Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Babacan ve Davutoğlu’nun Erdoğan’a karşı duruşlarının analizi

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ile Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan Türkiye’nin gidişi hakkında bir dizi eleştiri dile getirmekle birlikte bunlardan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı doğrudan sorumlu tutmamaya dikkat ediyorlar. Bu ne kadar sürdürülebilir bir strateji?

Yayına hazırlayan: Satiye Özdemir 

Öncelikle iyi bayramlar. Hayatımda belki ilk defa böyle bir bayram yaşıyorum. Değişik yerlerde bayrama denk geldiğim oldu; kimi zaman yatılı okulda, kimi  zaman cezaevinde, kimi zaman yurtdışında, ama ilk defa böyle insanların evlerinden dışarı çıkamayacak halde olduğu bir bayrama denk geldik. Her işte bir hayır vardır diyelim, ama buradan nasıl bir hayır çıkacağını açıkçası çok bilmiyorum; umarım bir daha böyle bir şey yaşamayız deyip tekrardan iyi bayramlar dileyeyim. Aslında bugün Harvard’dan Prof. Cemal Kafadar ile çok hoş bir bayram sohbeti yaptım, daha fazla yayın yapmasam iyi olurdu. Cemal’le zaten uzun zamandır hep yapmayı düşünüyordum ve böyle bir şeye denk getirip Salgın’ı konuştuk. Umarım izlemişsinizdir ve izleyenlerin umarım hoşuna gitmiştir. Ama bugün bu konuyu konuşmak da farz oldu; çünkü çok sayıda eleştiri aldım, uyarı aldım, tartışma önerisi aldım diyeyim. Artık mâlûm, sosyal medya çağındayız, biz gazeteciler okuyucudan, izleyiciden istesek de kaçamıyoruz, saklanacak yerimiz yok; muhakkak bir şekilde buluyorlar ve iyi olan yönü de şu: Fikrî takip yapan izleyiciler, takipçiler çok var. Özellikle Deva ve Gelecek partileri, dolayısıyla Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan hakkında söyleyegeldiğim hususları daha önce Muharrem İnce ve Ekrem İmamoğlu konusunda söylediklerimle karşılaştırıp, beni bir nevi sınava çekiyorlar — iyi de ediyorlar. Bu sayede, bayram günü de olsa bir yayın daha yapmış oluyoruz. Öncelikle şunu söyleyeyim: Üst üste iki yayın oldu; birisi, Akit televizyonu sağ olsun, onların ava giderken avlanmaları sayesinde Davutoğlu’nu ele aldık. Akit‘in ve dolayısıyla iktidar yanlılarının kendilerinden ayrılan partililere bakışları ve aslında kendilerinden olmayan herkese bakışları konusunda görüşlerimi dile getirdim. Çok ilgi gördü, tahmin etmediğim kadar ilgi gördü. Açıkçası o yayını yapıp yapmamak konusunda tereddütlüydüm. Çünkü bilen bilir, böyle polemik çağrışımı yapan şeylerden uzak durmaya çalışıyorum. Bir de tartışılacak kişinin ya da kurumun belli bir değeri olmasını istiyorum. Akit, normal şartlarda muhatap alınacak bir yer değil. Ama orada o olayın çok sembolik bir önemi vardı; bunu ele alıp değerlendirdim ve beni şaşırtacak ölçüde geniş bir ilgi gördü. Ardından dün Ali Babacan üzerine bir yayın yaptım. O da sağ olsun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etmiş olduğu bir cümle –ya da uzun bir paragraf diyelim–, oradan mülhem oldu; ilhamımı oradan aldım, çünkü çok şaşırtıcı bir şekilde Erdoğan, aslında son dönemde çok sık gördüğümüz