Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

ABD’de yaşayan sağlık hizmetleri yöneticisi Dr. Işıl Arıcan: “‘Normal’ nedir, yeniden tanımlayacağız. ‘Normal’e dönmek yavaş olacak ve eski yaşantımıza ancak aşı bulunursa dönebileceğiz”

Uzun yıllardır dijital sağlık, klinik verilerin sağlık hizmet kalitesini artırmadaki rolü, tele-sağlık, bilgi işlem destekli hasta-hekim iletişimi, hasta portalları, mobil teknolojilerin dijital sağlık hizmetlerindeki rolü konuları üzerine çalışan, Stanford Çocuk Sağlık Sistemi’nde Klinik Uygulamalar Bilgi İşlem Direktörlüğü görevini yürüten Dr. Işıl Arıcan ile koronavirüs salgını sırasında sağlık kurumlarında yapılan çalışmalar, alınan önlemler ve yaşanan değişiklikler üzerine konuştuk. 

Bize biraz çalıştığınız yer hakkında bilgi verebilir misiniz?

Stanford Çocuk Sağlığı Sistemi, Stanford Üniversitesi’ne bağlı ve çocuk sağlığı, kadın doğum ve infertilite tedavisi üzerine yoğunlaşmış, üniversite kampüsünde bulunan son teknoloji ile donanmış 360 yataklı bir çocuk hastanesi ve San Francisco körfez bölgesine yayılmış 60’tan fazla ayakta tedavi merkezinden oluşuyor. Çocuk ve anne adaylarına, birinci basamak sağlık hizmetlerinde üçüncü ve hatta kompleks hastalıklar ve klinik araştırmalara denk giden dördüncü basamak sağlık hizmetlerini sunuyoruz. Dünyaca ünlü bir araştırma merkezi olan Stanford Üniversitesi ile olan bağlantımız ve Silikon Vadisi gibi tıp ve teknolojinin göbeğinde yer almamız sayesinde hastalarımıza en son tıbbi ve teknik gelişmeleri kullanarak 150’den fazla uzmanlık alanında hizmet sunuyoruz. Bu alanlardan bazıları nadir görülen sendromlara yoğunlaşan spesifik uzmanlık klinikleri. Ayrıca çocuk kanserleri tedavisinde dünyada önde gelen kurumlardan biri, çocuk organ nakillerinde de başarı oranı en yüksek sağlık kurumuyuz.

Bütün bunlar için gereken sistem altyapısı ve teknoloji ise çok önemli. Oldukça kalabalık bir bilgi işlem departmanımız var, bünyemizde teknik altyapı uzmanlarından veri bilimcilere, inovatif programcılardan klinik kökenli bilgi işlem uzmanlarına dek pekçok kişi çalışıyor. Bu şekilde çalışan multi-disipliner bir ekiple bu kapsamlı sistemleri ve teknik altyapıyı desteklemeye, bir yandan da veri ve teknoloji kullanarak sağlık hizmetlerini daha da geliştirmeye, hastalarımızın sağlık sonuçlarını iyileştirmeye çalışıyoruz. 

Son bir ayınız nasıl geçti?

Son bir ayım oldukça stresli ve bir o kadar da ilginç geçti. 20 seneden uzun bir zamandır çalışma hayatı içindeyim. Hem hekim hem sağlık sektöründe yönetici olarak farklı pozisyonlarda bulundum. Diyebilirim ki hiç bir an, son bir ay kadar yoğun ve stresli bir çalışma süreci yaşamadım. Mart başından beri geçen haftaya kadar hiç ara vermeden kalabalık bir ekip olarak çalıştık. Günlük çalışma saatlerinin 14 saati bulduğu günler çok oldu. Ama bugün bu çalışmalarımızın meyvesini görüyoruz. Son bir ayda, normal zamanda belki de bir yılda yapacağımız kadar iş çıkardık. Karşılığını da şu an bir saat gibi tıkır tıkır işleyen ve bir ay öncesine dek mevcut bile olmayan pek çok süreçlere bakarak alıyoruz. Bir yönetici olarak kendi ekibimin ve diğer çalışma arkadaşlarımın bu kadar kısa sürede yaptıkları şeylerden büyük gurur duyuyorum.

Ne gibi şeyler yapıldı, biraz anlatabilir misiniz?

