Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye’de siyasetin “yeni normalleri”: Ruşen Çakır ve Murat Yetkin tartışıyor

Ruşen Çakır ile Murat Yetkin, seçmen tercihi anketlerini, Deva ve Gelecek partilerini, yeni ittifak ihtimallerini, Süleyman Soylu’nun AKP içindeki durumunu tartıştı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Gazeteci Murat Yetkin’le, Türkiye’de siyasetin “yeni normalleri”ni tartışacağız. Murat, merhaba.

Murat Yetkin: Günaydın. Nasılsın Ruşen?

Çakır: İyiyim. Biz stüdyoya geldik. Sen hâlâ Ankara’da evindesin. “Darısı başına” diyeyim.

Yetkin: Ben biraz temkinli, biraz uzak duruyorum, tam normale dönemedim. Biraz daha böyle duracağım.

Çakır: Başlığı “Yeni normaller” diye koyduk, ama var mı yok mu bilmiyorum, bunu konuşarak anlayacağız. Tam da bu yayınımıza başlangıç olarak güzel bir gelişme oldu: Güzel dediğim, gazetecilik açısından tahrik edici. İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, sosyal medyada “Anketlere aldanmayın” diye paylaştığı bir tweet’i var. Kabaca, o anlama gelen bir tweet: Kamuoyunu sahte ve hileli anketlerle yanlış yönlendirerek zihinlerimizi işgal etmeye ve toplumumuza istikamet çizmeye çalışan odaklara karşı vatandaşlarımızı hakikatle buluşturmak için tüm gücümüzle çalışacağız.” Senin Yetkin Report’ta yazdığın yazıların müdavimiyiz, Medyascope’ta da onları yayınlıyoruz. Seninle yaptığımız yayınlarda da anketlere çok sık gönderme yaparsın. Hatta yayınlardan birinde, “Cumhurbaşkanlığı çevreleri de anketleri görüyor ve rahatsız oluyor” diye belirtmiştin. Fahrettin Altun’un bu çıkışı, gerçekten anketlerde işler kötü gittiği için, bunu bir ölçüde dizginleme çıkışı mı? Ben öyle düşünüyorum. Yoksa ortada gerçekten anket spekülasyonu mu var? Çünkü geçmişte de dünyada ve Türkiye’de bunun yapıldığını çok gördük; böyle bir haklılık payı olan bir serzeniş mi? Ne düşünüyorsun?

Yetkin: Zaten çerçeveyi çok doğru bir şekilde çizdin Ruşen. Seninle ikimizde bir anket yapabiliriz, değil mi? “Sonucu da şöyle çıktı” deriz. Anket var, anket var. Bazı anketler, o an yükselen bir politikacıyı 1 numarada gösteriyor, ama devamı gelmiyor. Sadece o seçim için yapılmış bir anket. Geçmişte şunu hatırlıyorum. Şimdi ismini söylediğim zaman, eminim, bir sürü telefon alacağım, sen de alacaksın, başa çıkamayacağız. O yüzden ismini söylemiyorum. İstanbul’un bir ilçesinin meşhur bir belediye başkanı vardı.  Her seçim zamanında, kimin yaptığı belli olmayan anketler yayınlanır, o hep birinci çıkardı. Ama seçim sonucu hiç de öyle çıkmazdı. Bir, böyle anketler var. Bir de, hakikaten attığını tutturan anketler var. Mesela, isim vermekte sakınca yok, ikimizin de arkadaşı: Bekir Ağırdır, KONDA, 23 Haziran seçiminde neredeyse ondalıkta tutturdu. Böyle bazı güvenilir, yıllardır piyasada olan şirketler var ve yıllardır da söyledikleri çıkıyor. “Anket” deyip tamamen silmek doğru değil. “İşimize gelen anket doğru, işimize gelmeyen anket yanlış” diyerek bir yere varılamaz. Zaten Fahrettin Altun da, “Hangi ankete, nasıl güveniriz?” diye bir algoritma vermeye çalışmış. Doğrusu, ben de her ankete güvenmiyorum. Yıllardır kendini kanıtlamış, istikrarla siyaset, ekonomi ve sosyal gelişmeleri tahminde isabet kaydetmiş, kendini kanıtlamış anket şirketlerini biliyoruz. Piyasaya yeni giren bir anket şirketinin çok yanlış işler yapacağını söylemek de doğru değil tabii. Ama ben gazeteci olarak, önüme gelen her anketi ciddiye almamaktan yanayım zaten.

Çakır: Ama ciddiye aldığın anketler iktidarı kaygılandırıyor anladığım kadarıyla, değil mi?

