Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (41): Erdoğan, Kadir Çöpdemir ve “gemicik” (16 Temmuz 2007 NTV canlı yayını)

Gazetecilik anılarımın 41. bölümünde, Temmuz 2007 erken genel seçimleri öncesinde, dönemin başbakanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığımız canlı yayının ve özellikle Kadir Çöpdemir’in sorduğu ve yıllardır hafızalardan silinmeyen sorunun öyküsünü anlattım.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibâret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba. İyi günler. “Gomaşinen”in 41. bölümü bir tür –hani derler ya– “istek parçası” olacak. Aslında bu benim çok fazla anlatmak istediğim bir şey değildi; istemememin nedeni çekindiğimden değil de çok önem verdiğim bir husus olmamasından; fakat çok sayıda kişi bunu sürekli gündeme getirdi, zîra ortada biliyorsunuz bir video var: Orada o dönem başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’a sorulan soru ve onun oğlunun satın aldığı gemiden “Gemicik” olarak bahsetmesi meselesi, yani “gemicik” olarak yer etmiş olan o olay-video çok popüler, dönem dönem gelir. O videoda ben de varım ve ben sırıtıyorum, gülüyorum ve oradan hareketle birçok kişi bana, “Sosyal medyada bunun öyküsünü anlatsana” dediler. O öyküyü anlatmak istiyorum; ama onun öncesine biraz gideyim; tabii ki orada neler olduğunu anlatacağım: Bu 22 Temmuz 2007 Erken Genel Seçimleri öncesinde NTV canlı yayınından bir video. 22 Temmuz seçimi olduğuna göre o videonun tarihi de 20 Temmuz olması lâzım, çünkü Erdoğan o tarihlerde AKP Genel Başkanı olarak, başbakan olarak, genel seçim, yerel seçim ya da referandumdan önce en son röportajı genellikle NTV’ye verirdi. Yani pazar günleri seçim sandığı kurulduğu için, seçim yasakları da cumartesi öğlen başladığı için, cuma akşamları son televizyon yayınını genellikle NTV’de yapardı. Muhtemelen bu da öyle olmuştu. Bunu yapmadan önce de her seferinde bir sorun çıkardı, olup olmayacağı belli olmazdı; ama son anda belli olurdu. Hattâ bir keresinde de, mâlûm, o “Ama öldü efendim” olayının olduğunda, son akşam kendisi Ağrı’da miting yaptığı için o İstanbul’a gelmedi bizler Ağrı’ya gidip orada yapmıştık kendisiyle yayını, NTV adına. 

Bu da muhtemelen 20 Temmuz’da İstanbul Beşiktaş’ta Ihlamur Kasrı’nda oldu, açık havada oldu; akşam vakti, ama hava güzeldi. Şimdi bu aslında bir erken genel seçim. Ben bu erken genel seçim öncesinde ABD’de Washington’da Vatan gazetesi adına muhâbirlik yapıyordum. Ve mâlûm, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı mesele olmuştu: Abdullah Gül Meclis tarafından seçildi, ama Anayasa Mahkemesi engel koydu ve tam bir kriz oldu. Ardından dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanlığı’nın sitesinde internet sitesinden bir muhtıra yayınladı –e-muhtıra deniyor buna– ve ülke erken seçime gitme kararı aldı. Ben de bunun üzerine –zâten Washington’da iyice sıkılmıştım, dönmek istiyordum–, bunu vesîle ederek apar topar Müge ve Ali Deniz’le berâber –zâten yaz mevsimiydi, Ali Deniz’in okulu kapalıydı, bitmişti–, biz de Türkiye’ye kesin dönüş yaptık ve ben döner dönmez de seçim kampanyasını izlemeye başladım. Muhtemelen o gün de ya da bir gün öncesinde muhakkak bir yerden gelmişimdir — büyük çoğunlukta da AKP’nin mitingleri izlerdim. Gazeteden foto muhâbiri arkadaşlar olurdu; genellikle Burak Kara’yla giderdik ve 30’u aşkın miting izlediğimi hatırlıyorum Türkiye’nin dört bir tarafında. Her neyse, NTV’deki bu yayında da ben vardım, çünkü NTV’de siyaset danışmanıydım; Vatan gazetesinde çalışıyordum, ama NTV’ye de bir tür angajeydim, düzenli olarak yayınlara çıkıyordum, programlar yapıyorduk. Mirgün Cabas’la önce “Yazı İşleri”ni yapıyorduk, sonra tek başıma yapmaya başladım, onu da insanlar bilir. Ve ben NTV’de olduğum müddetçe NTV’nin Erdoğan’la yaptığı tüm yayınlarda soru soranlardan birisi oldum; genellikle Erdoğan listeleri, kimlerin katılıp kimlerin katılmayacağını bilir ve hoşlanmadığı isimleri istemezdi ve benim üzerime çarpı atılmadı. Kendisiyle daha Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı’ndan beri bir tanışıklığımız olduğu için, beni en azından üzerine çarpı atılacak birisi olarak görmüyordu diyeyim; hattâ bu konuda daha önce söylemiş olabilirim, tekrar söyleyeyim: Ağrı’da demin bahsettiğim ilk yayından önce yollanan listede, önce benim adımın üzerine çarpı atılmıştı; ama arkadaşlar, özellikle o sırada İstanbul’da Haber Müdiresi olan Nermin Yurteri, “Bunda bir yanlışlık olmasın” deyip tekrar ısrar edince, benim adımın silinmediği ortaya çıktı ve ben son anda eklenmiştim. 

