Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Trolleri de vururlar!

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de farklı siyasi görüşlerden olan veya farklı kişi ve kurumlardan tarafından finanse edilen troller sosyal medya üzerinden siyasi gidişata yöne vermeye çalışıyorlar. Fakat son dönemde ülkemizde trollerin eskisi gibi cevval ve etkili olmadığı görülüyor. Neden?

Yayına hazırlayan: İlayda Öykü Biberoğlu  

Merhaba! İyi günler. Türkiye salgın konusunda tam bir fiyasko yaşıyor. En son aşı olayında da bunu gördük. Vaat edilen miktarlarının bir türlü karşılanmadığını, verilen randevuların iptal edildiğini, sonra tekrar geri getirildiğini görüyoruz. Birbirinden ilginç ve tabii ki rahatsız edici başarısızlıklar… Salgınla mücadelede devletin bastığı kitabın –yani dünyada başarı öyküsü olarak lanse edildi biliyorsunuz ve kitabı yapıldı–, o kitabın her gün, her dakika, tekrar tekrar yine devlet tarafından, iktidar tarafından tekzip edildiği bir dönem yaşıyoruz. Örneğin Biontech aşılarının, belli bir yaş grubu da dahil olmak üzere ilkleri yapıldı. Ardından ikinciler için randevu verildi, fakat sonra, dün akşamüstü “Biontech için 6-8 hafta aralığı söz konusu. Onun için verilmiş olan randevular iptal ediliyor” denildi. Sonra sabah, tekrar verilmiş olan randevulara, “tekrar yapılacak” dendi. Bütün bunları çok iyi biliyorum, çünkü evde Müge bu durumdaydı. Aynı zamanda Galatasaray Lisesi’nden benimle yaşıt olan arkadaşlarım aynı şekilde WhatsApp guruplarında önce randevularının iptalini, sonra randevuların geri gelmesini yaşadılar; bütün bunların hepsinde, beraber hop oturup hop kalktılar. Ve kimse tabii anlam veremiyor neyin ne olduğuna. Yapacak bir şey de yok yani. Size randevu veriyorlar, “tamam” diyorsunuz, seviniyorsunuz. Sonra randevuyu alıyorlar, üzülüyorsunuz. Sonra randevuyu tekrar veriyorlar, mâlûm, Allah’ın sevdiği kulu oluyorsunuz. Kaybettiğinizi tekrar bularak seviyorsunuz. Her neyse ben bugün salgın konuşmayacağım. Zaten bir saat sonra bambaşka bir konuyu, salgınla bağlantılı olan, içki yasağı, fiilî içki yasağı etrafındaki tartışmaları Levent Gültekin ile konuşacağız. Dün biliyorsunuz Kemal Can, Burak Bilgehan Özpek ve Ayşe Çavdar’la bu konuyu konuşmuştuk. Bu konu nedense çok fazla konuşulmak istenmiyor; ama çok sahici bir konu, ciddi bir konu. Üzerinde konuşulması gereken bir konu; fakat muhalefet, “iktidarın oyununa gelmemek” gibi bir perspektiften, çok fazla dillendirmiyor olabilir, ama biz konuşmaya devam edeceğiz. 

