Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sedat Peker’in yedinci videosu: Uyuyan dev uyandırılınca…

Yayına hazırlayan: Senem Görür 

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Evet, Sedat Peker o beklenen yedinci videoyu yaptı. Süleyman Soylu’nun TRT Haber‘deki söyleşide kendisine yönelik sözlerine cevaben hazırladığı videoydu bu. Ama Sedat Peker, Süleyman Soylu’nun sözlerine cevap vermenin çok ötesine geçti. Sabah erkenden birçok kişi gibi ben de bu videoyu baştan sona izledim, notlarımı aldım. Biraz önce baktığımda 3 milyon 600 bindi, herhalde bayağı bir izlenecek. En son videosu 8 milyona yaklaşmıştı diye biliyorum, bu onu da geçecektir. Bu saatte yayın yapmamızın nedeni, onu bir şekilde söylemek isterim. Cuma günü akşam saatlerinde kayınpederim Prof. Dr. Altan İplikçi’yi kaybettik. Ben ve eşim Müge İplikçi, ayrı ayrı, bunu sosyal medyada da duyurmuştuk. Yarın onun cenazesini defnedeceğiz İstanbul’da öğleden sonra Karacaahmet Mezarlığı’nda. Çok çok değişik bir insandı. İstanbul Tıp Fakültesi’nin en eski isimlerinden birisiydi, aynı zamanda Trabzonluluğu ile bilinen birisiydi Altan İplikçi. Kendisi 83 yaşında hayatını kaybetti. Dün ve bugün onun cenazesiyle ilgili işlerle ilgilenmek durumundayız. Onun için, özel olarak belirtmek istiyorum, çünkü dün de aslında bir şeyler söylemek istiyordum. Bugün daha erken de bunu yapabilirdim. Ama Altan İplikçi kayınpederim gerçekten bizi çok üzdü. Yayında bazı şeylerde hata yaparsam eğer, affınızı rica ediyorum ve bu arada başsağlığı dileyen herkese ayrı ayrı, özellikle eşim ve ailesi adına teşekkür etmek istiyorum. Nur içinde yatsın Altan İplikçi, kayınpederim, kendisini çok sevmiştik. 

Evet, şimdi Trabzon dedik; Rize, Rizeliler de var. Sedat Peker ne diyor? “Biz Karadenizliler pire için yorgan yakarız” diyor. Saydığı üç ilin içerisinde benim ilim de var. Birisi kayınpederimin ili Trabzon, birisi kendi ili Rize, bir diğeri benim memleketim Hopa’nın da dahil olduğu Artvin. Böyle midir? Onun takdirini size bırakıyorum. Ama Türkiye’de birçok alanda Karadenizliler’in normal nüfuslarına göre çok etkili pozisyonlarda olduklarını görüyoruz. Ve burada, Sedat Peker olayında da birçok aktörün, kendisinin, Süleyman Soylu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncelikle hepsinin Karadenizli olduğunu biliyoruz. Bu videonun birtakım farklılıkları vardı. Bir kere mekân değişmişti. Bir otelin konferans salonu gibi bir yerde yapılmış, onu gördük. Ardından siyah gömlek giymiş, yakası iyice açık bir siyah gömlek. Arkada artık üç kitap var. Biri Hz. Ali, birisi Mümin Sekman’ın bir kitabı, bir diğeri de Dostoyevski’nin kitabı. Dostoyevski’nin kitabı da: Ezilmiş ve Aşağılanmışlar. Çok acayip bir ismi var. Tespihi yine önde duruyor. Kâğıtlar yine önde duruyor ve Sedat Peker belli ki gece çekiyor — bunu bir yerde söylüyor zaten. Hepsinden daha uzun bir video. Açıkçası bunun ilk yarım saatini, belki de kırk dakikasını dinlerken, insan izlerken çok da fazla bir şey yokmuş duygusuna kapılıyor. Var bir şeyler tabii de, Süleyman Soylu hakkında söylediği, onun ve akrabaları hakkında söylediği, Ankara’da özellikle devlet içerisinde geçen bazı şeyler iddia-duyum gibi tanımlanabilir. Ama videonun sonlarında –son 20 dakika yanılmıyorsam– peş peşe birbirinden çarpıcı şeyler dile getirdi. Bunlar iddia olmanın ötesinde, özellikle Kıbrıs’ta gazeteci Kutlu Adalı’nın öldürülmesi olayında doğrudan bir tanıklık söz konusu. Zira öncelikle kendisine gelindiğini, kardeşi Atilla Peker’in bu işi üstleneceğini, ama sonradan kardeşine gerek kalmadan başka bir şeklide halledildiğini söylüyor. 