Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Kılıçdaroğlu ve Mansur Yavaş izlenimleri

Ruşen Çakır, Ankara’da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun televizyon temsilcileriyle yaptığı kahvaltılı basın sohbetine katıldı, ardından Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile makamında sohbet etti ve izlenimlerini aktardı.

Yayına hazırlayan: Eren Topuz

Merhaba, iyi günler. Medyascope’un Ankara bürosundan ikinci kez bir yayın yapıyorum. Bugün, günübirlik olarak Ankara’dayım. Sabah, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun televizyonların Ankara temsilcilerine verdiği bir basın kahvaltısına İstanbullu olarak katıldım. Ardından da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı makamında ziyaret ettim ve kendisiyle bir müddet sohbet ettik. Kılıçdaroğlu’nun basın sohbetinden ve Mansur Yavaş’la yaptığımız özel sohbetten bazı izlenimlerimi paylaşmak istiyorum, çünkü bunların önemli olduğu kanısındayım. Öncelikle şunu söyleyeyim; açıkçası Kılıçdaroğlu’nun toplantısına o kadar kalabalık bir gazeteci topluluğunun katılmasını beklemiyordum. İçlerinde doğrudan siyasî iktidar yanlısı olduğu belli olan yayın organlarından da isimler vardı ve bayağı dinamik bir sohbet oldu. Kahvaltı bir otelde verildi ve bayağı soru-cevap oldu, çok dinamik bir şey oldu. Bence bu, Kılıçdaroğlu’na medyanın ilgisinin kendisi lehine değiştini gösteriyor, ben öyle algıladım. Soruların da büyük bir kısmı, Kılıçdaroğlu’na birçok toplantıda ya da televizyon yayınlarında ya da basın toplantılarında genellikle sert sorular çok gelir. İktidarı sorgulayamayan meslektaşlarımız Kılıçdaroğlu gibi bir muhalefet liderini sorgulamayı çok severler. Burada da tek tük oldu, ama büyük ölçüde daha çok özellikle dış politikayla ilgili sorular yöneltildi. Tabii ki ilk olarak Süleymanî sorusu yöneltildi. Ona verdiği cevap, Türkiye’nin Ortadoğu’daki ateşe girmemesi, bu suikastın çok ciddi sonuçları olabileceğini ve Türkiye’nin de dikkatli olması gerektiğini söyledi. Orada İran’la ilgili söylediği “Bin yıllık devlet geleneği olan bir ülke’’ sözünü özel olarak not ettim. Daha sonra Libya bağlamında, Mısır için de benzer bir şey söyledi. Kılıçdaroğlu’nun dış politikada İran’a atfettiği önem, Mısır –Mısır’la ilişkilerin yeniden başlatılması gerektiğini vurguladı, daha önce de söylüyordu–, İsrail’le de aynı şekilde ve Suriye’yle de ilişkilerin yeniden kurulması gerektiğini söylüyor — ki bunlar önemli çıkışlar. Özellikle İsrail ve Mısır, Doğu Akdeniz’de yaşanan krizde ve ucu Libya’ya uzanan krizde çok kritik öneme sahip ülkeler. Özellikle Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne karşı mücadele eden Hafter grubunu desteklemesiyle dengelerin çok ciddi bir şekilde değiştiğini söyledi — ki haklı. Dış politikada daha çok dikkatli davranmak, çatışmaya angaje olmamak gibi şeyler söyledi. Konulara bayağı hâkim olduğunu gözledim. Tabii ki Süleymanî konusu aslında çok zor bir konu. Şu anda konuyla ilgili gerçek uzmanlar bile, buradan sonra nelerin gelişeceğini tahmin etmenin mümkün olmadığını söylüyorlar. Kılıçdaroğlu orada çok ihtiyatlıydı; ama Libya konusunda çok net bir şekilde Türkiye’nin çatışmaya girmemesi ve orada, Doğu Akdeniz’de sorun yaşadığı ülkelerle sorunlarını giderme yoluna gitmesini özellikle vurguladı. 

