Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi akşamlar. Levent Gültekin ile Sedat Peker olayını konuşacağız. Levent, merhaba.
Levent Gültekin: Merhabalar, iyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Altı video oldu, seninle bunu hiç konuşamadık. Bayağı bir bereketli… ve esas tabii bu pazar günü Süleyman Soylu’ya vereceği cevabı da bekliyor Türkiye diyeyim. Derler ya, “Tüm Türkiye bunu konuşuyor” diye; hakikaten böyle bir olay oldu sanki. Şimdi, başlıkta, “Bu videolar neleri değiştirir, nasıl değiştirir?” diye bir soru sordum; ama şu âna kadar zaten birçok şeyi değiştirmeye başladı, değil mi? Ne dersin?
Levent: Bizim beklediğimiz anlamda henüz köklü bir dönüşüm ortaya çıkmış değil. Yani diyelim ki, ne Süleyman Soylu’nun istifâsı gibi bir durumla karşı karşıyayız, ne Tayyip Erdoğan’ın bu konuya karşı aldığı bir tavır, netlik de yok ortada. Bir suskunluk var. O yüzden somut bir dönüşüme, somut bir değişime neden olmuş değil henüz. Sadece toplumun zihninde bu mafya ve devlet ilişkilerinin bir ete kemiğe bürünmesini sağladı. Aslında, bizim bir kısmını arka planda bildiğimiz şeyler Sedat Peker’in anlatımıyla beraber biraz daha netleşti, ortaya çıktı. Dahası, iktidarın mafya ile girdiği ilişki ete kemiğe bürünmüş oldu, bunlar ortaya çıktı. Bence en önemli şeylerden bir tanesi, iktidar içerisinde, yani hükümetin kendi içerisindeki bu mafya-siyaset ilişkisi üzerinden kurulan o iktidar savaşları da su yüzüne çıktı. Yani Sedat Peker’in iktidarın bazı mensuplarını hedef alması, Erdoğan’ı koruması, Süleyman Soylu’nun çıkıp TRT’de Sedat Peker’e cevap verirken kimi AK Partililer’i hedefe koyması… belli ki orada bir iktidar savaşı var, ama zaten sadece bu belli değil, arka planda bizim de kendimizce duyduğumuz kulisler var –ma kulis bilgisi olduğu için, çok somut netleştiremediğimiz için kullanamadığımız–; orada benim aldığım ve çok sık kullandığım şeylerden bir tanesi, MHP üzerinden, MHP-Ağar-Çakıcı, o yapı Erdoğan’ı biraz daha köşeye sıkıştıracak kadar bir güç elde etmişler. Bunlar anladığım kadarıyla Soylu’dan da bir şekilde bir iş istiyorlar, ittifak hâlindeler veyahut bir mecburiyet de denilebilir — Soylu bu işe çok gönüllü olmasa da. Onların Erdoğan’ı epeyce bir köşeye sıkıştırdıkları; iktidardan, Erdoğan’dan daha fazlasına sahip oldukları bir duruma gelinmişti. Şimdi bu kavga, yani o Sedat Peker’ın ortaya döktükleriyle, muhtemelen Erdoğan buradan kendini kurtarabilir mi, bu sıkışmışlıkta onların yıpranmasıyla beraber kendisi biraz daha güç kazanabilir mi? Belki bunları göreceğiz. Ama bence en önemli şey: Elbirliğiyle devlete çökmüşler — bir kere bu çıktı ortaya. Kural, hukuk… Mesela diyelim ki Türkiye’nin Rusya’ya yakınlığının temelinde bunların, bu mafya ve siyasetin kirli ilişkisi yatıyor. Yoksa Türkiye’nin çıkarı olduğu için değil oradaki bu Mübâriz üzerinde –adı geçiyor ya, Marina, bilmem, Azerbaycanlı iş adamı, oradaki petrol ilişkileri–, onlara baktığımızda, belli ki böyle bir çıkar ilişkisi var. Erdoğan da bir şekilde bunlarla ittifak yapmak mecburiyetinde olduğu için bu işin bir parçası. Süleyman Soylu’nun Sedat Peker’e koruma verecek kadar işi aleni bir şekle getirmiş olması. Bunlara baktığımızda vahim bir tablo var. Ama henüz nasıl bir sonuç doğuracağını bilmiyoruz. Benim şöyle bir endişem var: Bu bir süre sonra bir şeye dönüşür, misal: Dedikodu malzemesi, “Aa! Sedat Peker şunu demiş, o da bunu demiş” gibi. Bu günlerde oluşan o etkisini de kaybederse, biz bir süre artık bunu tartışmıyor duruma gelebiliriz.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir husus var, suskunluk diyorsun, ama şöyle bir suskunluk var: Her açıdan suskunluk. Yani Sedat Peker’e de bir tavır almıyorlar; ama mesela Süleyman Soylu hedefe konuyor, Süleyman Soylu’yu korumaya yönelik bir tavır da yok. Normalde eski zamanları düşünsene, birisine, bir bakana birisi kalkacak meydan okuyacak vs., hemen herkes onun etrafında kenetlenir, birlikte fotoğraf verir, şu olur, bu olur. Böyle bir şey yok. Mesela Ağar bir açıklama yapıyor; Süleyman Soylu onun açıklamasındaki bir şeye tabii ki haklı nedenlerle de olsa cevap veriyor. Esasta yan yana duruyorlar, ama aynı zamanda kavga da ediyorlar. Çok büyük bir sessizlik var, o sessizliği şu anlamda sorgulamak istiyorum: Ne yapacaklarını bilmemek mi? Yoksa birileri buradan çıkacak yeni iktidar yapılanmasına yatırımlar mı yapıyorlar?
