Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan, Başbuğ’un yol açtığı krizi çözebilecek mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “FETÖ’nün siyasi ayağı” üzerine bir tv kanalında söylediklerini gündeme taşıyarak ne hedeflemiş olursa olsun, tartışmalar onu zorlayacak boyutlara erişiyor.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un bir televizyonda röportajda söylediklerinin ardından Türkiye’de bir kriz çıktı. Bu kriz adım adım büyüyor. İlk başta bu kadar olacağını herhalde ne İlker Başbuğ tahmin ediyordu ne de ona tepki verenler; ama bu giderek büyüyor ve daha da büyüyeceğe benziyor. Olayı özetleyecek olursak: İlker Başbuğ, 2009 yılında Kayseri’de bir soruşturmanın askerî savcılık tarafından sürdürüldüğünü, Fethullahçılar tarafından buna müdahil olunduğunu ve apar topar bir yasayla sivil şahısların askerî mahkemelerde yargılanmasının engellendiğini ve hatta askerî şahısların da sivil mahkemelerde yargılanmasına karar verildiğini ve bunun da bir Fethullah Gülen operasyonu olduğunu ileri sürüyor. O yasa, yasal düzenlemeye eğer dikkatli bakılırsa oradan FETÖ’nün siyasî ayağının daha kolay çıkarılabileceğini söylüyor, böyle bir çıkış yaptı. Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantısında buna sert tepki verdi ve gereğinin yapılacağını söyledi. Ardından AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, partinin MYK toplantısının ardından suç duyurusunun yapılacağını söyledi ve suç duyurusu da yapıldı. Normal şartlarda bakıldığında İlker Başbuğ –ki kendi köşesinde eski genelkurmay başkanı olarak, etkisi sınırlı bir isim olarak–, televizyonda –ki çok izlenen bir televizyon kanalı olmadığını da biliyoruz– böyle bir şey söylemiş olur, Erdoğan da buna cevap verir ve konu kapanmış olurdu; ama tam tersi bir durum oldu, olay giderek büyüyor. Mesela bugün, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin –ki kendisi Ali Babacan’ın kuracağı partinin önde gelen isimlerinden birisi–, açıklama yaparak İlker Başbuğ’un suçlamalarını reddetti, bu yapılan düzenlemelerin Avrupa Birliği (AB) reformları kapsamında olduğunu ve tüm partilerin bundan haberdar olduğunu söyledi. Bugün, Medyascope’ta Ahmet Davutoğlu’nu konuk ettik, sorduk. Ahmet Davutoğlu, biraz daha temkinli konuştu, mealen şöyle bir şey söyledi; “Bu düzenlemeler Türkiye’nin demokratikleşmesi için yapılmıştır. Dolayısıyla doğrudur; ancak bunu birileri suiistimal etmiş olabilir ve bu anlamda da bu noktada da ciddiye alınması gerekir.” Bu da Türkiye’de bu işin kolay kolay kapanmayacağını bize gösteriyor. İlk bakışta, geçen hafta yaptığım yorumda Erdoğan’ın bu tepkiyi göstermesinin iki nedeni olabileceğini söylemiştim: 

  1. Gerçekten bundan rahatsız olup, İlker Başbuğ’un bu çıkışının doğurabileceği sonuçların önünü kesmek istiyordur.
  1. Bir zamanlar çok revaçta olan askerî vesayete karşı mücadele iddiasını bu sayede tekrar gündeme getirmek istiyor olabilir. 