1996 yılında yaşanan çok önemli bir suikast. Kutlu Adalı, Kıbrıslı bir Türk gazeteciydi. Uzun bir dönem Rauf Denktaş’ın özel kalem müdürlüğünü yapmış. Yani Kıbrıs Türkleri’nin içinde çok önemli bir yeri olan birisiydi ve bir manastırdaki hırsızlık olayının üzerine gittikten sonra öldürüldü. Burada Sedat Peker’in söylediği husus önemli. Peker’i şöyle ikna etmişler: “Bu kişi Kıbrıs’ı gâvurlara, yabancılara satacak, pazarlıyor” demişler. Yani bir milli bir dava olarak. “Sonradan” diyor, “anladık ki kendisi namuslu birisiymiş, ortada milli bir dava yokmuş” diyerek bir tür günah çıkartıyor –öyle diyelim–; ama somut olarak burada Mehmet Ağar’ın ve onun en yakınındaki isimlerden Korkut Eken’in bağını söylüyor — ki bu isimler geçmişte Susurluk döneminde çok sık karşımıza çıkardı. Ama olay sadece bundan ibaret değil. Bugün günümüzde de Kuzey Kıbrıs’ın nasıl önemli bir yer tuttuğunu –Halil Falyalı adlı bir turizm işletmecisi diyelim, ama belli ki birçok alanda faaliyet gösteren birisi– bunun da adını vererek anlatıyor. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs öteden beri hep Türkiye’de bir tür derin işlerin döndüğü bir yer olarak ya da Türk derin devletinin bir merkez üssü gibi görülürdü. Bunun günümüzde de büyük ölçüde devam ettiğini anlatıyor. Kıbrıs’a önemli bir yer biçiyor — ki bu birçok açıdan çok önemli bir mesele ve uluslararası alanda Ankara’yı çok zorlayacağı belli olan bir mesele. Ve burada, Kıbrıs’taki Halil Falyalı ile irtibatlı olarak yeni bir isim dile getiriyor. Bu Halil Falyalı da yeni bir isim. Ama bir diğer isim, Binali Yıldırım’ın oğlu Erkan ya da Erkam. İki ayrı isimle de karşılaştım, ikisini de kullanıyorlar. Ama hepimiz biliyoruz, o iri yarı, bir kumar görüntüleriyle daha önce popüler olmuştu ve onun uluslararası uyuşturucu işinde olduğunu –özellikle kokain– ve bunun bir ayağının Kıbrıs olduğunu söylüyor. Olayın başlangıç yeri olarak da Venezuela’yı işaret ediyor. Venezuela deyince de işler iyice karışıyor. Kolombiya’nın kokainin Venezuela üzerinden Türkiye’ye geldiğini, orada Caracas limanında yer tutulduğunu söylüyor — çok somut birtakım bilgiler, tarihler, rakamlar, isimlerle gerçekten şu âna kadar yaptığı videoların içerisinde en çarpıcısı. Ki olay bunlardan ibaret değil. Bir başka husus da tabii, Uğur Mumcu’nun da adının geçmesi. Uğur Mumcu’nun da Türkiye’de aslında bir derin devlet operasyonuna kurban gittiğini bir şekilde, doğrudan olmasa bile dolaylı bir şekilde dile getirmesi ve yine 90’lı yıllarda Türkiye’de yaşanan özellikle Kürt işadamlarına yönelik –ki o onları “uyuşturucu satıcıları” olarak, “kaçakçılar” olarak tanımlıyor– fâili meçhul cinayetlerin, yargısız infazların doğrudan Milli Güvenlik Kurulu –o Milli Güvenlik Konseyi diyor ama Milli Güvenlik Kurulu olması lâzım–, kararıyla, onayıyla, daha doğrusu Mehmet Ağar’ın dönemin Başbakanı Tansu Çiller’i ikna