Levent Gültekin: Şimdi bence sessizliğin temelinde, Erdoğan’ın biraz mecburiyetten, bu %50+1 mecburiyetinden dolayı girdiği o ittifakı henüz bozabilecek bir gücü de yok, o ittifaka meydan okuyabilecek bir gücü de yok — ben buna bağlıyorum sessizliği. Yani Ağar, Çakıcı, bir ucundan Süleyman Soylu, öbür taraftan MHP… bunların birlikteliğinin Erdoğan’ı epeyce köşeye sıkıştırdığını düşünüyorum. Ve bunu sadece düşünmüyorum, duyduğum şeyler var. Mesela Mehmet Ağar’ın oğlunun… bu gizli saklı olan bir şey değil; benim bile kulağıma, yani üçüncü beşinci şahıstan değil direk söylediği, ikinci şahıstan benim kulağıma gelecek kadar açık konuştuklarına göre şöyle diyorlar, bunu ben üç dört ay önce duymuştum, o da şuydu: “Artık devlet biziz, muhtemelen önümüzdeki birkaç ay içerisinde Süleyman Bey’e çekilmesi ricasında bulunulacak.” Ben bunu kendi kulaklarımla duydum. Şimdi bunlar belli ki böyle bir havaya girmişler. Bu benim kulağıma geldiğine göre, Erdoğan’ın da kulağına gitmiştir. Peki, Erdoğan bunlarla o ilişkiyi mevcut MHP üzerinden kurulan ilişkiyi bozabilecek durumda mı? Hayır, %50+1’e ihtiyaç var ve onu da kaybetmek istemiyor. Bundan dolayı da o suskunlukla yıpratılmayı ve belki de o yıpratılma sonucunda ortaklarının kendi aralarında o zayıflıkla bir karar vermelerini bekliyor. Bu hepimizi götürüyor, Tayyip Erdoğan’ı da götürecek bir boyuta doğru gidiyor. Ben şunu diyorum, tahmin ediyorum: Tayyip Bey bunlara zımnen, belki sözlü olmasa bile, “İyi, gidersek hepimiz gideriz o zaman. Sadece ben gitmiyorum, siz de gidiyorsunuz, gelecek mevcut yeni bir iktidarın karşısında sadece ben değil siz de aslında, çünkü ortaya dökülenlerden dolayı…” Böyle diyerek yani, bunu göstererek zımnen bunların kuşatmışlığını yarmaya çalıştığını düşünüyorum. Eğer AK Parti konuşursa, eğer Tayyip Bey konuşursa, bu ittifakla arasının bozulma ihtimalinin çok güçlü olduğunu, yani çok yüksek olduğunu görüyor. “Süleyman Soylu’yu görevden alıyorum” dese, bunun çok riskli olduğunun farkında. Ben mesela Tayyip Bey’in Süleyman Soylu’yu görevden alamayacağını düşünenlerdenim. Buna hem gücünün yetemeyeceğini, daha doğrusu bu denklem içerisinde mecburiyetinden dolayı gücünün yetmeyeceğini düşünüyorum. MHP’yi küstürme, orada kurgulanan o yapıyı bütünüyle kendinden uzaklaştırmayı şu anda henüz göze alabilecek durumda değil. Belki de bu yapının kendi içerisinde, “Süleyman, sen çok yıprandın, bir kenara çekil, oraya başka biri gelsin” demesini de bekliyor olabilir.
Ruşen Çakır: Peki, biraz şeye farklı bir yerden bakalım. Sen Sedat Peker’in bu videolarını falan izliyoruz, ediyoruz. İlginç bir profil çıkıyor ortaya, değil mi? Mesela sen ne hissediyorsun, nasıl birisi? Şimdi eskiden bildiğimiz, dışarıdan bakarak bildiğimiz, haberlere çıkan ya da yaptığı açıklamalardan, o büyük meydan okuyuşlardan, ama iktidarın yanında muhalefete, Barış Akademisyenleri’ne şunlara bunlara da meydan okuyan insandan çok farklı bir şey var. Dün bir Alevilik araştırmacısının çok güzel bir paylaşımı vardı. Diyor ki: “Zora düşen Hz. Ali’ye sarılır, iktidara geldiği zaman Muaviye olur.” Şimdi, zaten her yerde Hz. Ali’yi öne çıkartıyor vs.. Nasıl bir profil görüyorsun sen?
