Erdoğan’a kalkan olma kuyruğu

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Gara’da yaşananlardan onu sorumlu tutması nedeniyle iktidarın değişik kademelerindeki isimler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı savunma yarışına girdiler. Bu ilk kez yaşanmıyor. Tek adam rejiminin bu bariz göstergesi aynı zamanda söz konusu rejimin daha hızlı aşınmasına da neden oluyor.

Yayına hazırlayan: Fazıl Alp Akiş

Merhaba, iyi günler. Gara Operasyonu’nun ardından muhalefetin bu operasyonda PKK’nın rehin aldığı 13 güvenlik görevlisinin şehit olmasının sorumluluğunu doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yüklemeleriyle birlikte, iktidarın değişik sözcüleri beklendiği gibi Erdoğan’ı savunma yarışına girdiler: Ömer Çelik, Özlem Zengin, Süleyman Soylu… Bunlar basına yansıyanlar; herhalde yansımayan, yerel siyasette birçok yerde de örnekleri vardır. Bu aslında birçok olayda oluyor. Ne zaman Cumhurbaşkanı zor durumda olsa, Cumhurbaşkanı’na yönelik sert ve bir zemini olan eleştiri gündeme gelse, bakanlar, parti yöneticileri, milletvekilleri, grup başkanvekilleri, belediye başkanları –tabii ki bu arada köşe yazarları, birtakım televizyon programcıları vs.– bir kuyruk halinde Erdoğan’ı kimi zaman “Cumhurbaşkanı” diyerek, kimi zaman “Başkan” diyerek savunmaya yarışına giriyorlar. Böyle bir pozisyon var. 

Neden böyle oluyor? Öncelikle tabii ki bu kişilerin hemen hemen hepsi, geldikleri pozisyonlara Erdoğan sayesinde geldikleri için — tabii ki kendilerinin belli birtakım ağırlıkları, deneyimleri olabilir; ama Erdoğan istediği için oradalar. Dolayısıyla burada en önemli mesele Erdoğan’a olan sadakatlarını, bağlılıklarını göstermek. Gerekirse kendilerini riske atıp Erdoğan’a bağlılıklarını göstermek. Bu bir bağlılık gösterisi. Ama bir diğer yönü de, ne zamandır yaşanan bir başka olay: Erdoğan sanki tam anlamıyla sorumsuz bir siyasetçi. Hem AKP’nin genel başkanı hem Cumhurbaşkanı. Erdoğan, AKP’nin genel başkanlığıyla cumhurbaşkanlığını daha başından itibaren bulamaç etti. Partili cumhurbaşkanlığı anayasal olarak mümkün olmadığı zaman da bunu yapıyordu. Sonra da bunu yapıyor. Erdoğan’la artık bir şeyi konuştuğu zaman Cumhurbaşkanı ya da AKP Genel Başkanı diye ayırmaya gerek kalmıyor. Ya ikisini birden yazmanız, söylemeniz lâzım ya da sadece Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan demeniz yeterli; çünkü eskiden böyle bir ayrım olurdu: siyasetçi ve devlet adamı –ya da devlet insanı, artık yeni terminolojiyle–. Böyle bir ayrım yok artık; Erdoğan AKP devletle eşitlendi ve Erdoğan konuştuğu zaman, hem AKP Genel Başkanı hem Devlet Başkanı olarak, devletin başı olarak konuşuyor.

