Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Tam kapanma: Zararın neresinden dönülse kâr mıdır?

Cumhurbaşkanı Erdoğan nihayet tam kapanma kararını dün açıkladı. Uygulamada sahiden tam bir kapanma olup olamayacağı gibi haklı sorular olmakla birlikte iktidarın, Türk Tabipleri Birliği başta olmak üzere ilgili kurumların ve bilim insanlarının uzun süredir önerdiği noktaya gelmesi önemli. Diğer önemli ve kritik husus ise alt gelir gruplarının yaşayacakları mağduriyet konusunda iktidarın hiçbir açıklama yapmaması.

Yayına hazırlayan: Senem Görür

Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünkü kabine toplantısının ardından tam kapanma kararını açıkladı. Detaylar daha sonra İçişleri Bakanlığı genelgesi ile netleşti. Netleşti diyorum ama, farklı farklı detaylara girildiği zaman hâlâ ortada çok soru var ve bu karar birçok yönden tartışılıyor, tartışılmaya da devam edilecek. Fakat şunu öncelikle vurgulamak lâzım: Bu tam kapanma, tam kapanma oluyor mu olmuyor mu, kimler muaf tutuluyor? Bütün bu tartışmaları bir kenara bırakarak –ki bu tartışmalar önemsiz demiyorum ama, adı üstünde “tam kapanma” kavramı Cumhurbaşkanı tarafından telaffuz edildi, mâlûm–, bu çağrı uzun zamandır başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere birçok kurum ve uzman tarafından, bilim insanı tarafından ve siyasetçi tarafından, belediye başkanları tarafından değişik şekillerde dile getirildi ve bunlara kulak verilmedi. İktidar bunları önemsemedi, hatta kimi durumlarda bu tür çağrıları yapanlara karşı çok sert açıklamalar yapıldı, bunlar bozguncu olmakla vs. itham edildiler, dışlandılar. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun neredeyse bir yıldır değişik aşamalarda dile getirdiği tam kapanma çağrısını bazı AKP’liler –ki içlerinde önemli yerlerde olanlar da var, örneğin Metin Külünk en son kongrede MKYK’ya da girdi– bunları bir tür kumpas olarak tanımladılar. 

Yani şöyle bir akıl yürütme yapılıyordu: Tam kapanma olacak, tabii ki bunun ekonomik sonuçları olacak. Ekonomik sonuçları tabii ki en çok alt kesimleri yani yoksul kesimleri vuracak, etkileyecek ve burada oluşan memnuniyetsizlik bir şekilde sosyal alana yansıyacak –ya da yansıtılmak istenecek– bir tür ikinci Gezi gibi târif ettiler ve tam kapanma çağrısından hareketle, diyelim ki İmamoğlu’nu “halkı devlete karşı kışkırtmak”la suçlamaya kadar vardırdılar. Buradaki akıl yürütmenin saçmalığı ayrı bir konu; ama şurası da muhakkak ki bir doğrudan hareket ediliyor. O da tam kapanmanın esas olarak çalışan kesimleri, yoksul kesimleri, küçük esnafı vs.’yi ekonomik anlamda rahatsız edeceği, vuracağı. Şimdi bu çok anlaşılır bir şey, bu tespit çok doğru. Dünyanın birçok yerinde, tam da bu ön kabulden hareketle, bazı devletler –en son ABD– paketler açtılar ve kapanmadan dolayı yaşanacak mağduriyetlerin önüne geçmek için insanlara, vatandaşa, çalışana, esnafa doğrudan para verdiler, para yardımı yaptılar. Bizde tabii ki İmamoğlu’nu ya da kapanmayı isteyen başka kişileri suçlayanlar ve burada komplo arayanların bildiği husus şu ki: Türkiye’de devletin dağıtabileceği bir para yok, ya da varsa bile az var. Daha ilk günden, ilk salgınla karşı karşıya kaldığımızda, devlet insanlardan hesap numaralarını istemedi, tam tersine insanlara değişik bankalardaki hesap numarasını verdi ve insanlardan, vatandaşlardan destek talep etti. Daha ilk günden aslında itiraf edilmişti ki, bu salgında insanlar devletten çok fazla bir şey beklemesin, çünkü devletin imkânları çok kısıtlı. “Herkes kendi yağıyla kavrulsun, kendi yağıyla kavrulamayanlara da başka imkânı olanlar yardımcı olsun.”

