Gomaşinen (25): 27 Mart 1994 yerel seçimleri: Refah ve Erdoğan’ın zaferi

Gazetecilik anılarımın 25. bölümünde 27 Mart 1994’te yapılan seçimlerde Refah Partisi’nin neden ve nasıl başarılı olduğunu, ana akım medyanın neden bu gelişmeyi görmediğini ve görmek istemediğini anlatmaya çalıştım.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibâret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…“

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 25. bölümünde, 27 Mart 1994 Yerel Seçimleri’ni anlatmak istiyorum. Dile kolay, 27 yıl olmuş; demek ki bayağı bir yaşlanmışım. O günleri dün gibi olmasa bile, bayağı iyi hatırlıyorum. Gazetecilik hayatımın da en ilginç dönemlerinden birisiydi. Parti olarak Refah Partisi, ama genel olarak İslâmî hareket bir yükseliş içerisindeydi. Fakat bu yükseliş, sistemin sâhipleri tarafından ya da kendini sistemin sâhibi görenler tarafından kabullenilmek istenmiyordu; büyük medya da bunun bir parçasıydı ve bu medyanın içerisinde bu hareketleri anlamaya çalışan çok çok az sayıda insan vardı — bunlardan birisi de bendim. Milliyet gazetesine 1993 yılının yaz aylarında muhâbirlik yapmak için başvurmuştum. Daha önce Cumhuriyet gazetesinde 91’de çalıştığım kısa bir dönemi saymazsak, ikinci günlük gazetede çalışma deneyimimdi. 

Gazetenin başında Umur Talu vardı ve gazetenin tirajını çok yükseklere çıkartmıştı. Kendisi Galatasaray Lisesi’nden de ağabeyimdi, tanışırdık. Beni işe almadı, fakat bana iş verdi. O tarihte, Temmuz ayı başında Sivas katliamı yaşanmıştı. Beni Sivas’a yolladı Milliyet adına. Bunun öyküsü ayrıdır. Onu belki ayrı bir “Gomaşinen”de anlatırım; ama her neyse, Temmuz ortasında, Sivas’tan benim yaptığım “Sivas Konuşuyor” yazı dizisi üç gün boyunca Milliyet’te yayınlandı. Gazete de bundan bayağı memnun kaldı. Ardından, o tarihlerde İstanbul’da yapılan bir ara seçim vardı. Şöyle ki, yeni ilçeler kurulmuştu ve bu ilçeler için belediye seçimleri yapılmıştı. Ve buralardan bazılarını –Kâğıthane’yi, Bağcılar’ı, Bahçelievler’i, Güngören’i– Refah Partili adaylar kazanmıştı. Bu da bir şaşkınlığa yol açmıştı. Aslında doğaldı. Ve Umur Talu benden buralarla ilgili bir yazı dizisi yapmamı, Refah Partili belediyeler hakkında bir dosya hazırlamamı istedi. 

O tarihte Refah Partisi’nin İstanbul İl Başkanı da Recep Tayyip Erdoğan’dı. Bir gün Milliyet’i ziyarete gelmişti ve kendi partilerini görmediğimiz için, büyük medyadan ve Milliyet’ten şikâyet etti. Haklıydı bu şikâyetinde. Umur Talu’da beni göstererek, öyle olmadığını, örneğin benim onlar için bir yazı dizisi hazırladığımı söyledi. Gerçekten hazırladım. Gittim, bu ilçeleri dolaştım, başkanlarla röportaj yaptım, halkla konuştum ve –halk meclisleri yapıyorlardı– halk meclislerini izledim. Bunlardan Kâğıthane’dekiydi yanlış hatırlamıyorsam; burada o tarihte İstanbul milletvekili olan –şimdi kendini Mesih olarak ilân etmiş olan, neydi adı? Birden adı aklıma gelmedi, koca Mesih’in bile adını unuttuk o kadar büyük bir ismin–, Hasan Mezarcı, tabii ya nasıl olur. Evet, yaşlılık böyle bir şey. Hasan Mezarcı da oradaydı, hattâ yanında Abdullah Gül vardı. Ve hattâ sonrasında beni –o tarihte Taksim’de, Cihangir’de oturuyordum– Taksim’e de bıraktılar. Arabada Hasan Mezarcı ile bir atışmamı hatırlıyorum. Onu da anlatayım bari bu konu açılmışken: Bana nereli olduğumu sordu. Ben de “Hopalı’yım ve Laz’ım” dedim. Çok kızdı, çünkü kendisi Gürcü. Gürcülerin büyük bir kısmı Lazların ayrı bir etnisite olduğunu kabul etmez. “Laz falan yok, hepiniz Gürcü’sünüz demişti”, hiç unutmam; o zamandan beri de hep böyle bir yerde aklımda durur bu Hasan Mezarcı’nın, bir yandan araba kullanıyor, yanında Dilipak varken. 

