Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kere daha “Medyamız bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor. ilimde, sanatta, kültürde benzer sıkıntılarla karşı karşıyayız. Dünyaya kendimizi anlatamıyoruz. Bunun için de fikri iktidarımızı da hâlâ tesis edemediğimiz kanaatindeyim” diye yakındı. Neden böyle? Bu sorunun cevaplarını AKP Gençlik Kolları’nın “Sen kimsin?” başlıklı videosunda bulmak mümkün.
Üç yıl önceki yayın: AKP neden sosyal ve kültürel alanda iktidar olamadı?
Yayına hazırlayan: Zelal Direkci
Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün İbni Haldun Üniversitesi’ndeki bir açılışta yaptığı konuşmada bir kere daha kendilerinin fikrî olarak iktidarda olamadıklarını söyledi. Bir kere daha diyorum; neden öyle dediğimi birazdan açıklayacağım. Ama şimdi öncelikle ne dediğine bakalım: Erdoğan çok ciddi bir şekilde, “18 senedir iktidardayız, ama fikrî iktidarımızı kuramadık” diyor, bundan şikâyet ediyor. “Medyamız bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor” diyor. “İlimde, sanatta, kültürde benzer sıkıntılarla karşı karşıyayız. Dünyaya kendimizi anlatamıyoruz.” Ama biliyoruz ki medya tamamen, büyük ölçüde kendi denetiminde; buna rağmen medya kendi sesini yansıtamıyor, dolayısıyla buradaki sorumlu esas olarak kendisi oluyor.
Bu fikrî iktidar olamama meselesinin özellikle Erdoğan’ın içinde bir ukde olarak kaldığı anlaşılıyor; çünkü birçok kere bunu sürekli olarak, tekrar tekrar söylemişti. Mesela üç yıl önce, bu sefer Ensar Vakfı’nda söylediği cümleyi önce tam bir okuyayım: “Dünyaya kendimizi anlatamıyoruz. Bunun için de fikrî iktidarımızı hâlâ tesis edemediğimiz kanaatindeyim. Hiç kimsenin bu arayıştan rahatsız olmaması gerekir.” Üç yıl önce Ensar Vakfı’nın bir toplantısında da, o sırada 15 yıldır iktidardayken şöyle demişti: “Biliyorsunuz siyasî olarak iktidar olmak başka bir şeydir; sosyal ve kültürel iktidar başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz siyasî iktidarız, ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılıyız.”
Ben o tarihte, “AKP neden sosyal ve kültürel alanda iktidar olamadı?” diye bir yayın yapmıştım. Uzun uzun bunu değerlendirmiştim. Şimdi oradaki şeyleri tekrarlamak istemiyorum; bunun üç yıl sonra kaldığımız yerden neden böyle olduğu üzerine birtakım ekler yapmak istiyorum. Üç yıl önce yaptığım yayında, İslâmî entelijensiyanın yükselişinden ve çöküşünden bahsetmişim. Gülencilerin, yani Fethullahçıların bir dönem kültürel iktidar adına AKP ile kurdukları ilişkide kültürel alanı nasıl kontrol ettiğini, daha doğrusu AKP’nin o alanı onlara tahsis ettiğini, daha sonra onların çekilmesiyle doğan boşluktan bahsetmiştim. İmam-Hatip okullarının bir çözüm olamadığından, devşirmelerin işe yaramadığından bahsetmiştim — “devşirme” derken neyi kast ettiğim anlaşılıyor: İslâmî hareketle ilişkisi olmayıp, AKP trenine iktidar treni olarak atlayanlar. Bunların isimlerine gerek yok. Ama biliyoruz, her yerde varlar.
