Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (16): Polis Akademisi’nde Kürt Açılımı çalıştayı (1 Ağustos 2009)

Gazetecilik anılarımın 16. bölümünün merkezinde, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın talimatıyla ve katılımıyla Ankara Polis Akademisi’nde düzenlenen Kürt Açılımı çalıştayı var. Benimle beraber 15 gazetecinin katıldığı çalıştay, bir bakıma adı birkaç kez değişen çözüm sürecinin ilk önemli anı olarak kayıtlara geçmişti. O günden bugüne çok ama çok şey değişti.

Çalıştayın ardından yazdığım yazılar:

‘Kürt açılımı’ndan ‘Türkiye atılımı’na

Bunda ne kötülük var

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizceyi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazcayı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibaret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 16. bölümünde, 1 Ağustos 2009 Cumartesi günü, Ankara’da Polis Akademisi’nde yapılan Kürt Açılımı Çalıştayı’nı anlatmak istiyorum. Bu Çalıştay aslında o dönemde Kürt açılımı diye başlayan, adı defalarca değişen, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Mutabakatı ile iyice zirveye çıkan, ama daha sonra bir şekilde bitirilen çözüm süreçlerinin ilk ânıydı, startıydı denilebilir. Geçen “Gomaşinen”de bahsettim; Abdullah Gül Cumhurbaşkanı iken bir İran gezisinde benim de aralarında olduğum bir grup gazeteciye, “Kürt sorunu konusunda çok iyi şeyler olacak” demişti ve onun ardından büyük bir beklenti başlamıştı. Bir açılım beklentisi başlamıştı. Açılımın yapılacağı söylendi ve ilk olarak da bu Çalıştay’la o açılıma bizzat start verildi. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay bizzat bu açılımı başından sonuna kadar izledi. Şimdi biraz detaylara girelim. Aslında şunu söylemek istiyorum: Bu çözüm süreçleri, değişik adlarla devam eden ve sonunda kapanan çözüm süreçleri üzerine söylenecek çok şey var. Belki “Gomaşinen”de bunları birkaç bölüm halinde, parça parça anlatırım; bunları çok yakından takip etmiş bir gazeteciyim, bunun Türkiye ayağı olduğu gibi, yurtdışı ayakları da vardı. Özellikle Kandil’de bir zamanlar yapılan basın açıklamaları, PKK’nın geri çekilme açıklaması –ki Türkiye’den benim de içlerinde olduğum çok sayıda gazeteci onu izlemişti–, bütün bunları daha sonraki süreçlerde anlatmayı düşünüyorum; ama bu Çalıştay başlı başına ilginç bir olaydı. Onu biraz derinlemesine anlatmak istiyorum.