Elbette! Sağlık hizmetleri denince genelde hep aklımıza ön saflarda çalışan doktor ve sağlık personeli geliyor. Bunlar çok önemli görevler ancak bu süreci destekleyecek, ön saflarda çalışan kişileri de koruyacak ve onların işlerini kolaylaştıracak ya da riskli hastaları daha hızlı tanıyıp tedavi edecek sistemler kurmak da çok önemli. Bu sistemlerin eksikliğinde yaşanan karmaşanın, sağlık personeli ne kadar iyi ve özverili olursa olsun, bireylerin sağlığına olan etkisi malum.

Bu salgın başladıktan sonra bizim ilk yaptığımız şey, sağlık sistemi yönetimi olarak bir kriz masası kurmak oldu. Bu kriz masasında klinik, operasyonel ve teknik liderler birlikte çalıştılar. Salgın ile ilgili her gelişmeyi, hastalardan ve kliniklerden gelen her ihtiyacı bu şekilde anında değerlendirip aksiyon alma şansımız oldu.

İlk yaptığımız şeylerden biri Kovid-19 şüphesi olan hastaları değerlendirmek için sanal bir klinik kurmak oldu. Amacımız semptomu olan bireylerin gerekli tıbbi tanıyı almasını kolaylaştırmak ama bir yandan da hastalık şüphesi olanların diğer hastalara virüs bulaştırmasını önlemek. Bu amaçla tele-sağlık uygulamalarını kullanarak bir sanal klinik açtık. Şikayeti olan hasta, normal klinikleri aradığında bu sanal kliniğe yönlendiriliyor. Hasta hiç evden çıkmadan doktor ile videolu görüşme ile konuşuyor, şikayetlerini anlatıyor. Doktor da bu görülme akabinde hastaya test uygulanıp uygulanmayacağına karar veriyor, gerekirse test istiyor. Bu şekilde hem doktorlarımızın hem de diğer hastalarımızın enfekte olma riskini azalttık.

Bu klinik tarafından istenen testler için gerekli boğaz sürüntüsü alma sürecini de benzer şekilde mevcut klinik alanlarından ayırdık. Üç adet park yerine mobil test merkezi kurduk. Test istenen hastalar oturdukları yere göre bu mobil test merkezlerine yönlendiriliyor. Hastalar randevu ile park yerine geliyorlar, hasta araba içindeyken boğazlarından sürüntü alınıyor, hasta arabadan inmeden evine geri dönüyor. Test sonuçlandığında cep telefonlarındaki mobil uygulama ile test sonucu ve doktorlarının önerdiği  talimatı görüyorlar, isterlerse doktorları ile videolu görüşebiliyorlar.

Kovid-19 hastası olmayan tüm hastalarımıza mobil uygulamamız aracılığı ile eğitici videolar ve dökümanlar gönderiyoruz ve onları son gelişmelerden haberdar ediyoruz. 

Ayakta tedavi hizmetlerimizin, daha doğrusu doktor muayenelerinin neredeyse yarısını iki hafta gibi kısa bir sürede sanal hale getirmeyi başardık. Bu salgından önce günde yaklaşık 20-25 muayeneyi video üzerinden sanal olarak yapıyorduk. Şu an bu sayı günde 700’ün üzerinde, haftaya 800’ü geçeceğini bekliyoruz. Bu kulağa basit geliyor ama bunu başarmanın altında inanılmaz bir teknik hazırlık ve altyapı var. Kliniklerdeki cihazların tele-sağlık uygulamalarına müsait olması gerekliliğinden tutun da, sanal muayene sağladığımız sunucu ve sistem altyapısı, kullanıcı klinisyenlerin eğitimi, hastalara verilen teknik desteğe kadar bunlar büyük işler. 

Hastane içinde de hem koruyucu malzemelerin daha az harcanmasını hem kendi klinisyenlerimizin enfekte olmasını engelleyecek bazı önlemler aldık. Örneğin hasta odalarındaki refakatçi sayısını tek kişiye indirdik ama ailenin diğer bireyleri ile hastanın video-konferans yapmasını sağlayacak altyapı kurduk. Yoğun bakım hastalarının başuçlarındaki bilgisayarların tamamını tele-sağlık ile uyumlu hale getirdik ve mümkün oldukça gereken konsültasyonları video üzerinden yapmaya başladık. Benzer şekilde bir eğitim hastanesi olduğumuz için tıp öğrencileri ve asistanların eğitimi için yapılan vizitlerin tamamını sanal hale getirdik, böylelikle mümkün olan her ortamda fiziksel izolasyon yaratmaya başladık. 