Ve burada ona bir sorumsuzluk atfedilmeye çalışılıyor. Bunu artık biliyoruz. Bütün iyiler Erdoğan’a yazılıyor. Bütün kötüler başkalarına. Bu başkaları genellikle muhalefet oluyor, dış güçler oluyor, dış güçlerle birlikte çalışan iç güçler oluyor. Az bir şekilde iktidarın içerisindeki bazı kişiler oluyor. Berat Albayrak olayında bunu gördük. Berat Albayrak birden görevden affını talep etti, gitti ve yerine hemen birileri atandı. Ve o birileri de gelir gelmez Berat Albayrak’ın tam zıddı politikaları uygulamaya başladılar. Ekonomide bir tür “beyaz sayfa” açıldı. Açıkça adı konmadı; ama geçmişte ekonomiyle ilgili yaşanan bütün sorunların faturası sonradan Berat Albayrak’a yıkıldı. Ama bu yapılırken açıkça ifade edilmedi. Özellikle de Berat Albayrak iş başındayken asla ona bir hata bulunmadı. Ama belli bir aşamadan sonra ona yıkıldı. Kimi zaman bu, doğrudan o kişileri görevden alma şeklinde oluyor — ki bu anlamda bir dönem belediye başkanlarının zorla istifa ettirilmesi olayı var. Ankara, İstanbul, Bursa, Balıkesir başta olmak üzere Kadir Topbaş’ın, Melih Gökçek’in istifasında, orada da dikkat edilirse kendilerine herhangi bir suçlama yöneltilmedi, yanlış yüklenmedi, bir şekilde hepsi aynı anda alındı. Neden olduğu da söylenmedi, hâlâ bilmiyoruz; tahmin ediyoruz, değişik spekülasyonlar var, ama Erdoğan onların yerine birilerini atadı ve bu anlamda da belediyelerle ilgili yaşanan. Melih Gökçek’in, İstanbul’un, Ankara’nın yaşadığı bütün sorunlar da bu kişilere yıkılmış oldu. Halbuki biliyoruz ki ne Kadir Topbaş ve Melih Gökçek, ne de başkaları, Erdoğan’ın bilgisi dışında herhangi bir tasarrufta bulunabilecek durumda değillerdi. Özellikle İstanbul ve Ankara, Erdoğan’ın çok yakından takip ettiği yerlerdi. 

Şimdi ne yapılmak isteniyor? Sürekli olarak: Erdoğan yaparsa doğru yapar; yanlışlar varsa bu Erdoğan’ı ilgilendirmez. Şimdi bakıyoruz: Gara Operasyonu. Birileri diyor ki: “Bunun sorumlusu Erdoğan’dır”. Bir kuyruk halinde insanlar da diyorlar ki: “Hayır, kesinlikle böyle bir şey yok”. Peki kim? “Tabii ki PKK. Ama burada sorumlunun PKK olduğunu söylemeyen ve buradan Cumhurbaşkanımızı suçlayan muhalefettir” gibi hedef şaşırtmaca arayışları var. Burada mesela şu olabilir miydi? Başka ülkelerde olabiliyor bunlar. Diyelim ki operasyonda bizzat sorumluluk üstlenmiş bazı isimler asker ya da sivil, onlardan herhangi birisinin istifası olsaydı eğer, ya da görevden alınması olsaydı, o zaman derdik ki: “Evet, fatura şu kişiye yıkıldı”. Yine Erdoğan buradan kendini kurtarmış olacaktı. Şunu da çok iyi biliyoruz, artık iyice netleşti: Erdoğan’ın “Millete Sesleniş”te vereceğim dediği güzel haberler büyük bir ihtimalle bu rehin alınan kişilerin kurtarılması olacaktı, bir zafer olacaktı. O zaman tabii ki Erdoğan çıkacaktıİ Cumhurbaşkanı ve Başkomutan olarak bu operasyonu bizzat emretmiş, hatta başından itibaren kontrol etmiş birisi olarak karşımıza çıkacaktı. Olmayınca, başarısızlığı Erdoğan kendisi de bir şekilde kabul etti. Şimdi burada Erdoğan ayrı tutulmak isteniyor. 