2009’daydı, yani 11 yıl olmuş. 11 yılda ne kadar çok şey değişmiş Türkiye’de, yaşadık, gördük; ama şu şeye bakalım, katılımcılara bakalım. Olay Polis Akademisi’nde düzenlendi. Polis Akademisi’nin Rektörü Zühtü Arslan, şu anda Anayasa Mahkemesi Başkanı, toplantının moderasyonunu üstlenen isimlerden Polis Akademisi Araştırma Merkezleri Başkanı İhsan Bal — ne zamandır ortada yok; nerede olduğunu bilmiyorum, ama Fethullahçılık’la alâkalı bir şekilde adı geçti. Cezaevinde mi, yurtdışında mı, yoksa normal bir şekilde hayatına devam mı ediyor? İnanın bilmiyorum. Katılanlara bakalım: Gazeteciler çağrılmıştı, ama bu gazetecilerin bir kısmı aynı zamanda akademisyendi, daha çok sosyal bilimler alanında, İbrahim Kalın Sabah gazetesinde –şu anda Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü biliyorsunuz–, Zaman gazetesinden Prof. Mümtazer Türköne –Fethullahçılık suçlamasıyla cezaevinde uzun bir süre yattı, daha sonra, yakınlarda çıktı–, yine Zaman gazetesinden İhsan Dağı, o da profesör, Fethullahçılık’la ilgili soruşturmalarda adı geçti; ama tutuklanmadı, ilginç bir şekilde hem Mümtazer Türköne hem İhsan Dağı’nın eşleri o tarihte Adalet ve Kalkınma Partisi’nden milletvekiliydiler. Mümtazer Türköne daha sonra ayrıldı eşinden. Ama İhsan Dağı hâlâ evli. Yeni Şafak’tan iki isim, Fehmi Koru ve Ali Bayramoğlu vardı. Yeni Şafak duruyor, ama ikisi de Yeni Şafak’tan ayrılalı bayağı bir zaman oldu ve Yeni Şafak’la çok farklı yerlerde duruyorlar. Star gazetesinin başındaki Mustafa Karaalioğlu da Erdoğan’dan yollarını ayırdı ve şimdi Karar gazetesinde. Orada yazar olan Nasuhi Güngör ise –hatırlanacaktır, Muharrem İnce cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Nasuhi Güngör’ün Yenilikçi Hareket adlı kitabından Erdoğan’a yönelik suçlamaları okumuştu; Nasuhi Güngör de çıkıp, televizyonda ya da pardon sosyal medyada kendi kitabını tekzip etmişti, o söylediklerinin doğru olmadığını söylemişti. Bunu “Gomaşinen”in ilk bölümlerinden birinde, hakkımdaki dezenformasyonu anlattığım, yani Erdoğan’la Amerikalıları benim tanıştırdığım yalanını anlattığım bölümde de bu kişiden bahsetmiştim — onun nasıl birisi olduğundan diyeyim. Her neyse, Akşam gazetesinden Deniz Ülke Arıboğan, aynı zamanda o da hem köşe yazarı ama aynı zamanda akademisyen olarak. Milliyet gazetesinden Hasan Cemal –ki Milliyet artık yaşıyor mu belli değil gazete olarak, ama Hasan Cemal’in Milliyet’le ve diğer gazetelerle ilişkisi yıllardır yok. Radikal gazetesi artık yok. Zaman da yok tabii ki. Zaman da kayboldu. Radikal gazetesinden Oral Çalışlar ve Cengiz Çandar. Cengiz Çandar artık bir yerde yazmıyor, uzun bir süredir Türkiye’ye de gelmiyor, Türkiye dışında yaşıyor. Oral Çalışlar’ın ise galiba Posta’da yazıyor olması lâzım; onun iktidarla arası pek kötü değil bildiğim kadarıyla. Yerinde duran iki isim var. Bunlardan Muharrem Sarıkaya hâlâ Habertürk’te. Okan Müderrisoğlu hâlâ Sabah’ta. En istikrarlılar onlar — yegâne istikrarlılar diyelim. Bir de çok sürpriz bir isim: Şu anda HDP’nin Eş Genel Başkanı olan Mithat Sancar, o tarihte Taraf gazetesi yazarı olarak ve aynı zamanda akademisyen olarak çağrılıp katılmıştı. Şu anda Taraf gazetesi de yok. 

Evet, ilginç bir bileşimdi. 15 gazeteciydik. Ben de Vatan gazetesinden. Benim davet edilmem de bir ilginçtir; onun öyküsünü de kısaca anlatmama izin verin. Bir gün ailecek yazlık evde oturuyorduk, tatildeydim. Bir telefon geldi. İçişleri Bakanı Beşir Atalay arıyor. Ve bana şunu söyledi: “Polis Akademisi’ndeki arkadaşlar size ulaşamamışlar.” Ben de dedim ki, “Ya, Bakan Bey, siz ulaşıyorsunuz onlar nasıl ulaşamıyor? Böyle bir şeyin mantığı var mı?” Her neyse, dedi ki: “Cumartesi günü Ankara’da böyle böyle Çalıştay var”. Zaten yapılacağını biliyorduk, ama nerede ve nasıl olacağını bilmiyorduk. “Sizi de orada görmek istiyoruz.” Ondan sonra çok ansızın, yani çünkü ertesi gün cumartesi günüydü ve sonuçta bana bir araç tahsis ettiler ve o araçla ben Ankara’daki Çalıştay’a apar topar ertesi gün katılabildim. Burada niye böyle oldu sorusunun cevabı çok açıktı; onu hatta telefonda bakan Beşir Atalay’a da söyledim. Polis Akademisi söz konusu olduğu için, orada da Fethullahçılar’ın bir hâkimiyeti olduğu için, Fethullahçılar da beni sevmedikleri için belli ki “Ona ulaşamadık” demişler ve beni aradan atmaya çalışmışlar; ama bakanın ısrarıyla ve beni bizzat bulup çağırmasıyla, ben de buraya katıldım. 

