Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kimse kimseyi kandırmasın: Kimse kimseyi kandırmadı

Yayına hazırlayan: Zelal Direkci 

Merhaba, iyi günler. Fethullahçılık ve Fethullahçılık’la geçmişte işbirliği yapmış kişiler ve onların bugünkü hâli konusu bir türlü bitmek bilmiyor. En son, mâlûm, HDP’lilerin televizyonda gösterilmemesini gerekçelendirirken çıkış yapan Haber Türk’ün birçok ekran yüzü, arka arkaya, durumu terörle açıklamaya çalıştılar. Ama onların söylediklerinde ne kadar tutarlı oldukları, daha doğrusu tutarsız olduklarını göstermek için geçmişleri eşelendi ve özellikle de, hem HDP ile, hatta kimi durumda da PKK ile, ve de tabii Fethullahçılık’la ya da popüler tabirle FETÖ ile ilişkileri ortaya döküldü. En son Veysi Ateş, geçmişte yaptığı sosyal medya paylaşımları, Fethullah Gülen ve onun hareketini övücü paylaşımları için tekrar o mâlûm şeyi söyledi: “Kandırıldık”. Bunu da bir ibret olarak bunları muhafaza ediyoruz. 

Bu “kandırıldık” meselesini tabii ki en üstte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dile getirdi. Birçok kişi geçmişin üzerine bir sünger çekerek, “Bizi Fethullahçılar ya da FETÖ’cüler, Fethullah Gülen ve onun adamları kandırdılar. Gafil avlandık Allah bizi affetsin, bir daha yapamayacağız, gerçek yüzlerini gördük” gibi bir anlatıyla olayı kapatmak istiyorlar. Bu bir yere kadar diyelim ki böyle; ama bunun dışında birçok kişiyi de Fethullahçılar’la şu ya da bu şekilde ilişkide oldukları nedeniyle cezalandırıyorlar. Bunların içerisinde hamile kadınlar da var, yeni doğum yapmış kadınlar da var. Binlerce insan işinden edildi, sırf Bank Asya’ya para yatırdıkları için. 

Arkamda gördüğünüz fotoğraf Bank Asya’nın o meşhur, artık klasiklere girmiş olan fotoğrafı. Öyle bir açılış ki, Fethullah Gülen gibiler geride kalmış. En önde Abdullah Gül, Tansu Çiller ve Recep Tayyip Erdoğan, arkalarda bir yerde Bank Asya’nın kurucularından Kalkavan var. Ve tabii bunların üzerinden kandırılma lâfları… halbuki kandırılmış hiçbir şey yoktu. 

En başında da dedim, başlığı da öyle koydum: Kimse kimseyi kandırmaya kalkmasın, kimse kimseyi kandırmadı. Şu kurdele kesilirken, gerek Erdoğan, Gül, gerek Tansu Çiller –belki Çiller birazcık– ama Erdoğan da Gül de Fethullah Gülen’den ve onun hareketinden zerre kadar hazzetmiyorlardı; ama bir mecburiyet sonucu o kurdeleyi kestiler. Daha sonraki dönemde de Fethullah Gülen ve onun hareketinin devlet içindeki örgütlenmesiyle hiç sevmemelerine rağmen o büyük operasyonları birlikte yaptılar. Aynı şekilde Fethullah Gülen de herhalde bu ekibi hiçbir şekilde sevmiyordu. Tansu Çiller’i bilmiyorum, ama özellikle Milli Görüşçüler’i sevmediğini biliyoruz. Çünkü zaten o kendini Milli Görüş ve benzeri hareketlerin alternatifi olarak ortaya koydu. Hem Türkiye içerisindeki güç odaklarına hem de uluslararası odaklara karşı kendini ılımlı İslam olarak sundu ve bunun da karşılığını aldı.

