Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan bitmekte olan filmi başa sarabilir mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaşadığı krizi atlatabilmesi, yani filmi başa sarabilmesi mümkün mü? Bunu mümkün kılabilecek ideolojik-politik perspektifleri geliştirebilir, AKP’yi buna uygun olarak yeniden yapılandırabilir ve içerde/dışarda kendisine yeni müttefikler bulabilir mi?

Yayına hazırlayan: Mehmet Yaşar Altundağ

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Yarın Sedat Peker’in dokuzuncu videosunu bekliyoruz. Bugün akşam izlediğinde bir aperitif verecekmiş. Bakalım. Ama eskisi kadar ilgi var mı? Çok emin değilim. Yarınki video Sedat Peker’in gündemi belirlemesinin sürüp sürmediğini bize gösterecek. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında bir şeyler konuşmak istiyorum. Dün izleyenler vardır. Kemal Can’la yaptığımız “Haftaya Bakış”ta Erdoğan karşıtlığı üzerine tartıştık. Oradan hareketle, orada dile getirdiğim bazı hususları geliştirmek istiyorum. 

Daha önce değişik vesilelerle dile getirdiğim bir hususun devamı gibi düşünün. Hatta kimileri benimle bu konuda dalga da geçiyorlar, alay ediyorlar. Erdoğan’ın krizi konusu — ki ilk olarak 2017’de “Reisçiliğin Krizi” ve “Reis’in Krizi” diye peş peşe yayınlar yapmıştım. Arada Erdoğan’ın bu krizini anlatmayı sürdürüyorum, bir fikrî takip olarak. Bugün itibariyle bu yayının başlığına verdiğim “Filmi başa sarabilir mi?” sorusu da, aslında Erdoğan için artık filmin sonu olduğu düşüncesinden. Öyle söyleyeyim: Bir film bitiyor, yerine nasıl bir film başlayacak? Yeni olay ne olacak? Yeni aktörler kimler olacak? Şu anda kestirmek mümkün değil. Ancak Erdoğan 67 yaşında; 40 yaşında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçildiği zaman, yani 1994’te onu geleceği parlak bir siyasetçi olarak tanımladığımda – böyle düşünen başkaları da vardı tabii ki–, birçok kişi bunun olmayacağını, böyle bir şansının olmadığını, İslâmcı olması vs., eğitimi işi vs. yüzünden Türkiye’de sistemin onu kabul etmeyeceğini söylemişlerdi. Tam tersine 2002 sonunda Türkiye’de sistemin gerçek anlamda iflâs ettiği bir anda Adalet ve Kalkınma Partisi Erdoğan liderliğinde ülkenin yönetimini devraldı ve o zamandan bu zamana kadar da –neredeyse 20 yıl olacak– ülkeyi yönetiyorlar, tek başına yönetiyor.

Bir süredir Milliyetçi Hareket Partisi’yle beraber yönetiyor. Ama adı konmamış bir koalisyon var. Zaten sistem de başkanlık sistemi oldu. Şimdi, şöyle bir hafızamızı yoklayacak olursak: Erdoğan ilk seçildiği zaman, kendilerini sistemin asıl sahipleri olarak görenler bunun kısa süreli bir parantez olacağını düşündüler. Darbeler tezgâhlandı, başka şeyler oldu, ülkede post-modern darbeler oldu, ya da yapılmak istendi; fakat Erdoğan bir şekilde hep var kalmayı bildi ve paylaştığı iktidarı her adımda giderek tekeline almaya yöneldi. İlk başta Adalet ve Kalkınma Partisi bir kolektif hareketti, lideri Erdoğan’dı. Ama süreç içerisinde, mücadele ettikçe, bunaldıkça, daha sert savaşlara girdikçe –örneğin askerle, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle, ardından da Fethullahçılar’la– sürekli iktidarı daha fazla kendi eline almaya, iktidardan kimseye pay vermemeye yöneldi. Bunun da en temel nedeni artık tehdidi doğrudan kendisine ve ailesine yönelik olarak algılamasıydı ve bunu bir varkalma mücadelesi olarak yaptı. Erdoğan, belli bir aşamada önce Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, ardından Fethullahçılar’ı etkisizleştirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri derken, aslında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin öne çıktığı eski sistemin sahipleri demek lâzım. Yüksek yargı vardı, bürokrasinin birtakım bazı ayakları vardı, medya vardı, büyük burjuvazi vardı, vs.. İktidar ortaklarının büyük bir kısmını kademeli bir şekilde –kimisini yanına çekerek, kimisini tasfiye ederek– iktidarı elinde topladı Erdoğan. Ve ona bir yenilmezlik atfedilir oldu. Zamanında onu kolay lokma olarak görenlerin büyük bir kısmı, belli bir süre sonra Erdoğan’a yenilmezlik atfettiler ve hâlâ bunun etkisinin sürdüğünü görüyorum. Fakat Erdoğan belli bir aşamadan sonra –2015 Haziran seçimleri aslında bunun milâdıdır–, artık Erdoğan’ın kaybettiğini anladık. AKP tek başına iktidara gelemedi ve ardından ülke Kasım seçimine sokuldu. Ülke seçime sokulurken neler yaşandığını biliyoruz. Mesela bugün, tam seçimden 2 gün önce Diyarbakır’da HDP mitinginin bombalandığı, daha doğrusu IŞİD’lilerin bomba yerleştirdikleri günün yıldönümü. Seçimden iki gün önce olan bir olay ve ben de o sırada oradaydım. Diyarbakır’da İstasyon Meydanı’nda onu bizzat yaşamış biriyim. Oralardan geldi Erdoğan’ın iktidarını koruması. Ama artık bu filmin bittiği kanısındayım. 