ederek yapıldığını söylüyor ve orada söylediği husus çok önemli, özel olarak altını çizmek lazım. Diyor ki: “Burada gösterilen hedef sanki bu uyuşturucu parasının PKK’ya gitmesini engellemek gibiydi. Halbuki bu isimlerin hepsi Mehmet Ağar’ın çok yakından tanıdığı isimlerdi. Dolayısıyla o geçmişini kapatma operasyonu yapıyordu” diyor. Şimdi, bu tür geçmişe yönelik olaylar, geçmişte çok dile getirildi. Kimileri soruşturuldu, kimilerinden ceza alındı, kimilerinden aklanıldı. En son bugün JİTEM davası ile ilgili beraat kararının İstinaf Mahkemesi tarafından bozulduğu haberi çıktı — ki kararın 5 Nisan tarihli olduğu söyleniyor. Her neyse, bunların hepsi geçmişte kaldı, geçmişi kurcalıyor denebilir. Fakat hiç de geçmişte kalmışa benzemiyor. Çünkü geçmişin bazı isimleri bugün hâlâ etkili bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar — başta Mehmet Ağar. Mehmet Ağar varlığını sürdürüyor, oğlu Adalet ve Kalkınma Partisi’nden milletvekili olup parti yönetimine giriyor. Dolayısıyla bir süreklilik var. Yani bir kesinti yaşandı gibi oldu. Çeteler temizleniyor iddiası vardı, ama belli bir aşamadan sonra bunların tekrar ciddi bir şekilde etkili olduklarını, Sedat Peker içeriden birisi olarak bize anlatıyor ve bunları anlatırken bir duyumdan ziyade kendisinin bizzat içinde yer aldığı süreçlerin tanığı olarak anlatıyor. 

Şimdi buradan ne çıkar? Birçok kişi ilk videodan beri bunu söylüyor. Buradan ne çıkar? Savcılar göreve gelir mi? Savcılar böyle bir şey yapabilir mi? Bunun olmayacağı belli. Bu tamamen siyasî bir şey. Türkiye’de hukuk da siyasî, dolayısıyla burada siyasî bir karar alınması gerekiyor. Ve Sedat Peker’in bu söylediklerinin başından itibaren siyasî sonuçlarının ne olacağını merak ediyor herkes. Kendisi de bence merak ediyor. Ama işin ilginç tarafı, Türkiye de siyaseten etkili olan insanlar da merak ediyor ne olacağını. Çünkü çok garip bir âna denk geldi, çok ilginç bir âna denk geldi. Şöyle bir not aldım, onu sonra söylemem gerekir belki; ama benim çıkarttığım olayın özeti şöyle diyeyim: Bütün bunlar Türkiye’de siyasî iktidarın çözülmesi nedeniyle yaşanıyor. Yani iktidar kaybediyor, yok oluyor, etkisi yıkılıyor. Yani Erdoğan iktidarı son günlerini yaşıyor. Böyle olduğu için Sedat Peker bu videoları yapıyor –tabii ki kendince kişisel nedenleri olabilir, şu olabilir bu olabilir– ama eğer iktidar çözülüyor olmasaydı, güçlü olsaydı, çok güçlü olsaydı, Sedat Peker bunları yapmayacaktı. Şu anda çözülen bir iktidar var. Çözülen iktidarla beraber yaşanan çok ciddi iktidar savaşları var. Burada kimileri, canı yanmasın diye pozisyon değiştiriyor. Kimileri, Sedat Peker örneğinde olduğu gibi, “Benim canım yandı, başkalarının da canı yansın” diye pozisyon alıyor. Böyle bir kaotik dönemdeyiz. Yani bu kaotik dönemin esas nedeni iktidarın zaten kaybediyor olması, çözülüyor olması. Fakat öyle bir şey olacak ki bir süre sonra –Sedat Peker’in bu çıkışlarının bunu hızlandırdığı kanısındayım–, bir süre sonra bu filmin sonuna geleceğiz ve bu sefer de şöyle denecek: Sedat Peker, Erdoğan iktidarını sonlandırdı. Ben bunun böyle olduğunu düşünmüyorum. Bunun hızlanmasına etkide olduğunu, etkili olduğunu düşünüyorum. Ama Sedat Peker’e bu cesareti veren ya da bu hamleyi yapmaya sevk eden temel analiz diyelim –ki birçok konuda çok analitik bir kafaya sahip olduğu belli– iktidarın zaten artık tel tel döküldüğü. 