Levent Gültekin: Eskiden Muaviye olan birinin şu anda Ali rolüne soyunduğunu görüyoruz sadece. Ali olduğunu değil, gerçek kimliği Muaviye olup, ama Alilik yapmaya çalıştığını düşünüyorum. Bunu zaten kendisi söylüyor. İşte, “Milletvekilini karakolda dövdürdüm, Hürriyet’i de ben bastırdım, şunu da ben yaptırdım” diyen bir adam Ali olmaz, o olsa olsa Muaviye olur. O yüzden de, evet, her ne kadar canı yanmış bir baba feryâdı ile konuşuyor olsa da, sonuçta bizim gözümüzde –bence sadece bizim gözümüzde değil, kendi gözünde de– organize suç örgütü lideri olarak duruyor. Şimdi videolarında sana atıf yaparak alınganlık yapıyor. “Bana organize suç örgütü lideri diyorlar” diyor. Şimdi bir insan, hem karakolda milletvekili dövdürecek, öbür taraftan Hürriyet’i bastıracak, sonra da çıkıp diyecek ki: “Ben organize suç örgütü lideri değilim. Ben sadece iş adamıyım.” Herhalde bizimle alay ediyor diye düşünüyorum ya da kendiyle de alay ediyor olabilir. Sedat Peker sonuçta bu işlerin insanı. Benim karşımda ne bir kahraman olarak duruyor, ne de memleketini düşünen biri olarak. Memleketi her şeyden daha çok seven bir insan olarak da durmuyor. Bugün canı yanmış, geçmişte canı yananların hepsine sessiz kalmış, can yakmaya devam etmiş. Tamam, her ne kadar özür dilemiş olsa da –ben özüre çok kıymet veren bir insanım–; “Barış gelsin, özgürlük gelsin, bu ülkede düzgün yaşansın” diyenleri kan banyosu ile tehdit etmiş. Eh şimdi gelip evini basmışlar, çocuklarına büyük bir saygısızlık, terbiyesizlik yapılmış diye de kahramanlık rolüne soyunuyor — ki bu böyle bir şey değil. Sedat Peker, Süleyman Soylu, Mehmet Ağar bence aynı kumaşın parçaları, yani aynı kumaştan insanlar; “vatan-millet-devlet” diye diye, devletin paçavrasını çıkarmış insanlardır. Türkiye Cumhuriyeti onların elinde hep beraber –buna Sedat Peker de dâhil, Süleyman Soylu da– bence tarihin en büyük travmasını, en büyük tahribatını görüyor şu anda. Ama şöyle söyleyeyim: Bir psikolojik üstünlüğü var. O da ondan kaynaklanan bir üstünlük değil. O da şundan: Bizim toplum olarak o kadar bir sıkışmışlık var ki — siyasetin yarattığı sıkışmışlık. Toplum mevcut iktidarın rezaletini ortaya dökecek herhangi bir ses duyduğunda ona üşüşüyor. Bu, Sedat Peker değil başka biri de olsaydı aynı ilgiyi görürdü; çünkü içeriden bir bilgi veriyor. Diyelim ki AK Partili bir milletvekili çıksın bugün –bırak, Sedat Peker değil– bir video çeksin, “Şöyle yapmışlardı, böyle yapmışlardı,” desin. Eminim milyonlarca izlenir o da. Çünkü insanlar böyle bir merakla içeride olup biteni öğrenme çabası içerisinde. Sedat Peker bana göre biraz buna tekabül ediyor. Yoksa öyle ortalıkta dolaşan, “Ya, çok da zeki bir adammış, bilmem şöyle de bir adammış, acayip de çeviriyor…” sözleri. Yani sonuçta söylediği, yaptığı ve şahit olduğu kirli ilişkileri deşifre etmek. Bu kadar. Ortada bir mesele yok. Bana çok şey gelmiyor; ama tekrar söylüyorum: Hem ona yapılan büyük bir… –kim olursa olsun– evinde karısına çocuklarına yapılan büyük bir saygısızlık, büyük bir terbiyesizlik; ama Sedat Peker’in bunu bilmesi lâzım: Ektiğini biçiyor. Öyle Türkiye ektiler hep beraber. Yani o mitingler, o şeyler, insanlar… Ne yazık ki her birimiz yaptığımızın bedelini öderiz, faturasını da öderiz hep beraber.