Yetkin: Eh, o onların sorunu. Yani o iktidarın sorunu. Ama benim ciddiye aldığım, çok değil, sadece birkaç şirket var. Mesela geçtiğimiz ay, MetroPoll’ün siyasetçilerin beğeni oranlarını yayınladım. O araştırmada, Şubat sonundan, Mart sonuna Erdoğan’ın beğenilirlik oranı 14 puan yükselmişti. MetroPoll bunu söylediği zaman “iyi”, ama beğeni düzeyi düştüğü zaman “kötü” mü olacak? Bunu tartışmamız lâzım. Doğrusu ben de gazeteci olarak, önüme gelen, bana gönderilen her ankete güvenmiyorum; doğru ya da yanlış, kendimce kriterlerim var. Hangi anketlerin Sayın Fahrettin Altun’u çok rahatsız ettiğini bilemeyeceğim. Muhtemelen, AK Parti’nin oy oranının, 24 Haziran seçimlerinden bu yana milim kıpırdamadığını gösteren anketlerden rahatsız oluyordur. Ama zaten anketlerin çoğu da bunu gösteriyor.

Çakır: Şunu çok iyi biliyorum: Recep Tayyip Erdoğan, daha İstanbul İl Başkanı iken, anketlere çok fazla itibar eder, hatta birbirinden farklı, birden fazla kuruluşa anket yaptırırdı. Anket karşıtı değil, tam tersine, anket üzerinden kamuoyunu bilgilendiren ve bunu olabildiğince de bilimsel yapmaya çalışan birisidir. Belli ki kendi ellerinde de anketler var; hiç şaşırmam. O anketler pozitif olsa, ellerindeki o çok güçlü medya ağı aracılığıyla bunu yayınlarlardı; bunu görmüyoruz. İkincisi, mesela Bekir Ağırdır’la yayın yaptığımda, ya da onun başka yerlerde söylediklerine baktığımda, bana en çok şu çarpıcı geliyor: Rakamların ne kadar olduğunun çok önemi yok; hani hep “Kararsızlar” diye hep söyleniyor ya, güvendiğim şirketler, “kararsız” kesimin, daha önce AK Parti’ye oy vermiş olanlardan oluştuğunu söylüyorlar. Anladığım kadarıyla, en önemli husus bu. AK Parti oylarının azaldığını herkes bir şekilde söylüyor, ama AK Parti tabanındaki “kararsız” oylarının artıyor olması. “Yeni iki parti buralara el uzatabilir mi?” konusunu da gündeme getiriyor. Madem “yeni normaller”i konuşacağız, o zaman şu özeleştiri konusunu da konuşalım. Geçen gün Ünsal Ünlü ile de bu konuda yayın yaptık; bu konuyu şimdi seninle de konuşalım. Hatta sen bu özeleştiri konusuyla ilgili olarak bir yazı da yazdın. Senin yazından sonra bile, özellikle Ali Babacan hâlâ gündemde olmaya devam ediyor. Bu yeni partilerde seni rahatsız eden tam olarak nedir?

Yetkin: Yeni partilerde beni rahatsız eden bir şey yok. Senin de, benim de olduğu gibi, onların da hakkıdır yeni bir parti kurmak.

Çakır: Yazında eleştirdiğin, vurguladığın hususu kastediyorum. Bir de şu husus da önemli: Hep “Yeni partiler” diyoruz, böyle söyleyince onlar da kızıyor. İkisini birlikte ele almak doğru mu, yanlış mı bilmiyorum. Ama bu “özeleştiri” bahsinde herhalde ikisini de…

Yetkin: O zaman sen niye “Yeni partiler” diyorsun?

Çakır: Biliyorum, ben de yanlış kullanıyorum.

