Erdoğan’ın sosyal medyayla savaşı: Kazansa da kaybedecek

Yayına hazırlayan: Zelal Direkci 

Pazar günü yaptığım yayında Başkan Erdoğan sosyal medyayı kontrol altına alabilir mi diye sormuştum. Bunun mümkün olmadığını kendimce anlatmıştım. Ama dün Cumhurbaşkanı Erdoğan hâlâ ısrarla bu konuyu dile getiriyor ve dün söylediklerinden bu konunun sadece bir kontrol altına almak değil, aslında bir savaş, tamamen bunu dışlamak olduğu görülüyor. Sosyal medya olgusunun şu anda var olan haliyle Türk milletine yakışmadığını söyledi ve bunları yasaklamaktan bahsetti. Bunların yok olmasını istiyor. Ama sonra tabii ne oldu? Danışmanları Erdoğan’ın sözlerinin yanlış anlaşıldığını söylediler — ki hiç de yanlış anlaşılacak bir şey yoktu; ağzından çıkan sözler belliydi. Erdoğan’ın yasakçı bir zihniyette olmadığı, ama işte özellikle ahlâkî konularda –mâlum, Berat Albayrak, eşi ve yeni çocukları hakkında sosyal medyada yapılan saldırgan cinsiyetçi saldırıları öne çıkartıyorlar– birtakım düzenlemelerden bahsediliyor. Tekrar kontrole, düzenlemeye geldik; ama Erdoğan’ın söylediklerinden anlıyoruz ki, yapmak isteyeceği şey bunlardan tam anlamıyla kurtulmak.

Tabii bunlardan tam anlamıyla kurtulmak diyoruz ama, bunları da tam anlamıyla kullanmaya çalışan bir iktidar var. Kendisi twitter’daki takipçilerinin sayısı ile övünüyor — ki hakikaten çok yüksek bir rakam. Her vesileyle yaptığı her konuşma bütün ülke televizyonlarında gösterildiği gibi, aynı anda scope’tan canlı olarak veriliyor, YouTube’dan da veriliyor. Özel olarak YouTube’a yönelik faaliyeter düzenliyor, tweet atıyor vs.; yani sonuç itibarıyla sosyal medyayı alabildiğine kullanıp bir diğer yanıyla da sosyal medyadan kurtulmak isteyen bir iktidar var. 

Pazar günü olan yayında bunun nedenini uzun uzun anlatmıştım. Tekrar uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ama şu var: Türkiye’deki geleneksel medyanın ezici bir çoğunluğunu adım adım kontrol etmiş olan bir Erdoğan var. Bunlar önce Yenişafak, Star, Sabah grubu vs. en son Doğan Grubu’nun Demirören’e geçmesiyle beraber bu büyük ölçüde tamamlandı. Ve buralar Erdoğan’dan habersiz kuş uçmaz yerlere dönüştü. Radyoları, televizyonları, gazeteleri vs. aldılar, ama buralarda işler hiç iyi gitmiyor, buralardan yeterince verim elde edemiyor. Tabii bu arada unutmayalım: TRT de bütün kurumlarıyla tamamen Erdoğan’ın kontrolündeki yapılar. Buraların hepsini kontrol etmiş olmasına rağmen Erdoğan’ın çok ciddi bir şekilde sosyal medyada zorlandığını görüyoruz. Sosyal medyaya yönelik olarak da hem kendisinin hem partisinin, bakanların, aynı zamanda destekleyenlerin, vatandaşların, AKP’li tek tek bireylerin faaliyetleri üstüne birtakım troll faaliyetleri hepsi birlikte yürüyor, ama buna rağmen buralarda çok ciddi kaçaklar oluyor. 

Ve muhalefetin iktidara eleştirileri esas olarak sosyal medyadan geliyor. Bunu engellemenin yolu, birincisi, tabii ki yasal düzenlemeler. Türkiye’de sosyal medya büyük ölçüde devlet denetimi altında. Siz iktidarın hoşuna gitmeyen bir paylaşım yaptığınız zaman, gece evinize pekâlâ polis gelebiliyor, hakkınızda dava açılabiliyor — ki en son Berat Albayrak ve ailesine yönelik olan olayda bu oldu. Her dönem bunu zaten yapıyor. Erişim engeli getiriyor vs.. Mahkemeler hep iktidarın istediği şekilde kararlar alıyorlar. Ama bütün bunlar yine de yetmiyor. Tam anlamıyla bir denetim yapmayı mümkün kılmıyor. Çünkü burada gerçek anlamda küresel yapılar var. Yani bu internet diliyle, yeni teknoloji diliyle uygulamalar var. Mesela YouTube, Twitter, Facebook, Instagram gibi. Bu uygulamalar var. Bu uygulamalar parasız. İnsanlar üye oluyorlar, hesap açıyorlar ve buradan insanlar, ulaşabildikleri her yere, görüntülemeleriyle, yazdıklarıyla ulaşma imkânını zorluyorlar. 