Medyada varlar; televizyonlarda, gazetelerde, eğitimde varlar. Birçok bakanlıkta yüksek bürokraside varlar. Ve bayağı da bir para kazanıyorlar; imkânları da çok, ama şunu demek hiç yanıltıcı olmaz: Sıfıra sıfır elde var sıfır. Geride pek bir şey yok. Şimdi, Erdoğan’ın dünkü konuşmasının ardından bu yayını yapmaya karar verdim ve önceki yayında neler söylediğime baktım. Bugün yapacağım yayın için neler yapacağımı düşünürken, ortaya AKP Gençlik Kolları’nın “Sen Kimsin?” videosu düştü. O videoyu bayağı insan izledi. Sosyal medyada anladığım kadarıyla en popüler görseldi o video. Üzerine çok şey konuşuldu, daha da konuşulacağa benziyor. O video aslında başından sonuna Erdoğan’ın sorusunun cevabı. Neden fikren iktidar olamadıklarının cevabı. Şimdi oraya birçok açıdan baktığınız zaman, bir kere teknik olarak, teknoloji olarak çok böyle yanar dönerli gibi duruyor, ama çok geri bir teknoloji bence. Mesela bir Saadet Partisi’nin gençlerinin yaptığı birtakım sosyal medya çalışmalarını düşününce, bu onların hayli gerisinde. Ama biliyoruz ki AKP’nin imkânları sonsuz, Gençlik Kolları’nın da aynı şekilde. Böyle bir olayın prodüksiyonuna herhalde çok ciddi bir bütçe de ayırabiliyorlardır.
Ama demek ki para her şeye yetmiyor. Görüyoruz; ortada pek bir şeye benzemeyen, bir kere kalite açısından çok düşük, içerik açısından baktığımız zaman hiçbir sürprizi olmayan, şaşırtıcılığı, cazibesi olmayan ve referansları hep geçmişe doğru olan bir şey. Fikre baktığınız zaman: Bugün AKP’nin fikrinin iktidarda olabilmesi için özellikle genç kesimlere seslenebilmesi lâzım, ama toplumun bütün kesimlerine seslenebilmesi de lâzım ve onlara bir gelecek tahayyülü sunması lâzım. Gelecek tahayyülü sunabilmesi için inandırıcı bir şekilde sunabilmesi lâzım ve burada genellikle pozitif mesajlar vermesi gerekiyor; ama biliyoruz ki uzun bir süredir AKP ve Erdoğan hep geçmişe yöneliyor ve hep olumsuzluk üzerinden açıklıyor.
Bu videoda da baktığınız zaman, geçmişten çok sayıda padişah vs. var ve de terör kurbanı olan gençler, öğretmenler var. Tabii ki bunları bir tercih olarak yapabilirsiniz; ama tamamen pozitif olmayan, adı böyle konmasa da terörle mücadele üzerine kurulu ve ileriye yönelik hiçbir şey söylemeyen bir video. Bir yerli otomobil gözüküyor bir yerde; ama o otomobili hiçbirimiz şu âna kadar görmediğimiz için, tam olarak ne olduğunu da bilmiyoruz. İleriye yönelik hiçbir şey vermeyen bir perspektif. Şimdi tabii buradaki sorun şu: Gençlik Kolları yapıyor, belli ki gençler yapmış, ama gençler genç değil.
Bu anlamda buradaki “OK Boomer”a gönderme yapabilirim. Bu “OK Boomer”ı bilenler bilir –ben de 1962 doğumluyum– şöyle söyleniyor: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yirmi yıl içerisindeki çocuk furyasıyla çok sayıda çocuk yapıldı dünyada; işte onlara “boomer kuşağı” deniyor. Ben de 62 doğumlu olduğuma göre onun bir yerindeyim. Ve sosyal medyada bazen benim yazıp söylediklerime kızan, beğenmeyen gençler, “Z” kuşağı ya da bir önceki “Y” kuşağı, ama daha çok “Z” kuşağının gençleri, benimle dalga geçmek için bana “boomer” diyorlar. Ve “OK Boomer” da bir tür aşağılama; “Tamam abi, sen haklısın” ya da “amca” gibi. Hatta “dede” diyenler de var. Şimdi, giysiyi de eşim Müge oğlumuz Ali Deniz’e almış; ona biraz büyük gelince ben aldım ve görünce de zaten hemen üstüne atladım; çünkü bana kim olduğumu hatırlatıyor — öyle diyeyim.