Yetkin: Ben sana neden böyle söylediğini söyleyeyim. Çünkü Davutoğlu ile Babacan’ın çok önemli ortak bir noktası var. Hatta kendi yollarını ayırmadan önce, uzunca bir süre, “İkisi beraber bir şeyler yapacaklar mı?” diye konuşuluyordu. Ne o önemli ortak nokta? Çok yakın bir zamana kadar, yani Babacan 2015’e kadar, Davutoğlu da 2016’ya kadar, AKP’nin 2002’den bu yana olan bütün icraatlarının içinde olan insanlar. Tamam, şimdi ona eleştiri yöneltiyor olabilirler, “Yanlış oldu” diyebilirler, ama her ikisinin de söylediği, AK Parti’nin kuruluş felsefesinden uzaklaştığı. Ama o kuruluş felsefesinden bu yakın zamana kadar onun içinde yer alan bütün icraatlardan da o zaman sorumlu olduklarını söylüyorlar mı? Ali Babacan biraz söylüyor. Ahmet Davutoğlu’nun söylediği ise: “Ben ayrılana kadar her şey yolundaydı”. Gerçi Davutoğlu, bu özeleştiri taleplerinden sonra, “Ben o zaman söylemeye çalıştım. Hatta Mehmet Dişli’nin Hakan Fidan’la beraber ayrılmasını söylemiştim” demeye başladı. Eh, biraz desinler. Çünkü sen de, ben de, gazeteci olarak Türkiye’nin Suriye politikasının siyasî bölümünü –göçmenlerden söz etmiyorum– eleştiren insanlarız. O Suriye politikası kimin eseriydi? CHP zihniyetinin eseri miydi? Sadece Erdoğan’ın mıydı? İstemeyelim mi bir şey? Yani her şey doğru mu yapılmıştı? Daha önce yazdım da, söyledim de: 2011 Eylül ayında, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İstanbul’da Conrad Otel’de, bizi, bir grup gazeteciyi topladı. Daha yeni dönmüştü Beşar Esad’la görüşmeden. “Ben şu kadar saat konuştum. Olmayacak bu iş, biz dönüyoruz. Esad’a 6 ay süre biçiyorum” dedi. O zaman kendi ismiyle yazmadık bunu. Çünkü toplantının kuralı oydu; arka plan bir toplantıydı. Sonra bunu Meclis kürsüsünde de söyleyince zaten herkes öğrenmiş oldu. Biz gazeteciler olarak, “Nasıl olur? Bu bir Baas rejimi. Bu kadar yıldır hâkimiyetini kurmuş” diye itiraz ettik. “Siz anlamıyorsunuz, hâlâ Eski Türkiye gibi düşünüyorsunuz” gibi bir şeyler söyledi. Allah’tan orada 6-7 gazeteciydik. Sonra ben “Orada Rus üssü Tartus var. Adamlar bırakır mı onu?” diye sordum. Davutoğlu bana, “Murat Bey, siz hâlâ Eski Türkiye kafasındasınız. O zaten, külüstür, paslanmakta olan bir iş” dedi. Eh, sonucu gördük. Neyse uzatmayayım. Sonuçta, Beşar Esad 6 ayda filan gitmedi. Eh şimdi bunları sormayalım mı Ruşen? Yeni parti kuruldu, o da Erdoğan’ı eleştiriyor diye biz bunları hiç hatırlatmayalım mı? Bence, burada senin de bir ayrım yapman lâzım. Sen, “Özeleştiri olması gerekir” diyen herkesi aynı kefeye koyma.

Çakır: Koymadım zaten. 2,5 dedim. Sen buçuklar arasındasın.

Yetkin: Hayır, niye buçukta olayım? Ben kendi yerimdeyim.

Çakır: Şu anlamda söylüyorum: Burada beni en çok rahatsız eden şey şu: Bu partilere özeleştiri dayatmasını yaparak…

Yetkin: Yahu ben dayatma yapacak mevkide değilim, tek başına bir gazeteciyim. Sadece diyorum ki: “Eleştiri yapıyorsun, özeleştiri de yap”.

Çakır: Şunu söylemeye çalışıyorum. Özeleştiri dayatmasını, bu partileri engelleme aracı olarak kullanmak isteyenler var. Bu partilere bir önem atfettikleri için değil, böyle bir yerden yürüyerek zor durumda bırakmak isteyenler var. Ama benim söylemek istediğim şu: Eğer AK Parti’yi, şu anki iktidarı kapsamlı bir şekilde, özneyi de koyarak –özne tabii ki öncelikle Erdoğan– eleştiriyor olsalar, zaten bunu yaptıkları andan itibaren, bu, özeleştiriyi de içeriyor olacak. Ama sorun, eleştirilerini de hâlâ kaçak güreşerek yapmaları. Mesela şöyle yapıyorlar: “Türkiye hukuk devleti olmaktan çıktı” diyorlar. Yani Türkiye diye bir yer var, kendi başına hukuk devleti olmaktan çıkıyor. Eh kim çıkartıyor? Erdoğan çıkartıyor, ya da iktidar. Bunun adını koymadan, genellikle pasif cümleler kuruyorlar.

Yetkin: Sence neden?

Çakır: Erdoğan’dan hâlâ çok korkuyorlar, bu bir. 

Yetkin: Sadece o mu?

Çakır: Hayır, sadece o değil. İkincisi, almayı düşündükleri tabanı rahatsız etmekten korkuyorlar. Üçüncüsü de, onlar da tabii ki yıllarca Erdoğan’la birlikte hareket ettikleri için, Erdoğan da kalkıp onlara birtakım şeylerin cevabını verir diye ürküyorlar. Erdoğan geçen gün Babacan’ın adını vermeden eleştirmeye çalıştı, ama tam da yapamadı. Erdoğan’ın bunu yapmasından ürküyorlar, çünkü onların da burada sorumlulukları var.

Yetkin: Bir kere, Bakanlar Kurulu kararlarının altında imzaları var. Davutoğlu’nun, 2009-2016 arası, Babacan’ın da 2002-2015 arasında alınan kararlarda imzaları var. Dolayısıyla, “Ben ona katılmadım” demesi yanlış. O zaman imza atmaması gerekirdi.