Evet, burada dört kişilik bir ekip var; bakıyorum, görüntüleri benim aklımda sanki Banu da, Banu Güven de vardı diye hatırladım, ama yokmuş Banu’yla biz başka bir referandum yayınında birlikteydik, sonra jeton düştü, öyle söyleyeyim, Servet Yıldırım vardı. Servet Yıldırım NTV’nin kardeş kuruluşu olan CNBC-e’nin ekonomi kanalının genel yayın yönetmeniydi; o ekonomi sorularını soruyordu, ben siyâset soruyordum ve iki kişi daha vardı. Bunlar: Tayfun Talipoğlu ve Kadir Çöpdemir’di. Şimdi, normalde böyle bir seçim öncesi yayında onların olması çok anlamlı değildi; fakat ikisi de o tarihte NTV’de ayrı ayrı yayın yapıyorlardı. Tayfun’un yayını –rahmetli oldu biliyorsunuz, kaybettik Tayfun’u– onun programının adı “Bam Teli”ydi, aracıyla ülkeyi dolaşıyordu. Kadir Çöpdemir’in yayınının adını inanın hatırlayamıyorum, bakmadım da. Çok tanıştığımız birisi değildi; biliyorduk birbirimizi, ama Tayfun’la daha bir yakınlığımız, daha bir tanışıklığımız vardı. Bu kişilerin oraya eklenmesi olayın bir tür magazinleşmesi gibi oldu. Tayfun yine gazetecilikten, muhâbirlikten geldiği için siyâsete daha hâkim birisiydi, ama Kadir Çöpdemir buraya… — ki o ”Gemicik” olayını da o çıkarttı. Tabii işin ilginç tarafı, içimizden en apolitik olan kişi o yayının en hâfızalarda kalan sorusunu soran kişi oldu. Tayfun’un ve Kadir’in o yayına katılması bir anlamıyla Erdoğan’ın talebiydi; çünkü ikisiyle de Erdoğan’ın o tarihlerde –sonra sürdü mü bilmiyorum– o tarihlerde bayağı yakın bir dostluğu muhabbeti vardı ve olay da zâten büyük ölçüde böyle oldu. Yani şöyle söyleyeyim: Kadir Çöpdemir kendisine oğlunun gemisini soruyor, “Efendim, işte oğlunuz burslu okumuş birisi olmasına rağmen şimdi bir gemi aldığı haberi var, bu nasıl oldu?” diye soru soruyor ve burada tabii ki o yayın boyunca tabii sadece o bölümü izleyenler başka bir intibâya kapılabilir, ama yayının bütününe baktığınız zaman, Kadir’in esas olarak daha çok Erdoğan’ı orada “pamuklara sarmaya çalıştığını” –öyle diyeyim, biraz abartılı oluyor ama tamâmını izlediğiniz zaman görürsünüz–, sürekli olarak Erdoğan’a çok pozitif yaklaştı, bir yakınlığı da olduğu için ve Erdoğan özellikle onunla soru-cevap anlamında çok daha rahat hareket etti. Meselâ aynı soruyu ben sormuş olsaydım, bana bu şekilde cevap verir miydi çok emin değilim; ama Kadir Çöpdemir’in sorusuna gayet sâkin, hani baş başa muhabbet ediyorlarmış gibi –tabii canlı yayında oluyor bu– böyle bir cevap verdi. 