Levent ile yapacağımız bu yayının öncesinde ben, trollerden biraz bahsetmek istiyorum. Bunu bahsetme nedenim de, sabah kalktığımda yine sosyal medyada küçük çaplı bir trollenme olayına muhatap oldum. Detaylarını anlatmama gerek yok; çünkü gerçekten küçük çaplıydı ve etkisiz oldu. Tabii ki insanın canını sıkıyor, ama sonuçta bir yerden sonra çok da yapacak bir şey yok; fakat burada önemli olan husus şu — son zamanlarda gözlemlediğim bir şey bu: Artık trollerin etkisi giderek azalıyor. Hiç etkisizler diyemeyeceğim, ama etkileri giderek azalıyor. Özellikle iktidar yanlısı trollerin çok etkisizleştiğini, ama onun dışında değişik kanatların trollerinin de eskisi gibi bir performans sergileyemediğini görüyorum. Bu sadece benim düşündüğüm bir şey mi diye açıkçası merak ediyorum; belki bu yayının ardından özellikle YouTube‘dan izleyiciler bu konuda görüşlerini de yazarlar, küçük çaplı bir tartışma yapma imkânımız olur. Şimdi, bilenler bilir, ben kitap ya da roman adlarından hareketle yayın başlığı koymayı seven birisiyim. Zaten anılarımı anlattığım “Gomaşinen” de Fellini’nin Amarcord’undan hareketle –yani Amarcord “hatırlıyorum” demek–, “Gomaşinen” de Lazca “hatırlıyorum” demek. Ama başka şekillerde de, başka yayınlarda da kitap isimlerini arakladığım çok olmuştur. Bugünkü yayın da “Trolleri de vururlar”; çok güzel bir romanın sinema uyarlamasının. Biz onu öncelikle film olarak gördük. 1969 yapımı bir film. Benim çocukluğum ya da ilk gençlik yıllarımda izlediğim ve sonra ne zaman karşıma çıksa tekrar tekrar izlediğim muazzam bir filmdir. İzlemeyenler bulabilirler diye tahmin ediyorum kolaylıkla. Bu Horace McCoy’un bir romanından uyarlama. Ölümünden sonra uyarlanmış galiba. Sydney Pollack’ın yönettiği, genç bir Jane Fonda’nın muazzam bir oyunculuk sergilediği bir film; başka oyuncular da var, mesela Michael Sarrazin diye bir oyuncu vardı ve sonra çok fazla tutunamadı. Her neyse bu filmi bilenler bilir. Sonsuz bir dans yarışmasıdır bu. İnsanlar –eşli halde tabii ki– saatlerce durmadan dans ederler ve en sona kalan kazanır. Tam bir, nasıl diyeyim, dramdır aslında. Trajedidir, çok ilginç bir filmdir. Şimdi trollerin durumu buna birebir uymuyor tabii, ama yine de başlık Allah için güzel: “Atları da vururlar”. Bunu neden böyle yapmış açıkçası hatırlamıyorum; ama bunu bir at yarışına gönderme mi yapmış yazarı çok emin değilim, ama çok güzel bir ismi var. 

Şimdi troll nedir? İki tane değerlendirme var. Birisi, troll aslında çocuk hikâyelerinde, İskandinavya’da, yani kuzeyde olan, mağaralarda yaşayan, değişik görüntüleri olan yaratıklar. Çocuk masallarında, hikâyelerinde geçen ve birbirinden değişik ve genellikle sempatik… Kimilerinin itici görüntüleri var. Bizim bu yayın için kapakta kullandığımız çizim ise Carlos Ramires tarafından 2008’de yapılmış ve bayağı da popüler olmuş bir çizim. Bir diğer troll kullanımı da bizde balıkçılıktaki troll atma. Yani balıkçıların troll ağlarını atıp sonra avı bekleme hikâyesi. Bu ikisinin de kullanıldığı garip bir kavram, ama sosyal medya ile beraber girdi. Bu konu da, ilginçtir, 12 Ağustos 2012’de Star gazetesinde Nuh Yılmaz’ın “Türk analizinde trollleşme temâyülü” diye bir yazı çıkmıştı. Yılmaz gazeteci bir meslektaşımızdı, benim de yıllardır tanıdığım. Sonra birdenbire MİT’in Basın Müşaviri oldu. Şimdi hâlâ MİT’te olsa gerek, ama artık yazmıyor. Bu yazı galiba onun yazdığı son yazılardan birisiydi. O yazı da ilginç, polemik bir yazıdır. Onu da not düşeyim. Şimdi sosyal medya olgusu ve sosyal medyada olan insanların bir şekilde tanık olduğu bir olay bu. Bunun ideolojisi yok. Her görüşten insanlar trollük yapabiliyor. Genellikle troller, gerçek kimlikleriyle yapmayan kişilerdir. Hatta aynı kişi ya da grup, kimi durumda birtakım kurumlar, böyle sahte hesaplar yaratır. Bu hesaplar üzerinden sosyal medya kampanyaları düzenlerler. Bunlar “troll fabrikaları” diye tâbir edilir. Rusya’nın bu işin pîri olduğu söylenir. Bu trollerin illâki bulundukları, yani parasını aldıkları kişinin lehine yayın yapması ya da paylaşım yapması gerekmez. Kimi durumda bambaşka kimliklere girip, ortalığı sırf karıştırmak için, provoke etmek için paylaşım yaptıkları da olur. 