Sen üç faktör saydın. Ben dördüncüsünü de ekleyeyim: Babacan ve Davutoğlu’nun iki ayrı çizgiyi temsil ettikleri artık görülüyor. Babacan, daha bir ikinci Özal partisi gibi, daha eleştirel, daha farklı yerlerden gelen insanlara da açık. Davutoğlu, daha muhafazakâr-milliyetçi tabanda ve “AK Parti’nin kuruluş ilkelerini ben sürdürüyorum” iddiasında. Bu ikisinin bu ayrımı açıkça görülüyor. Fakat geçenlerde, Gelecek Partisi’nin bir yetkilisi “Bir ittifak söz konusu olursa, sağcı partilerle ittifak yaparız” dedi, fark ettin mi? Şimdi bunu Fahrettin Altun’un sözleri ile de birleştirebiliriz artık. Ortada öyle bir tablo var ki. Zaten bunu söyleyip duruyoruz. Önümüzdeki seçim –artık ne zaman olacaksa, ben onun tarihiyle de çok ilgili değilim–, partiler arasında değil, ittifaklar arasında olacak. Şu anki tabloda, AK Parti ile MHP’nin toplamı bile yüzde 50+1’i göremiyor. Zaten Fahrettin Altun’un da tepkisel mesajındaki bir motivasyon da budur herhalde diye düşünüyorum. Demek ki, Erdoğan “Yüzde 50+1 için kimlerle ittifak yapabilirim?” diye bir karar verecek. “MHP’nin üstüne bir sağ parti daha koyabilir miyim?” Doğu Perinçek’i koyamayacağı çok açık; oyu kaç bilmiyorum, ama yüzde 1 bile değil. Bizlerin okunma ve izlenme oranları, partisinin aldığı oy oranından daha fazla. Ya da ne yapacak Erdoğan? MHP ile ittifakı bozacak. Zaten “Barajı indir, kaldır” tartışmalarının altında o var. İttifakı bozup, tekrar “Öcalan’la görüşme süresi” diyecek; HDP olmasa bile, Kürt oylarıyla tekrar yola devam edecek. Bir başka senaryo da bu. Ama artık geldiği noktada bunu yapamıyor. Çünkü AK Parti içinde bambaşka şeyler var: Tam da genel kurul süreci içinde AK Parti ve CHP. Bu koronavirüs nedeniyle yapılamayan kongreler yapılacak. Durum böyle. Peki, acaba Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nden biri, kendisine herhangi bir şekilde Erdoğan’ın ittifakında yer biçiyor olabilir mi? O yüzden Erdoğan’a doğrudan eleştirel olmak istemiyor olabilirler mi? Olabilirler. Siyasette kâğıt üzerinde olan her şeyin gerçekleşme ihtimali vardır. Kâğıt üzerinde oluyorsa, hayatta da olabilir.

Çakır: Bir anekdot olarak şunu çok iyi hatırlıyorum: 95 seçimi olduğunda, rahmetli Ufuk Güldemir, Show TV’nin başındaydı, ben de orada yorumcuydum. Seçimde, ANAP ve Doğru Yol Partisi başabaş çıkmışlar, birinci parti olmuşlardı ve “Anayol nasıl olur, olmaz mı?” diye koalisyon hesapları konuşuluyordu. Ben de aralarda sürekli “Refah Partisi’ni niye seçeneklere koymuyorsunuz?” diyordum. Onlar da “Her iki parti de seçim öncesi Refah Partisi ile koalisyon yapmayacağını söyledi” dediler. En sonunda, “ANAP ve Refah Partisi olursa kaç sandalye olur, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi olursa kaç sandalye olur?” diye yalvar yakar hesap yaptırmıştım. Çünkü istemiyorlardı. Ufuk Güldemir böyle şeylere çok takan birisi değildi, o bile tereddüt etmişti; ama en sonunda koydurmuştuk. Ve sonunda biliyorsun REFAHYOL koalisyonu çıktı. 

Yetkin: Bu artık izleyiciler için “Muharip Gazi” anılarına dönecek, ama ben de söyleyeyim: 99 seçimlerinde biz de aynı durumdaydık. Ben o zaman NTV’nin Ankara temsilcisiyim ve siyasî yorumu yapıyorum. O akşam, üçlü koalisyon ihtimalini ilk ben dillendirdim. Çünkü aritmetik hesaba göre başka türlü çoğunluk tutmuyor. Ancak böyle tutuyor. Nitekim üçlü koalisyon oldu. O zaman da kimse, DSP-MHP-ANAP nasıl bir araya gelecek, ihtimal vermiyordu. Yani diyeceğim, siyasette kâğıt üzerinde mümkün olan her şey, gerçek hayatta da mümkündür. 

Çakır: Bir de, İYİ Parti-Saadet-Gelecek ve DEVA Partisi birlikte –CHP’yi dışlayarak– böyle milliyetçi-muhafazakâr bir koalisyon ihtimali dillendiriliyor. Bir yanda Cumhur İttifakı, bir yanda CHP ve HDP’yi dışlayıp, onların dışındaki partilerin, mesela İYİ Parti çatısı altında bir araya gelme ihtimalini de söyleyenler var.

Yetkin: O ihtimali dillendirenlere, toplama çıkarma işlemini sormak lâzım. Toplama tutuyorsa, tutar.