Biyomühendislik ekibimiz muhtelif 3D baskı teknikleri ile hem solunum cihazlarının daha fazla hasta için kullanılmasını sağlayacak değişiklikler yapıyor hem de şu an stok sorunu olan yüz siperliği vb. kişisel koruyucu malzeme (PPE) üretiyor.

Kendi personelimiz için de bazı değişiklikler yaptık. Türkiye’deki “#EvdeKal” benzeri bir düzenleme burada da yapıldı. Bu nedenle direkt hasta ile iletişimi olmayan ve işini evden yapabilecek herkesi eve gönderdik ve tümüne gerekli teknik ekipmanı sağladık.

Veribilimi adına da bazı çalışmalar yapıyoruz. Bölgedeki diğer sağlık kurumları ile ortak oluşturduğumuz veri portalında her bir kurumun hasta sayısını ve mevcut solunum cihazı oranını görebiliyoruz. Bu da bize gerektiğinde farklı kurumlar olarak birbirimize destek olabilme, hangi kurumda ne kadar kapasite kaldı, yeni hastalara kim bakabilir gibi soruları yanıtlayıp hasta trafiğini buna göre yönetmemizi sağlıyor.

Bu süreçte en çok ne şaşırttı sizi? 

Daha önce gözlemlediğim, deneyimlediğim krizlerden farklı olarak ilk defa bu kadar büyük ölçekli ve tüm dünyayı saran, hepimizi ve sevdiklerimizi etkileyebilecek bir krizle karşılaşıyoruz. Beni bu süreçte şaşırtan şeylerin en başında insanların birbirine olan desteği ve yardımı oldu. İşte yaptığımız koronavirüs ile alakalı projelerde de bunu gözlemledik. “Evde Kal” talimatları gereği mümkün olan muayeneleri sanal olarak video üzerinden yapmaya başladığımızdan demin bahsetmiştim. Bu inanılmaz sayı artışı beraberinde çok ciddi bir destek hattı ihtiyacını getirdi. Öyle ki hiç planda olmadığı halde günde 25 değil 750 muayeneye teknik destek vermek durumunda bulduk kendimizi. Bu destek de kompleks bir iş, hem hastaların arayabileceği “Nasıl video-vizite bağlanırım” sorularına cevap verecek bir yardım hattı hem belki de daha önce hiç sanal muayene yapmamış, bilgisayarlarla da arası iyi olmayan doktorlara destek olacak bir hat ihtiyacı doğdu. Üç gün içinde de bu ekibi kurmaya imkan yoktu. Biz de tüm bilgi işlem departmanından gönüllü topladık. Mevcut bilgi işlem projeleri acil durum nedeni ile askıya alınmış, o an acil işi olmayan herkes geldi. Klinik bilgi işlem uzmanından veribilimcilere dek son derece karmaşık ve kalifiye bir ekip telefon başına geçerek hasta ve hekimlere acil destek verdiler. Bu inanılmaz bir işbirliği ortamı yarattı. Herkeste aynı düşmana karşı el ele savaşma hissiyatı var.

Beni olumlu yönde şaşırtan bir diğer konu da insanların bu duruma ne kadar kolay adapte olduklarını görmek oldu. Zaten bunu günlük hayatta hepimiz görüyoruz, yeni normale, her tür fiziksel kontaktan uzak yaşamaya çalışmaya, marketten aldığımız her şeyi çamaşır suyuyla silmeye sanki yıllardır yapıyormuş gibi alıştık. İşte de bunun benzerini gözlüyorum. İnsanlar bu yeni normale, daha önce zor ikna oldukları pek çok yeniliğe bu dönemde kucak açtı. Örneğin “telecommuting” dediğimiz evden çalışma bazı yöneticilerin soğuk baktığı, “Uzaktan iş yapılırsa o işten hayır gelmez” diye düşündüğü bir konuydu. İki hafta içinde 2 bin kişiyi evden çalışmaya gönderdik, hatta bu kişiler son bir ay içinde son bir yıldan daha çok iş çıkardılar, daha verimli oldular. Benzer şekilde sanal-muayene ve dijital sağlık uygulamalarına olan eski jenerasyon hekimlerin direnci kırıldı. Daha önce defalarca ikna etmeye çalıştığımız birimler şimdi en ön sırada sanal vizitlere geçmeyi bekliyor.