Her neyse, sonuçta ben bu yazı dizisini hazırladım, Milliyet gazetesine verdim, paramı da aldım; ama bu dizi yayınlanmadı, çünkü bu dizide o belediyeleri anlatıyordum ve hattâ son gününün başlığı: “Hedef İstanbul Büyükşehir Belediyesi” idi. Orada da, buna hazırlanıldığını ve başkan adaylarının büyük ihtimalle İl Başkanı Erdoğan olduğunu yazmıştım, fakat koymadılar. Koyarlarsa Refah’ın reklamını yapmış olacaklarını düşündüler herhalde; ama haksızlık etmeyeyim benim telifimi ödediler. 

Sonra da ben Milliyet’te çalışmaya başladım. Bu yazı dizisinin malzemesini de 27 Mart’tan sonra yayınladığım, Ne Şeriat Ne Demokrasi. Refah Partisi’ni Anlamak kitabında olduğu gibi –tabii helâl ü hoş olsun, kendi yaptığım çalışmaydı–olduğu gibi koyduk. O tarihte zaten o kitabı yazmayı kafama koymuştum. Onunla ilgili malzeme topluyordum. Yerel seçimlerde Refah Partisi’nin bayağı etkili çıkacağını düşünüyordum. Tabii nereleri kazanacağını bilmek mümkün değildi; ama Refah Partisi yazı dizisi hazırlıyordum. Ve sonra Milliyet’te çalışmaya başladım. Milliyet’te çalışırken de tabii büyük ölçüde İslâmî hareket ve Refah Partisi üzerine haberler önerdim. Bunların büyük bir kısmı kabul edilmedi. 

Zaten ilginç bir ortamdı. Şimdi ki tâbirle mobbing –o tarihte mobbing diye bir kavram bilmiyorduk–, ama tam kelimenin gerçek anlamıyla mobbing’e maruz kaldım. Genel yayın yönetmeni Umur Talu beni gazeteye almış olmasına rağmen –Milliyet yeni binasına taşınmıştı– orada bana oranın bazı kıdemli muhâbirleri gerçekten çok kötü davrandılar. Hani “köpek muamelesi yaptılar”; tam kelimenin gerçek anlamıyla böyle yaptılar. Beni haber merkezinde istemediler, bunun üzerine Umur Talu, haber merkezinin bir üstündeki katta olan Almanya servisinde bana bir masa verdi. O servisin başı da yine bizim liseden Volkan Karsan’dı. Ben orada, Almanya servisinin olduğu yerde bir yabancı unsur olarak, haber merkezinden ayrı, gazetecilik yapmaya, muhâbirlik yapmaya çalıştım. Ama dediğim gibi çok sorun yaşadım. Haberlerimi önermem, yapmam, yaptıktan sonra takip etmem filan çok zordu. Fakat bir şekilde orada dişimi sıktım ve yapmaya devam ettim. 

Bu süre içerisinde Erdoğan’ın liderliğini yaptığı yenilikçi kanadın faaliyetlerini yakından takip etmeye çalıştım. Buna gazetede çok fazla yer verme imkânı olmadı, çünkü istemediler. Ama bir “Gomaşinen”de bahsettiğim, Sadık Albayrak’la röportajı manşetten, “Refah Partisi’nde Virüs Sancısı” diye manşetten verdiler. O tür, hani Refah’ı zayıflatacaklarını düşündükleri haberleri verdiler; işine yarayacağını düşündükleri haberleri vermediler. 