Zaten Fethullah Gülen tarafından kandırılmanın iki ayrı aşaması var Türkiye’de — kandırma diyorum, ama kimsenin kandığı yok. İlk aşama, 90’lı yılların başlarında Refah Partisi’nin yükselişine karşı, “Çivi çiviyi söker” mantığıyla onun önünü kesmek için; Refah Partisi, Erbakan ve onun ekibi radikal olarak algılandığı için Fethullahçılar’a bel bağladı birileri. Büyük sermaye bunda önemli bir rol oynadı ve bunun dışında büyük medya çok kilit bir rol oynadı. Fethullah Gülen’den hiç hazzetmeyen, onun yaşam tarzından, öğretilerinden hoşlanmayan, hatta ne dediğini anlamayan, anlamak da istemeyen birçok kişi ve odak, Fethullah Gülen’in önünü açtı, ona mâlî destek verdi. Dinlerarası diyalog, hoşgörü vs. gibi başlıklarda yaptığı faaliyetlerini ya da Abant toplantıları gibi faaliyetleri destekledi. Ve bunlar aracılığı ile Refah Partisi’ni, yani İslamcılığın önünü kesmek istedi. Yani İslamcılığın önünü bir başka İslamî olma iddiasındaki yapıyla kesmek istedi. Burada hiçbir kandırma yok. Burada Fethullah Gülen onlara duymak istedikleri şeyleri söyledi. Onlar da, ona inanmasalar da, samimi bulmasalar da, bu sözleri doğru kabul ettiler ve her iki tarafın da birbirini aldattığı bir mutabakattı bu. Kimsenin kimseyi bu konuda suçlayacak hâli yok. 

Olay sadece siyasîlerden ibaret değildi. Şimdi bir fotoğraf var — meşhur bir fotoğraf. Bu da herkesin olduğu bir fotoğraf. Yine bir “hoşgörü ödülleri” galiba: Müjdat Gezen’i de var, Barış Manço’su da var, Cengiz Çandar’ı da var, sonra bakan olacak olan Prof. Mehmet Aydın, Taha Akyol, Abdurrahman Dilipak, Perihan Savaş, tabii Tayyip Erdoğan ve yok yok! Böyle bir fotoğraf. Buradaki insanlar, normal şartlarda hayatta çok bir araya gelen insanlar değil; ama öyle bir furyaydı ki, o furyanın içerisinde Fethullah Gülen’in arkasından öyle bir rüzgâr veriliyordu ki, o rüzgârın dışında kalıp rüzgâra karşı yürümek, mücadele etmek çok kolay ve istenen bir iş değildi. Herkes bir yerinden bir köşesinden ödülleri aldı. Kimileri ödülleri sonradan gürültülü bir şekilde reddetti — ama aldılar o ödülleri. Orada da ödülleri alırken törende yaptıkları konuşmalar ne olursa olsun, aslında kimse, yani dışarıdan olan, Fethullahçılığa sempatik bakmayan, ama onunla aynı karede bulunmak zorunda hisseden hemen hemen kimse, aslında onun hareketine güvenmedi. Ama bu hareketle ilgili söylenen şeyleri genellikle dinlememeyi tercih etti. 

Bir anekdot anlatmıştım, yeniden anlatayım, benim hayatta unutamayacağım olaylardan biridir. Merhum Hakkı Devrim o sırada Radikal gazetesinde yazıyordu, ben de Milliyet gazetesinde çalışıyordum ve ondan her köşe yazarından olduğu gibi Fethullahçılık’la alâkalı övgü dolu yazılar yazması bekleniyordu. Belli ki Doğan Grubu’nda o dönem böyle bir talimat var ve beni de uzman görerek bana danıştı. Fethullah Gülen kimdir? Fethullahçılık nedir? diye benden bir nevi brifing aldı odasında, hiç unutmuyorum. Benim anlattıklarımdan sonra yazı yazmamaya karar verdi; yani içine sinmedi. Belli bir hukukumuz vardı; en azından söylediklerime güveniyordu herhalde. Zaten kendisi de Fethullah Gülen hakkında propagandalara çok fazla itibar etmiyordu, inanası gelmiyordu. Sonunda yapabildiği şey yazı yazmamak oldu. O dönemde herhalde kızmışlardır kendisine, çünkü o dönemde bir bakıyorduk: “Hocaefendi” aşağı “Hocaefendi” yukarı; yemeklere gidilir, saatlerce konuşulur, muhabbetler edilir. Vakıf binalarında vs. kuyruk oluyordu. Ama sonradan kendileriyle konuştuğunuz zaman bir sahtelik vardı. 