Bir yaz günü, 1 Ağustos günü burada toplandık. Bakan konuşmadı, sadece notlar aldı. Önce Zühtü Arslan, ardından İhsan Bal konuşmalar yaptılar ve oturumu yönettiler. İki ana başlık vardı. Bir öğle arası verildi diye hatırlıyorum. Bir çözüm sürecinden bahsediliyordu; buna Kürt Açılımı deniyordu. Sonra isimler değişti biliyorsunuz. “Süreç kapsamında yapılması gerekenler, bunun yöntem ve yönetimi nasıl olmalı?” tartışması. Bir diğer başlık da “Demokrasi paketinde neler olmalı?” Bu iki konuda hemen hemen herkes söz aldı. Kimisi çok uzun konuştu, kimisi kısa konuştu, tartışmalar oldu. Hatta o tarihte –şimdi detayını hatırlamıyorum ama– Ali Bayramoğlu ile benim aramda bir atışma olmuştu. Neden olduğunu bilmiyorum, daha sonra arada bir şekilde onu telafi ettik, anlaştık; ama tartışma başka tartışmalar da çok yoğun oldu. Burada tabii şöyle bir mesele vardı: Bu olayı Adalet ve Kalkınma Partisi istiyor; o tarihte HDP yoktu, yanılmıyorsam adı DTP, DTP idi yanılmıyorsam — bakıyorum şimdi, partinin adı çok değiştiği için hangi adlı parti vardı. Evet DTP. AKP + DTP = çözüm. Böyle bir denklemin Türkiye’de olamayacağını, söz konusu olan çözümün bir şekilde bu açılıma mesafeli duran, eleştirel duran diğer partileri, özellikle CHP’yi ve bir ölçüde de MHP’yi içermesi gerektiği üzerine tartışmalar oldu. Kimileri bunun mümkün olmadığını söylüyordu, kimileri denenmesi gerektiğini söylüyordu ve farklı yorumlar oldu. Bayağı ilginç tartışmalar çıkmıştı ve orada tabii ana konulardan birisi MHP idi. MHP’nin hiçbir şekilde bu olaya yanaşmayacağını savunanlar, haklı bir şekilde çoğunluktaydı; ama MHP’nin tam karşısında olacağı bir çözümün başarılı olup olmayacağı da ortadaydı. Böyle ilginç zor sorular vardı. 

Buradaki temel tartışma konularından birisi ve tabii ki en çok sorulan sorulardan birisi: “Kürt Sorununu diyelim ki çözüyoruz, bu, Kürt olmayanların ne işine yarayacak?” Bu tam böyle tarif edilmedi, ama evet, “Kürtlerin talepleri var, bu taleplerin yerine getirilmesi halinde Kürt olmayanlar buna neden razı olacaklar?” Burada genellikle söylenen, böyle bir durumda Türkiye’nin ekonomik anlamda, demokrasi anlamında çok büyük ilerleme katedeceği ve bundan herkesin istifade edeceği şeklinde birtakım cevaplar verildi karşılıklı olarak. Zor sorulardı ve zor soru olmanın dışında bu sorular, devletin bizzat katılımıyla ve gazetecilerin, sivil kişilerin de katılımıyla belki de ilk kez ciddi ve açık bir şekilde tartışılıyordu; onun için daha çok yolun başındaydık. Ben şahsen bu olayı çok önemsedim; buradan bir şeyin çıkması gerektiğini ve çıkabileceğini düşündüm ve başından itibaren bütün eleştirilerimi de söyleyerek, ama olabildiğince bu olayın gerçekleşmesi için konuştum. Bir vatandaş olarak Kürt sorununun çözümünün Türkiye’nin en ana meselesi olduğunu düşünüyordum, hâlâ öyle düşünüyorum ve bunu gerçekleştirmek için her türlü çabaya elimden geldiğince katkıda bulunmak istiyordum. 

Bunun iki yönü vardı; yani bir gazeteci olarak olayı ele almak, haberleştirmek, yorumlamak, bir de vatandaş olarak bu çözümün içerisine nasıl katkıda bulunabilirim. Bu ikisi arasındaki ilişki tabii çok zor bir ilişkidir. Bir gazetecinin vatandaş olarak aldığı pozisyonla gazeteci mesleğini icra ederken neyi nasıl yapması gerektiği konusu dünyanın en eski tartışmalarından, yani basın dünyasının tartışmalarından biridir. Şahsen, sol bir geçmişten gelen ve hâlâ kendini solcu gören birisi olarak, solculuğa ilk başladığım andan itibaren, Kürt sorununun ne olduğunu tam olarak bilmemekle birlikte, Kürtlerin bir sorun olduğunu düşünüp bunun çözülmesi gerektiğine inanan bir kişiydim. Daha sonra, özellikle gazeteci olarak bölgeye gittiğim andan itibaren, bu sorunun nasıl bir sorun olduğunu, insanların beklentilerini, Kürtlerin beklentilerini yakından gördüm. Ve bu sorunun çözümü için bir şekilde buna katkı vermek gerektiğini düşündüm. 

Her neyse; bu Çalıştay bayağı yoğun bir şekilde geçti. Çıkışta, hemen hemen hepimiz gazeteciyiz, gazeteciler bizi bekliyordu, kameralar vs… Az sayıda kişi bunlara konuştu. Bunlardan birisi de bendim. Gizlenecek saklanacak bir şey yoktu; fakat hayal meyal hatırlıyorum, bunun çok da iyi bir şey olmadığı yolundaki bakış daha güçlüydü. Yani bu Çalıştay’a eleştirel bakış medyanın genelinde daha güçlüydü. 