Şimdi burada eski medyada iş kolaydı; çünkü medyanın bir patronu vardı ve bu patronla devlet bir pazarlık yapıyordu. Eğer onu ikna edemiyorsa, ona baskı uyguluyordu. En son Aydın Doğan’da olduğu gibi. Onun piyasayı terk etmesini ve yerini devlet bankası desteğiyle iktidar yanlısı bir iş grubunun almasını sağlıyordu. Ama burada böyle bir olay yok. Burada tek tek bireyler ve de genellikle merkezi ABD’de olan küresel yapılar var. Mesela YouTube aynı zamanda Google’ın bir parçası. Facebook bünyesinde Instagram ve Whatsapp da var. Başka şeyler de var. Ya da Twitter’ın Periscope uygulaması gibi. Bunlar doğrudan Erdoğan’la muhatap olmuyorlar. Bütün sorun aslında buradan doğuyor. Hatırlanacaktır, bir önceki yasal düzenlemelerde bu giriyordu, son anda çıkartıldı. Şimdi medyaya baktığınız zaman, sosyal medya düzenlemeleri yeniden gündemde. 

Çok kapsamlı bir şekilde üzerinde çalışılıyor ve ana hedef şu: Muhatap bulmak. Yani Facebook, Twitter ve diğer sosyal medya uygulamalarının temsilcilerinin olmasını istiyor iktidar. Temsilciler burada olursa, o temsilciler üzerinden onlara istediğini yaptırmak ve tabii değişik vesilelerle ceza kesmek istiyor. Ama bu küresel kurumlar buna yanaşmıyorlar. Facebook’un daha yatkın olduğu, Twitter’ın daha uzak olduğu söyleniyor. Bu piyasaları bilenler olayın detayına daha fazla hâkimlerdir, ama normal şartlarda bunca yıl bu şirketler hiçbir şekilde Türkiye’de bir temsilci bulundurmadılar. Biz de Medyascope’ta, sosyal medya üzerinden bu uygulamaların hepsini kullanarak yol alan bir kurum olarak, biz de bunların herhangi bir temsilcisiyle Türkiye’de karşılaşabilmiş değiliz. Bir sorunumuz veya talebimiz olduğunda yurtdışından bir yerlere ulaşmaya çalışıyoruz — ki onlarla da işler hiçbir zaman kolay değil. 

Biz sivil insanlar için de ayrıca çok zor yapılar bunlar. Ama devletin olayı çok daha farklı tabii. Devletle bu kurumların birtakım ilişkileri olduğu muhakkak. Ama bu ilişkiler genellikle Türkiye dışındaki temsilcilerle oluyor. Fakat biliyoruz ki Erdoğan iktidarı ve Erdoğan buradaki insanlarla muhatap olup onlara doğrudan meydan okumayı tercih ediyor. Bir tür elinin altında tutmak istiyor. Gerekirse Silicon Vadisi’ndeki büyük patronlarla Türkiye’de birtakım imkânlar olmasını istiyor. Onlar da tabii bunu bildikleri için böyle bir şeye yanaşmıyorlar. Peki ne olacak? Bazıları kabul edecek, bazıları kabul etmeyecek. Kabul etmeyenlere erişim engeli getirmeyi deneyecekler herhalde. Bunu değişik zamanlarda gördük. Gezi eylemleri, 15 Temmuz ve başka birtakım olağanüstü olaylarda sosyal medyadaki bazı uygulamalara doğrudan erişim yasağı getirildiğini ya da yavaşlatıldığını gördük. 

Devlet bunu yapıyor ve zaten bu biliniyor. En ufak bir gelişme olduğu zaman, sosyal medyada, “Şimdi kapanıyoruz, şimdi kapanacağız” diye bunun spekülasyonunu da yapıyorlar. Ama o tarihlerde de olduğu gibi, bütün getirilen yasaklara rağmen sosyal medya üzerinden insanlar haberleşmeye –eskisi kadar olmasa bile– devam ettiler ve işin ilginç tarafı – özellikle Gezi döneminden hatırlanacaktır– bu yasakları savunan kişiler de bu yasakları sosyal medyadan savundular. Yani VPN’den twitter’a girip bu yasağın aslında doğru olduğunu söyleyen insanlar vardı. Böyle de bir paradoksal bir durum vardı. Erdoğan geri adım attı. Daha doğrusu o atmadı, ama yanındakiler o geri adımı attılar. Ve sonuçta birden bir mağduriyet yaratmaya çalıştılar. 