Ruşen Çakır: Peki, Süleyman Soylu’nun o TRT Haber yayınına gelelim: İlk başta çok şeydi, böyle Akşener’e lâf, yok işte salgınla nasıl mücadele…, aslında yani içişleri bakanı olarak salgınla mücadeleye o kadar yer ayırmasına bence anlamı yok. Çünkü tam anlamıyla büyük bir fiyasko yaşıyoruz. Hiç konuşulmaması daha iyi olabilirdi. Ama sonunda Peker ile ilgili sorular bir şekilde usturuplu da olsa hepsi masaya getirildi. Mesela “Nisan ayında ne olacaktı?” sorusuna, “Bilmiyorum” dedi — ki Nisan ayı vaadi belli ki, Sedat Peker’in iddiasına göre Süleyman Soylu’nun kendisine bir vaadi, ama bir yığın başka şey söyledi. Ben şey diye yorumladım, yani bu yayında ne murat etti bilmiyorum, ama hiçbir soruya tatminkâr cevap vermedi, bence yapmasaydı daha iyi olurdu dedim. Sen ne dersin, katılır mısın?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Levent Gültekin: Şöyle: Şimdi yayın yaparak bence kendi açısından doğru bir şey yaptı — suskun kalmadığını, meydan okuduğunu göstermesi açısından. O şimdi bir psikolojik kazanım elde etti o yayınla. Öbür türlü suskun kalmak, çıkıp da en azından bir pozisyon belirlememek, tamamen yarayı, aldığı darbeleri daha da kalıcı ya da daha etkili hâle getiriyordu. TRT’deki yayının böyle bir işlevi var. “Psikolojik olarak yıkılmadım, ayaktayım, buradayım”ı vermesi açısından — biri bu. İki: AK Parti içerisine dönük kendince mesajlar verdi. Bence orada az bir şey söylemedi. Şimdi, Efkan Âlâ ile ilgili bir şey: “Sedat Peker’e ilk koruma görevi veren Efkan Âlâ” diyerek bir kere oraya ayrı bir mesaj verdi. Döndü, “Sedat Peker’den on bin dolar maaş alan milletvekili” diyerek orada bir AK Partili milletvekilini hedef gösterdi. Aynı zamanda o milletvekili, muhtemelen bu “Hürriyet’i bas!” diyen, “Karakoldaki eski milletvekilini döv!” diyen de milletvekili belli ki. Şimdi, bu milletvekilinin adını ben burada geçirmeyeyim, internette bir sürü sitelerde haber oldu, Tayyip Bey’e çok yakın biri aynı zamanda; mesela şimdi durup dururken bunu da söylemesi. Belli ki orada içeriye dönük de kendince mesaj veriyor. “Sadece bir bakanım, Tayyip Bey’e bağlıyım, istifa ediyorum etmiyorum” meselesinden daha da ileride bir sorun var orada — Tayyip Bey ile ve AK Parti ile bu yapı arasında. Süleyman Soylu çok gönüllü olmasa da, çok istekli olmasa da bu yapıya daha yakın duruyor. O yapının kendisini bir yere taşıyacağını tahmin ediyor muhtemelen. Ben Nisan ayının da Süleyman Soylu’ya daha fazla bir sorumluluk ve görev verilebileceği ay olduğunu hem duydum –o biraz önce söylediğim, gidecekler, diyecekler ki: “Artık efendim seninle olmuyor, biz yönetelim, 2023’e biz hazırlanalım” gibi–, muhtemelen ona hazırdı, teşneydi bu tip pazarlıklar sonucunda, ama dediğim gibi, TRT yayınına bizim baktığımızda sorulara doğru düzgün cevap vermemiş olması, doğru düzgün karşısında bir İçişleri bakanına yakışacak bir üslûp belirleyememiş olması, veyahut “Hayır kardeşim” dememiş olsa da, o TRT yayını ile kendince bir psikolojik eziklikten kurtulma hamlesiydi. Bence başarılı olduğunu düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Ben açıkçası şöyle düşünüyorum: Yayına çıkması doğru olabilir, ama o kadar danışmanı vs. var, bir de bir yığın materyel getirmiş, onu gösteriyor, bunu gösteriyor, video koyduruyor, biliyorsun bir hazırlık yapmış. Yani benim böyle imkânlarım olsa, orada bu konu hakkında çok derli toplu, gerekirse prompter’dan okuyarak bir şeyler söylerim. Mesela iç çamaşırı meselesini söylemem. Ya da buna benzer şeyleri yapmam yani. Bu sonuçta izleyen insan karşısında bir İçişleri Bakanı mı görüyor, yoksa Sedat Peker’e muadil birisini mi görüyor? Karıştırıyoruz yani — anlatabiliyor muyum?
Levent Gültekin: Hayır, şimdi, böyle makamlar, Ruşen, makamlar insana kalite katmaz, İçişleri Bakanı da olsa Sedat Peker’in kumaşında biri zaten, üslûp olarak da öyle biri. Yani bunu şey olarak söylemiyorum, bizim tarzımızı belirleyen makamlarımız değildir, kumaşımızdır, karakterimizdir, ahlâk anlayışımızdır, onurumuzdur, neyi dert edip neyi etmediğimizdir. Şimdi o yüzden İçişleri Bakanı da olsa, sonuçta o kumaştaki bir İçişleri Bakanı olmuş. O sözleri söyleyebilecek insan zaten. Sadece bugün Sedat Peker’in eşinin iç çamaşırını konu etmesi değil ki; daha önce de yüz kızartacak, bizim duymaktan utandığımız sözler söylemekten imtina etmeyen bir yapısı var zaten. Ama tekrar söyleyeyim: Şimdi bak, adama diyorlar ki, bak atıyorum, şöyle bir şey olmuş: “Ben” diyor, “Amerikan Büyükelçisi benden randevu istemeye çalışıyor, vermiyorum.” Çünkü mevcut iktidarın bütün mensuplarının tamamının elinde tek bir malzeme var söyleyebilecekler: Hamâset yapmak. Başka bir yolu yok. Akıllı mantıklı… mesela buradan söylüyorum: Süleyman Soylu’da zerre kadar cesaret varsa senin karşına çıksın mesela. Seninle program yapsın. O zaman anlayalım biz onun ne kadar sahici bir İçişleri Bakanı olduğunu. Mesela çıksın Meydascope’a iki tane gazeteci, beni çağırıyorsan ben de gelirim. İki tane gazeteci oturalım, biz ona gerçek sorular soralım, o da bize gerçek cevaplar versin. Biz o zaman diyelim ki: “Gerçekten bu adam çok dürüst bir adam ve bu kirli işlerin içinde yok.” O zaman diyebiliriz.