Ben orada kimsenin kaldırıldığını falan sanmıyorum. Bu bir oyundu ve bu oyunu oynama ihtiyacı hissettiler. Daha sonra oyunun ikinci perdesi geldi. Bu sefer işin ilginci, dün Refah Partisi ve Millî Görüş hareketine karşı Fethullahçılığı destekleyenler, bu sefer ikinci etapta bir kısmı –hepsi olmasa da– bu sefer AK Parti iktidarını yani Millî Görüş’ün devamı gibi olan hareketin iktidarıyla ittifak yaptığı için Fethullah Gülen’le beraber oldular ve Fethullah Gülen’den çok Fethullahçı oldular. Yani önce Erdoğan’ın önünü kesmek için Gülen’e yanaşanlar, sonra Erdoğan iktidarını desteklemek için yaptılar. Tabii Erdoğan iktidarı, yani AKP’nin içerisindeki unsurların ezici bir çoğunluğu içinde çok az kişi vardır orada o gidişattan rahatsız olan. “Ya biz bunları biliyoruz, bunların bir ayağı ABD’de” diye Millî Görüş’ün eski görüşlerini tekrarlayıp mesafe koyan çok az kişi vardır. Bir nevi Fethullah Gülen’le kader birliği ettiklerini düşündüler, öyle meşrulaştırdılar. 

Ama burada da bir kandırılma söz konusu değil. Yani Fethullah Gülen’in devlet içerisindeki örgütlenmesini de biliyorlardı, elinde yeterince güç kazandığında kendilerine saldırabileceğini de biliyorlardı. Ama hep burada bu ittifakı gidebileceği yere kadar götürmeye çalıştılar. Meşhur 7 Şubat 2012 MİT Krizi Fethullahçılığın AKP iktidarına karşı en büyük meydan okuyuşuydu. O aslında kopuşun başlangıcıdır. Orada Tayyip Erdoğan’ın hastalığını da fırsat bilerek MİT Müsteşarı ve yöneticisini tutuklamaya kalktı FETÖ’cü savcılar, polisler ve Erdoğan’ın orada engelleyebileceğini hesaba katmadılar. Hesap hatası yaptılar ve savaş başladı. Ama o savaş başladıktan sonra da, “Bizim Hocaefendi’yle hiçbir sorunumuz yok, iktidar savaşı diye bir şey yok. Bunu söyleyenler yalancıdır” dedi. Bunu birçok kişi tekrarladı ve o dönemde önce MİT Krizi ardından Dershaneler Krizi… bu gittikçe gitti. Bu süreç içerisinde bu kavgayı tanımlamaya çalıştığınız zaman –ki ben de bunlardan birisiydim–dışarıdan bu ittifakın dağılmakta olduğunu söylediğimiz zaman, her iki taraf üstümüze çullanıyordu ve bizi nifakla, her türlü provokasyonla suçluyordu. Bu ikisinde de görüldüğü gibi, kimse kanmış değil. 

Kimse Fethullahçılığın gerçek yüzünü 17-25 Aralık ya da darbe girişiminde görmüş değil. Tabii 17-25 Aralık vs…. bunların hepsi ayrı ayrı çok büyük olaylardı. Ve birtakım yönleriyle şaşkınlık yaratmış olabilir. Ama şu cümleyi kuran varsa hakikaten alnını karışlarım derim. “Bizim bildiğimiz Hocaefendi bunları nasıl yapar?” diyen olmadı — olamazdı da zaten. Aslında birçok kişi bunlar yaşandığı zaman tam da bunların Fethullah Gülen’e uygun hareketler olduğunu, belki buna cesaret edemeyeceğini düşünmüşlerdir. Ama hiç kimse kalkıp da, “Bizi kandırdılar” diye bizi kandırmaya çalışmasın. 