7 tane video yaptı, hâlâ ayakta. Oradan oraya, oradan oraya gitmiş, hepsinin öykülerini anlatıyor bu videoda, biliyorsunuz. Ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne varmış. Yedi videonun sonunda herhalde yerini yine değiştireceğini söylüyor. Nereye gideceğini bilmiyoruz. Bir sözü var tabii, “Süleyman Soylu kendisi gelmek yerine devletimizi işe karıştırdı” diyor. Belli ki şu günlerde oralarda, yani Birleşik Arap Emirlikleri’nde bir şeyler olmuş. O otel odasından otel konferans salonuna geçmenin de bununla alâkası olabilir. Şimdi burada benim başlığa çıkarttığım husus: “Uyuyan devi uyandırdılar”. Uyuyan devi uyandırma meselesini Sedat Peker birkaç şeyle açıklıyor. İlk olarak diyor ki: “Ben rahat rahat yaşıyordum, hiçbir şeye karışmıyordum”, belli ki Balkan ülkelerinde, geri döneceği günleri bekliyormuş. “Oradan oraya, oradan oraya gitmek zorunda kaldım” diyor. Fas’a gidiyor, Fas’tan da Birleşik Arap Emirlikleri’ne kaçmak zorunda kalıyor. Eyvallah, birincisi bu. İkincisi, evine yapılan baskın ve baskında eşine ve çocuklarına yönelik muamele, bundan şikâyetçi. Üçüncüsü, Süleyman Soylu’yu ilk videolarda doğrudan hedef almazken, almamışken, Süleyman Soylu’nun kendisine “pislik” demesiyle, birden Süleyman Soylu’nun baş hedeflerden birisi olması olayı var. Bütün bunların hepsini “uyuyan devin uyandırılması” olarak görüyor — bu “uyuyan dev” kendisi oluyor. Ama bence, tekrar demin söylediğim gibi uyuyan devin uyanmasının en önemli nedeni artık Türkiye’de eski düzenin yok olmakta olduğu duygusu, tespiti. Bizden daha çok şey biliyor, çok ilişkileri var. Ona çok farklı farklı yerlerden haberler akıyor anlaşıldığı kadarıyla ve artık şu anda alacağı pozisyonla, birçok kişinin kaybedeceği belli olan bu süreçten kazançlı çıkmasa bile en az zararla çıkacağını, çıkabileceğini herhalde hesap ediyor, öyle davranıyor. Benim gördüğüm bu. 

Şimdi, bir yerde diyor ki: “Benim halka seslendiğim söyleniyor” — bunu ben de söylemiştim. Özellikle Levent Gültekin ile son yaptığımız “Bu videolar neyi değiştirebilir?” yayınında, Levent ile tartışmamızda söylemiştim. Bu arada parantez içinde o yayını izleyenler bilir; Levent ne demişti? “Son videosunda Binali Yıldırım’ın oğlu hakkında bir şeyler söyleyeceği bekleniyordu, ama nedense olmadı” demişti — bu videoda onu gördük. Bu anlamıyla Levent’in haber kaynaklarının sağlam olduğunu da görmüş olduk. Orada Levent ile olan tartışmamızda şunu söylemiştim: “Sedat Peker doğrudan topluma sesleniyor, çünkü devlette yalnız kalmış durumda”. Devletin içerisinde ülkeyi yönetenlerden şikâyetçi. Onlar peşine düşmüş durumda. Dolayısıyla bu devlet içerisindeki iktidar kavgalarında güç kazanabilmek için doğrudan topluma sesleniyor ve sonra adım adım izlenme oranı yükselen videolarıyla, kendine çok ciddi bir popülarite ve iyi kötü bir meşruiyet alanı açtı. Şu anda Sedat Peker’in –hani bir MetroPoll araştırmasında, Süleyman Soylu, Erdoğan, İmamoğlu ve Mansur Yavaş’tan sonra geliyordu popülerlikte–, o araştırma bugün yapılacak olsa ve Sedat Peker seçeneklerden birisi olarak bir yere iliştirilse, eminim birçok kişiyi ve