Şimdi bakıyorum, bir Hürriyet gazetesi o tarihte bunu deşifre etmiş, şöyle diyor: “Gemi var, gemicik var”. Oğlunun gemi almış olması sorusuna, “Gemi var, gemicik var” deyip, şöyle devam etmiş, “bir de bunun sıfırı var, eskisi var, yani sıfır yeni çıkmış yeni üretilmiş gemi, bir de eski gemi. Siz kalkar 15, 16, 17 yaşlarında bir gemi alırsanız ve küçük gemi de küçük bir gemiciklerden olursa ve bunun da ödeme koşulları da gayet iyi olursa, kendi kendine ödeyecek durumdaysa niye alınmasın?” Yani şunu söylüyor: “Eski bir gemi, küçük bir gemi ve taksitle alma imkânınız varsa, iş yaptıkça bunu ödeyebilirsiniz. Bunda bir sorun yok” diyor. “İnsan 300, 400, 500 bin dolar peşinatlı bir gemi alabiliyor; ondan sonra da bu geminin taksitlerini kendisi ödeyebiliyorsa, bunu da yapabilirsiniz” dedi ve bayağı bir ilgi uyandırdı — hâlâ gündemde ve aslında tabii bu bir sorundu. Bu cevap Erdoğan’ın oğlunun bu gemiyi nasıl alabildiğinin cevabı değildi; tabii ki o gemiyi “gemicik” yaparak yumuşatmaya ve mâkulleştirmeye çalıştı; ama sonra ne oldu? 

Sonra hiçbir şey olmadı. Erdoğan o yayında da “En az % 40 alırız” demişti. % 46 oy aldı, Adalet ve Kalkınma Partisi 16 milyon oyla 341 milletvekili çıkarttı o seçimde. İnsanlar şunu düşünebiliyorlar: Yani bir gaf yapıyor bir siyâsi lider ve bu gaf onun oylarını etkiliyor. Bu yayın seçimden birkaç gün önce yapıldı; yani belki iki gün, belki dört gün beş gün önce, yani son günler, seçime çok az bir süre kala yapıldı; tabii ki ilginç bir olaydı, ama kaç kişi izlerse izlesin, bu olay ne kadar yayılırsa yayılsın, bunun seçim sonuçlarına pek bir etkisi olmadığı anlaşılıyor. Olsa olsa oyunu arttırmış olabilir; çünkü o yayında baktım şimdi tekrar Hürriyet’in transkriptini de çıkarttığı haberde, Erdoğan oy oranı için şöyle diyor meselâ: “2002’den daha fazla oy alırsak başarılı oluruz; altında alırsak kendimizi başarısız sayacağız. Kamuoyu araştırmaları, anketler % 40’ın üzerinde oy alacağımızı gösteriyor. 1954’ten beri ilk defâ bir parti iktidarda iken oyunu artıracak” diyor ve gerçekten de öyle oldu. 

Dolayısıyla burada şunu söylemek istiyorum: Böyle bir cümleyle vesaire, bu işler, siyâset böyle şekillenmiyor; ama insanlar bu şeyden sonra birçok şeyin değişebileceğini düşündüler. Kezâ daha sonra Ağrı’daki yayında, benim Metin Lokumcu soruma, Hopa’da hayatını kaybeden benim de akrabam olan emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun hayatını kaybetmesi olayına verdiği cevap da çok büyük infial yaratmıştı. Bence çok daha farklı düzeyde, çok daha önemli bir olaydı; ama orada da çok büyük bir etkisi olduğunu sanmıyorum. Genellikle bu tür şeyler zâten o siyâsetçiye karşı olan çevrelerde bir heyecan yaratıyor ya da tepkiyi yüksek tutuyor; ama kendisine zâten oy vermeye inanmış olan seçmenin böyle şeylere bakarak oyunu değiştireceğine açıkçası sanmıyorum — bunda da öyle oldu. Şimdi o yayında şunu da sormuşuz — muhtemelen bunu ben sordum, emin değilim: “Şimdi neden liderler açık oturumu yapmıyorsunuz?”. Tabii o tarihte en önemlisi Deniz Baykal’dı CHP lideri. Erdoğan diyor ki: “Ben bir kere kendisiyle beraber çıktım; ama bu süre içerisinde maalesef yaşadıklarımız tekrar çıkmamayı gerektirdi. TV stüdyosu er meydanı olur mu? Er meydanı miting meydanlarıdır” vs.. 