Gazeteciler de bunun önemli bir yerini kaplar: Kapısında kuyruğa girenler, ona lâf edenlere karşı ona kalkan olanlar; bir şekilde FETÖ’cülüğün devlet içerisindeki yapılanmasını, yaptığı kötülükleri dile getirmeye çalışanları ihbar edenler — ki bunların büyük bir kısmı hâlâ iktidar yanlısı medyada önemli yerlerdeler. Bazıları geçmişlerini silmeye bile tenezzül etmiyorlar — ki geçmişlerine baktığınız zaman, beraber yürüdükleri bayağı bir yol var. Hatta orada AKP-Fethullahçılık ittifakında büyük bir kısmının ağır basan yönü Fethullahçılık’tı. Yani şimdi şöyle davrananlar var: “Biz hep Reis’in yanındaydık, ama Reis Gülen’le hareket ettiği için ona çok fazla dokunmadık” diyenler, tam tersine Erdoğan’dan çok Gülen’e yakındı. Bazen AKP’yi eleştirdikleri de oluyordu, özellikle Kürt meselesi bağlamında. Artık bu defteri şöyle kapatmak lâzım: Kimse aklımızla dalga geçmesin, kandırıldık mandırıldık yok. 

Eğer kandırıldıysanız, bu kadar safsanız, bu kadar kritik bir noktada kandırıldıysanız, her şeyi bırakın, defteri kapatın, emekliye ayrılın. Çünkü bu kadar kritik dönemlerde bu kadar büyük hatalar yapmış insanların hâlâ kendilerini doğruluğun temsilcisi olarak sunuyor olmaları gerçekten abes. Özeleştiri falan, günah çıkarma değil. Açıkçası şunu diyebilirler: “O dönemde Fethullah Gülen’i işe yarar bulduk, kullanmak istedik, ama onlar bizden daha akıllı çıktı ve onlar bizi kullandı”. Bu süreç, özellikle AKP-Fethullah Fülen süreci öncesinde sistemin bazı güçleriyle Fethullah Gülen’in kurduğu ittifaklar… 

Her iki taraf da karşı tarafı kullandığını sandı. Kendini üstün gördü, “Ben nasıl olsa karşı tarafı kontrol edebilirim” diye düşündüler; ama Fethullah Gülen çok dişli çıktı, çünkü arkası birçok açıdan çok kuvvetliydi. İnsanlar Fethullah Gülen’e karşı Türkiye içerisinde kurulan ittifaklara ya da onunla Türkiye içerisinde girilen rekabet ve mücadelelerde kendileri “yerli ve milli” olan insanlar, karşılarında çokuluslu bir yapı gördüler ve aslında işleri bayağı bir zor oldu. Şu anda o konuda herkes farklı bir değerlendirme yapabilir. Ama şunu artık kabul etmek gerekiyor: Fethullahçılık hiçbir zaman, bu kişilerin, bu kurumların zamanında kendisine ettiği iltifatları hak eden birisi değildi. Başladığı günden itibaren, İzmir’de Nurcu hareketten kopup Samanpazarı’nda ilk bu hareketi başlattığı andan itibaren, Soğuk Savaş koşulları içerisinde anti-komünist dalgaya binerek ve daha ilk başlarından itibaren kendini çok büyük güçlere pazarlayarak ve hep uzun vadeli yatırım yaparak ilerleyen Fethullah Gülen hep aynı devam etti. Ve birçok insan onun gerçek gücünü ya anlamadı ya anlamak istemedi; onu kolay lokma olarak gördü ve sonrasında yutulanın kendileri olduğunu gördüler. 

“Kandırıldık” dediler. Olsa olsa kendilerini kandırmışlardır. O da şöyle: “Ya, bu FETÖ ve adamları ne ki? Çok kolay insanlar, ben bunları hallederim” deyip kendilerini kandırmışlardır. Olay bence bundan ibaret. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.