Ruşen Çakır: Daha yeni bâdireler atlatmış adamsın, dur yakma bizi, bırak, karıştırma, böyle örnekler verme. (gülüşler)
Levent Gültekin: Ama bir şey demiyorum ki, soru soralım diyorum, bir şey demiyorum. Gazetecilik yapalım. Sen istemez misin mesela Süleyman Soylu ile röportaj yapmayı?
Ruşen Çakır: Ya çok emin değilim açıkçası, yani böyle… (gülüşler)
Levent Gültekin: Niye? Sorular sormak istemez miyiz?
Ruşen Çakır: Tabii ki isterim canım, herkese sormak isterim.
Levent Gültekin: Ben bir şey demiyorum ki… Sorularımız var. Ben mesela çok merak ediyorum, “Sen niye, hangi mantıkla organize suç örgütü liderine koruma görevi imzaladın? Bunu sormak isterim mesela. Ya da bu işlerin neresindesin? Anlatabiliyor muyum? Bir sürü soru çıkar, ben merak ediyorum.
Ruşen Çakır: Tabii ki, şunu özellikle söyleyeyim: Bugün olmasa bile çok yakın bir gelecekte senin, benim, özellikle Medyascope’un kapısını çalacak çok kişi olacak. Çünkü artık mesela ben Sedat Peker yayınlarında hep şunu dedim: Bir tarafta birisi var, Birleşik Arap Emirlikleri’nde ve tripodun üzerine cep telefonunu koyup yayın yapıyor, tamam mı? Video çekiyor. Öteki tarafta, istediği zaman aynı anda yirmi otuz televizyon kanalına çıkabilecek güçler var — mesela Süleyman Soylu. Hiçbir zaman onunla denk olamıyorlar; çünkü psikolojik olarak kaybetmiş durumdalar. Öteki de kaybını kazanca çevirmeye ya da “Ben kaybettim, o zaman size de kaybettireceğim” demenin verdiği bir avantaja sahip. Yani sonuçta gerçekten bize de, yani bizim gibi gerçekten gazetecilik yapmak isteyen insanlara da ihtiyaç duyduğu anlar çok yakında gelecek diyelim.
Levent Gültekin: Ama ben şimdiden soru sormanın, bizimle konuşmanın… eğer gerçekten böyle bir şeyse biz anlarız. Sedat Peker’in kaybedecek bir şeyi kalmamış, sonuçta ne diyeyim, adam yakmış gemileri, kendince bir meydan okuması yapıyor. Bundan sonra elde edeceği her şey onun kazancı, kendince bir kazancı. Ama öbür tarafın kaybedeceği çok şeyi var. Açıklayamıyor, izah edemiyor, ilişkisi var, kurduğu ilişki var. Sedat Peker’in anlattığı zaten somut ilişkiler var. Bunlara bir izahat yapamıyor. Bütün bunlara baktığımızda, tamam burada bir psikolojik üstünlük var — orada sorun yok. Ama geldiğimiz noktada, ülke açısından çok tatsız bir tablo var. Yani devletin devlet olma vasfı ortadan kaldırılıyor, bunca iddia soruşturulmuyor bile. Anlatabiliyor muyum? Yani üzerine gidilmiyor, üzerine bir açıklama yapılmıyor, yani somut bir adım atılmıyor. Sonuçta Sedat Peker oradan, doğru, gerçek şeyler söylüyor –ki ben söylediklerinin önemli bir kısmının gerçek olduğunu düşünüyorum; yani bir dakika iftira atayım diyecek bir durumda olmadığını tahmin ediyorum, gerçek şeyler söylüyor–, ama üzerine ne giden var ne alan var. Süleyman Soylu da hamâset yaparak hedef değiştirterek, diyelim ki Efkan Âlâ’yı hedef göstererek, başka bir yere çekerek kendince kendi pozisyonunu korumaya çalışıyor.
Ruşen Çakır: Şimdi konuşmak istemediğini biliyorum, ama bir şekilde değinmemek olmaz. Gazetecilikten bahsettik; bu son olayda yaşanan, gazeteci kimliğiyle kurulan ilişkiler ve bunları Sedat Peker’in ortaya çıkarması, Özışık kardeşler olayı… Yani bunu kişileştirmek istemediğini biliyorum, ama bunun üzerine söyleyecek çok şey var. Ben söyledim, çünkü bir de şöyle de bir husus var — daha önce de söyledim: Kendileri beni ve Medyascope’u asılsız bir şekilde hedef gösterdiler defalarca, biliyorsun, sen de tanık olmuşsundur. Ve sonuçta bize atfettikleri “besleme” sıfatını nereden buldukları, nereden akıllarına geldikleri ortaya çıktı diye de söyledim. Bu konuda ne demek istersin?