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Şimdi böyle bir çağda, 21. Yüzyılda, teknolojinin bu kadar geliştiği bir yerde 18 senedir ülkeyi yöneten bir partinin gençlik kolları böyle yaşlı işi işler üretince, bu parti de tabii ki oturup “Biz niye fikren de iktidar olamıyoruz?” diye dövünür durur. Gençler niye böyle şeyler üretiyor? Niye gençliklerini tam olarak yansıtamıyorlar? Başkaları da yaratıcılıklarını yansıtamıyorlar. Çünkü biliyoruz ki yaratıcılık ürünü şeyler –kültür, sanat, çarpıcı fikirler– genellikle rahatsız edici şeyler olur. İlk çıktığı zaman insanları tedirgin, rahatsız eder ve hatta kızdırır; yasaklanmaya çalışılır. Ve bu fikirler daha sonra kendini kabul ettirir. Yani siz yıllardır yapılan aynı şeyleri… mesela şu anda televizyonlarda birbiri peşi sıra tarih dizileri var; tarih üzerinden insanları heyecanlandırmaya çalışan diziler var. İsimlerini saymaya gerek yok; çoğunu da ezbere bilmiyorum zaten. En son gördüğüm, Selçuklular’a kadar gelindi. Bunlarla insanları bir yere götürmeye çalışıyorlar. Halbuki yeni şeyler söylemek gerekiyor.
Aslında Türkiye’de İslâmî hareket muhalefette olduğu zamanlarda belli bir arayış içerisindeydi. Sorguluyordu, çünkü iktidara karşıydı. Ama şimdi iktidar oldu ve sorgulayamıyor. Çekiniyor, insanlar ürküyor. İktidarı kaybetmek istemiyor. En önemli hususlardan birisi bu. Ama diğer önemli bir hususu görmek için bu sözünü ettiğimiz videonun sonuna bakın. Sonunda ne var? Bütün videoda bahsi geçen görüntüler, şahıslar, hayatını kaybedenler, padişahlar şunlar bunlar, herkes, Aliya İzzetbegoviç’ten tutun da Mustafa Kemal Atatürk’e kadar, ya da hayatını terörden kaybeden öğretmenden gençlere kadar, bütün bunların hepsi bir yerde toplanıyor ve açık söylemek gerekirse çok da kötü çizilmiş bir Recep Tayyip Erdoğan’da bitiyor. Galiba işin püf noktası bu. Herkes tek adam üzerinden yapıyor, üretiyor, konuşuyor. Bütün referans orada.
Daha önce birkaç kere söylemiştim. Gazeteciler bir okur için, televizyonlar bir izleyici için, radyolar bir dinleyici için çalışıyor esas olarak. Yayınlanıyorlar; Recep Tayyip Erdoğan ve onun çevresindekiler için tabii ki. “Acaba o ne der? Memnun kalır mı?” şeklinde bir yaklaşımla gittiğiniz zaman, tabii ki başkalarını da etkileyecek fikirler üretemiyorsunuz. Bütün her şeyi o kişiye havale ediyorsunuz. Ve o kişi de biliyoruz ki artık ilk baştaki Recep Tayyip Erdoğan değil. Her şeyden önce aşağıdan yukarı çıkan, toplumdan yukarıya doğru çıkan, mahallelerden gelmiş Recep Tayyip Erdoğan’ın yerine, artık uzun bir süredir devletin en tepesinde koruma ordularıyla dolaşan bir kişi. Artık halk adamından devlet adamına ve otoriter devlet adamına dönüşmüş. Ve her şey onda toplanıyor. Video o anlamda çok mânîdar. Bakıyorsunuz, onunla bitiyor. Türk bayrağı da oraya geliyor ve sonuçta bir Erdoğan çıkıyor.
Yıllar önce Fransızca bir anti-komünist fıkralar kitabı okumuştum, bir Fransız arkadaş hediye etmişti. Solcu olmamıza rağmen epey eğlendiriciydi. Çok ilginç hikâyeler, fıkralar vardı. Arada sırada hâlâ yakın çevreme anlatırım ve bıktılar artık. Bir tanesini burada anlatmak istiyorum — çok sevdiklerimden birisidir: Yıllar önce Stalin döneminde, Rusya’nın yetiştirdiği en büyük yazarlardan biri olan Tolstoy için bir heykel yarışması açılıyor ve bir yığın proje geliyor. Tolstoy yazarken, Tolstoy düşünürken vs. vs. Ve en son kazanan proje, “Stalin Tolstoy’u okurken” oluyor.