Tabii burada bir başka husus da şu: Devletin açtığı o ilk kampanya aslında muhalif partili, CHP’li büyükşehir belediyelerinin açmış olduğu yardım kampanyalarını dengelemek için onların yerine yapılmıştı. Yani bir yandan, “Biz yetişemiyoruz, bunları karşılayamayacağız”ın itirafı var; diğer yandan elindeki imkânları sonuna kadar kullanarak ve de vatandaşı harekete geçirerek belediyelerin mağduriyetleri azaltmaya yönelik girişimlerinin önünü kesmece var. Şimdi bunlar birebir çok alâkalı görünmeyebilir, ama İstanbul’da yine büyükşehir belediyesinin Üsküdar, Ümraniye gibi AKP’li belediye başkanlarının olduğu ilçelerde halk ekmek kulübeleri açmasının oradaki ilçe belediyeleri tarafından engellenmeye çalışılması da aslında buna benzer bir olay. 

Sonuçta şunu görüyoruz: Tam kapanma tartışması, karantina tartışması dönüp dolaşıp Erdoğan’ın çok kullandığı “çarkları döndürme” meselesine düğümleniyor ve çarkları döndürme kaygısı nedeniyle iktidar, salgınla mücadeledeki radikal tedbirleri sürekli erteledi ya da yumuşattı, radikal olmayan tedbirlerle bunu geçiştirmeye çalıştı. Uzun zamandır kullanmadığı, ilk günlerdeki “Evde kal, hayat evde güzel” sloganlarıyla ilk başta evi kutsallaştırmış olan siyasî iktidar, daha sonra onu unutup sadece TMM’ye (temizlik, maske, mesafe) indirgedi olayı. Yani sosyal karşılaşmalar yerine sadece, herkesin dikkatli olmasına indirgendi. Bu arada aşı meselesinde, ilk başta çok geç başlayan bir aşılama oldu, dile getirilen tarihlerin hep ötelendiği bir aşılama oldu; şimdi de görüyoruz ki özellikle Çin’den aşı tedarikinde ciddi sorunlar var. Bütün bunların hepsine baktığımız zaman, daha önceki bir yayında söylediğim gibi, salgınla mücadele bir fiyasko olarak seyretti ve rakamlar çok korkunç yerlere doğru gitti. Dünyada önde gelen ülkelerden birisi hâline geldik ve bunun üzerine iktidar tekrar birtakım düzenlemelerle Mart’ta yaptığı yeniden normalleşmeden Ramazan ile beraber vazgeçti. Şimdi de kapanmayı yaparak işi bir an önce toparlamaya çalışıyor. Yani geç kalınmış bir şey, çok geç kalınmış bir şey. Dün izleyenler vardır, Twitter‘da takipçilerime tam kapanma konusunda dört seçenekli bir şey sordum. Dört şık vardı: a) doğru karar, b) yanlış karar, c) tam uygulanamaz, d) çok geç kaldı. İki kişiden birisi, yani yüzde 50, “çok geç kaldı” cevabını verdi. Bunun kamuoyundaki bir ortak bir hassasiyet, tepki olduğu kanısındayım. 