Bu arada Türkiye yerel seçimlere geldi. İstanbul’da çok ilginç bir seçim vardı; bakıyorum da şimdi: ANAP’ın adayı İlhan Kesici, Doğru Yol Partisi’nin adayı eski ANAP’lı Bedrettin Dalan, –o zaman CHP yoktu– SHP’nin adayı Zülfü Livaneli, Demokratik Sol Parti’nin adayı da Necdet Özkan’dı. Çok ağır toplar var ve bunlardan hangisi kazanacak denirken, Refah Partisi, adayını geç açıkladı; çünkü Refah Partisi’ne birtakım milliyetçi-muhafazakâr çevreler aday dayatmak istediler. Ali Coşkun’un adı çok geçti; ama örgüt bayağı bir ağırlığını koyarak Erdoğan’ın adaylığını genel merkeze kabul ettirdi. Erdoğan’a kimse şans vermedi, vermek istemedi. Onu göz ardı ettiler. Erdoğan’a ve diğer ilçe belediye başkan adaylarına şans vermediler, yer de vermediler. 

Öyle ki, şu hiç unutmuyorum çok ilginçtir: Beyoğlu, Refah Partisi’nin çok güçlü olduğu bir yerdi ve Beyoğlu’nda kim aday olursa bence kesin kazanacaktı. Fakat o sırada SHP’nin adayı Halil Ergün’dü ve gazetedeki birçok kişi, yöneticiler de Halil Ergün’ün rahatlıkla kazanacağını düşünüyorlardı; çünkü onların kafasında Beyoğlu, İstiklâl Caddesi’ydi. Halbuki Beyoğlu Kasımpaşa’ydı, Tophane’ydi, Hasköy’dü vs.. Ve dolayısıyla Refah Partisi buralarda çok güçlüydü. Yenilikçi hareket çok etkili bir şekilde faaliyet yürütüyordu. Erdoğan’ın Kasımpaşalı olması da zaten burada önemli bir rol oynuyordu. Ben Refah Partisi İstanbul İl Örgütü’ne, Beyoğlu adayı belli olur olmaz bana haber vermelerini ve onunla röportaj yapmak istediğimi söyledim. Nihâyet Nusret Bayraktar aday oldu. Hemen kendisinden randevu aldım ve kendisiyle bir röportaj yaptım ve tabii ki orada klasik, beklenecek sorular da vardı. Meselâ belediye başkanı olursa yılbaşında Beyoğlu’ndaki kutlamalara izin verecek mi? Çünkü Beyoğlu çok sembol bir yerdi. Ben bu röportajı yaptım; hattâ hiç unutmuyorum, Nusret Bayraktar fotoğraf çektirmek istemedi. Kendisi, o dönemin çok popüler bir fotoğrafçısı olan Stüdyo Erol’a özel olarak çektirmişti fotoğraflarını. Stüdyo Erol’un çektiği fotoğrafları bize verdi ve bunları kullanmamızı rica etti. Ben bu söyleşiyi verdim, gazete tabii ki bunu kullanmadı. Kullanmadı, dalga geçtiler hattâ. Dediler ki: “Bunun kazanma şansı filan yok. Burayı zâten SHP alır”. Sonra, 27 Mart gecesi, İstanbul sonuçları açıklandığında, haber müdürü Salim Alparslan –yanlış hatırlamıyor olsam gerek– dedi ki: “Ya, biz bu adamla, Nusret Bayraktar’la röportaj yapmıştık, o röportajı bulalım. Kazanmış adam” dedi. Ve 28 Mart günü Milliyet’in birinci sayfasından, “Beyoğlu baştan belliydi” –benim cümlem tabii ki– diyerek bunu verdiler. Halbuki ben bu söyleşiyi kendilerine çok çok önceden teslim etmiştim, sonradan verdiler. 