Knut Wittkowski’nin öne attığı bir tartışma çok kişiyi düşündürüyor. “Güçlü olan kazansın” mantığını nasıl değerlendiriyorsunuz? “Bu virüse karşı belki de fazla tepkili davrandık, ne de olsa her sene 500 bin insan gripten ölüyordu” deniliyor. Hayata devam mı edilmeliydi? 

Aslında Knut Wittkowski’nin başlattığı bir tartışma pek yok. Özellikle belirli lobilerin bu tip marjinal seslerin ardına yanaşıp sanki ortada makul ve dengeli bir tartışma ortamı varmış gibi davrandığını çok görüyoruz. Aynısını tütün lobisinde de gördük, iklim değişikliğinde de görüyoruz ve şimdi de bu. Wittkowski’nin görüşleri oldukça marjinal ve bilim dünyasında çok da fazla destekçisi yok. En büyük destekçisi Amerika Ekonomik Araştırma Enstitüsü ki bu da karantina uygulamalarının gerçekten de ekonomiye negatif etkisini düşünecek olursak çok da şaşılacak bir durum değil. Enstitü kendi pozisyonunu destekleyecek bir bilim insanı bulmuş ve onu ortaya sürmüş durumda. Ancak epidemiyologların çok büyük bir kısmı aynı görüşte değil. Hatta Wittkowski’nin doktorasını aldığı Rockefeller Üniversitesi kendi web sitesinde Wittkowski’nin görüşlerinin üniversiteyi temsil etmediğini açıkladı. Üstelik aynı açıklamada Wittkowski’nin aslında profesör titri de almadığını, sadece bir ara istatistikçi olarak bünyelerinde çalıştığını belirtme mecburiyeti hissetmişler.

Kişinin kim olduğu ve destekçilerinden bağımsız olarak, bu görüşte bence şöyle temel bir problem var. Evet, gripten her yıl 500 bin insan ölüyor, doğru. Ama Kovid-19 birincisi gribin yerini almayacak, yani gripten 500 bin insan ölmeye devam ederken Kovid-19’dan da insanlar ölecek, yani ölen insan sayısı daha da artacak. İkincisi de bir yıla yayılmış ölüm sayısı ile akut pandemi sırasında olan hasta sayısını karşılaştırma hatası var. Bugün, 16 Nisan tarihinde Kovid-19’dan kayıtlara geçen ölen sayısı 147 bin ki bu rakamın daha da artacağını biliyoruz. Sonuçta akut salgın istatistikleri ile endemik ve zamana yayılan rakamları karşılaştırmak hatalı. Şu an uygulanan karantina yöntemleri ile vakaların hepsinin aynı anda olmamasına çalışıyoruz. En korktuğumuz şey, bir anda ortaya çıkan yüksek sayıda hastanın sağlık sistemlerini felç etmesi, yoğun bakım yatağı, solunum cihazı veya hekimler için olan koruyucu malzeme eksikliği nedeniyle tedavi ile iyileşebilecek kişilerin de ölmesi. 500 bin grip rakamı verilirken bu detaylar ihmal ediliyor, grip hastalarının tamamı aynı iki hafta içinde hastanelik olmuyor. Hiçbir grip salgınında hastaneler toplu mezarlıklar yaratmadılar, geçen hafta New York’ta gözlediğimiz gibi hastane binası yanına mobil soğutuculu konteyner morgu yanaşmadı.

Üstelik ekonomi için işyerlerinin durması dışında daha kötü bir şey de var, o da müşterilerin ölmesi. İnsanları yaşatabilirsek elbet bir ara ekonomi de düzelecek.

“Herd immunity” (sürü bağışıklığı) olmadan çok oyalanılacak gibi. Anladığım herkese bulaşacak bu virüs ama yavaş yavaş bulaşsın ki hastanelerdeki yığılma kontrol altına alınsın. Doğru mu?