muhtemelen Süleyman Soylu’yu geçebilir — böyle bir durum var. Çünkü buradan aldığı güçle kendisini devlet içerisindeki iktidar pazarlıklarına dahil etmek istiyor. Güçlü bir şekilde dahil etmek istiyor. Düşünün şimdi; Süleyman Soylu TRT‘ye çıktı, istese her yere çıkar: NTV, CNN Türk vs.. Hatta aynı anda –bunu tam yapar mı bilmiyorum, Cumhurbaşkanı Erdoğan onay verirse–, aynı anda beş yerde birden canlı yayına çıkabilir. Ama onun söylediklerinin hiçbirisi şu anda gördüğünüz Sedat Peker videoları kadar etkili, popüler ve inandırıcı olamıyor. Aslında dengelerin nasıl alt üst olduğunu gösteriyor bize bu. Süleyman Soylu oturuyor gazetecilerin karşısına, onları da kimi durumda aşağılayarak demeyeyim ama, kaba davranarak, elinde olduğunu söylediği ama nedense göstermediği belgelerle birtakım cevaplar vermek istiyor; ama çok da fazla kimseyi ikna edemiyor. Buna karşılık Sedat Peker kalkıyor, “Ankara’daki bir iş merkezi” diyor, hemen insanlar Google’a girip bu iş merkezini Google’lıyorlar. Ya da yeni isim veriyor, diyor ki: “FETÖ’den adı geçen şu dairenin başındaki kişiyi şöyle şöyle yaptılar, böyle böyle yaptılar”. Hemen herkes gidiyor o isme bakıyor, şunu yapıyor bunu yapıyor. Böyle bir ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Sedat Peker’in işi kendine lehine çevirdiği kesin. 

Ama bunu sürekli yapabilir mi, sürekli tutabilir mi? Burada işte, siyasette neler olacağına bağlı. Bu tabii ki Erdoğan’ın ne yapacağına bağlı. Bir Anadolu Ajansı muhabiri örneği yaşandı yakında, çok ilginç bir olaydı. Onu izlediğimde benim de aklımdan geçen kelimeyi bugün Sedat Peker’in de söylediğini gördüm: “Kamikaze”. Şimdi bir muhabir –normalde finans muhabiri imiş– kalkıyor, bakanlara bir şeyler söylüyor — soruyor demiyorum, söylüyor. Bu yaptığı gazetecilik falan değil. Yani böyle gazeteci sorusu olmaz. Birilerinin hoşuna gitmiş olabilir, ama bu gazeteci sorusu değil. Tabii ki Anadolu Ajansı’nın muhabirinin soracağı soru hiç değil. Kimdir, nedir, niye bunu yaptı anlamak mümkün değil. Tabii hemen onun için, “Yok kardeşi FETÖ’den şu oldu da, yok ablası bilmem şöyleydi, böyleydi” gibi birtakım şeyler söylediler. Bunların hiçbir inandırıcılığı yok. Her neyse, bu kişi kalktı çıktı bir şeyler söyledi. Süleyman Soylu aleyhine bir şeyler söyledi. İki bakana, “Siz bunlara nasıl göz yumarsınız?” meâlinde bir şeyler söyledi. Ama ne oldu? Bu kişi toplum nezdinde bir itibar kazandı. Ne söylediğinden ziyade, bir meydan okuyuş var ve gemileri yakma var. O muhabirin ânında kartını elinden aldılar, işinden attılar, hakkında soruşturma başladı. Kim bilir soruşturma nereye varacak? Bir benzeri –tam birebir aynı değil ama– Viranşehir Savcısı çıktı, “Salgınla mücadele tedbirlerinin hiçbirisi yasal değil” dedi. Öyle bir şey yaptı ki, ne elde etmek istediği meçhul. Kendisi de söylüyor, “Herhalde beni görevden alırlar” diyor ve alıyorlar. Ama ne oluyor? Sonuçta bir savcı çıkıyor bir şey söylüyor, bir meydan okuyuş yapıyor. Bütün bunların böyle peş peşe gelmesi aslında hiç de rastlantı değil. Şimdi şunu diyebilirsiniz: “Yani bir Anadolu Ajansı muhabiri, Viranşehir savcısı; ama o ikisi de bugünkü rejimin en korunaklı yerlerindeler”. Bugün siz savcı olabiliyorsanız, devletin tam anlamıyla onayını, ülkeyi