Beni en çok ilgilendiren kısmı aslında iç politika ile ilgili kısımlardı ve tabii ki ben de soru sordum. Yeni partilere nasıl baktıklarını ve muhtemel bir seçimde Millet İttifakı içerisinde Ali Babacan’ın kuracağı ve Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu partilerin yer alıp alamayacağını, böyle bir potansiyel olup olmadığını sordum. Orada, “Seçim gündeme geldiği zaman bunlara bakılır” dedi; ama özellikle her iki partiyi de, liderlerini de yakından takip ettiğini ve onların söylediklerini yakından takip ettiğini ve onların söylediklerinin seçim döneminde Millet İttifakı’nın söyledikleriyle yüzde 99 aynı olduğunu vurguladı — bu bence çok önemli bir husus. “Parlamenter demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler, çoğulcu demokrasi gibi konularda aynı şeyleri söylüyoruz” dedi. Dolayısıyla anladığım kadarıyla, bu iki partiyi de kendisinin ileride müttefik adayı olarak görüyor. Tabii burada ilginç bir mesele var; Babacan ve Davutoğlu ayrı ayrı parti kuruyorlar. Davutoğlu aslında birlikte parti kurulmasını önermişti, ama Babacan yanaşmadı. Bunun bir nedeninin Abdullah Gül olduğu söyleniyor. Doğru ya da yanlış, ama birlikte hareket etmiyorlar. Lakin ileride bir seçim durumunda CHP üzerinden aynı ittifak içerisinde yer alabilecekleri teorik olarak bence söylenebilir. Daha sonra CHP’den bazı kişilerle yaptığım sohbetlerde bu ihtimalin ciddi bir şekilde olduğunu söylediler. Burada şunu çok önemsiyorum; daha önce Kemal Kılıçdaroğlu’yla ilgili yaptığım yayında Kılıçdaroğlu’nun bir stratejiyi adım adım hayata geçirdiğini ve Türkiye’deki sağın bir kesimini Erdoğan’dan ve hatta Bahçeli’den, yani Cumhur İttifakı’ndan koparmaya çalıştığını ve yerel seçimlerde bunu başarmış olduğunu söylemiştim. Anladığım kadarıyla bu strateji devam ediyor ve yeni kurulan ve kurulacak olan partileri CHP çok yakından ve sempatiyle takip ediyor. Muhtemelen ileride yeni birtakım ittifaklar ya da var olan ittifakın yeni şekillenmelerinde AK Parti’den kopan bu partileri de görebiliriz. Kanal İstanbul’la ilgili söyledikleri zaten bildiğimiz hususlar; ama Kılıçdaroğlu’nun hukuk devleti ve demokrasi konusunda söylediklerinin önemli olduğu kanısındayım. Özellikle Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş konusunda, bunları birer “demokrasi ayıbı” olarak tarif edip, daha önce Merkel’in ya da Trump’ın devreye girerek nasıl birtakım yargılanan kişileri tahliye ettirdiklerini söyledi. Burada şunu da özellikle vurguladı, “Trump yargıya değil Erdoğan’a teşekkür etti” dedi. Öte yandan, FETÖ davalarında da parası, siyasî gücü olanların kendilerini bir şekilde kurtarabildiklerini de vurguladı. “2019’da güzel şeyler oldu, 2020’de daha güzel şeyler olacak’ sözünü özellikle not almışım ve ardından şu sözleri: “AKP’nin ikiz doğurması –iki partiyi kastediyor–, aslında bu iktidar partisinin toplumun beklentilerini karşılayamamasındandır’’ dedi. Benim en son “AKP tabanındaki çözülmenin nedenleri”yayınında söylediğim hususlara benzer şeyler söylediğini düşünüyorum. AK Parti’nin tabanında da demokrasi, hukuk devleti beklentisinin güçlü olduğunu ve bunun artık AK Parti iktidarı tarafından gerçekleşemeyeceğini gören kesimlerin de kopmakta olduğunu bir şekilde söylemiş oldu. 

Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki dönemde, yani 2020’yle başlayan süreçte ortak anayasaya vurgu yapması ilginç, bu şu âna kadar pek duyduğum bir şey değildi. Yeni, toplumun tüm kesimlerinin katılacağı ortak anayasa. Anlaşılan, önümüzdeki dönemde muhalefetin temel önermelerinden birisi olacak bu. Benim açımdan Kılıçdaroğlu’nu toparlayacak olursak; Kılıçdaroğlu, referandumdan beri izlediği, kutuplaşmadan uzak, toplumun tüm kesimlerine hitap etmeye çalışan –ne derece başardı ayrı–, muhalefetin birleştirici figürü olma stratejisini sürdüreceğe benziyor. Bu anlamda, bugünkü basınla yaptığı sohbetin bunun bir uzantısı olduğunu düşünüyorum. 2020’den itibaren –ki Süleymanî’nin öldürülmesiyle çok hızlı başladı, çok sert şeyler olacağı belli– Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın muhtemel başarısızlıklarını pekâlâ muhalefetin –ki muhalefet derken kendi partisini kastettiğini sanmıyorum, bence en önemli husus bu– Kılıçdaroğlu şu anda ana muhalefet partisi lideri olmanın yanı sıra muhalefetin farklı unsurlarının –ki buna AK Parti’den kopanlar da, Saadet Partisi de, İYİ Parti de, AK Parti’nin içerisinde olup da rahatsız olanlar da ve HDP de dahil– hepsinin bir tür birleştirici figürü olma iddiasında. Bu iddiasını alenen dillendirdiğini görmedik ama ben böyle okuyorum. Artık onu bir CHP genel başkanı olmaktan ziyade, bütün muhalefetin –bir cepheyse muhalefet– birleştirici kişisi olarak okumak daha doğru olur diye düşünüyorum. Bu arada kendisinin bir şekilde cumhurbaşkanı adayı falan da olmadığını düşünürsek, ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Daha önce bunu sıradışı, alışılmadık bir misyon olarak tanımlamıştım, o misyonunda kararlı gördüm. 