Kısmen doğru. Aslında en büyük umudumuz aşı geliştirilmesi. Ama uzmanlar bunun için 18 aydan uzun bir zaman olduğu konusunda hemfikir, yani öyle odaya kapanıp 20 küsur günde olmuyor. Aşı geliştirilse bile denenmesi, hem etkinliğinin teyidi hem de yan etkilerinin olup olmadığının gözlenmesi için süre gerekli. Bir diğer umudumuz ilaç geliştirilmesi. Hastalansak bile ARDS ve benzeri solunum yetmezliğine gitmeyi önleyen bir ilacın varlığı herkesin günlük yaşantısını rahatlatacaktır.

Ancak dediğin gibi bir olası sonuç da zaman içinde çoğumuzun bu hastalığa yakalanması. Bu gayet olası ama unutmamak lazım ki tedavi, yoğun bakım ve solunum cihazı mevcudiyetinde bile bazı yaş gruplarında ölüm oranları yüksek bir hastalık bu. O nedenle şu an mümkün olduğunca yakalanmamaya çalışmakta fayda var, bu sürü bağışıklığına ilaçlar geliştirildiğinde varmak daha güvenli bir durum.

Ayrıca şunu da belirtmek lazım. Henüz bu hastalığı geçirdikten sonra geçirenin ne kadar bağışık kalacağından emin değiliz. Bunu zamanla öğreneceğiz. Kışın aramızda dolanan ve basit soğuk algınlığı nedeni olan diğer basit koronavirüslerin bağışıklık süreleri virüs türüne göre farklılık gösteriyor. Bazısı birkaç yıldan kısa bağışıklık sağlıyor, ondan art arda soğuk algınlığı geçirebiliyoruz. Kovid-19 da böyle ise zaten öne sürülen “Sürü bağışıklığı geliştirelim o zaman sorun yok” iddiası epey desteksiz hale geliyor. Bu virüsle uzun vadede nasıl bir arada yaşayacağımız ve kimin galip geleceğini zaman gösterecek. Ama ben ilaç tedavisi geliştirileceğinden epey umutluyum.

Kovid İzleme Projesi’ne göre, geçen hafta, her gün yaklaşık 145 bin kişi test edilmiş. ABD’de her gün onaylanmış yaklaşık 30 bin yeni vaka olduğu söyleniyor… “Hastalanan herkes test edilecek ve her vakayı laboratuvar teşhisi ile sayabileceğiz” deniliyordu. Bu mümkün olabilecek mi?

Evet, yakın zamanda serolojik testler piyasa çıkacak. Bu hastalık için yapılan iki tür test mevcut. Biri boğazdan alınan sürüntü ile yapılan PCR testi. Bu testte boğazdaki virüslerin genetik materyalini tespit etmeye çalışıyoruz ve bize hastanın boğazında aktif virüs varlığını gösteriyor. Serolojik testler ise kanda bakılan antikor testleri ve kişinin bu virüsle karşılaşıp karşılamadığını, hatta tespit edilen antikor türüne göre aktif enfekte ya da hastalık geçirmiş olup olmadığını söyleyen testler. Bildiğim kadarıyla serolojik testlerdeki en büyük zorluk ölçülen koronavirüs antikorunun Kovid-19 için olduğunu teyit etmek. Demin de bahsettim, basit soğuk algınlıklarının bir kısmı da aynı aileden farklı koronavirüsler, o nedenle bu testlerde saptanan antikorun Kovid-19 için olduğundan emin olmamız lazım. Bu hafta birkaç ticari testler piyasaya çıktı ancak güvenilirlikleri biraz tartışmalı. Stanford Üniversitesi’nde bir antikor testi geliştirildi, şu anda sınırlı sayıda uygulanıyor ve güvenilirliği test ediliyor. Yakın bir zamanda bu tip testlerin daha yaygın kullanılacağını düşünüyorum.

Hastaneler ilk salgın geçtikten sonra geniş bir test-tarama kabiliyetine sahip olacaklar mı?

Evet, muhtemelen öyle. Bu ilk raunt, hazırlıklarımızı yaptıktan sonra ikinci raunt daha kolay olacak diye umuyoruz.

Klinikte hastalar nasıl test edilmeli?

Test konusunu semptomatik ve asemptomatik hasta diye ayırmakta fayda var. Bu ne demek? Semptomatik hasta dediğimiz hasta grubu Kovid-19 ile uyumlu şikayetlerle muayeneye gelen ya da hastaneye başvuran hastalar. Bu hastaların hem kendisi daha çok risk altında hem de etraflarını enfekte etme riskleri daha yüksek. Bu hastaları test ederken enfeksiyon yayma riskine uygun süreçler hazırlamak gerekli. Demin bahsettim, biz ayakta tedavi olacak hastaları tamamen sanal olarak değerlendirecek ve tetkiklerini de kliniğe gelmeden yaptırabilecek bir sistem geliştirdik. Bu hem hastaları hem sağlık çalışanlarını koruyan hem de koruyucu ekipman tasarrufu yapan bir süreç.