Çakır: Murat, Süleyman Soylu konusuna geçmeden önce, şunu da sormak istiyorum. Tamam, eleştiri özeleştiri meselelerini konuştuk seninle, gerçi bitecek gibi bir konu değil, ama sen nasıl değerlendiriyorsun? Mesela son dönemde, Ali Babacan’ın sosyal medya ve YouTube üzerinden, Cumhurbaşkanı’nı da rahatsız edecek kadar ilgi gören, merak uyandıran bir çıkışı var. Bu ilgi ve merakı sahici buluyor musun? Bir de daha önemli soru: Bu ilgi ve merak bir desteğe dönüşür mü? 

Yetkin: Desteğe dönüşür, ama ne kadar desteğe dönüşür? Bu biraz, Ankara gazetecisi, siyaset gazetecisi olmaktan kaynaklanan bir şey: Her şeyi rakamla ölçmek lâzım. Geçmişte, senin de içinde yer aldığın rahmetli İsmail Cem’in Yeni Türkiye Partisi deneyimin var. Herkes çok seviyordu İsmail Bey’i. Ama kimse gidip oy vermedi. Gerçekten çok seviliyordu. Şimdi bir anket yapılsa ve “Son 30 yılın en sevilen politikacısı?” diye sorulsa, eminim İsmail Bey çıkar. Benim de çok sevdiğim bir insandı, arkadaşlığımız da vardı. Ama bu çok ayrı bir şey. Yani şu anda Ali Babacan gerçekten sempatik bir görüntü sergiliyor. Bir kere güleryüzlü; kavgadan kaçıyor, söylediği her şeyi rakamlara dökmeye çalışıyor. Ama senin de eleştirdiğin gibi, net bir eleştiri yapmıyor.

Çakır: Murat, tam Ali Babacan’ın net konuşmadığını söylerken, bağlantıda bir sorun oldu.

Yetkin: Geldim. Tam konuşurken görüntü dondu.

Çakır: Evet. Ali Babacan’ın trolleri devreye girdi herhalde.

Yetkin: Nerede kalmıştık?

Çakır: “Çok sempatik, iyi gidiyor ama eleştirisini net olarak dile getirmiyor” diyordun. 

Yetkin: Tamam. Burada çok “Şarklı” bir durum var. Sadece Türkiye’ye özgü değil, bütün bu bölgeye özgü bir durum. Halk tarafından sevilen bir lideri eleştirmeye kaçınanların, kendilerince çok önemli gördüğü bir sığınağı var: “Kendisi iyi de çevresi kötü”. Biz bunu daha önce de gördük: Demirel’de gördük, Ecevit’te gördük, Erbakan’da gördük. “Efendim, kendisi iyi ama çevresi kötü.” E peki, çevresi kötüyse, çevresini temizlesin arkadaş. Madem bu kadar sevilen bir lider, o zaman çevresinde kötü iş yapanları temizlesin. Niye çıkıp bunu biri söylemiyor? Hep dediğin gibi “Türkiye hukuk devleti olmaktan uzaklaştı”. Sanki inler cinler geldi ve Türkiye’yi hukuk devleti olmaktan uzaklaştırdılar. Demek istediğim bu. Evet, siyaset bir cesaret işi. Kendi partilerini kurarak bir cesaret gösterdiler. Önemli bir şey daha var: Erdoğan’ın, “Benden yolunu çeviren, kaybolur gider. Siyasetten de silinir” iddiası var. Ama böyle olmadığı görülüyor işte. Az önce söylediğim MetroPOLL’ün beğeni listelerinden de görüyoruz ki Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, AK Parti ile yollarını ayırdılar ve bayağı aforoz edildiler partide. AK Parti’de onların adını anmak neredeyse günah sayılıyor. Ama siyasette varlar; silemedi ki onları siyasetten. Tamam, az puan alıyor görünüyorlar, ama siyasetten silinmediler; kendi kimlikleriyle ortadalar. Üstelik şöyle bir fark da var: Abdullah Gül, siyasette gözünü Erdoğan’la açmış birisi değil. Onun kendi siyasî geçmişi var. Ben Abdullah Gül’ü tanıdığımda, 91’de Meclis’e girmişti; Avrupa Parlamentosu Grubu içindeydi. Ben de daha çok diplomasi ile uğraştığım için, bir şekilde tanışmıştık. O zamandan beri bir muhabbetimiz var. Özellikle Refahyol Hükümeti’nde bakan olduktan sonra, daha da sık görüştük. Yani gözünü Erdoğan’la siyasete açmış değil Abdullah Gül. Ama Davutoğlu ve Babacan öyle değiller; ikisi de gözünü siyasete Erdoğan’la açmış isimler.

Çakır: Davutoğlu’nun lise yıllarından beri siyasetle ilişkisi var: Yeniden Milli Mücadele Hareketi’nin içinde yer aldı filan.

Yetkin: Sempatizanlık başka, aktif olarak siyasete girmek başka. 

Çakır: “Erdoğan iyi, çevresi kötü” demişken, çevreye doğru bir bakalım. Başta senin de değindiğin konuya…

Yetkin: Ben o görüşte değilim, söyleyeyim yani.