Ama bu arada Erdoğan’ın ortağı Bahçeli hiç de böyle yapmadı. O buradaki ortam düzelene kadar –ne zaman olacaksa– sosyal medyadan çekildiğini söyledi. MHP’nin diğer temsilcileri de Bahçeli’ye uygun olarak hareket edeceklerini söylediler. Bence çok akıl alır gibi bir iş değil. Zira çok samimi söylüyorum, Türkiye’deki siyasî liderler içerisinde sosyal medyayı en etkili kullananlardan birisi Devlet Bahçeli idi. Erdoğan’ın sosyal medyayı işlevsel bir şekilde kullanabildiğini hiç düşünmüyorum. O kadar takipçisi olan, o kadar imkânı olan birisi; ama sosyal medyada yaptığı, normal medyada yaptıklarının tekrarı gibi olduğu için ve insanlar ondan iyice bıktığı için pek fazla etkili olmuyordu. Ama Devlet Bahçeli için aynı durum söz konusu değildi. Çünkü Bahçeli çok medyaya çıkan birisi değil. Kırk yılda bir televizyona röportaj verir. Bir de salı günleri yaparsa grup toplantısında konuşur. Toplantı çıkışında belki birkaç gazeteci sorusunu cevaplar. Bahçeli çok medyaya çıkan birisi değil. Dolayısıyla Bahçeli’nin sosyal medya kullanımları daha fazla dikkat çekti. Bir de onun zincir tweet’leri vardır ve orada ilginç bir Türkçeyle ilginç bir şekilde ifade eder kendisini. Bahçeli’nin hep bir alıcısı vardı. Bahçeli’nin çekilmesinin geçici olduğu anlaşılıyor, ama ne zaman biteceği belli değil. Bu geçici çekilmenin onu olumsuz yönde etkileyeceği kanısındayım. 

Kimse kalkıp Bahçeli bu hareketi ile çok doğru bir şey yaptı deyip aynı yola gidecek midir? Hiç sanmıyorum. Böyle bir dalgayı, hareketi başlatabilecek bir durumda değil. Ama Bahçeli bu yaptığı hareketle Erdoğan’ın sosyal medyayla olan savaşının sonuna kadar gitmesini dayatıyor. Ve önümüzdeki günlerde anlaşıldığı kadarıyla bu sosyal medyaya yönelik savaşın en büyük taraftarı Bahçeli ve MHP olacak. Öyle anlaşılıyor. Normal şartlarda baktığımız zaman Bahçeli’nin çok fazla sosyal medyadan şikâyet edecek olaylar yaşadığını da çok sanmıyorum. Ama böyle bir siyasî tercih yaptı. Peki böyle bir savaş kazanılır mı? Böyle bir savaşın kesinlikle kazanılması ihtimali yok. Böyle bir savaşın olmasının da bir anlamı yok. Çünkü kim kiminle savaşıyor? Birbirinden farklı yapılar söz konusu. Yani bu bir devletin, nerede olduğu, nasıl olduğu bilinmeyen yapılarla yürütmek istenen bir savaş. Yapabileceği çok bir şey yok. Yasak getirmek dışında. 

Ama dediğim gibi herkesin de bildiği gibi bu yasağın delinebileceği birçok şey var. Ve devletler buna engel olacak teknolojide değil. Kaldı ki oraları kapatırsınız başka birileri çıkar. YouTube’u engellersiniz başka bir video programı çıkar. Ya da insanlar videoyu bırakır podcast’lere yönelir. Ya da yazıya yönelir. Bu kolay kolay baş edilebilecek bir şey değil. Biz beş yıldır bu işi yapıyoruz ve başladığımız nokta ile bugün gelinen noktada, teknolojik gelişmelere, çoğalmaya yetişemiyoruz. Aynı anda birden fazla canlı yayın uygulaması var — genellikle hepsi ücretsiz ya da çok az ücretli, birtakım koşullarla. Aynı anda çok sayıda birbirinden farklı bağlantı kurma uygulaması çıkıyor. Ve bunlar çok hızlı çıkıyor. Ve her çıkan şey de her gün kendini yeniliyor. Ve giderek genişliyor. Bu arada batanlar oluyor, etkisini kaybedenler oluyor. Ama özellikle bazıları, mesela Facebook, baktığımız zaman bu alanda varlık gösteren başka birtakım yeni start-up’ları satın ala ala iyice büyüyor. Mesela Instagram veya Whatsapp’ı ekliyor. Bunlar aynı zamanda bir yığın yerde bu tür avlara çıkıyorlar. Bunlarla Türkiye Cumhuriyeti’nin veya bir başka devletin baş edebilmesi kolay değil.