Bir diğer başka olay: Tabii ki bir tartışma vardı, “Kesici mi kazanacak, Dalan mı kazanacak, Livaneli mi kazanacak?” diye. Necdet Özkan’ın çok fazla bir şansı yoktu, ama yine de belli bir oyu vardı. Televizyonlar bunları veriyor, gazeteler bunları yapıyordu. Milliyet de bütün adaylarla röportajlar yaptı; bu üç adayla ve Necdet Özkan da dâhil dört adayla. Ve bunlar tam sayfa verildi. Erdoğan’ı da bana söylediler, dediler ki sen de onunla yap. Benim Erdoğan’la yaptığım, tek başıma yaptığım ilk ve son söyleşi budur. Onun dışında, daha sonra televizyonlarda –tabii daha çok NTV’de–, hep NTV’de seçim önceleri yayınlarda başka arkadaşlarla beraber kendisine soru sorduğum çok oldu, ama baş başa yaptığımız tek söyleşi budur. Orada da Erdoğan’dan randevu istedim; dedim ki: “Gazete bütün adaylarla konuşuyor, bunlara geniş yer veriyor. Sizinle de benim yapmam istendi”. Tamam dedi ve kendisiyle Murat Muhallebicisi’nde sözleştik. Kadıköy’de. Çünkü Kocaeli’ne gidiyordu o gün; Kocaeli’ndeki Refah Partisi adayına destek vermeye gidiyordu. Yanılmıyorsam o da kazandı o seçimde. Dedi ki: “Orada sabah buluşalım, yapalım, ben ondan sonra yola devam edeyim”. Tamam dedik. Muhallebicide, herkes tanıyordu Erdoğan’ı. Üst kata çıktık. Erken bir saatte sabah. Bizden başka kimse yoktu. Ben teybi koydum, kendisiyle uzun uzun röportaj yaptım ve beklemeye başladım. Diğer adaylarla bütün röportajlar birinci sayfadan geniş geniş verildi. Benim Erdoğan röportajım, tabiri câizse pul gibi verildi. Ben de çok zor durumda kaldım.

Ama bu röportaj pul gibi vermelerinin hiçbir etkisi olmadı. O tarihte Erdoğan’a çok ciddi bir şekilde yüklendiler. Evinin kaçak olduğundan vs. birçok şeye kadar. Ama orada medya ona vurdukça Erdoğan güçlendi. Tabii ki üç güçlü adayın –ya da 3,5 diyelim Necdet Özkan’ı da katalım–, onların hepsinin olmasının da etkisiyle Erdoğan buradan birinci çıktı. Oylara bakalım: 973 704 oy almış, %25. ANAP adayı İlhan Kesici 855 897 oy almış, %22. SHP adayı Livaneli 784 000 oy almış, Doğru Yol Partisi adayı Dalan 597 000, DSP adayı da 478 000. Meselâ DSP ile Livaneli, yani Necdet Özkan ile Livaneli birlikte girselermiş onlar kazanıyormuş. Ya da ANAP ve Doğru Yol birlikte girseymiş onlar kazanıyormuş. Ayrı ayrı girdiler. Ya da bunlardan herhangi birisi zayıf aday gösterseymiş, meselâ Doğru Yol ’un adayı Dalan değil de çok bilinmeyen bir isim olsaymış belki ANAP adayı kazanacakmış. 

Tabii bütün bunlar sonradan yapılan tartışmalar; ama burada çok güçlü bir Refah Partisi çalışması vardı, çok örgütlü bir çalışma vardı. Erdoğan da il başkanı olarak bunun temellerini atmıştı. Çok dinamik bir ekip vardı. Muhafazakâr orta sınıflardan, serbest meslek sahiplerinden, Türk siyâsetinde yeni metodlar kullanan, bilgisayarı siyâsete ilk taşıyan kişiler vardı. Ve hatırlayanlar olacaktır, en son, “Tamam İnşallah” afişleriyle girdikleri seçimden, sâdece İstanbul’da değil Ankara’da da, Diyarbakır’da da, birçok yerde çok başarılı çıktılar. Güneydoğu’da, o tarihteki Kürt hareketinin partisi seçimleri boykot ettiği için, onların kazanabileceği birçok belediyeyi de Refah Partisi almıştı. Bu büyük başarının ardından tam bir şok yaşandı ülkede — ve medyada da. Tabii ki benden bir yazı dizisi yapmamı istediler seçimin ardından. Ben de seçimin ardından Milliyet’te, “Refah Partisi’ni Anlamak” diye dört bölümlük bir dizi yaptım. 