Bu konunun Türkiye’deki uzmanı da Fethullahçılar’dır. Fethullahçılar’ın değişik zamanlarda, değişik kimliklerle, kimi zaman en katı Atatürkçü, kimi zaman en katı PKK’lı, kimi zaman en katı iktidar yanlısı vs. kimliklerle de birtakım troll hesaplar yönettiklerini, hatta bazılarının gözaltına alındıklarını da biliyoruz. Şimdi gazetecilik hayatında diyeyim, ya da özellikle sosyal medya ile tanıştıktan sonra, çok ciddi trollerle muhatap oldum. Kimileri gerçekten inanmadığı şeyleri yapıyorlar, kimileri de gerçekten inanarak yapıyorlar bunu. Mesela dün başıma geldi. İnanın şimdi tam emin olamadım, Bagratuni mi ne? Öyle bir Ermeniler varmış. Ben onlardanmışım, kriptoymuşum. Bir kere öyle bir Ermeni grubu olduğunu bilmiyordum, ama baktım gerçekten varlarmış. Ben de onlardanmışım, bunu bilmiyordum demek ki. Neyse ve biz Bakgarutini mi ya da Bagratuni mi her neyse, o Ermeniler olarak bütün hedefimiz Türkleri Anadolu’dan kovmakmış. Şimdi bunu yapan kişiye, hatta cevap da yazdım, yani “İsterseniz tedavi olun” diye. Kendisi bana “Aynen, esas siz tedavi olun” falan diye alıntılar verdi. Şimdi bu başka bir olay. Bu herhalde gerçekten yazdıklarına inanan komplocu birisi; ama şu âna kadar çok sayıda birbirinden farklı trollerin linç kampanyalarına muhatap oldum. Birçok kişi oldu. Ben de oldum. Bunların kimisi, kimi dönemde PKK yanlısı gibi… Çok sayıda Fethullahçı, değişik dönemlerde yaparlar. İktidar yanlıları, Gezi zamanında iktidar yanlıları çok ciddi bir şekilde yaptılar; ama başka dönemlerde de yaptılar. Bir ara CHP’li trollerim bile oldu, onu da söyleyeyim. Onu bilenler bilir, bir “şark kurnazı” üzerinden… Tabii burada şöyle şeyler de oluyor, bazı durumlarda yapılan kampanyalara birtakım kurumlar, medya kuruluşları da dahil oluyorlar. Mesela şark kurnazı konusunda, Oda TV de bu linç kampanyasını tabii ki benden çok hoşlandıkları için hemen haberleştirdiler ve o kampanyanın sayısını artırdılar ya da benim bir yayın sırasında İstanbul seçimlerinin yenilenmesinin ardından, “iştigal” lâfını söylemekte zorlandığım zaman, bunu “İstanbul’un işgali, Türkiye’nin işgali” diye çevirip yayınlayanların, aynı zamanda Ulusal Kanal’dan ATV’ye, Sabah gazetesine kadar, bunun sunulması vs. böyle kampanyalar da oldu. Birbirinden farklı kampanyalara tanık oldum; ama son dönemde şunu görüyorum ki –bu sabah yaşadığım da böyle oldu–, trollerin de artık tadı kaçmış. Troller de artık çaptan düşmüş, etkisizler. Biraz da etkisiz olduklarının farkındalar. Zira bir trolleme girişimine mâruz kalıyorsunuz. Eskiden bunun çok daha zayıf argümanları ile yapılanlarının yüzlerce, binlerce kişi tarafından kullanıldığını görüyordum. Bu benim kişisel deneyimim. Şimdi bir bakıyorum, çok az sayıda insan o ağa takılıyor ve bu kampanyaya dahil oluyor. 