Kimileri, “Çin gibi olalım” diyorlar. “Çin gibi kendi sosyal medyamızı yaratalım” meselesi de daha önce de değindiğim gibi bir hayal ve masal olmaktan öteye gidebilecek durumda değil. Türkiye, Çin Halk Cumhuriyeti’nin yapabildiğini yapabilecek bir devlet değil. Orada kesintisiz süren –kurumlarıyla– bir devlet geleneği var. O devlet geleneği belli bir perspektifte kendi içinde kendi kendini yenileyerek gelişmiş çok güçlü bir devlet. Ona rağmen çok zorlanıyor. Türkiye gibi kurumları büyük ölçüde aşınmış bir yapının – ki en azından şunu biliyoruz: 15 Temmuz darbe girişimi ile beraber gördük ki devletin birçok kurumu FETÖ’cüler tarafından ele geçirilmiş. Bunu birçok kişi biliyordu, ama o zaman çıplak gözle görüldü. O zamandan bu zamana yerlerini kimler aldı? Kurumlar nasıl değişti? Bunlara gerçekçi bir şekilde baktığımız zaman, bu yapılabilecek bir şey değil. 

Bir diğer husus, tabii ki en önemli husus, Çin gibi olabilmek için, durmuş oturmuş bir ideolojiniz olması lâzım. Şu anda AKP iktidarı kendisini sürekli değiştirerek, iktidarının ömrünü uzatmak için sürekli siyaset değiştiren, sürekli ittifak değiştiren bir yapı ve bugün yanında var olanların yarın ne olacağını kimse bilmiyor. Sürekli kriz halinde olan bir yapı. Bu kriz halinde olan yapının sosyal medyanın devleriyle bir savaş halinde olması ve bu savaşı kazanması gibi bir şey hiçbir şekilde gerçekçi değil. Kısa vâdede bir şeyleri yapabilir. Kısa vâdede bir şeyleri yasaklayabilir. Bazı şeyleri kendince düzenleyebilir. Yapabileceği eninde sonunda vatandaşın gözünü korkutmaktır. Vatandaşın sosyal medyadaki varlığını korka korka sürdürmesidir. Ama bu zaten Türkiye’de bir süredir var. Ve kanıksanmış durumda. 

En son Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın YouTube’daki yayınında başına gelenler, aslında bu korku eşiğinin de büyük ölçüde aşılmış olduğunu gösteriyor. Galiba bu savaş kararının alınmasının, bu perspektife sahip olunmasının esas en önemli nedenlerinden biri de bu. Sosyal medya karşısında yenik düştüğünü, onu yenemeyeceğini görüp, onun öfkesiyle verilmek istenen bir savaş var. Dolayısıyla baştan yenik başlamış bir savaş var. Kısa vâdede aldatıcı birtakım galibiyetler olabilir. Ama Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde siyasî iktidarların, hele Türkiye’de şu anki iktidarın bu savaşı kazanması hiçbir şekilde mümkün değil. Bu savaşı yürüttüğü ölçüde de, sosyal medyayı hedefi haline aldığında da, özellikler genç kesimleri, Z Kuşağı diye adlandırılan kesimleri –ki bunların içerisinde ailesi AKP’yi ve Erdoğan’ı desteklemiş olan çok sayıda genç de var–, bunları teker teker kaybeden, iyice yaşlılar partisine dönüşen bir AKP ve MHP ile karşı karşıyayız. Bunun yerini muhalefet mi alıyor çok emin değilim. Bazı partiler, özellikle yeni partiler sosyal medya konusunda daha cevval çıkabiliyorlar. Ama siyasî partiler yelpazesine tam anlamıyla bakıldığı zaman, Türkiye’deki, bu sosyal medyayı en önemli yaşam biçimi haline getirmiş kesimleri tam anlamıyla mobilize edebilecek bir partinin ya da siyasî liderin henüz ortaya çıkabilmiş olduğu kanısında değilim. Ama iktidar bu mücadeleyi sürdürürse bu tür liderleri çıkartabilir. Ya da var olan parti veya liderlerini buraya doğru dönüştürebilir. 

Evet söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.