yönetenlerin onayını almış olmanız lâzım. Anadolu Ajansı’nda çalışabilmeniz için de keza öyle. Her halükârda, sosyal medya hesaplarından akrabalarının ilişkilerine kadar bir yığın soruşturmadan şundan bundan geçen insanlar. Böyle korkan bir devletimiz var, korkan bir iktidarımız var ve bunun içerisinden birileri kamikaze atışları yapabiliyorlar. Ne elde ediyorlar? Pek bir şey elde etmişe benzemiyorlar, ama yaptıkları işin arkasında duruyorlar. Bunun sayısının önümüzdeki günlerde daha anlamlı bir şekilde artacağını düşünüyorum. Mesela Cemil Çiçek çıkıp, “Bunların soruşturulması gerekir” demişti Sedat Peker ile ilgili. Geçen Bülent Arınç da –etkisi kaldı kalmadı, hiç önemli değil– Arınç da Sedat Peker’in iddiaları hakkında çok sert şeyler söyledi. Bunun devamının kademeli bir şekilde geleceğini düşünüyorum. Farklı yerlerden insanlar, “Bu kadarı da olmaz, artık bir şey yapmalı, yoksa şöyle olur, böyle olur” diyerek, bu çoktan batmış olan gemiyi terk etmeye koyulacaklar. Sedat Peker’in her geçen gün dozu artan, etkisi artan videoları aslında bu iktidarın içerisindeki ve çevresindeki çözülmeyi de daha kolaylaştırıyor ve meşrulaştırıyor. Böyle bir fonksiyonu da olacak. Buna bir de özellikle cevap verilemediğini düşünün. Verilemiyor. Şu âna kadar cevap diye, Mehmet Ağar’ın, Süleyman Soylu’nun verdiği cevaplarda hiçbir numara yok. Yani kimse bakıp da, “Böyle dediğine göre, Sedat Peker bunları tamamen uyduruyormuş” diyemiyor. Bunu söylemem Sedat Peker’in her söylediğinin doğru olduğunu kabul ettiğimden değil; ama onun muhatap aldığı kişiler, doğrudan suçladığı kişiler ona denk gelecek cevaplar üretemiyorlar — ellerinde devletin bütün imkânları olmasına rağmen. Zira Sedat Peker’in bu çıkışları, bize Türkiye’deki sistemin, iktidarda kim olursa olsun büyük ölçüde, ufak tefek değişiklikler dışında aynen sürdüğünü bize gösteriyor. Mesela neyi gösteriyor? Demin söyledim: Kuzey Kıbrıs. Hâlâ karışık işlerin kolaylıkla döndürüldüğü bir yer konumunda. Kutlu Adalı’nın katledilmesi gibi ya da Uğur Mumcu örneğini tekrar vermiş olması çok mânîdar. Diyor ki bize Sedat Peker: “Alın bu konuyu tekrar düşünelim. Düşündüğümüz zaman birçok şeyle karşılaşacağız.” Neyle karşılaşacağız? Mesela bu olayın çözülememesiyle, kimsenin çözmek için sahici, inandırıcı çaba içerisine girmemesiyle, bunu devletin bir namus borcu olarak görüp bunun peşini sonuna kadar takip ediyor olmamasıyla. Öte yandan o söylediği fâili meçhul cinayetler, Milli Güvenlik Kurulu’nda konuşulup tartışılıp bunun yapılıyor olması… ki bunu ısrarla “Devlet kutsaldır” diyen kişi yapıyor; bir hesaplaşma sonucu yapıyor, tamam, doğru ama, bize tekrar tekrar bir şeyi hatırlatıyor: Unutmak istediğimiz, unuttuğumuz, hatırlamak istemediğimiz, öğrenirsek ne yapabileceğimizi bilmediğimiz bir şeyi. Bu nokta özellikle önemli. Sedat Peker aslında kamuoyunu, toplumu şöyle bir zor durumda bırakıyor: “Ya, bütün bunları bize anlatıyorsun. İyi güzel de, biz bu bilgiyle, biz bu şeylerle ne yapacağız? Nasıl baş edeceğiz?” Bunu, gelen tepkilerde, şahsen bana özellikle YouTube’dan gelen yorumların içerisinde birçok izleyicinin söylediği bu. Yani şunu söylüyorlar: “Bunları duyuyoruz da ne oluyor, ne değişiyor?” Aslında değişim iki türlü