Bu bildiğimiz artık bir algoritma oldu: Olumlular Erdoğan’a — mesela diyelim ki kurlar yükselince, dış güçler vs.; kurlar düşünce, Erdoğan’ın politikaları. Bir şey oluyor, kötü bir şey var; ama ona geç de olsa birtakım cevaplar veriliyor. Birazcık telaffuz ediliyor, bunu yapan Erdoğan. Bu, olayın bir tarafı; ama diğer bir tarafı da şu: Şimdi biz tek adam yönetimi derken, ülkeyi tek başına yöneten, yönetmek isteyen birisinden, Erdoğan’dan bahsediyoruz. Ama bunun aynı zamanda da iktidarda tek olduğu gerçeğini çok fazla gözden kaçırıyoruz. Ya da önemsemiyoruz belki. Fakat bu olaylara baktığımız zaman, mesela AKP Genel Başkan Yardımcısı ya da Genel Başkanvekili ya da Grup Başkanvekili ya da Sağlık Bakanı ya da Milli Eğitim Bakanı, bu kişilerin kendi alanlarında yapmaları gereken işlerle, üretmeleri gereken şeylerle kendilerini göstermeleri gerekirken, her şeyin önüne Erdoğan’a göre hizalanma geliyor ve bu da gerek AKP’yi, gerek kabineyi, gerek bürokrasiyi, her şeyi alabildiğine âtıllaştırıyor. Yani şöyle bir yaklaşım var hep: Ne yaparlarsa yapsınlar, neye soyunurlarsa soyunsunlar, hep akıllarında, “Buradan ne sonuç alırız? Vatandaş buna ne der?”den ziyade, “Buna Erdoğan ne der?” yaklaşımı var. Yani Cumhurbaşkanı ya da Başkan ya da Reis, her ne derseniz deyin, bunu birçok kez söylemiştim tekrar söylüyorum, medyada zaten böyle. Burada tabii şöyle de bir husus var: Erdoğan’ın kendisinden ziyade Erdoğan’ın yakın çevresindeki bir iki kişiyle ilişkiler kuruluyor. Onların korkusuyla atılan ve atılamayan adımlar var. Biz şimdi medya dediğimiz zaman genellikle atılan adımları görüyoruz. Nedir, hangi olayı nasıl ele aldılar, neyi öne çıkarttılar vs.. Ama medyanın nasıl tek adam yönetiminde iyice felç olduğunun esas göstergesi, atılamayan adımlarda, yapılamayan haberlerde. Bunun en çarpıcı örneği, tabii ki hepimiz görüyoruz, Berat Albayrak’ın istifasıydı. Bir günü aşkın süre bu istifadan bahsedememiş bir medya var.

Bunun haber değeri mi yok? Tabii ki var. Burada üzerine yapılacak milyon tane açık oturum, şu bu var, yorum var, haberin boyutları var. Ama ne oldu? Tek kelime dahi edilmedi resmî açıklama gelinceye kadar ve bunu yaptığı zaman, daha doğrusu bunu yapmadığı zaman ne oluyor? Bu medyanın artık fonksiyonu kalmıyor. Aynı şekilde bunu diğer kişilere, Sağlık Bakanı’na ya da Milli Eğitim Bakanı’na ya da grup başkanvekiline ya da genel başkan vekiline, genel başkan yardımcısına, belediye başkanına aktarabiliriz. Bakıyorsunuz mesela olmadık yerde Sağlık Bakanı –ki en çok insanların takip ettiği sosyal medyada isimlerden birisi; çünkü eskisi kadar var mı emin değilim ama özellikle salgınla beraber bir şekilde popülerleşmiş bir isim–, birden bir bakıyorsunuz durup dururken Sağlık Bakanlığı’nda Erdoğan’la ilgili bir sosyal medya paylaşımı çıkıyor ve AKP’li olmayan ya da Erdoğan’a sempati duymayan ama Sağlık Bakanı’na bir önem atfeden insanın oradaki şeyi tamamen kırılıyor.