Çakır: Hayır, o anlamda demiyorum. Konuyu Süleyman Soylu’ya getireceğim. Daha önce de bunu çok tartıştık. Ben kendi başına Süleyman Soylu’ya çok önem atfetmedim, ama sen tersini söyledin.

Yetkin: Evet.

Çakır: Fahrettin Altun’un haklı bir şekilde şikâyet ettiği anketler seni haklı çıkartıyor.

Yetkin: Gerçekten haklı çıkayım, çıkmayayım diye bir iddiam yok. Ben bir fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Belki vizör tam temiz değil, netlik ayarını tam yapamıyorum; ama gördüğüm fotoğrafı aktarmaya çalışıyorum. Yoksa “Ben haklıyım, öteki haksız” diye bir iddia içinde değilim.

Çakır: Süleyman Soylu’nun popülaritesinin arttığı artık anketlerde çıkmaya başladı, değil mi?

Yetkin: Evet. Şöyle bir örnek daha vereyim: Şimdi bizi izliyorsa ya da izleyecekse, İsmet Berkan da hatırlayacaktır: çünkü ben o zaman Radikal’in Ankara temsilcisiyim, kendisi de yayın yönetmeni. O 2002 Seçimleri’nde, yani AK Parti’nin iktidara geldiği seçimlerde, ben bir anket buldum. Anketi yapan da rahmetli Erhan Göksel’di. Erhan Göksel, bu anketi piyasaya vermemek üzere, o sözle yapmıştı. Çünkü anketi ısmarlayan Amerikan Büyükelçiliği’ydi. Tabii ben kendi kaynaklarımı açıklamak zorunda değilim, ama o anketi bulmuştum. O anketi Erhan’ın yaptığını da öğrenmiştim. Hatta Erhan anketin benim elime geçtiğini öğrenince, “Sen onu nereden buldun?” diye bayağı tepki gösterdi. Ama işte sonuçta anket var. Bu anketi yazdım. Hani hep öyledir ya, ben de ümit ediyorum ki bu büyüyecek. Öyle olmadı. İsmet Berkan “Kusura bakma, sen yazmasaydın belki koymazdım; ama bunu böyle koyuyorum, çünkü buradaki arkadaşlara olacak iş gibi görünmüyor” dedi. Doğrusu kendisini çok bağlayarak konuşmamıştı. Fakat anket şunu gösteriyordu: İlk yayınlayan benim, onu açıkça söyleyebilirim. Ben onu yayınlayana kadar, 2002 Seçimleri’nin tahminleri hep şöyleydi: Birinci ANAP, ikinci DYP, üçüncü CHP, dördüncü bilmem ne filan, böyle bir tablo çıkıyordu. Tabii bu, İstanbul’daki yazıişleri kadrolarının görmek istediği ya da oradan etkilenerek görmek istediği tablo. Halbuki bu ankette, üç partinin Meclis’e gireceği görülüyordu. Bir tanesi AK Parti, ikincisi CHP –ki aslında o İstanbul’daki anketlerde CHP pek görünmüyordu; çünkü hükümette hâlâ üçlü koalisyon olduğu için, o anketler, MHP-DSP-ANAP’ı mutlaka yüzde 10’un üzerine koyuyordu– bu ankette ise, AK Parti birinci, CHP ikinci ve tam hatırlamıyorum, geçmiş gün, yüzde 10,01 ile kıl payı Doğru Yol Partisi gözüküyordu. DYP gerçekten de o seçimi kıl payı kaybetti biliyorsun; yüzde 9,96 mı ne? Öyle bir şeyle…. Sadece İzmir Karşıyaka’da Cem Uzan’ın Genç Partisi yüzde 20 yerine yüzde 19 alsaydı, DYP Meclis’teydi ve şu an bambaşka bir Türkiye’yi konuşuyor olurduk. Süleyman Soylu da belki DYP’nin Genel Başkanı olacaktı o zaman, bilmiyoruz. Böyle bir durum vardı, seni teyiden söylüyorum ve Fahrettin Altun’u da kısmen teyiden söylüyorum: Bazı anketler hakikaten manipülatif amaçla yapılabiliyor, bunu geçmişte gördük. O yüzden dikkatle yaklaşmakta fayda var. Senin sorun Süleyman Soylu üzerine miydi?

Çakır: Evet. Süleyman Soylu’nun, anketlerde ya da kamuoyu yoklamalarında popülaritesinin arttığı ve epeyce yukarılara doğru çıktığı görülüyor.