Bunun birçok nedeni vardır tabii: AKP’ye olan mesafe birincisi, Polis Akademisi’ndeki katılımcıların bir kısmının değişik çevreler tarafından sevilmiyor olması yüzünden baştan itibaren bu Kürt Açılımı Çalıştayı daha çok olumsuz olarak değerlendirildi. Ve ardından MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “12 kötü adam” benzetmesi geldi. “12 kötü adam” neye gönderme? Tabii ki o tarihlerde Türkiye’nin gündeminde yer alan milli basketbol takımı “12 dev adam” diye lanse ediliyordu ve bayağı da başarılıydı, öyle bir klişe yerleşmişti. “12 dev adam”a karşılık, Bahçeli “12 kötü adam” dedi. Ama burada ilginç bir şey vardı tabii. Gazetecilerin sayısı 12’den fazlaydı. Dolayısıyla bazılarını bu kötünün dışına çıkartıyordu ve MHP’lilere sorduğumuz zaman, “Ya, bize niye, bana niye kötü dedin?” dediğimizde, “Seni kastetmedi Devlet Bey” diyebiliyorlardı. Çünkü sayı daha fazlaydı; onun söylediği 12’ydi. Biz 15 ya da 16 gazeteciydik, galiba 15’tik. O, 12 dedi ve bir şey olduğu zaman da sizi kolaylıkla o üç kişinin içerisine, yani kötü olmayan üç kişinin içerisine katıyorlardı. 

Bu tartışmanın, bu buluşmanın ardından birçok şey yapıldı. Onları daha sonraki “Gomaşinen”lerde ele almak istiyorum. Fakat sonuçta geldiğimiz noktada bayağı bir mesafe katedildi. Çok zor bir şekilde bayağı bir mesafe katedildi, ama olay tamamlanamadı. Olay çözülemedi. Şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan Kürt Sorunu diye bir şeyin kalmadığını söylüyor. O tarihte bu çözüm yolunda harekete geçtiği zaman, karşısına duvar çeken, elinden gelen her türlü engeli çıkartan Devlet Bahçeli ile epey bir zamandır bir ittifak ilişkisi içerisinde ve Kürt Sorunu konusunda Devlet Bahçeli’nin perspektifine büyük ölçüde tâbi olmuş durumda. Burada isimlere baktığımız zaman, bu isimlerin önemli bir kısmı, ezici bir çoğunluğu ana akım medyada değil — hatta bazılarının gazeteleri bile yok. Zaman gibi, Radikal gibi, Taraf gibi gazeteler bile yok; hâlâ gazeteci olarak varlığını sürdürmeye çalışanlar da daha çok internet üzerinden –Fehmi Koru gibi, benim gibi, Cengiz Çandar gibi– öyle sürdürmeye çalışıyorlar. Hâlâ yazar olarak Ali Bayramoğlu Karar’da yazıyor. Mustafa Karaalioğlu Karar’da yazıyor. Yani katılımcıların bu 11 yıl içerisinde yaşadıkları dönüşüm bile, Türkiye’deki işlerin ne kadar hızlı ve sert geçtiğini bize gösteriyor. 

Bunun bir başkası, Âkil İnsanlar Heyeti isimleri üzerinden de yapılabilir. Nereden nereye? Erdoğan’ın o tarihte başlattığı bu harekete bir şekilde dahil olan insanların ezici bir çoğunluğunun şimdi Erdoğan’a mesafeli olduğunu, Erdoğan’a muhalif olduğunu, hatta Erdoğan’ın bunlardan bazılarını çok sert bir şekilde cezalandırdığını biliyoruz. Kimisi hapiste, kimisi sürgünde, büyük bir çoğunluğu da gazetelerde ya da üniversitelerdeki işlerini kaybetmiş çok sayıda insan var. Türkiye bu 11 yıl içerisinde çok değişti; ama maalesef iyiye doğru değişmedi. Bu 1 Ağustos 2009 tarihli Kürt Açılımı Çalıştayı bir heyecan yarattı; benim gibi insanlarda bir umut yeşertti. Ama bunun gerçekleşmesine tanık olmadık, olamadık. Bunun neden böyle olduğunu tek bir bölümde anlatmak mümkün değil; daha sonraki bölümlerde değişik sekansları ele alarak, açılımın ya da Kürt Çözüm Süreci’nin –adı da çok değişti zaten– değişik boyutlarını anılarımın değişik bölümlerinde anlatmayı düşünüyorum. Bu Çalıştay bayağı bir medyatik olmuştu hafta sonu olmasına rağmen. Bu Çalıştay anısıyla bu bölümü kapatayım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.