Tabii ki kapanmaya karşı çıkanlar var. Dünyanın dört bir tarafında da var, Türkiye’de de de var. Onların da farklı farklı argümanları var. Bunların içerisinde komplo teorisi üretenlere itibar etmemek lâzım. Fakat olayın ekonomik boyutu nedeniyle yoksul kesimleri daha fazla etkileyeceği, gündelik çalışanlar, sürekli günübirlik işler yapanlar, özellikle de iş arayanlar için çok daha sert geçeceği tespitinden hareketle yapılan tam kapanma-karantina karşıtlığını bir yere kadar anlamak mümkün. Ben şahsen kapanma karşıtlarına katılmıyorum, fakat komplo teorisi olmayan, “Aslında salgın da yok” vs. gibi argümanların dışındaki kapanma eleştirilerinin tartışılabilir olduğunu düşünüyorum. Ve burada iş dönüp dolaşıp tabii ki sosyal devlet olayına geliyor. Türkiye’de sosyal devlet vs. kalmadı. Bir dönem, AKP iktidarının ilk yıllarında birtakım imkânları seferber ettiğini biliyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının bu kadar uzun sürmesinde bunun birinci derecede etkili olduğunu da biliyoruz. Aşağıda özellikle devlet eliyle, vakıflar eliyle ve belediyeler eliyle kurulan bu dağıtım sistemleri Türkiye’de tabii ki yoksulluğu ortadan kaldırmadı, ama insanlarda en azından “Devlet bizi unutmuyor” gibi bir duyguyu yaşatıyordu. Ve AKP bunun üzerinden de sürekli olarak tabanını diri tutabiliyordu. Fakat belli bir aşamadan sonra, ekonomide tam anlamıyla bir çöküntünün yaşanmasıyla beraber, artık bunlar da kalmadı. Ve bakıyoruz: Bütün bunlar yaşanırken, sosyal devletten alabildiğine uzaklaşırken,  AKP iktidarı, daha doğrusu Erdoğan, birtakım insanları, iktidara yandaş olan birtakım iş insanlarını kayırmayı da asla ihmal etmiyor. Yani sıradan insandan, yoksul insandan esirgenen birtakım muafiyetler, yardımlar, aflar, şunlar bunlar, bu kişilere veriliyor. Bu noktada bugün gördüm: Gelecek Partisi sosyal medya üzerinden çok aktif bir kampanya yapmış, biraz daha hafifini DEVA Partisi yapıyor. Bu da ilginç; AKP’den kopanların AKP’nin ekonomi politikalarını daha yoğun bir şekilde eleştiriyor olmalarını özellikle not düşmek lâzım. Bir de onların içeriden bilgilere daha fazla hâkim olduklarını da akılda tutmak lâzım. 

Neyse, sonuçta bir kapanma olayı yaşayacağız. Bir fotoğrafla bunu sembolleştirelim. Beni bilenler bilir, ben kediciyimdir. Servet’le bakarken, kapanmayı simgeleyecek bu yayına bu fotoğrafı bulduk. Taksim Meydanı, Taksim Meydanı benim hayatımda çok önemli bir yer tutar. Çünkü Galatasaray Lisesi’nde okumuş birisi olarak Taksim bizim her şeyimizdi, yıllarımız oralarda geçti. Kanlı 1 Mayıs’ta da oradaydım. Birçok 1 Mayıs’ta, yasal olarak yapılan 1 Mayıs’larda da oradaydım. Ama her zaman Taksim Meydanı bizim için bir şeydi. 

Böyle bir kapanmayı yaşayabilecek miyiz? Yani sadece sokak hayvanlarının cirit atacağı bir kapanmayı yaşayacak mıyız? Açıkçası çok emin değilim. Çünkü biz gazeteciler dahil olmak üzere çok sayıda muaf tutulan kesimler var. Ama yine de bunun salgının yayılmasını, vakaların artışını iyice azaltacağını düşünmek için elimizde çok neden var. Fakat özellikle bunun yoğun bir aşılamayla beraber yapılabilmesi gerekiyor. Onu özellikle vurgulamak lâzım — ki o noktada da birtakım sorunlar olduğunu doğrudan Sağlık Bakanı telaffuz etti. 