oluyor. Birincisi, kendiliğinden değişim. Yani şu anda Türkiye’deki iktidar ilişkileri, iktidar içi kavgalar vs. o kadar karman çorman ve o kadar çözülüyor ki, berbat halde ki, bir kere kendiliğinden yaşanan bir dönüşüm var. Bir diğer dönüşüm ise iradî müdahale. Biz solda böyle derdik: İradî müdahele. Yani toplum, halk, bu sürece müdahil olup olayı ele alır. Der ki: “Bu böyle olmuyor”. Bunun yolu nedir? Tabii ki demokratik sistemde seçimlerdir. Ülkede yönetimin değişmesidir, yönetimin değişmesinin ardından da gelecek olan yeni yönetimin bunun üzerinde, bu tür olaylar üzerine çok ciddi birtakım faaliyetler yapabilmesidir. Şu haliyle biz ilk aşamayı bir şekilde yaşıyoruz, ama ikinci aşama nasıl olacak Türkiye’de? Ben –bilen bilir– Türkiye’de seçimlerin çok gecikmeyeceğine inananlardanım. Bu gelişmeler bu düşüncemi daha da kuvvetlendiriyor. Artık erken seçim kaçınılmaz ötesi bir hal aldı Türkiye’de. Ama şu sorunun cevabını açıkçası veremiyorum. Türkiye’de muhalefet bloku iktidara gelirse bu olaylar, bütün bu yaşananlar gerçekten soruşturulacak, gerçekten sorumluları cezalandırılacak mı? Türkiye’nin dünya narkotik haritasında böyle merkezî bir yer alıyor olması durumu son bulacak mı? Kuzey Kıbrıs kendi halinde, kendi mütevazı dünyasında yaşayan bir ülke mi olacak? Yoksa yine bir tür, Türkiye’nin ne kadar kirli şeyi varsa onların aklandığı bir yer olarak kalacak mı? Bütün bu yapılanlar yapanların yanına kâr kalacak mı? Çok ciddi iddialar var. İnsanların, temiz insanların, temiz oldukları için katledilmeleri var — mesela Uğur Mumcu. Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin en sembol ismi. Şahsen kendisiyle tanışma onuruna da sahip olduğum, sohbet etme imkânına da sahip olduğum birisi. Siyaseten birçok konuda farklı düşünüyorduk, ama gazetecilikte hep örnek aldığım, çok sevdiğim bir meslek büyüğümdü. Kutlu Adalı’yı tanımıyorum, ama o olayın öncesinden itibaren adını duymaya başladığım ve katledilmesiyle beraber bayağı bir kamuoyu oluşturulan çok önemli bir isimdi — ki bunların sayısı çoğalabilir ve tabii ki bizlerin bunlarla yüzleşebilmemiz için, bunlarla hesaplaşabilmemiz için Sedat Peker’e ihtiyacımız olmamalıydı. Türkiye’de Sedat Peker gibi birisi olmamalıydı. Diyelim ki oldu, ama onun dile getirdiği hususlar, onu dile getirmesine gerek kalmadan zaten Türkiye’de kendiliğinden ortaya çıkmalıydı. Kendiliğinden ortaya çıkmalıydı derken, bununla ilgili birimlerin çalışmalarıyla, özgür medyanın müdahaleleriyle, araştırma dosyalarıyla vs.. Mesela Venezuela’dan ithal edilen peynire getirilen kolaylıklar meselesi. Birileri bundan bir şüphelenmiş, bakılmış etmiş, ama öyle kalmış. Şimdi ne oluyor? Daha sonra çıkıyor ki: Venezuela’da şöyle limanlar var, şöyle kokainler geliyor gidiyor vs.. Ve şimdi, “Ya, o peynirler peynir değil miymiş?” deniyor. Daha önceki “pudra şekeri” olayımız vardı biliyorsunuz. Pudra şekeri demişken, bunların peş peşe gelmiş olması da gerçekten Allah’ın işi. Yani bir pudra şekeri ile başladık ve sonra adım adım Türkiye’nin nasıl kokainde önemli bir yer haline geldiğini bugünkü videodan öğreniyoruz. Avrupa’da fiyatı daha ucuzmuş, Türkiye’de ve Ortadoğu’da daha pahalıymış gibi birtakım bilgiler ile donanmış olduk, sağ olsun Sedat Peker sayesinde.