Mansur Yavaş’a gelince: Mansur Bey sayesinde bir büyükşehir belediye başkanı makam odası da görmüş oldum. Melih Gökçek gerçekten çok şatafatlı ve hangi işlevi düşündüğü belli olmayan bir makam yapmış kendisine. Mansur Yavaş da bunda çok şikâyetçiydi, anlam verememiş bu kadar büyük yere ve hatta anladığım kadarıyla onu birtakım bölmelerle küçültmeye çalışıyor. Kendinden emin bir belediye başkanı olarak gördüm. Özellikle Sinan Aygün olayı canını sıkmış belli ki; ama bunun daha sonra –Sinan Aygün’ün de sayesinde– kendi lehine dönmüş olduğunun da farkında. Sohbetimiz sırasında sürekli olarak şeffaflık, hesap verilebilirlik vurgusu yaptı, toplumun tüm kesimlerine gitme vurgusu yaptı. “Sinir uçlarıyla oynamama” sözünü birkaç kere kullandığını gördüm; yani burada kastettiği, farklı siyasî partilerden insanları rahatsız edecek çıkışlar yapmamak. Zaten makam odasının bir yanında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bir diğer yanında da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafları var. Herhalde bu iki fotoğrafın yan yana olduğu ender yerlerden birisidir, başka yerde pek karşılaştığım bir durum değil. Hukukçu birisi kendisi, avukatlıktan geliyor ve birçok hususu böyle çok teknik olarak, analitik olarak anlatma ihtiyacı hissediyor. Ama şunu gördüm, kendisinden çok emin bir durumda; rahatlıkla halkın içerisine girdiğini, halka sorduğunu, halka hesap verdiğini söylüyor ve anladığım kadarıyla da belediye başkanlığını bayağı benimsemiş. Şu anlamda söylüyorum, Ekrem İmamoğlu’na ve Mansur Yavaş’a da atfedilen, “Bir sonraki dönemin cumhurbaşkanı adayı olabilirler mi?” sorusunda, benim gördüğüm kadarıyla Mansur Yavaş’ın şu aşamada en azından böyle bir niyeti yok. Ankara’da başarılı bir belediye başkanı olabilme ihtimalinin onu daha da heyecanlandırdığını gördüm. Hoş bir sohbetti, bizi iyi ağırladı, birçok konudan konuştuk. Özellikle 25 yıllık devraldığı bir miras –ki bu mirasın büyük ölçüde olumsuz bir miras olduğunu söylüyor, herhalde haklı– üzerinden bir şeyler yapmaya çalışıyor. Şu âna kadar gördüğüm kadarıyla –kendisine de onu söyledim– kendisine şüpheyle bakan kesimlerde de Mansur Yavaş’ın belediye başkanı olarak performansı konusunda genellikle olumlu şeyler söyleniyor. Seçim öncesinde CHP’nin adayının kim olacağı meselesi yine çok tartışılmıştı ve son anda, geç bir tarihte Mansur Yavaş belirlenmişti — anladığım kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağırlığını koymasıyla olmuştu, gerçekten isabetli bir seçim yapmışlar. Şundan dolayı, belki başka bir isim olsa o da kazanabilirdi, ama Mansur Yavaş şu anda CHP’den seçilmiş bir belediye başkanı olmakla birlikte –anladığım kadarıyla kendi ülkücü hareket geçmişinin de etkisiyle– partiler üstü bir belediye başkanı gibi görüyor. Yani CHP’yle bir sorunu olduğunu sanmıyorum, sohbetimizde hiç öyle bir şeye tanık da olmadım; ama ilginç bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun Türkiye genelinde yapmaya çalıştığını düşündüğümü Mansur Yavaş Ankara için yapmaya çalışıyor ve büyük ölçüde şu âna kadar gördüğümüz kadarıyla da başarılı olduğunu söyleyebilirim. 

Evet, Ankara’dan izlenimlerim, Kemal Kılıçdaroğlu ve Mansur Yavaş izlenimlerim böyle. Kasım Süleymanî olayının çok ciddi olduğunun farkındayım. Bu konuda muhtemelen yarın bir yayın yapacağım; biraz bildiğim bir konu, özellikle Kasım Süleymanî’nin başında olduğu Kudüs Ordusu ya da Kudüs Savaşçıları hakkında yıllardır yaptığım çalışmalarda karşıma çıkmış bir yapı. Onunla ilgili bir aksilik olmazsa yarın bir başka değerlendirme yapmaya niyetim var. Evet, Ankara’dan selamlar. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.