stratejik hatalarından birisini yaptı ve bu, üzerinde konuşulacak güzel bir malzemeydi. O da, inanın, samimi söylüyorum, beklemediğim kadar ilgi gördü; bu benden kaynaklanan bir şey değil kesinlikle. Bence ele aldığım konuyla ilgili bir şey bu — iki gün üst üste yaptığım yayınlar ve buna gelen tepkiler. Aslında AK Parti’den kopan partiler, yani önce Gelecek, ardından Deva partileri hakkında şu âna kadar yazılıp çizilenlerin –ben dahil–, söylenenlerin aslında gerçeği tam anlamıyla kucaklamadığını bana düşündürdü.  Kamuoyu araştırmaları var, mâlûm, oralarda yüzde bir buçuk iki gibi rakamlar telaffuz ediliyor. İki partinin de önlerinde çok fazla bir imkân yok, ama bu iki partinin ve bu partilerin genel başkanlarının –lider de diyebiliriz– belli bir ilgiyi yakalamış olduklarını görüyorum. Bu son iki gündür yaşadıklarım, yayınlara gösterilen ilgi ve gelen tepkiler, yorumlar, eleştiriler, değerlendirmeler aslında bir damarın olduğunu gösteriyor. Bu damarın nereye doğru evrileceği tabii ki birçok faktöre ve aktöre bağlı. Tabii ki öncelikle bu iki partiyi var eden kişiler genel başkanlardan ibaret değil; her iki partide de –özellikle Deva Partisi’nde bu daha fazla dikkat çekiyor– kadrolar çok önemli. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin son yıllarda yetiştirdiği ya da orada iyice deneyim kazanmış, çok kritik isimlerin bu iki partiye dağılmış olduklarını görüyoruz. AKP’nin kadro anlamında çok ciddi bir kaybı var, onu rahatlıkla söyleyebilirim. Ama onun dışında bu hareketlerin ne yapacakları çok önemli ve de tabii ki Erdoğan’ın ve AK Parti’nin ne yapacağı — AK Parti diye bir şey var mı artık; bunu çok konuştuk. Özellikle Prof. Menderes Çınar’la yaptığımız yayınlarda, Kemal Can ile yaptığımız yayınlarda da beraber tartıştık. Daha çok bir aile şirketine dönüşmüş gibi duruyor, ama yine de köklü bir hareket, çok sayıda üyesi var, teşkilatlar var ve tabii ki en önemli fark: Bu teşkilatlar artık o fedakârlıkla  dönmüyor; daha çok buralar aslında bir tür rant kapısı olmuş durumda. Çok sık söylüyorum bunu; ama tekrar söylemekte mahzur yok, eskiden bu hareketin insanları partiye verirdi, şimdi AK Parti örneğinde AK Parti insanlara veriyor, ama anladığım kadarı ile Deva ve Gelecek partileri için aynı şey söz konusu değil; buralarda insanlar kendileri veriyorlar, ceplerinden veriyorlar, saatlerinden veriyorlar, enerjilerinden veriyorlar ve ne kazanacakları meçhul, en azından kısa vadede bir karşılığı olmayacağı kesin. Ama AKP’de siyaset yapan birisi için kısa vadede kazanılabilecek çok şey var; bu bir ihale olabilir, eşin dostun iş bulması olabilir. Böyle bir durumdayız ve ortada kilit nokta, bu yayının da ana teması olan husus şu: Bu partiler Erdoğan’a ve bu partilerin liderleri Erdoğan’a karşı nasıl bir tavır takınmalı? Ben başından itibaren her iki partinin de ve her iki partinin liderinin de Erdoğan’ın adını anmamasının yanlış olduğunu söylüyorum.  Burada birtakım fiiller var, ülkede işlerin kötü gittiğini anlatıyorlar; ama bu anlatılanlarda özne yok. Kim yapıyor? Kendi kendine oluyor.  