Hastaneye başvuran semptomatik hastalarda ise gene hasta izolasyonuna dikkat edip koruyucu ekipmanla örnek alınması gerekli. Hastaneye başvuran semptomatik hastalara tanı sonucu negatif çıkana kadar potansiyel hasta muamelesi yapmak ve ona göre izole etmek şart. Biz şu an Kovid-19 testi istenen her hastanın elektronik dosyasına uyarı çıkartıyoruz. Böylece hastanın gittiği her klinik ona göre önlemini alabiliyor.

Bir diğer grup da asemptomatik hastalar. Mesela bir başka nedenle ameliyat olacak hastalardan artık rutin olarak Kovid-19 testi isteniyor. Bu hastalara test yapılma nedeni olası gizli bir Kovid-19 enfeksiyonunu önceden fark edip hem hastayı kuluçka döneminde fark etmeden ameliyata alıp daha fazla komplike olması riskini engellemek hem de gene hastayı tedavi edecek sağlık personelini korumak. Bu hastaların izolasyon kriterleri biraz daha gevşek.

Pandeminin mevcut aşamasının ne kadar süreceğini doğru bir şekilde tahmin etmek zor olsa da yakın zamanda devletler kapsamlı kısıtlamalarını kaldırmaya başlayabilir mi?

Bu sanırım her devletin politikasına bağlı bir durum.  Epidemiyolojik olarak doğru olanı tarafsız toplanan verilere bakarak sağlık yetkililerinin önerileri doğrultusunda bu kararların verilmesi. Ama çoğu ülkede ekonomik baskıların sağlık uzmanlarının önerilerinin önüne geçtiğini gözlemliyoruz. Bence bu süreci çok iyi yöneten ülkeler ve çok da iyi yönetemeyen ülkeler olacak, her ikisinde süreçlerin nasıl gelişeceğini, olası ikinci dalganın hangi durumda daha çok zarar vereceğini ve ölüme neden olacağını göreceğiz.

ABD’de bile eyaletler arası inanılmaz bir fark var. Bizler şanslıyız ki konuya en bilimsel ve hümanist yaklaşan Kaliforniya eyaletinde yaşıyoruz. Vali Newsom dünkü konuşmasında rehberlerinin veriler ve bilim olduğunu söyledi ki çoğu politikacıdan duyulamayacak bir beyanat. Zaten New York’un durumuna ve Kaliforniya’nın durumuna bakınca hangi yaklaşımın daha etkili ve doğru olduğu bariz bir şekilde görülüyor.

Sizce ne zaman normale döneriz?

Bence “normal” nedir yeniden tanımlayacağız. Normale dönmek yavaş olacak ve gerçekten tam anlamıyla eski yaşantımıza ancak aşı bulunursa dönebileceğiz bence. İki ay öncesine kadar normal hayatımızın bir parçası olan arkadaş ziyaretleri, dışarıda yemek yemek, konsere gitmek, uçağa binmek gibi aktiviteleri uzun bir süre yapabileceğimizi sanmıyorum. Hizmet, alışveriş ve kişisel bakım sektörünün de çok etkileneceğini düşünüyorum. Mesela saç kestirmek, kozmetik uygulamalar, güzellik salonları, kapalı alışveriş mekanları pekçok kişinin tereddüt edeceği aktiviteler ve mekanlar olacak. 

Elbette bu hastalığın bağışıklığının ömür boyu olduğu ortaya çıkar ve çoğumuz hastalanıp atlatır ve bağışık hale gelirsek o zaman bu dönüş kolay da olabilir. Göreceğiz.