Levent Gültekin: Yani şöyle: Şimdi ben prensip olarak bir şekilde geçmişte de olsa yolumun kesiştiği insanlarla ilgili pek olumsuz yorum yapmıyorum. Çünkü her ne kadar bugün iletişimimiz olmasa bile, son yıllarda herhangi bir iletişimimiz kalmamış olsa bile, birlikte yiyip içmişliğimizin insanda bir anlamı oluyor. Ama bu şu anlama gelmez; felâket bir tablo bu ortaya çıkan, gazetecilik açısından da çok felâket bir tablo, o arkadaşlar açısından da çok felâket bir tablo. Sadece üzülürüm onların geldiği duruma; yani epeyce tatsız bir tablo, böyle bir ilişki içerisinde olmamaları gerekiyordu. Çünkü daha doğrusu sadece böyle değil, iktidarla da bu kadar içli dışlı, Süleyman Soylu ile de bu kadar kankalık… Yani bizim de bir sürü siyasetçi tanıdığımız var, hiç kimseyle dostluk ilişkisi kurmuyoruz, kimseyle. Tamam, birbirimizle çok yakın ve sıcak bir diyaloğumuz olabilir; ama bu şu anlama gelmez: Birbirimizi koruyacağız, birbirimizin yanlışını söylemeyeceğiz. Ben mesela bütün en yakın, yani evine kadar gittiğim siyasetçiler vardı, ama ekranda onu da eleştirmişimdir, eleştiririm de. Çünkü böyle bir diyalog kurmazsak, hem biz çürürüz hem o siyasetçi çürür. Tatsız bir tablo, gazetecilik açısından utanç verici bir tablo; ama o arkadaşların düştüğü durum açısından, kendi adıma söylüyorum, geçmişte bir ilişkim, yani orada yazdım biliyorsun, ben yazarlığa orada başlamıştım, ilk onların internet sitesinde. O açıdan sadece üzülüyorum, yani onlar açısından. Keşke böyle, bu kadar berbat bir ilişki biçimi içine girmemiş olsalardı; daha derli toplu bir yaşam, daha derli toplu bir gazetecilik sürdürmüş olsalardı daha iyi olurdu. Ama dediğim gibi, iktidar ilişkileri, yakınlık, güç, insanı nereye savuracağını ne yapacağını bilmiyor. Onların o şeyi görünce Ruşen, onların o düştüğü durumu görünce dedim ki: “Hayatta tek bir amacım var; bir yanlışın, bir kötülüğün parçası olmadan yaşayayım ve bu dünyadan gideyim”. Çünkü şu anda düzgün bir insan kalmak Türkiye’de bir ipin üzerinde yürümeye benziyor. Hepimiz için geçerli, bazen yanılabiliriz; biriyle bir yakınlık kurarsın, öyle bir şey çıkar ki ortaya, bir anda sen de o işin parçası olmuş olursun. Ama yine de dediğim gibi üzüntü verici ve tatsız bir tablo. Hem gazetecilik açısından hem de arkadaşlar açısından.
Ruşen Çakır: Pazar günü ne bekliyorsun? Tabii herkes bekliyor, büyük bir ihtimalle yine o hakaretlerini sıralayacak, aşağılayıcı sıfatlar falan kullanacak, ama Süleyman Soylu’yu izlemeden yaptığı videoda zaten Soylu’ya yönelik, oğlunu falan da karıştırarak çok ciddi suçlamalar vardı. Şimdi yine böyle yeni iddialar mı, yoksa tamamen bir polemik, sataşmaya cevap verme, kişisel bir şey mi? Çok ilgi uyandıracağı kesin. Çünkü millet birazcık gladyatörler kavgası seyreder gibi seyrediyor.
Levent Gültekin: Bence horoz dövüşü izliyor şu anda millet. Yoksa, “Bir dakika, ne oluyor?” gibi sahici bir duyguyla izlemiş olsalardı, şu anda infial olurdu ülkede. Yani Sedat Peker’in anlattıkları üzerinden toplumsal bir infial ayağa kalkardı. Ama o duyguyla izlemiyorlar, bir horoz dövüşü izledikleri için, “Hadi bakalım kim kime üstün gelecek?” duygusu çok belirgin. Şimdi benim şöyle bir kanaatim var: Videoların %90’ı hamâset, yani şu âna kadar üç dört tane somut bir iddiada bulunuyor. İşte bu Mübâriz meselesi, koruma meselesi ya da birkaç tane buna benzer… Çok fazla ileri gitmediğini veyahut vermek istemediğini düşünüyorum. Ben geçen hafta şöyle bir şey duydum: Bu dün yayınlanan videosunun Binali Yıldırım ve oğullarıyla ilgili olacağını duydum ben. Ama belli ki bu bana gelene kadar muhtemelen Tayyip Bey’e kadar da gitti, Binali Yıldırım’a kadar gitti. Zaten duyulmasını da istiyorlar. Yani “Binali Yıldırım ve oğluyla ilgili yayın yapacak” diye sağda solda adamları yayıyorlar böyle belli başlı odaklara — ki kendine bir telefon gitsin ya da önceden o bağı kurmanın aracı olarak kullanıyor muhtemelen. Şimdi o video çıkarıldı. Ya ertelendi ya durduruldu. Binali Yıldırım’ın çocukları, o meşhur bilinen kumarhane, gemi hikâyeleri falan filan var ya. Herhalde onların biraz daha iç yüzünü, arka planını anlatacaktı. Şimdi ben öyle çok yüksek bilgiye dayalı bir şey olacağını zannetmiyorum. Daha çok hamâset, daha çok bir meydan okuma olacaktır muhtemelen. Ya, benim korkum Ruşen, bu bir süre sonra sadece keyif veren, halkımızın vaktini öldüren bir şeye dönüşecek. Yani hakikaten Netflix dizisine dönüşecek, o uyandırdığı etkiyi kaybedecek. İktidar nasıl olsa umursamıyoruz deyip duymazdan gelecek, Sedat Peker bir süre sonra etki etmediğini fark edip ya bırakacak ya tamamen kendini yakacak. Diyelim ki bu sefer daha somut şeyler dökülmeye başlayacak; çünkü şu âna kadar henüz iktidarı sarsacak kadar somut şeyler yok. Daha çok Ağar ile ilgili o Mübâriz meselesi var. Başka da, “Bir milletvekili bana, ‘İçerideki bir milletvekilini döver misin?’ dedi.” Bunlar çok dedikoduya dayalı şeyler, dedikodu olabilen gerçek değildir anlamında söylemiyorum, çok dedikodu anlamına gelebilecek şeyler. Daha somut, mesela Suriye’de asker meselesiyle ilgili hafif bir dokundurdu geri çekti. Mesela orada somut şeyler gelecek mi? Mesela Sedat Peker’in orada İHH ile yakınlığının arkasında mutlaka bir şey vardır. Çünkü biliyorsun İHH da bu Suriye meselesinde çok aktif rol almıştı. Bülent Yıldırım götürdü Tayyip Bey’le tanıştırma fotoğrafı vardı, sahnesi orada. Mesela oralara kadar girecek mi? Daha derin şeyleri açıklayacak mı — pazarlıkları, ilişkileri? Ben henüz buraya gideceğine ihtimal vermiyorum. Tekrar söylüyorum: Ben bir şekilde Sedat Peker’in kontrollü açıklamalarıyla etrafında onu saran çeteye verdiği zarardan Tayyip Bey’in memnun olduğu, daha fazla ileri gitmemesi için Sedat Peker’i bir şekilde tuttuğunu veya telkin ettiği yönünde bir tahminim var — yani bu bir bilgi değil, yorum. O yüzden çok yüksek bir şey beklemiyorum. Yani somut verilere dayalı bir şey değil; daha ağırlıklı olarak polemik, hamâset, meydan okuma, alay etme… böyle bir yol izleyecektir diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey varsayalım: Yeraltı dünyasından bir isim, herhangi bir isim çıkıyor ve böyle bir video yapıyor, diyelim ki seninle ilgili bir şey söylüyor, benimle ilgili bir şey söylüyor, çok da basit şeyler olabilir ve herhalde biz o gece sabaha karşı falan herhalde evimizden alınıp götürülürüz, öyle değil mi? Yani normal şartlarda öyle değil mi? Yani burada ilginç olan, içeriden birisinin…, şimdi bu îtirafçılık değil, buna daha çok şey diyorlar: İfşâcı. Mesela Snowden falan gibi insanlar, Wikileaks gibi içeriden birisi ve kendini de katarak anlatıyor. Tabii işin ilginç tarafı bu.
Levent Gültekin: Bence Snowden ile bunu karıştırma; epeyce bir fark var arasında. Snowden bildiğin gazetecilik yapıyor, burada ise canı yanmış bir adamın kendi kişisel intikamı var.
Ruşen Çakır: Hayır hayır, ama yani içeriden verileri veren birinin ilk dürtüsünün bir yerden sonra çok fazla bir önemi yok, mesela o belgeleri sızdıran bir insan. “Niye sızdırdı? İşin içerisinde bir kavga mı var, yoksa hakikaten temiz toplum mu?” falan. Önemli olan o belgelerin bilgilerin alınması meselesi, anlatabiliyor muyum? Yani ilginç olan şu: Îtirafçı devlete sığınır, devlete sığınıp bir şeyleri îtiraf eder. Burada devlet yok. Yani bir şeyler söylüyor, devlet dışında hepimize, yani topluma sığınıyor aslında. Öyle değil mi? Yani daha doğrusu, amacı bu değil ama, toplumdan başka buna cevap veren kimse yok. Devletin hiçbir kurumu kalkıp da bunun söylediklerini ciddiye alıp… mesela Cemil Çiçek, “Her söylediğinin ânında soruşturulması lâzım” demiş. Hiçbir şey olmadı yani. Böyle garip bir…
Levent Gültekin: Olmaz, çünkü dediğimiz gibi devletin kendini hedef alıyor zaten. Yani o yapıyı direk olmasa bile, devletten bağımsız bir savcının da çıkıp bir soruşturma yapması teknik olarak mümkün değil. Öyle diyorlar ya sosyal medyada: “Yok mu bu ülkede namuslu bir savcı?” Var, ne yapsın adam? Ekmeğinden mi olsun. Yarın soruşturma açsın, öbür gün görevden alacaklar ya da atacaklar. Böyle bir tablo var ortada. Şimdi Sedat Peker bir taraftan devleti koruduğunu söylüyor, “Devlet bizimdir, Turan birliğini kuracağız” falan filan, hamâsî sözlere ağırlık veriyor bir taraftan; ama dediğin gibi toplumdaki ilginin büyüklüğünün kendini kurtaracağını, kendine bir güç devşireceğinin de farkında, oraya oynuyor. Ama yaptıklarıyla devleti paçavraya çevirdiğinin de farkında değil. Süleyman Soylu’ya veyahut işte filan AK Parti milletvekiline lâf ettiğini zannediyor. Yani Sedat Peker anlattıklarıyla çok kutsal saydığı devleti yerle bir ettiğinin henüz farkında değil, ya da bilerek yapıyor. Devletler böyle böyle ciddiyetlerini kaybederler, ağırlıklarını kaybederler, etkilerini kaybederler. O organizasyon yetisini kaybederler. Biz mesela “Aa, bu mafya da şöyle istiyormuş, bu da buna konuyormuş, İçişleri Bakanı da aslında…” Anlatabiliyor muyum? Bütün bunlar toplum karşısında devletin kristal gibi dağılmasına neden oluyor. Dediğin gibi gücünü… ne kadar ilgilenilirse, ne kadar çok ilgi uyandırırsa, toplumu ne kadar çok konuşturursa, bunun kendisine yarayacak bir sonuç doğuracağını düşünüyor. Mesela örnek veriyorum: Süleyman Soylu’yu istifa ettirmek zorunda bıraktıracağı bu yüksek etkinin konuşmaları, veyahut Tayyip Bey’in, “Tamam, yeter,” diye haber göndereceğini… “Yeter, sus! Halledeceğiz”diye –öyle söz vermişler ya, “Nisan’da geri döneceksin”diye–, “Tamam, Eylül’de geri döneceksin” gibi bir şey — ya da ne bileyim buna benzer. “Tamam, biz o emniyet müdürünü aldık artık görevden. Abartma! İleri gitme!” gibi. Hem kendi pozisyonu, yani o psikolojik üstünlüğünü korumaya çalışıyor, hem de dediğim gibi kendince bir hesaplaşmasını yapıyor.