Şunu söylemeye çalışıyorum: İnsanlar Erdoğan’a kalkan olmaya çalışırken esas olarak her şeyin önüne bunu koydukları zaman, kendilerinin esas sorumluluk alanını da gölgede bırakmış oluyorlar ve kamuoyu açısından onların ölçüsü, yaptıkları sorumluluklarını ne derece yerine getirdiklerinden ziyade bu ettikleri lâflar oluyor. Yani bir çelişkiye düşüyorlar ve burada gönüllü bir tercih yapıyorlar. Çelişki nedir? İşinizi mi yapacaksınız, yoksa Cumhurbaşkanı’nın gözüne mi gireceksiniz? Ya da Cumhurbaşkanı’nın onayını mı kovalayacaksınız? Şunu çok iyi biliyoruz. İşini iyi yapıyor olmak Cumhurbaşkanı’nın takdirini almak anlamına gelmiyor. Zaten sorun burada doğuyor. Normal demokrasilerde, çoğulcu demokrasilerde, işleyen demokrasilerde, nedir? Yine bir cumhurbaşkanı, başbakan, parti başkanı vardır; ama herkesin birtakım sorumluluk alanları vardır ve siz o sorumluluklarınızı doğru bir şekilde yerine getirdiğiniz zaman –ki o da nedir? Devletin yöneticileri olarak topluma karşı birtakım vazifelerinizdir– onları yerine getirdiğiniz zaman da üstlerinizin takdirini kazanırsınız. Burada işte o denge bozuldu. Yani buradaki mesele, kimi zaman gerçekten toplumun beklentileriyle Erdoğan’ın beklentileri aynı olmuyor. Şimdi AKP’nin ilk yıllarına baktığımız zaman ve bunca zaman –18 yıl aştı artık, on dokuzuncu yıla giriyoruz, yaklaşık yirmi yıl diyelim–, bu kadar süre Türkiye’nin en uzun iktidarını muhafaza edebiliyor olmasının nedeninin sadece Erdoğan olduğunu sananlar varsa bunda bir sorun yok. Ama Erdoğan’ın tek adam rejimini inşa edebilmesinin zeminini aslında çok insan oluşturdu ve çok insanın kendi içlerinde birtakım ağırlıkları vardı, birtakım güçleri vardı. Kendi alanlarında iyi kötü bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı ve bunu yaparken de kimi zaman Erdoğan’la çelişiyorlardı, hatta onunla tartışıyorlardı vs..

Bunların hemen hemen hepsini, büyük bir kısmını Erdoğan’ı bir şekilde marjinalleştirdiğini ve kalanların da artık bu eleştirilerini içlerine attıklarını ya da dost sohbetlerinde dile getirdiklerini biliyoruz.

Şu anda AKP içerisinde ve hükümet içerisinde bürokraside birtakım sorumlulukları olan kişilerin önemli bir kısmının “Bir dokun, bin ah işit” kıvamında olduğunun farkındayız. Ama ne yapıyorlar aynı kişiler? Böyle olay olduğu zamanlarda da, Erdoğan’ın zorda olduğunu gördükleri zaman da hemen her şeyi bırakıp ânında, Cumhurbaşkanı’nın ya da Başkan’ın –kendileri hangi tabiri tercih ediyorlarsa– yanında hizaya geçiyorlar. Bu, sonuçta çok ilginç bir durum.

Tek adam rejiminin kendi kendini yok etme mekanizmasını da geliştiriyor. Çünkü tek adam rejimini öyle bir şekilde kuruyorsunuz ki, hakikaten her şeyi siz kontrol ediyorsunuz. Ama bunu yapabilmeniz için doğaüstü güçlere sahip olmanız lâzım. Hele Türkiye gibi bir ülkede, bu kadar büyük bir ülkede, bu kadar sorunların olduğu, bu kadar çeşitliliğin olduğu bir ülkede her şeye hâkim olmanız vs. mümkün değil. Burada güçlü kadrolara ve kurumlara ihtiyacınız var. Fakat Erdoğan’ın kurumları büyük ölçüde etkisizleştirdiğini, özerkliğin asla hiçbir kurumda söz konusu olmadığını, gerek parti yönetiminde ve gerekse ülke yönetiminin mekanizmalarında siyasî sorumluluk üstlenen ya da bürokratik sorumluluk üstlenen insanların da kendi alanlarının gerektirdiği özelliklere sahip olmaktan ziyade, Erdoğan’a bağlılıkları esas kriter olarak alındığı için, sonuçta bütün bu iktidar yapısı kendi içinde tükenişe geçiyor. Artık olay bu. Ve bunu yaptıkları ölçüde, aslında Erdoğan’a kalkan olanlar, Erdoğan’a kalkan olma yarışına girenler, her türlü eleştiriden, uyarıdan imtina edenler, bunu yapmaya kimi zaman isteyerek, kimi zaman istemeyerek yapmaya yanaşmayanlar, aslında kendi iktidarlarının sonlarını da hızlandırıyorlar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.