Tabii bu arada yine şunu da unutmamak lâzım: Bu aşamaya gelene kadar, kapanmak gerektiği zamanlarda yapılanlar, o kitlesel cenaze törenleri, o lebâleb kongreler… bütün bunların hiçbir şekilde ne bir özeleştirisi yapıldı, bir tek Sağlık Bakanı’nın bir cenazeyle ilgili söylediği kişisel bir özeleştiriyi saymazsak, ne özeleştirisi yapıldı ne bir şey. Hatta tam tersine bunlarla da övünülmüştü, bunu da biliyoruz. Her neyse, “Zararın neresinden dönülse kâr mıdır?” diye sorduk. Evet, kârdır, ama çok zarar gördük, Türkiye çok zarar gördü. Hepimizin yakınlarından çok sayıda insan hastalandı. Koronavirüs pozitif oldu, hastaneye yatanlar çok yakın tanıdıklarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımız oldu, hayatlarını kaybedenler oldu. Ben yaşamadım, bizim ailede yaşanmadı; ama çok akrabamızda yaşandı, arkadaşımızda yaşandı. Bütün bunlar, bu tedbirler daha erken ve daha etkili bir şekilde alınmış olsaydı daha az olacaktı, daha az zarar görecektik. Özellikle de can kayıpları daha az olacaktı. Bu kayıpların her birinin ayrı ayrı bir değeri var. Herkes için, yakınları için, sevenleri için… Umarım geç de olsa alınan bu kararla bir nebze de olsa bir şeyler azaltılabilir. Salgınla mücadele konusunda pozitif anlamda adımlar atılabilir, vaka ve vefat sayıları düşürülebilir. Tabii tekrar söylüyorum aşıyı da buna katmak kaydıyla. 

Şimdi aşıyı konuşuyoruz, salgını konuşuyoruz, kapanmayı konuşuyoruz; ama önümüzde çok ciddi bir gündem vardı. Vardı diyorum, çünkü Biden’ın Ermeni soykırımı demesi Türkiye tarihinin en önemli diplomatik olaylarından birisi ve bu olay öyle oldu-bitti gibi bir noktada — çok ilginç. Bunun üzerine de konuşabilirdim bugün; bunu daha sonraya saklayayım. Ama dün gerek Cumhurbaşkanı’nın kabine sonrası yaptığı açıklamaları, gerek bugün Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında söylediklerini dinlediğimiz zaman, iktidar ortaklarının bu konuda çok konuştuklarını, çok kızdıklarını, rahatsız olduklarını, “Asla kabul edilemez” dediklerini görüyoruz, o kadar. Evet, böyle bunu not olarak düşelim. Bir şey olmadı, olacağa da benzemiyor. Zaten Biden da bu kritik stratejik kararı verirken herhalde bunları öngörmüştü diyelim. Ama bu konu daha fazla konuşulmayı hak ediyor. Belki yarın ya da ilerideki günlerde yine bu konunun izini sürmemiz lâzım. Yılların meselesinin böyle bir-iki günde kınamalarla kapanıyor olması başlı başına çok ilginç. Benzer bir olay –çok benzer değil tabii ama–, Ayasofya olayı da böyle olmuştu. Ayasofya yeniden ibadete açıldı, yılların meselesi yeniden ibadete açıldı. Açıldı, bitti, kıyamet de kopmadı, çok büyük coşkular da yaşanmadı. Sonradan istifa eden Ayasofya Başimamı da olmasa, Ayasofya’nın cami olarak yeniden ibadete açıldığı çok gündemimizde de olmayacaktı. Böyle de ilginç bir ülkeyiz. Her geçen gün daha da ilginçleşen, daha da garipleşen bir ülkeyiz. 

Evet, bitirmeden tekrar bağımsız ve özgür medyaya desteklerinizi rica ediyoruz. Bunu özellikle tekrar tekrar vurgulamakta yarar var. Türkiye’de özgür ve bağımsız gazeteciliğin ne kadar önemli olduğunu, eğer bu yayını izliyorsanız siz de çok iyi biliyorsunuz. Onun için lütfen destek olun. Bu desteğin farklı farklı yöntemleri var. Bu yöntemlerin her biri çok değerli bunların sürdürülebilmesi için. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.