Yetkin: Bunu biz ne zaman görür hâle geldik? İstifasıyla. 10 Nisan günü ilk hafta sonu sokağa çıkma yasağı uygulandı. 10 Nisan gecesi ortada gerçekten felaket bir düzensizlik vardı. Bir sokağa çıkma yasağı 2 saat önce ilan edilir mi? Her neyse, uzatmayalım. 12 Nisan’da sokağa çıkma yasağının bitmesine az bir zaman kala da, istifasını verdi. “Madem çok şikâyetçisiniz, ben de sorumluluğu üstleniyor ve gidiyorum” dedi. Şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın tutumunu biliyoruz. Birisi çıkacak, “Ben Erdoğan ile çalışmıyorum, artık çalışmak istemiyorum, madem başarısızım, beni gönderin” diyecek ve Erdoğan bunu sineye çekecek, öyle mi? Hayır, öyle olmadı. Önce Devlet Bahçeli, “Biz çok memnunuz” dedi. Sonra millet özellikle İstanbul’da, tencere ve tavalarla pencerelere çıktı Süleyman Soylu için. Ondan sonra da Cumhurbaşkanı çıktı, “Sizden ve hizmetlerinizden çok memnunuz, kalın” dedi. Soylu da “Efendim, teveccühünüz” dedi ve kaldı. Kaldı ve AK Parti içinde ikinci önemli güç sahibi insan oldu. O zamana kadar Süleyman Soylu’nun ayağını kaydırmak isteyenlerin hepsi, ıslık çalarak, havaya, etrafa bakmaya başladılar. Böyle bir durum var ortada. 

Süleyman Soylu, kökten Erdoğancı ya da kökten AK Partili filan değil; Süleyman Soylu 2012’de AK Parti’ye katılana kadar, Erdoğan’ı en sert sözlerle eleştiren siyasîlerdendi; Demokrat Parti lideriydi. Şimdi bakıyoruz, AK Parti içinde en popüler ikinci isim. Bunun gösterdiği bir şey var: Yani Erdoğan, parti içinde neredeyse bir kişi kültü yarattı: Artık davaya bağlılık değil, lidere bağlılık öne geçti. Bu 2014’te, Abdullah Gül’ün zorla parti dışına itilmesi ile başlayan bir süreçti. Sen de çok yakından o süreci takip ettin. O zamandan bu zamana, AK Parti eşittir Erdoğan haline geldi ve gelince de böyle oldu. 

Şimdi şuna dikkati çekeyim: Bu konuyu Yetkin Report’ta ‘’Soylu ve Akar, siyasi beğeni listesinde Erdoğan’ı yakalıyor’’ başlığıyla ayrıntılarıyla yazdım, isteyenler oradan okursa memnun olurum. Hulusi Akar yükseliyor. Hulusi Akar, kökten AK Partili değil. Hulusi Akar’ın siyasî niteliğinin öne çıkması, 2016’da askerî darbe girişiminde Erdoğan ile bir kader birliği var. Bu çok doğal ve anlaşılabilir bir şey, orada bir şey yok. Fakat sonra 2018’de, yani Haziran seçimlerinin öncesinde, galiba Nisan ayıydı, biliyorsun, sivil kıyafetiyle Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, helikopterle Gül’ün bahçesinin yanındaki askerî birliğe inip Gül’le iki saat kadar görüşmeleri var. Neredeyse “Tamam, aday olmayacak” raporuyla dönüyorlar. Ondan sonra seçimlerde üniformasını çıkarıp bakan olmuş Hulusi Akar var. Biri ülkenin iç, diğeri dış güvenliğinden sorumlu. İkisi listelerde yükseliyor. Ayrıntılarını yazdım, şimdi burada hepsini anlatmak uzun sürer. Ama buradan edinilen bir şey var, yani ne diyoruz biz? AK Parti içinde bir huzursuzluk var. Bunu kimse dile getirmiyor, getirmekten korktuğu için getirmiyor.

Çakır: O huzursuzluğun altını daha önce çizdin, biliyorum. Orada şöyle bir spekülasyon var biliyorsun. Senin de sıklıkla değindiğin gibi, özellikle milletvekillerinin içerisinde, kendilerini değersizleştirilmiş hissettikleri ve “Biz ne işe yarıyoruz?” dedikleri için birtakım rahatsızlıklar var ve bu sistemde kolay kolay da giderilecek bir rahatsızlık olmayabilir. Onun için, yine “yeni partiler” diyeceğim, ama onların, Deva Partisi ve Gelecek Partisi’ne geçme spekülasyonlarına itibar ediyor musun?