Ekonomi kötüye gidiyor. Kim ekonomiyi kötüye götürüyor? Ekonomi sanki kendisi bir özne imiş gibi: “ekonomi kötüye gidiyor”, “adaletten uzaklaşılıyor”… Bunların sayısını çoğaltabiliriz. Ama burada biliyoruz ki kendileri de aslında bunu biliyorlar ve söylüyorlar; itirazları da: Erdoğan ülkeyi kötü yönetiyor, Erdoğan ülkeyi ehil kişilerle yönetmiyor, yanlış politikalar uyguluyor. “İçeride şunu yanlış yapıyor, dışarıda bunu yanlış yapıyor, ekonomide şunu yanlış yapıyoruz” demeleri söz konusu; bunları diyorlar, ama Erdoğan’ın adını zikretmiyorlar, Erdoğan’ı doğrudan karşılarına almak istemiyorlar. Başından beri altını çizmeye çalıştığım husus bu. Burada bunu söylerken Erdoğan ile polemiğe girmeleri gibi bir kastım yok, ama sonuçta söyledikleri, yönettikleri eleştirilerin hepsi bir yerden sonra havada kalıyor. Ve bunun sonucunda da gerek AK Parti tabanında gerekse AK Parti’ye karşı olan kesimlerde hep birtakım soru işaretleri oluyor. Bu soru işaretleri nedir? Yoksa bunlar yarın öbür gün bir şekilde tekrar Erdoğan ile birleşir mi? Tabii AK Parti tabanında bu daha çok bir temenni olarak var: “İşte, Ali Babacan ayrıldı, koptu; Davutoğlu ayrıldı, koptu; ama işte onların hepsi Tayyip Bey’le kardeştirler, yarın öbür gün tekrar bu işler düzene kavuşabilir, barışabilirler. Zaten kendileri de işte, Erdoğan’a, Tayyip Bey’e ya da Reis’e –artık nasıl diyorlarsa– doğrudan karşılarına almaktan kaçınıyorlar” yaklaşımı olabilir. Bu AK Parti karşıtlarında da bir başka — ki burada çok daha fazla dikkat çekiyor: İnandırıcı gelmiyor, hâlâ insanlara bu kopuşun gerçek ve köklü bir kopuş, geriye dönüşü olmayan bir kopuş olduğu izlenimi tam olarak yerleşmiyor. Bir de böyle bir husus var; ikincisi, şurası çok açık ki artık bu yaşanılan şeylerin birinci derecede sorumlusu; eğer Türkiye’de işler kötüye gidiyorsa, ekonomide, dış politikada, iç politikada, adalette, temel hak ve özgürlüklerde işler kötüye gidiyorsa bunun birinci derecede sorumlusu Erdoğan. Yani “O iyi çevresi kötü” ya da, “O da iyi çevresi de iyi, ama şartlar kötü” gibi açıklamalar yapılacak gibi değil. Eğer öyle bir pozisyon olsaydı zaten ayrı parti kurma ihtiyacı da çıkmazdı. Dolayısıyla bunun adının konulması gerekiyor. Bir diğer husus: Bu partiler neden çıktılar? Bu partiler kimin oyunu talep ediyorlar? Öncelikle tabii ki her parti tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının oyunu talep ediyordur. Ama burada gerek Gelecek gerek Deva partilerinin öncelikle düne kadar birlikte hareket ettikleri AK Parti’den kadroları ve seçmeni çekmek isteyeceklerini varsayabiliriz. Her ne kadar ayrı ayrı açıklamalar yapıyor olsalar da, özellikle Deva Partisi, bir tür merkez sağ parti, bir tür yeni ANAP’mış gibi davranıyor olsa da, esas olarak önemli olan husus onların Ak Parti’den neleri çekebilecekleri hususudur. Ve orada da, AK Parti’de belki de tek birleştirici unsurun Erdoğan olduğu gibi bir realite ile karşı karşıyız. Ve esas hikâye de bu bence; Erdoğan’ın yenilmezliği, Erdoğan’ın iktidarını kaybetmeyeceği algısı, inanışı — kimileri sevmediği halde böyle düşünüyor, kimileri sevdiği için böyle düşünüyor. Davutoğlu’nun ve Babacan’ın Erdoğan’ı doğrudan karşılarına almamaları, bu imajı bence pekiştiriyor, bu düşünceyi kuvvetlendiriyor — sanki ondan çekiniyorlarmış gibi. Tabii burada anladığım kadarıyla şöyle bir mantık var: “Biz onu karşımıza alırsak, insanlar onun etrafında kenetlenir”. Bence burada bu işleyecek bir husus değil, daha önce işte o Muharrem İnce meselesinde, cumhurbaşkanlığı seçimleri meselesinde benim ve bazı kişilerin savunduğu husus buydu — ki azınlıktaydık.  Erdoğan’la girdiği polemiğin Erdoğan’ın etrafında, kendi tabanında bir konsolidasyon sağlayacağıydı — ki o oldu.  Ama burada Muharrem İnce öteki taraftan birisi olarak Erdoğan’ı karşısına aldığı için bu konsolidasyonu sağladı, etrafında kenetlenmeyi sağladı. Ama gerek Babacan gerek Davutoğlu bir Muharrem İnce değil; yani bir CHP zihniyeti yada başka bir şey değil, onlar düne kadar beraber hareket etmiş kişiler ve Erdoğan ile ayrılana kadar çok ciddi aleni bir sorun yaşamamış kişiler. Dolayısıyla onlardan gelecek olan Erdoğan eleştirisinin konsolidasyon sağlamayacağını, tam tersine onun etrafındaki kenetlenmeyi büyük ölçüde aşındıracağını düşünüyorum. Dolayısıyla burada CHP’li birisinin yada HDP’li birisinin yönelttiği eleştiriyle, düne kadar AK Partili olan birilerinin yönelttiği eleştiri arasında çok ciddi bir fark olduğu kanısındayım. Tam tersi bir fonksiyon, tam tersi bir sonuca yol açabileceği kanısındayım, yanılıyor olabilirim. Ama şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Erdoğan’ı eleştirmek demek Erdoğan ile polemiğe girmek demek değil, Erdoğan’la kavga etmek demek değil; zaten böyle bir güçleri çok fazla yok, medya imkânları yok, gerek de yok. Ama artık ayrı dünyaların insanları olduklarını, partilerinin sahiden başka bir parti olduğunu ve bu kopuşun mutlak olduğunu bir şekilde göstermeleri, bunu çok fazla geciktirmemeleri gerektiği kanısındayım — eğer siyasette iddialı işler yapmak istiyorlarsa. Bu kesinlikle bir polemik, kavga, dövüş önermesi değil, böyle bir önerme yani çok saçma sapan bir şey olur ve gerçekten bu her durumda olduğu gibi Erdoğan’ın işine yarar. Ama adını koyarak eleştiri yapmak, zaten yaptıkları eleştirinin öznesinin adını koymaları — ki onlar da kim olduğunu zaten biliyorlar. Şimdi iki ayrı parti ve iki ayrı lider tipi var. Birisi Ali Babacan, teknokrat kimliği ile, diğeri Ahmet Davutoğlu, akademisyen, dış politikacı kimliği ile ve daha siyasî kimliği ile. Dolayısıyla şöyle bir benzetme yapabiliriz — biraz ucuz olduğunun farkındayım, ama yine de yapmadan edemeyeceğim: Adalet ve Kalkınma Partisi adındaki “adalet” daha çok siyaseti kapsıyorsa bu daha çok Davutoğlu’nun alanına giriyor, “kalkınma” da Ali Babacan’ın alanına giriyor. Ve şu anda Türkiye’nin tabii ki öncelikle adalet, temel hak ve özgürlükler, iç barış anlamında kutuplaşma sorunu nedeniyle çok ciddi siyasî bir sorunu var. Aynı zamanda Türkiye’nin kalkınma, yani ekonomi alanında da çok ciddi bir sorunu var. Ve her ikisi de