Bu süreç içinde dikkat etmemiz gereken bir şey daha var, o da daha önce bahsettiğim dayanışma ruhunu elden bırakmamak. Bazılarımız şanslı, hem işimiz devam ediyor hem evden çalışabiliyor bir yandan maaş alırken bir yandan “Acaba bugün hastalık kaptım mı” endişesi yaşamadan hayatımızı sürdürebiliyoruz. Herkes bizim kadar şanslı değil. Bazılarımız her gün hastalık kapma riski ile çalışıyoruz, bazılarımızın çalıştığı işkolları şu an felç olmuş durumda. Aslında bu dönemi daha çabuk ve toplumca en az acıyla atlatmak için yapabileceğimiz bir başka şey de birbirimize destek olmak. İmkanımız yettiği sürece çevremize maddi manevi destek verirsek, yaşlı ve evden çıkamayanların ihtiyaçlarını gidermeye yardım ederek, şu an çalışamayan kişileri desteklemeye çalışarak bu krizi toplumsal olarak daha kolay atlatacağımızı düşünüyorum. Örneğin biz, bireysel olarak pek çok yiyecek servisine bağışta bulunduk. Eve düzenli gelen küçük bir temizlik ekibine mart başından beri sanki gelmişler gibi ücretlerini ödemeye devam ediyorum. Temizliği de kendim yapıyorum, biraz hareket oluyor. Bunun gibi küçük şeyler bu durumdan çıkana kadar hepimizin birbirine verebileceği destekler.

Gelecekte başka bir salgın riski ile ek viral dalgaların yayılma riski korkutmalı mı?

Kesinlikle. Dünyada milyarlarca virüs var ve bu salgın tüm bilim insanlarını  beklediği bir salgındı yani komplo teorisyenleri ne derse desin bilim dünyası şokta falan değil. Yıllardır tüm global sağlık uzmanları, epidemiyolojistler bu tip bir salgın ihtimaline karşı dünyayı uyarmaya çalışıyordu. Aslında belki biraz da şanslıyız. Bu kötü bir virüs ama çok daha kötü ve öldürücü olabilirdi, o zaman tam felaket filmi yaşardık, insanlar birbirlerinin evini yağmalardı. Şanslıyız ki öldürücülüğü çok çok yüksel bir virüsle karşı karşıya değiliz. Biraz özen, yeterli alışveriş stoku ve birbirimize destek olarak atlatabileceğimiz bir durum bu.

Işıl Arıcan kimdir?

1996 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Muhtelif sağlık kuruluşlarında hekimlik ve sağlık sektöründe yöneticilik yaptıktan sonra 2006 yılında Fransa’da Dünya Anti-Aging Derneği bünyesinde düzenlenen eğitim programına katıldı ve buradan Anti-Aging & Wellness sertifikası aldı. 2008 yılında ABD’ye yerleşti, burada Kaliforniya State Üniversitesi’nde Sağlık Bilişimi Odaklı Sağlık Yöneticiliği yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisansı takiben danışman olarak Silikon Vadisi ve San Francisco çevresindeki pek çok sağlık kurumuna sağlık bilişimi, sağlık yönetimi ve sağlık sektöründe liderlik konularında destek verdi. 2014 yılından beri Stanford Üniversitesi Çocuk Hastanesi’nde Klinik Uygulamalar Bilgi İşlem Direktörü olarak çalışıyor. Çalıştığı belli başlı konular klinik verilerin sağlık hizmet kalitesini artırmadaki rolü, sağlık verilerinin toplum sağlığını iyileştirmedeki yeri, sağlık verileri ile öngörü (predictive diagnostics) ve koruyucu hekimlik, mobil teknolojilerin dijital sağlık hizmetlerindeki rolü ve bilgi işlem destekli hasta-hekim iletişimidir.

Profesyonel çalışmalarının yanı sıra, Türkiye’de eleştirel düşünce alışkanlığı ve bilim okuryazarlığını yerleştirmek için de çalışmalar yapan Dr. Işıl Arıcan, Yalansavar isimli eleştirel düşünce ve bilimsel skeptisizm (kuşkuculuk) konulu web sitesinin kurucusu ve yazarı, gene aynı adlı podcastin de yapımcısı ve sunucusudur. Ayrıca tıp ve bilim tarihi konulu yayın yapan kendi kurduğu Trepanasyon isimli bir blogda da muhtelif makaleler yayımlamaktadır.

Geçmiş yıllarda popüler bir bilim portalı olan Açık Bilim web sitesinde yazarlık ve editörlük görevlerini üstlenmiş, TED Talks için 50’nin üzerinde sağlık, sağlık bilişimi ve eleştirel düşünce konulu konuşmanın gönüllü çevirmenliğini yapmıştır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.