kurmakta olduğunu da duyurmak istemiyorlardı. Ama buna karşılık çok ilginç, Aydınlık çevresi, yani Vatan Partisi çevresi üstüne böyle bir vazife alıp hem Babacan’ın hem Davutoğlu’nun parti hareketlerinin birtakım emperyalist dış güçlerle alâkalı olduğu iddiasıyla onlara karşı bir karalama kampanyası yürütüyordu. Yani bir tür, iktidarın bu konuda daha başlatmadığı savaşın öncü savaşlarını kendi çapında vermeye çalıştı. Tabii etkileri çok fazla olmadığı için çok dikkat çekmemiş olabilir. Ama bundan sonraki süreçte belli ki topyekûn bir savaşı Erdoğan başlatacak. Karşı taraftakiler de hem bir taraftan Erdoğan’ın saldırılarına cevap vermeye çalışırken, teşkilatlarını kurmak, programlarını yazmak ve bunları anlatmak gibi zor bir işe soyunacaklar. 

Eşitsiz bir savaş, ama kolay kolay biteceğe benzemeyen bir savaş ve önümüzdeki döneme büyük ölçüde damga vuracak bir savaş başladı. Bu savaşın aslında başlaması ile beraber Adalet ve Kalkınma Partisi’nin zaten ne zamandır süren erimesinin artık daha gözle görülür bir halde, herkesin gözü önünde cereyan ettiğini göreceğiz. Ve bu savaş sürecinde tarafların birbirlerine saldırıları sonucunda bu partiye gönül vermiş, partinin içerisinde değişik dönemlerde çalışmış ya da oy vermiş kesimlerde tarafların hiçbirisine bağlanmama, hepsinden kopma, siyasetten uzaklaşma ya da başka hareketlere yönelme gibi eğilimler bile ortaya çıkabilir. Ama belirleyici olacak olan tabii ki bu savaşta Erdoğan’ın ne tür argümanları nasıl kullanacağı, devletin birtakım başka organlarını nasıl işin içerisine sokacağı, yargıyı işin içerisine sokup sokmayacağı gibi hususlar olacak. Son bir not olarak söyleyeyim: Medya burada, Erdoğan’ın medyası çok güçlü bir şekilde yüklenecek. Şimdiden işaretleri görülüyor. Ama öteki taraftakilerin ellerinde böyle büyük bir medya imkânı yok. Dolayısıyla onlar büyük ölçüde işlerini sosyal medya üzerinden görmeye çalışacaklar. Belki böylesi onları daha avantajlı kılıyordur. Çünkü alışageldiğimiz eski medyanın artık Türkiye’de hemen hemen hiçbir itibarı kalmadı. Hele hele iktidar yanlısı medyanın bir itibarından söz etmek mümkün değil.

Evet, daha çok konuşacağız bu konuyu. Yeni yeni iddialar ortaya atılacak ve iddiaları ortaya atanların da –Şehir Üniversitesi olayında olduğu gibi– Erdoğan karşı tarafı suçlarken aslında kendisinin de hukuk dışı birtakım şeylere göz yummuş olduğunu da bize göstermişti. Bunu da özellikle vurgulamak lâzım. Yani bir taraf diğer tarafı suçlarken aslında kendisi de birtakım itiraflarda bulunuyor olacak. Yani itiraf ve ifşanın birlikte olacak; çünkü bu süreçte hep birlikte rol aldıkları gerçeği önümüzde. Ve şimdi artık o büyük birliktelik yerini bambaşka bir şeye bırakıyor; büyük ayrılışa, büyük kopuşa bırakıyor. Ve bu büyük kopuşta, sonuçta şöyle söyleyelim: Adalet ve Kalkınma Partisi’nden, bir partiden üç parti çıkacağa benziyor. Ama bu üç partinin toplamı bir dönemin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin toplamı etmeyebilir. Tekrar söyleyeyim: Adalet ve Kalkınma Partisi’nden üç ayrı parti çıkacak. Birisi zaten AKP, diğer iki parti daha çıkacak. Ama bu üç partiyi topladığımız zaman AKP’nin güçlü olduğu dönemlerde ulaşmış olduğu itibar ve oyu yakalama imkânı olduğunu sanmıyorum. Çoğaldıkça küçülen bir hareket oldu Adalet ve Kalkınma Partisi hareketi. Dolayısıyla bu da bize yeni partilerin AKP’deki erimeyi alabildiğine hızlandıracağını gösteriyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.