Aradan geçen bir-iki gün içerisinde bakıldığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muradı her neyse buna pek ulaşabileceğe benzemiyor. Yani ne buradan hareketle askerî vesayete karşı yeniden mücadele bayrağı açıp kendisini tekrar Türkiye’de sivilleşmenin ve demokratikleşmenin bayrakları olarak gösterebilecek –artık böyle bir şey olmayacağı anlaşılıyor–, aynı suda yüzülmeyeceği gerçeği burada karşımıza çıkıyor; ne de, buradan doğabilecek kendisini rahatsız edebilecek sonuçları engelleme konusunda çok başarılı olabilecekmiş gibi gözüküyor. Şöyle açmaya çalışayım: İlker Başbuğ’un ettiği bu lâfa eğer Erdoğan kayıtsız kalmış olsaydı, bir yerlerde unutulup gidilecekti. Ama onun verdiği cevapla beraber işin rengi değişmeye başladı ve işin rengi, Türkiye’de Fethullahçılıkla gerçekten hesaplaşmanın gündeme gelmesi şeklinde kendini gösteriyor. Yani ne oluyor? Erdoğan’ın yaptığı bir tercihi vardı, Fethullahçılıkla mücadele –kendi tabiriyle FETÖ’yle mücadeleyi–, 15 Temmuz, bilemediniz, 17-25 Aralık’la sınırlamaktı, yani çıtayı oraya çekmekti. Onun öncesinde Fethullahçılarla yapılan her türlü müzakereyi, pazarlığı vs. bir şekilde kapsam dışı bırakma eğilimindeydi. Burada İlker Başbuğ’un bu çıkışına verdiği cevapla beraber olayı tekrar Türkiye’nin gündemine taşımış oldu. Bu taşınan olay da şudur: Zamanında şu ya da bu gerekçeyle, askeri tasfiye etmek, askerin etkisini kırmak, AKP’ye yönelik kapatma davasının önüne geçmek, şu bu… gerekçe her ne olursa olsun, Fethullahçılarla işbirliği yapmak doğru mu yanlış mı meselesi. Şimdi şöyle bir kritik noktayla karşı karşıyayız: Bir FETÖ söylemi var, bu 17-25 Aralık’tan sonra “Haşaşiler” diye başladı ve FETÖ’ye evrildi, 15 Temmuz’la beraber iyice meşru bir zemine geldi. Burada bir kötülük tarifi var –ki Fethullahçılığın kötülük üzerine inşa edilmiş bir yapı olduğu muhakkak–; ama bu kötülüğün başlangıcı bunun, AKP’ye doğrudan zarar vermeye başladığı, Erdoğan’ı doğrudan hedef aldığı andan itibaren değil — bu noktaya gelmiş durumdayız. Erdoğan böylece kendisinin, partisinin geçmişte Fethullahçılarla yapmış olduğu pazarlıkların, işbirliklerinin vs. gündeme gelmesini artık engelleyebilecek durumda değil. 

Bir başka yayında –FETÖ’nün siyasî ayağı üzerine yaptığım bir yayında– şu hususu özellikle söylemiştim: Erdoğan, Fethullahçılarla işbirliği yaptığı zamanlarda dahi bu yapıyla kendi arasında bir mesafe koymaya özen göstermişti ve bu yüzden de çok ciddi bir şekilde Fethullahçılar tarafından eleştirilmişti. Bu söylediklerimin bugün AK Parti taraftarları ve kendi tabirleriyle “Reisçiler” tarafından öne çıkarıldığını görüyorum. Bu doğruydu; ama onun mesafe koyuyor olması, iktidarının onlarla işbirliği yapmadığı anlamına gelmiyordu, ilginç bir durumdu. Kendisi doğrudan bu tür bağlılıklara çok fazla girmedi, açık açık ifade etmedi, son dönemlerde biraz eder gibi oldu; ama uzun bir süre etmedi. Ama buna rağmen Fethullahçılarla askere karşı –özellikle kendi tabiriyle askerî vesayete karşı– mücadelede çok ciddi bir işbirliği yaptı ve onların önünü alabildiğine açtı –gerek Türkiye’de gerek dünyada–, çok paradoksal bir durum vardı orada. Hiç güvenmediği bir yapıydı; ama güvenmediği bir yapıyla mecburen bir ittifaka girmişti. İşte şimdi Başbuğ’un bu çıkışıyla beraber o mecburi ittifakın ayrıntıları masaya yatırılmak isteniyor, gündeme getirilmek isteniyor. Bu ayrıntılar üzerine konuşuldukça birçok şeyin ortaya çıkması bekleniyor. Tabii bir de bu olayın bir başka boyutu var: Fethullahçılık denen yapı, bir istihbarat servisi mantığıyla çalıştığı için onların kendi arşivleri var.  Bu arşivlerin içerisinde –17-25 Aralık’ta gördüğümüz gibi– herhalde geçmiş dönemde AK Parti iktidarıyla ve onun değişik temsilcileriyle kurmuş oldukları ilişkilerin de birtakım dökümleri herhalde vardır. Arada sırada Fethullah Gülen konuştuğu zamanlarda –17-25 Aralık sürecinde olmuştu bu– bunun ipuçlarını vermişti. Yarın öbür gün onlar da işin ciddiyete bindiğini görüp ve buradan çok ciddi bir kriz çıkma potansiyelini görüp olayı iyice karmaşık bir hale getirebilirler. 