Bu arada, kitabım Ne Şeriat Ne Demokrasi. Refah Partisi’ni Anlamak kitabım çıkmıştı; onun içerisinden, dört bölümlük “Refah Partisi’ni Anlamak” diye bir yazı dizisi yaptım. Onunla da ilginç bir anım vardır. O da Kürt sorunuyla ilgili bir anı. Ben sonuçta, teslim ettiğim –o zamanlar diskete koyuyorduk, bilgisayarlarda yazıp– kitabı alıp, önüme alıp, onun içerisinden belli bölümleri seçerek gazeteye yazı dizisi olarak verdim, kendi kitabımdan. Bunun ikinci bölümünde Güneydoğu kısmı vardı. Ve orada, Refah Partisi’nin Kürt sorununa bakışı, 1991 yerel seçiminde MÇP ile işbirliği yaptığı için küstürmüş olduğu seçmeni nasıl geri kazandığı vs. vardı, bunlar üzerine bir bölümdü. Öğle saatlerinde gazeteye gittim ve bir baktım: Herkes bana bakıyor. “Allah Allah” filan… Meğer bayağı bir kriz çıkarmışım, haberim yok. Çünkü ben kendilerine yazı dizisini teslim ettim. Onlar bana bir şey sormadan yazı dizisini kendi bildikleri gibi yayınladılar. Ben kitapta Kürt illeri diye ifade kullanmışım — ki kitap öyle çıktı. Bunu görmüş yazıişlerindekiler ve büyük bir panik olmuşlar. Bunun üzerine de bütün yazı dizisini satır satır okumuşlar — o sâyede sıfır tashih hatası olan bir yazı dizisi oldu. Ve Kürt illeri yerine Güneydoğu demişler. Olabilir, neyse. Rahmetli Eren Güvener, sorumlu yazı işleri müdürümüzdü, beni gördü, herkesin dilinin altında bir bakla var. Eren Abi dedi ki bana: “Ya Ruşen” dedi, “sen böyle böyle demişsin”. “Evet abi, ne var?” dedim. “Sen sahiden buraların Kürt illeri mi olduğunu düşünüyorsun?” Ben de “Evet” dedim, “yani ne illeri olacak başka?” Öyle bir kalmıştı, zaten gazetedeki yerim çok sağlam değildi. Hani gerici olarak görülüyordum, bir de üstüne Kürtçü olarak görüldüm — öyle diyeyim. 

Şimdi 27 Mart seçimlerine baktığımız zaman, Refah Partisi 5 340 969 oy almış, İl Genel Meclisi sonuçlarında. 6 Büyükşehir kazanmış: İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Erzurum, Konya, Kayseri. Bu gerçekten çok önemli bir dönüm noktasıydı. Ve ardından 95’te yapılan genel seçimlerden de zâten birinci parti olarak çıktılar. O da aslında göstere göstere gelen bir olaydı. Fakat 94 yerel seçimlerindeki bu sonucu bir yol kazâsı olarak gören sistem yanlıları ve dolayısıyla medya, büyük medya hatalarında ısrar ettiler. Refah Partisi’ni kriminalize ederek devirmeye, etkisizleştirmeyen çalıştılar. 

Bir yandan spekülasyon yapıldı. Birtakım Refah Partili belediyelerinin yapacağı varsayılan uygulamalara karşı çok ciddî örgütlenmelere gidildi. Bunlar o tarihlerde genelde faks üzerinden yapılıyordu, internet yoktu. Faks üzerinden yapılıyordu. Fakslarla, laikliğe duyarlı kesimler örgütlenmeye başladılar. Tam bir panik havası vardı. Fakat bütün bu panik havası, Refah Partisi’ne karşı sivil bir mücâdele perspektifi geliştiremedi. Geliştiremediği gibi, 94 seçimlerindeki Refah Partisi’nin başarısının temel nedeni olarak görülen, merkez partilerinin arasındaki kavga da engellenemedi. Bana kalsa merkez partileri arasındaki kavga bitmiş olsaydı bile Refah Partisi’nin yükselişi engellenemeyecekti. Belki o kadar sonuç almayacaklardı, ama en fazla geciktirilecekti. 95 Aralık ayındaki genel seçimlerde, Refah Partisi’nin birinci parti çıkmasının temelleri esas olarak 27 Mart 1994 Seçimleri’nde atıldı. Ve burada dişlerini sıkan Refah Partili belediyeler, tamâmen kendilerini çalışmaya odaklayarak, hatâları en aza indirgeyerek, tam bir halkla ilişkiler çalışması yaparak burayı bir tramplen olarak gördüler. Ve bu tramplenden, önce Refah Partisi’nin iktidârı, ardından yıllar sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidârı geldi. Yani bunun temeli, esas olarak 27 Mart’ta atıldı. O dönemdeki en önde gelen aktörlerden birisi olan Erdoğan bugün tek aktör olarak karşımızda. Fakat o günkü Erdoğan ile bugünkü Erdoğan arasında, o günkü Refah Partisi ile bugünkü Adalet ve Kalkınma Partisi arasında çok büyük fark var. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.