Bir diğer önemli husus da –ki burası özel olarak önemli–, artık özellikle iktidar yanlılarında, kimlikleriyle trollük yapanların sayısı giderek artıyor. Bu aslında bir çaresizliğin itirafı. Yani şöyle söyleyeyim, benim hep verdiğim gemi ya da tren örneği… “Gemi gitmiyor artık, kaldı” ya da “Tren artık yola devam etmiyor…” Bu geminin içerisinde ya da trenin içerisinde kalıp sallaya sallaya “aslında gidiyormuş havası” vermeye çalışan ve kaderlerini o yolculuğa endekslemiş olan insanların çaresizlik içerisinde, karşılarına çıktığını düşündükleri fırsatlar üzerinden kendilerini göstermesi ve bir, kendilerini tatmin etmek, bir diğeri de tabii ki birtakım yerlere “Bakın ben hâlâ görev başındayım, işimi yapıyorum” demesi. Eskiden böyle gerçek kimliğiyle yazan kişiler çok az olurdu. Olurdu, ama çok az olurdu ve o isimsiz kalabalığın arasında bunların olması daha dikkat çekerdi. Geçmiş örneklerden hatırlıyorum, bu kişilerin bir kısmını bizzat bulup ya da bizzat kendileriyle konuşup ya da tanıyanlarla konuşup niye böyle yaptıklarını sorma ihtiyacı hissederdim. Bazıları geri adım atardı, bazıları tam tersine daha da sertleşirdi vs.. Şimdi bir bakıyorum, bu sabah mesela bir kurumun, özerk bir kurumun en önemli isimlerinden birisi, durup dururken sataşıyor. Yani insan diyor ki: “Ne alâkası var?” diye düşünüyorsunuz; ama belli ki bizim Medyascope’ta yaptığımız işin ona rahatsızlık vermesi diye bir şey söz konusu değil. Belki hoşlanmamıştır yaptığımız haberden; ama esas mesele şu: Esas mesele, içinde bulunduğu geminin su aldığını görmesi ya da trenin artık hareket etmeyeceğinin iyice ayırdına varması ve bunun öfkesi… Bu öfkeyle beraber ne yaptıklarını gerçekten bilmiyorlar. Çünkü bu dans yarışmasının, yani Atları da vururlar’daki dans yarışmasının, sonunda hiçbir şey olmadığını ve sonunun geldiğini görüyorlar. Yalnızlaşmanın, etkilerini kaybetmenin verdiği bir ruh hâli var. Bu, Türkiye için iyi bir şey. Tabii ki troller hep var — devlet eliyle ya da değişik kurumlar eliyle, siyasî partiler eliyle yapılan. Şöyle değil yani: Troll beslemek yüzlerce insan beslemek anlamına gelmiyor. Beş tane insanı besliyorsunuz. O beş insan yüzlerce sahte insan çıkartıyor, onun fotoğraflarını vs.’yi, genellikle başı açık kadın fotoğrafları ve hani, nasıl diyeyim, modern isimli kişilerle karşımıza çıkıyorlar ya da arkasında bol miktarda rakam olan birtakım anonim hesaplarla çıkıyorlar. Bunlar yine sürecek. Bunlar yine sosyal medyada gündem belirlemeye çalışacak. 

Bu noktada en çok rahatsız edilen kişi galiba İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu. Ona düzenli olarak, bazen günde iki ayrı kampanya ile sürekli saldırdıklarını görüyorum. Zaten Ekrem İmamoğlu’na açık açık adlarıyla saldıranların büyük bir kısmının da aslında siyasetçiden çok trole benzediğini hepimiz görüyoruz. Bu aslında şeyi de gösteriyor, siyasetin trolleşmesi… Burada açık söylemek gerekirse iktidar yanlıları daha çok dikkat çekiyor. En son yeni bakan olan Derya Yanık örneğinde olduğu gibi; ama değişik partilerden muhalefetin bazı sözcülerinin yaptığı bazı açıklamalara baktığımız zaman, onların da kimi durumlarda bayağı bu sınırlar içerisine girdiğini de görmek mümkün. Evet, boş bir yayın olduğunun farkındayım; ama sabah kalkıp gördüğüm bu olay, bana bunları düşündürdü. Trolleri de vuruyorlar, iyi oluyor. Kendileri edip kendileri buluyorlar. Her oyunun bir sonu var; o son da gelmek üzere. Artık ne halleri varsa görsünler diyelim ve saat 14.00’te Levent Gültekin ile yapacağımız “İçki yasağı, laiklik ve şeriat” yayınında buluşmak üzere diyorum. Bağımsız medyaya, özgür medyaya sahip çıkın ki trollere karşı direncimiz artsın diyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.