O tarihten beri zâten Türkiye’de en önemli sorunlardan birisi de bu: Siyâsetçiler aynı ekrana çıkıp tartışmıyorlar. Erdoğan zâten güç onda olduğu için ve medya da onun denetiminde olduğu için, iktidâra geldiği andan itibaren bundan artık uzak duruyor ve geçenlerde bir Medyascope yayında da bunu söyledim; meselâ bize çok kişiden böyle bir açık oturum yapma önerisi geliyor. Tabii ki liderler, daha doğrusu iktidar katılmayacağı için sâdece muhâlefet liderlerinin katılacağı bir açık oturum önerisi geliyor; ama inanın bana muhâlefet liderlerinin hepsini bir arada getirebilmek bile Türkiye’de çok mümkün değil; çünkü muhâlefet liderleri denince öyle bir şey çıkıyor ki… HDP meselesi çıkıyor. HDP’siz bir muhâlefet açık oturumu benim ve Medyascope’un anlayışına uygun değil; ama HDP’nin olacağı bir muhâlefet liderleri açık oturumuna da herhalde özellikle İYİ Parti başta olmak üzere muhâlefetten tereddüt edenler çıkacaktır. 

Çok uzatmak istemiyorum; orada şunu söyleyeyim tekrar: Kadir Çöpdemir bunun böyle bir etki yaratacağını bilseydi, ya da Erdoğan’ın böyle bir cevap vereceğini bilseydi, muhtemelen o soruyu sormazdı diye düşünüyorum. Bir kazâ oldu –gerek onun açısından, gerek Erdoğan açısından– çünkü Kadir Çöpdemir o yayının bütününde Erdoğan’a sempatik bir şekilde yaklaştı — yani zâten gazeteci olmadığı için, ondan da gazeteci mesâfesi beklemek çok gerçekçi değildi. Onun orada olması da aslında çok anlaşılır bir şey değildi; ama bir şekilde NTV onun orada olmasına biz de… biz diyorum, o tarihte ben de NTV’nin parçasıydım ve NTV’de program yaptığı için okey denilmişti. Tabii yıllar sonra bu olay hâlâ gündemde ve ben de orada uzun sakallarım ve saçlar henüz beyazlaşmamış, çünkü kaç yıl önce oluyor? 14 yıl, yani hafif hafif beyazlık vardı, ama sakallarım en azından gür bir şekilde. Sırıtıyorum; sırıtıyor olmamın nedeni de aslında şöyle söyleyeyim: Şimdi tam emin değilim o andaki ruh halimden, ama büyük bir ihtimalle işin absürtlüğüne verdiğim bir tepkiydi. Açıkçası özellikle Kadir Çöpdemir’in orada olmasını yadırgamıştım bir gazeteci olarak ve yayın boyunca da onun genellikle Erdoğan’ı koruması ya da gazeteci olarak biz bir şeyleri sıkıştırmaya çalışırken onun bir şekilde konuyu başka yerlere taşıması falan gibi şeyler, açıkçası canımı sıkmıştı, rahatsız etmişti beni ve birdenbire böyle bir olay olunca da ben de herhalde orada şaşırmış olmalıyım. 

Her neyse, bu da tarihe böyle bir anı olarak geçti; kısa bir video olarak hâlâ dönüp duruyor. Bunun dışında, Erdoğan’la NTV’de yaptığımız yayınlarda başka sekanslarda başka anlar da oldu tabii. Bunlardan en önemlisi, “Ama öldü efendim” olayıydı. Onu daha önce bir Medyascope yayınında anlatmıştım; ama daha sonra ileride belki, bir tekrar da olsa, o olayı tekrar anlatmak Gomaşine’nin esprisine çok uygun olduğu için gerekecek. Çok da uzatmak istemiyorum; dediğim gibi çok isteyerek yaptığım bir Gomaşinen bölümü değil bu. Bir önceki “Gomaşinen”de Hüseyin Baybaşin olayını anlattım; o, sonradan “Keşke yapmasaydım” dediğim bir röportajdı; ama “Gomaşinen”de bir de Sedat Peker’e denk geldiği için anlatmak istedim; yani gazeteci olarak öyle anlar var ki bâzen, yaptığınız işi keşke yapmasaydım dediğiniz böyle ilginç olaylar olabiliyor; o öyle bir olaydı, bu ise, yani “Keşke buna çok fazla talep olmasaydı da şimdi bundan bahsetmeseymim”. Her şeyi anlattım, bunu da arada çıkartmış olalım, öyle diyeyim. Tekrar şunu vurgulamak istiyorum: NTV’de, Vatan gazetesinde, Milliyet’te, CNN Türk’te, HaberTürk’te, birçok yerde çalıştım; ama kendimi en özgür hissettiğim yer tabii ki Medyascope. Bu da bağımsız ve özgür gazeteciliğin yaşımız ne olursa olsun gazeteciler için ne kadar iyi olduğunun bir örneği ve sizlerden bir kere daha bağımsız ve özgür gazeteciliğe sâhip çıkmanızı rica ediyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.