Ruşen Çakır: Evet, çok fazla bir şey çıkacak gibi gözükmüyor diyorsun; çünkü çıkabilmesi için onun ilgi gördüğü toplumun bir gücü olması lâzım.
Levent Gültekin: Evet, ne yazık ki.
Ruşen Çakır: Ama toplum, bunu büyük ölçüde hoşlanarak, ilgi duyarak, bir horoz dövüşü seyreder gibi seyretmenin ötesinde bir şey yapamadığı için, sonuç alıcı olmayabiliyor. Burada istersen son olarak muhalefetin pozisyonunu da sorayım sana. Her ne kadar Süleyman Soylu, ilk yaptığı yazılı açıklamada bunun bir muhalefet komplosu olduğunu söylese de, biliyorsun. Hani” abim var, hocam var, vs. var” falan diye bir liste yapmıştı. Muhalefetin buna çok da fazla sarıldığını ben açıkçası görmüyorum, ne dersin?
Levent Gültekin: Ben sarılmasının bir yarar getireceği kanaatinde değilim. Çünkü medya üstünlüğünün %90’ı-95’inin iktidarın kontrolünde olduğu bir yerde, polemik siyaseti muhalefete kazanç sağlamıyor — bir tanesi bu. İkincisi, muhalefetin ahlâkî üstünlüğü var; yani ülkenin geldiği durumdan; işsizliğin ve yoksulluğun artmış olmasından, ortaya saçılan bunca felâket tabloya rağmen oradan elde ettiği bir ahlâkî üstünlüğü var muhalefetin. Bu ahlâkî üstünlüğünü sonuçta bir “organize suç örgütü” olarak görülen, veyahut “mafya lideri” olarak görülen birini dayanak yaparak bu ahlâkî üstünlüğünü kaybetmemesi gerektiği kanaatindeyim. Tartışmaları gündemde tutabilir, yargıya ve iktidara sorular sorabilir; ama bütünüyle muhalefetini bunun üzerine bindirmesi veya çok fazla yüklemesinin muhalefete îtibar kaybettireceği kanaatindeyim ben. Çünkü tekrar söylüyorum: Bazen veriler çok doğru olsa da, o iş tuttuğumuz insanın pozisyonu, îtibarı, bizim de yaptığımız işin kalitesini ve etkisini belirler, ilkesiz duruma da getirir diye ben muhalefetin bu meseledeki tavrını çok yanlış bulmuyorum. Yerli bir ölçekte kendince söyleyeceğini söylüyor, ilgileneceği kadar ilgileniyor, alıp da böyle Sedat Peker bayraktarlığı yapmıyor — ki bence çok yanlış olur, gerek de yok buna. Biz burada şey değiliz –biz derken toplumu da kastediyorum, muhalefeti de kastediyorum–; Sedat Peker ile Mehmet Ağar arasında kavgada borazanlık işlevi göremeyiz, görmemeliyiz. Yani muhalefet, birinin iddialarını… yani şöyle: Benim seni dövmem gerekiyor, öyle bir lâf atıyorum ki, yüzlerce insan sana hakaret etmeye başlıyor mesela. Halbuki o pozisyonun yanlış olduğunu düşünüyorum; hem Sedat Peker’e böyle bir pozisyonun verilmemesi gerektiği kanaatindeyim, hem de muhalefetin kendini böyle bir ilişkinin içinde konumlandırmaması gerektiği kanaatindeyim. Bence çok doğru bir yaklaşım içindeler, herkes kendince hem işin ciddiyetine çok fazla vurgu yapıyor, hem de işin içerisine çok fazla girmiyor.
Ruşen Çakır: Evet Levent, burada noktayı koyalım. Güzel bir söyleşi oldu yine, çok teşekkürler. İzleyicilerimize de çok teşekkür ederim. Evet, “Sedat Peker videoları neleri nasıl değiştirebilir?” sorusunun cevabını Levent Gültekin ile beraber aradık. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizleri izlediğiniz için teşekkürler, iyi akşamlar.