Evet, daha fazla uzatmak istemiyorum, ama tekrar demin söylediğim hususu vurgulamak istiyorum: Kimileri diyor ki: “Bu acaba Sedat Peker’in son videosu muydu?” Olabilir, ama ben sanmıyorum. Her birine son derken, yediye kadar geldi, daha da devamı gelebilir. Ama önemli olan onun dile getirdiği olaylarla birlikte bir şeylerin devamı gelecek mi? İktidardaki çözülme, iktidar içerisindeki savaşların yeni boyutlar kazanması yaşanacak mı? Bence bu yaşanacak. Birçok şey hızlanacak ve hızlanmasında da Sedat Peker’in etkisi olacak; ama tekrar söylüyorum: Türkiye’de Erdoğan iktidarının tükenmesinin nedeni Sedat Peker değil. Erdoğan iktidarının tükenmesinden hareketle yapılan bir meydan okuyuş var Sedat Peker tarafından. Buna yeni yeni isimler katılabilir — hayatın farklı alanlarından, hepsinin yeraltı dünyasından olması gerekmiyor; siyasetten, bürokrasiden, yargıdan, medyadan da birtakım isimler katılabilir. Mesela düşünsenize; Özışık kardeşler rezil olmadan önce bir çıkış yapsalardı ve birden dürüst gazeteci olup, bir meydan okuyuşla bildikleri birtakım şeyleri anlatsalardı, en azından bir müddet namları yürürdü. Şimdi, ne diyorlar? “Maganda kurşununa kurban gitmiş gibi” kendilerini resmetmeye çalışıyorlar, ama kimse onlara inanmıyor. Şimdi birçok insan bunu düşünüyordur emin olun, daha önceki dönemlerde benzer şeyler oldu. Söz konusu olan insanların bir kısmını iyi-kötü tanıdığımız için, birileri kalkıp, “Ya, aslında bu kadarı da fazla, ben aslında zaten bu meselelerden hep rahatsızlık duyuyordum” diyerek, bu gemiyi ya da treni –artık ne derseniz– terk etmeye başlayacaklar ve bunu kimileri açık açık kamuya duyurarak da yapacak. Dolayısıyla “Bu bir filmin sonu, bir devir son buluyor” demiştim — gerçekten böyle oluyor. Bir devri sonlandırıyor, bu arada tabii ki kendi devri de sonlanıyor, ama zaten kendi devri sonlandığı için onları da yakar gibi. Ama şunu da biliyoruz ki, hâlâ o uluslararası hukuk göndermeleriyle, “Çok okudum, gözlerim faltaşı gibi oldu, bazı şeylere girmesem daha iyi olabilir” deyip bir Suriye lâfı geçiriyor ki… bütün bunlar da tabii ki birilerine yollanmış mesajlar. 

Evet, daha söylenecek çok şey var; ama Sedat Peker kadar uzun konuşmamak iyi, noktayı koyalım. Bir kere daha vurgulayalım: Bütün bunlar Türkiye’de ancak şeffaflıkla çözülebilir. Şeffaflıkta da en önemli yönlerden birisi, gerçekten özgür ve bağımsız bir medyadır. Görüyorsunuz, Türkiye’nin en önde gelen medya kuruluşları –diyelim–, yani artık önden filan geldikleri yok ama adları en çok bilinenler, bu olaylara ancak tekziplerde yer veriyorlar. Süleyman Soylu’nun cevabı gibi. Hâlâ devekuşu politikası ile devam ediyorlar; ama bunlar artık öyle kolay kolay görmezden gelinecek hususlar değil. Özellikle sosyal medya üzerinden faaliyet yürüten bizler gibi, Medyascope gibi kurumlar, bunların daha fazla insana daha anlaşılır şekilde ulaşmasına yardımcı oluyor. Onun için sizlerin de bu kişi ve kurumlara yardımcı olmanız bir vatandaşlık görevidir diye tahmin ediyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.