özellikle ayrı ayrı bu alanlarda Erdoğan’ı zorlayabilecek kişiler. Dünkü yayında da söylediğim gibi Ali Babacan çok daha avantajlı, çünkü ekonomi alanı Erdoğan’ın doğrudan çok fazla bildiği bir alan değil —tabii ki biliyordur bunca zaman içerisinde, ama Ali Babacan ile tartışabileceği bir alan değil. Ama siyasette Davutoğlu’yla her türlü siyasî tartışmayı çok rahatlıkla yapabilir. Tabii ki böyle tartışmalar olmayacak, yani bir hayal dünyasında yaşamıyoruz. Erdoğan bir gün Davutoğlu ile bir gün Ali Babacan ile karşılıklı oturup bir şey tartışacak değil. Ama dolaylı olarak bu tartışma bir şekilde olacak. Sonuç olarak burada tabii ki üslûp olarak her ikisinin de –ki bunu Ali Babacan şu âna kadar daha iyi yaptı– Ekrem İmamoğlu ve benzerlerinin 31 Mart sürecinde uyguladıkları sakinliği, sükâneti benimsemeleri daha gerçekçi olur. Davutoğlu tam böyle olamıyor; çünkü onun damarına çok basıyorlar doğrudan. Şehir Üniversitesi olayı başlı başına buydu; en son Akit televizyonundaki olay da buydu; bunları bir şekilde sakin karşılamaya çalışıyor. Ama yer yer çok öfkelendiğini de kızdığını da görüyoruz. Babacan’a pek şu âna kadar doğrudan böyle bir saldırı da olmadı belki, ama daha sakin bir şekilde Babacan götürebilir. Sonuç olarak sakin bir şekilde, ki artık bence Türkiye’de siyasette başarılı olmanın en önde gelen formülü sakin olmak, hele rakibiniz Erdoğan ise kesinlikle sakin olmak. Çünkü Erdoğan bütün olayı kızgınlık üzerinden, kızgın bir zemin üzerinde yürütmek istiyor ve orada sert bir zeminde kavgalı bir ortamda, kendisinin devlet imkânlarını da sonuna kadar kullanarak orada baskın olmayı tercih ediyor. Onun çizdiği alana girmeden pekâlâ ayrı platformlarda, ayrı zeminlerde onu eleştirmek mümkün. Bu noktada dün ele aldığımız sosyal medya, yeni teknolojiler, yeni medya olayı çok cazip bir alan ve bunu gördüğüm kadarıyla en iyi Deva Partisi ve Ali Babacan kullanıyor. Ve Erdoğan’ı da öfkelendiren esas husus o. Ve böyle bir alanda Erdoğan mücadele edemiyor. Aslında normal medyada da mücadele edebilecek çok fazla bir imkânı yok; bunun örneğini işte Akit televizyonundaki olayda da gördük. Yani bugün hükumet ya da iktidar destekçisi haber kanalları ya da normal kanallarda –hangisi olursa olsun– Ali Babacan’ı ya da Ahmet Davutoğlu’nu çıkartmaları durumunda bu kesinlikle Babacan’a ya da Davutoğlu’na yarar. Zaten onun için de çıkartmıyorlar. Ama bir şekilde, Erdoğan’ın önceki gün il başkanları ile yaptığı telekonferansta söylediği gibi, artık dipten gelen bir şeyler iktidarı ve Erdoğan’ı çok ciddi bir şekilde rahatsız ettiği için onlar zaten bu kavgayı başlatıyorlar. Burada önemli olan buna nasıl cevap verileceği — onu göreceğiz.  