Bence Erdoğan zor bir durumla karşı karşıya, o da şu: “O dönemde yapılanlar yapıldı, o dönemde FETÖ, FETÖ değildi” diyerek işin içerisinden çıkılabilecek bir noktada değiller. O dönemde –özellikle Ergenekon ve Balyoz sürecinde– kurulmuş olan ilişkilerin, verilmiş olan tavizlerin –ki Erdoğan “Ne istediler de vermedik ki?” demişti–, işte “Ne istediler, neler verildi?” meselesinin Türkiye’nin gündemine yavaş yavaş gelmekte olduğunu görüyoruz. Bu neden oluyor? Erdoğan’ın gücünü kaybetmesiyle birlikte yaşanan bir olay, Erdoğan’ın kriziyle beraber yaşanan bir olay ve AKP’den kopuşların olmasıyla beraber yaşanan bir olay. Burada şöyle ilginç bir durumla karşı karşıyayız: Erdoğan kendi sorunlarını aşmada, krizlerini ötelemede ya da örtmede Fethullahçılıkla –kendi tabiriyle FETÖ’yle– mücadeleyi öne çıkararak bunları geri plana itmek istedi ve bunda bir ölçüde başarılı oldu, özellikle darbe girişiminin ardından bir ölçüde başarılı oldu. Ama darbe girişiminin ardından bayağı bir zaman geçip, Türkiye’de –özellikle de yerel seçimlerden sonra– belli bir normalleşmenin yaşanacağı beklentisiyle beraber artık filmin eski bölümlerinin de tekrar izlenmeye başlandığını ya da izlenmek istendiğini görüyoruz. Burada, iktidar ve o dönemde iktidarda yer alanlar ne yapabilir? “Bunlar geçmişte kaldı, bunların hiçbir anlamı yok, bu defterleri açmanın hiçbir anlamı yok” diyerek bu olaydan sıyrılabilecekler mi? Açıkçası çok emin değilim. Çok ilginç bir durum yaşanıyor; biliyorsunuz, mesela Hüseyin Gülerce kalkıyor, İlker Başbuğ’u FETÖ’ye karşı yeterince mücadele etmediği için eleştiriyor. O tarihte kendisi Türkiye’de Fethullahçıların önde gelen sözcülerinden birisiydi ve İlker Başbuğ ile diğer askerleri yalan söylemekle, abartmakla suçlayanlardan birisiydi. Şimdi böyle insanlarla, böyle kişilerle İlker Başbuğ’un ortaya çıkardığı krizi Erdoğan’ın ve siyasî iktidarın çözmesi mümkün değil. 

Nasıl bir çözüm olabilir? Belki, bu hakikatleri araştırma komisyonu örnekleri var dünyanın değişik zamanlarında, buna benzer bir şey belki söz konusu olabilir — ama olabileceğini hiç sanmıyorum. O tarihlerde yaşananların hep birlikte gözden geçirilmesi, değerlendirilmesi ve bir anlamda da tarafların helâlleşmesi gibi bir durum olabilir. Şu yaşandı: Ergenekon’dan Balyoz’dan yargılananlar aklandı, onun yerine onları yargılayanlar yargılandı ve mahkûm edildiler, hatta geçmiş dönemde Ergenekon sürecinde cezaevine atılanların bazıları bugün şu ya da bu şekilde iktidarın parçası haline getirildi; ama henüz bu defterler kapanabilmiş değil. İlker Başbuğ’un yaptığı bu açıklama ve bu açıklamanın ardından yaşananlar ve yaşanabilecekler, bize o dönemin kolay kolay kapanamayacağını ve o dönemde yaşananların sadece ve sadece, “Biz ülkeyi demokratikleştiriyortduk ve bütün bunlar da bunun gereğidir” diyerek açıklanamayacağını gösteriyor. Eğer o dönemde yaşananlar sadece ve sadece siyasî iktidarın iktidarı oluşturan partilerin –tek partiydi–, onun kendi iradesiyle AB kapsamında attığı adımlar olmuş olsaydı, bu çok ciddi bir sorun olmazdı. Ama orada yapılan birtakım düzenlemelerden en fazla istifade eden yapının Fethullahçılar olduğunu biliyoruz. Fethullahçılar, o düzenlemelerin bir kısmı sayesinde tam anlamıyla ülkede “Ali kıran baş kesen” oldular, istediklerini içeri atıp istediklerini dokunulmaz kıldılar, olur olmaz şeylerle insanların hayatlarını kaydırdılar, özgürlüklerini ellerinden aldılar. Bütün bunlar yapılırken de siyasî irade onlara ses çıkarmadı; hatta büyük ölçüde destek oldu, önlerini açtı. Şimdi bunun hesaplaşmasının yavaş yavaş başlamış olduğunu görüyoruz. Bu hesaplaşmadan iktidarın sıyrılması kolay kolay mümkün olacağa benzemiyor. Bu noktada Erdoğan’ın burada son dönemde çok sık yaptığı hatalardan birisini tekrarladığını ve İlker Başbuğ’un normal şartlarda kamuoyunun gözünden kaçma ihtimali çok yüksek olan çıkışını büyüterek –hangi amaçla olursa olsun–, aslında şişeden bir cini çıkarmış olduğunu görüyoruz. O cini tekrar şişeye sokma ihtimali olduğu kanısında değilim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.