Şimdi, Türkiye’nin insanları, gençleri bunun çok ötesinde bir yerdeler. Her şeyi bir kişiye bağlayarak gidilebilecek çok fazla bir yol yok. Dünya da bunları çoktan aştı. Siz her şeyi bir kişiye bağlarsanız, siz de bir kişi olarak her şeyin kendinize bağlanmasını isterseniz, ondan sonra da aradan 15 yıl, 18 yıl geçti, “Hâlâ neden biz fikir olarak iktidarda değiliz? Niye bizden sanatçılar, düşünürler çıkmıyor?” diye yakınır durursunuz. Kitapçılara gittiğiniz zaman, ön planda sergilenen kitaplara bakıp, “Niye bizim kitaplarımız burada yer almıyor?” diye hayıflanırsınız. Sizin kitaplarınız diye bir şey yok aslında; bütün Türkiye’nin kitapları var. Ama sizin tercih ettiğiniz türden kitapların orada olabilmesi için piyasa diye bir şey var. Bir alıcısının olması lâzım; alıcısının olması için de o kitapların bir yerinden insanları yakalayabilmesi lâzım. Bir yerinden yakalayabilmesi için de değişik ve yeni bir şeyleri yeni bir şekilde söyleyebilmeleri lâzım. Bunları yapamadığınız-yapmadığınız zaman, değişik kaygı ve korkularla, kaybetme korkusuyla, birilerini rahatsız etme korkusuyla yapamadığınız zaman ne oluyorsunuz? “Boomer” oluyorsunuz. Ve gençler de size, “OK Boomer” diyorlar. “Tamam abi, çok güzel iyisin hoşsun” deyip, kendi yollarına gidiyorlar.
Evet, 18 yıl geçti; Türkiye kültür-sanat alanında, her türlü fikir alanında başladığı yerin çok daha gerisinde bir yere vardı. Düşünce dünyasında bir çölleşme var. Her yerde var. Devleti yönetenler, iktidar, kendisinin ulaşamadığı yerleri ya bir şekilde ele geçirip çölleştiriyor ya da iyice kendi kaderine terk ederek onların artık eskisi kadar üretken olmamasına neden oluyorlar. Ben çocukluğumdan itibaren kültür-sanatla iç içe büyümüş birisi olarak, Türkiye’de hep bir dönem öne çıkan isimler olmuştur. Teknolojinin medyanın bu kadar gelişmediği dönemlerde bile, dünya çapından ilgi gören yazarlarımız, sinemacılarımız, ressamlarımız ve birçok sanat alanında müzikte vs. insanlarımız olmuştur. Hâlâ varlar, ama var olanlar büyük ölçüde devlete rağmen var olmaya çalışıyorlar. Ülkeyi yönetenler kendilerine biat etmeyenlere, kendilerinin çizdiği dar kalıplar içerisinde hareket etmeyenlere çok fazla rağbet etmiyorlar. Cumhurbaşkanı’nın arada sırada topladığı “sanatçılar”a baktığınız zaman, bunların büyük bir kısmının artık hayatta pek bir karşılıkları olmadığını, zaten karşılıkları olduğu zamanlarda da dünya çapında bir kaliteye denk gelecek üretim ve performansları olmadığını biliyoruz. Azla yetinmek durumundalar. Azla yetindikleri zamanda şikâyet ediyorlar. Ama sonuçta, “Kimi kime şikâyet ediyorsunuz?” sorusuyla bitirilebilecek bir yayın bu. Kendilerinin yarattığı bir sonuç bu. Bu perspektifle, bu anlayışla; çoğulculuktan uzak, eleştirellikten uzak perspektifle, her şeyi bir beka temelinden kurgulayan bir perspektifle kültür sanat olmaz. Olan da sizin istediğiniz gibi olmaz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.