Bir sertlik mesela Bahçeli olayında gördük, açıkçası hepimiz şaşırdık. Ali Babacan ilk defa somut bir şekilde birisini suçladı, eleştirdi Devlet Bahçeli’yi. “Ne hayrı oldu Türkiye’ye?” anlamına gelecek bir şey yaptı; ona karşı MHP çok zehir zemberek açıklamalar yaptı; Deva Partisi cevap verdi, ama sakin bir şekilde cevap verdi, konu şimdilik kapanmış gibi gözüküyor. Ama herhalde orada avantajlı taraf Deva Partisi’dir — en azından ben öyle gördüm. Başkaları başka türlü de düşünebilir. Burada da anladığım kadarıyla önümüzdeki günlerde bu iki partinin ayrı ayrı bütün imkânsızlıklara rağmen katettikleri yolla verdikleri mesajlar, verecekleri mesajlar, iktidarı ve Erdoğan’ı rahatsız edecek. Ve onları daha fazla hedef alabilir. Bence yanlış yapıyor,  ama yanlışta ısrar edebilir. Anladığım kadarıyla şu anda onunla beraber hareket eden insanlar ya da danışmanları, ya da artık her kimseler, onlar onu böyle bir yere mi sürüklüyorlar yoksa kendisi mi zaten oraya gidiyor? Bunun detayını bilmiyoruz. Ama her halükârda ülke yönetimindeki çekirdek, bu tür stratejilerde bence yanlış stratejiler benimsiyorlar. Ama doğru olduğunu düşünüyor olsalar gerek ki bunda ısrar ediyorlar.  Böyle bir durumda bu çizgiyi sürdürmeleri halinde benim deminden beri söylemeye çalıştığım şeylere çok fazla ihtiyaç kalmayabilir. Zaten Erdoğan kendisi bu kopuşu kendi eliyle gerçekleştirebilir. Ve işi o kadar sertleştirebilir ki, artık Davutoğlu’nun da, Babacan’ın da Erdoğan’dan kesinlikle mutlak bir şekilde koptuklarını kanıtlamaları gerekmeyebilir; buraya doğru gidebilir. Tekrar toparlayacak olursam, bir kavga, polemik değil, yapılan eleştirilerin inandırıcı olabilmesi için bu eleştiri konusu olan hususların sorunların –mesela Ali babacan çok ciddi bir şekilde ekonomik krize gireceğimizi söylüyor, Davutoğlu dış politikada bir şey söylüyor; hukuk devleti konusunda söylüyorlar, temel özgürlükler konusunda söylüyorlar–, bunların sorumlusunun Erdoğan olduğunu söylemeleri, adını koymaları gerekiyor ki işler biraz daha netleşsin. Yoksa bir kavga dövüş, polemik gibi bir şeyin her halükârda konu ne olursa olsun kim başlatırsa başlasın, bugün Türkiye’deki her türlü gerginlik, her türlü provokasyon, her türlü şiddet, her şey yani bu tür normalin dışında olan her şey, sakinliğin dışında olan her şey birisine yararsa o öncelikle siyasî iktidar olacaktır diye düşünüyorum. Dolayısıyla özellikle Ali Babacan’ın şu âna kadar izlediği sakin tutumun aslında onun önünü açmaya aday olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. Erdoğan’ı da öfkelendirenin esas olarak bu olduğunu söylemek lâzım. Ama bu tekrar söylüyorum; kendilerinin artık AK Parti ile ve Erdoğan ile bir ilişkilerinin kalmadığını, zaten parti kurmalarının siyasete tekrar güçlü bir şekilde örgütlü bir şekilde atılmalarının nedeninin de bu olduğunu açık bir şekilde söylemeleri gerekiyor. Yani sonuçta Akit diye bir yayında Davutoğlu’na tekrar CHP zihniyetiyle ile yıllardır mücadele ettiğini söylettiler. Sonuçta ne oldu? Kamuoyunda ya da şu anda ülkenin gidişinden rahatsız olan kesimlerde böyle bir arayışın olduğunu sanmıyorum; bu kesimler dün AK Parti’ye oy vermiş olabilir, CHP’ye, MHP’ye oy vermiş olabilir; bu kesimlerin hiçbir zaman Erdoğan’ın yeterince CHP zihniyetiyle mücadele etmediğini, daha iyi mücadele edecek birilerine ihtiyaç olduğunu düşündüklerini sanmıyorum. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.