Yetkin: Ben genel olarak spekülasyonlara itibar etmiyorum. Ama görmeye ve anlamaya çalışıyorum. Şöyle bir durum var: Özellikle bu koronavirüs belası başımıza geldiğinden beri bu iyice berraklaştı. O berraklaşan nedir? Erdoğan sadece Cumhurbaşkanlığı’ndaki dar bir ekiple çalışıyor. Sen az önce “Erdoğan’ın çevresi” derken, Süleyman Soylu’yu saydın. Ben Süleyman Soylu’yu o çevrede saymıyorum. Süleyman Soylu, kendi başına bir siyasî kimlik olduğunu kabul ettirdi. O yüzden son zamanlarda eleştirel oluyor. Erdoğan’ın söylediği bazı şeylere, çok keskin olmadan “O öyle değil, şöyle” dediği oluyor. Bir kere bırakıp gitmeyi göze aldıktan sonra, artık sizi kimse korkutamaz. Kabinede, istifasını verebilecek durumda olan ve kabul edilmeyecek, “Sana ihtiyacım var, gel” denecek kaç kişi var? Bu ayrı bir şey. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı etrafında çok dar bir kadro ile çalıştığı iyice ortaya çıktı: Haftada bir bakanlarla video-konferans, bir ya da iki kere il başkanlarıyla toplu hitap… Dediğim gibi sadece milletvekilleri değil, Parti Genel Merkezi’nde de, “Biz neciyiz burada?” huzursuzluğu hissediliyor. Ben bunu illâ Erdoğan’a başkaldırı filan diye düşünmüyorum. Meslektaşlarımız arasında öyle yorumlayanlar var, biliyorum. “Biz neciyiz burada? Sen etrafına kimleri alıyorsun?” huzursuzluğu var.  

Şimdi herkes işin magazin boyutuna gitti: Şamil Tayyar’ın Doğu Perinçek aleyhine attığı bir tweet mesajı var. Aslında onun adresi Doğu Perinçek değil, onun adresi Beştepe. “Sayın büyüğüm! Etrafına bu adamları alıyorsun. Bu adamlarla yola çıkılır mı? Biz burada boş boş oturuyoruz” diyor. Boş oturmuyorlar da, ben lâfın gelişi öyle söyledim. “Biz burada duruyorken, sen bunlarla iş tutuyorsun; sonra başına neler gelecek bilmiyoruz” demek istiyor. Yani “Biz burada neciyiz?” huzursuzluğu hem AK Parti milletvekillerinde hem de parti Genel Merkezi içinde var. AK Parti Genel Kurulu’nun ne zaman olacağı açıklanmadı değil mi? Eylül ayında mı olacak?  

Çakır: Genel Kurul dediğin Kongre.

Yetkin: Evet, Kongre.

Çakır: Hazırlıkları yapmaya başlamışlardı, sonra araya bu olay girince…

Yetkin: Neyse, ne zaman olacaksa, o sürece böyle gidiliyor. Şimdi bak, koronavirüsün ilk günlerinde, Mart sonundaki ankette Erdoğan’ın beğeni oranı yüzde 57’ye çıktı. Aynı ankette partinin oyu yüzde 33 görünüyordu. Yani bu normal bir şey değil Ruşen.

Çakır: Son olarak, Süleyman Soylu’nun bu popülaritesinin gözüktüğü yerde, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun grafikleri de vardı. Onları da görmüşsündür. Yazında onlardan da bahsettin mi?

Yetkin: Evet. Ve neden Mansur Yavaş’ın siyasî beğeni düzeyinde ikinci sıraya yükseldiği ve neden Ekrem İmamoğlu’nun da yerini Süleyman Soylu’ya bırakmış olduğunun tahlilini de yaptım. “Bu değişim neden? O arada ne oldu?” Hep bunlara bakacaksın. Şimdi Süleyman Soylu’nun yükselişinde o arada ne olduğunu biliyoruz: İstifayla kendini kabul ettirdi. Mesela çok ilginç bir şey var, beğeni listesine ilk defa giren bir isim var: Bir başka CHP’li, Adana Belediye Başkanı Zeydan Karalar. Neden giriyor? Halbuki tanınırlık düzeyine bakıyorsun; tanınırlık düzeyi çok düşük. Sorulanların yarısı “Kim o?” demiş, bilmiyor. Ama bilenlerin oylarıyla bayağı bir sıraya yükselmiş. Neden? Biraz ayrıntısıyla yazdım. Çünkü Erdoğan sayesinde, Erdoğan’a karşı bir isim olduğu ortaya çıktı. Yani böyle bir durum var. Yoksa Samsun’daki adam, İstanbul’daki adam Zeydan Karalar’ın Adana’da ne hizmet yaptığını –köprü açılışı mı yaptı, doğalgaz mı bağlattı?– bilemez ki. Enteresan gelişmeler oluyor. Sıcak bir yaz oluyor Ruşen.

Çakır: Peki, o sözünü ettiğimiz beğeni araştırmasında, Erdoğan, Mansur Yavaş, Süleyman Soylu, Ekrem İmamoğlu diye devam ediyor, değil mi? İlk üç, aslında sağcı.

Yetkin: Hakikaten izleyicilerin okumasını isterim bu yazıyı, bayağı ayrıntılı yazdım. Listenin beşinci sırasında Hulusi Akar var artık.

Çakır: Evet, Türkiye’nin fotoğrafı böyle diyelim ve istersen burada noktayı koyalım Murat.

Yetkin: Tamam.

Çakır: Sonuçta Türkiye’nin “yeni normalleri”ni bir şekilde konuştuk diye tahmin ediyorum.

Yetkin: Evet.

Çakır: Bunun içerisinde çok yeni dinamikler de var. İnenler, çıkanlar da var. Murat Yetkin’e çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.