Bunu başa sarıp saramayacağı sorusuna da cevabımı tahmin edeceksiniz. Yok böyle bir imkân, yok. Yani Erdoğan’ın tekrar güçlü bir şekilde iktidarın sahibi olmasının artık hiçbir formülü bence söz konusu değil. Şöyle bakalım: Birincisi, AKP’nin filmi ne ile başladı? Sistemin iflâsı ile başladı ve buraya bir umut olarak geldi. İçeriden ve dışarıdan, özellikle uluslararası arenada Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve hatta İsrail’in bile AKP’ye bir ölçüde yatırım yaptıklarını biliyoruz. Daha sonra sisteme yerleşirken biraz zor oldu, çok uğraştı, bocaladı, sorunlar yaşadı; ama gücünü, iktidarını inşa etti. Yani o söylenen, “Hükümet de oldu, ama devlet olamadı” sözü uzun bir süre önce geçersiz oldu. Hâlâ devlete toz kondurmayan birileri, izleyiciler vs. var — mesela ben Erdoğan’ın devlet iktidarının sahibi olduğunu söylediğim zaman bana kızıyorlar; devlete hâlâ bir kutsallık atfediyorlar, Erdoğan’ı ayırmaya çalışıyorlar. Ortada hükümet diye bir şey kalmadı zaten. Yani kabine diye bir şey var, ama onun ne olduğu da belli değil. Sonuçta Türkiye’de sistemi Erdoğan ele geçirdi ve kendine göre yeniden dizayn etti. Şimdi, sistemin iflâsı ile gelmiş olan Erdoğan, kendi kurduğu sistemi iflâs ettirdi. Sonuçta Erdoğan’ın iflâs ettirdiği sistemin içerisinden yeniden bir umut olarak, lider olarak çıkması diye bir şey söz konusu değil.

Bu anlamda Erdoğan’ın yapabileceği tek şey, kendisi için en akıllıca şey, bu iflâstan en az zararla kendisini ve yakın çevresini kurtarmak olacaktır. Yani bu iktidarın bu iflâsı yeniden bir iktidara çevirme imkânı olduğu kanısında değilim. Filmi yeniden başlatma imkânı olduğu kanısında değilim. Bir diğer husus ise, AKP’nin iyi kötü bir hikâyesi vardı, bir anlatısı vardı, bir vizyonu vardı. İnanan inanmayan, “Bakalım bir de bunu deneyelim” diyen ya da ondan korkanlarla… Ama Adalet ve Kalkınma Partisi içinde yer alan insanlarla beraber, söyledikleriyle, hatta amblemi ve adıyla birtakım iddiaları vardı. Bu iddialar artık yok. Bir vizyon yok. Bir ideoloji yok. İdeolojiyi başta özel olarak bir kitle partisine dönüşmek için İslâmcı geçmişlerini geri plana bırakmışlardı. “Millî Görüş gömleğini çıkardık” demişlerdi ve bu da birtakım insanların AKP’ye oy olarak ya da doğrudan kadro olarak yönelmesini kolaylaştırmıştı. Ama hepimiz de biliyorduk ki bu hareketin aslında özünde İslâmî hareket vardı. Fakat “İslâmî hareketin dönüşümü olacak mı olmayacak mı” gibi bir tartışma da vardı. Şimdi geride hiçbir şey kalmadı. Bunu böyle söylediğimde birileri itiraz edebilir. Erdoğan’ın peş peşe cami açıyor olması, sürekli İslâmî birtakım mesajlar vermesi ya da yakınındaki yöresindeki insanların bu konuda birtakım çıkışlar yapması ya da en son salgınla mücadele ediyoruz kılıfı altında yaşam tarzlarına müdahil olması vs.. Bunların hepsi söz konusu. Tabii ki bunların hepsi bir gerçek. Ama bütün bunlardan bir ideoloji ve politika, herhangi bir şey çıkması mümkün değil. Tamamen her gün pozisyonunu değiştiren, ne yapacağı ve ne diyeceği bilinmeyen bir Erdoğan söz konusu.

Bir diğer yön –çok önemli bir yön– partisi yok artık. Bir parti var; uzun süredir ben ve başka arkadaşlar –mesela Prof. Menderes Çınar– bu partinin “Artık bir şirkete dönüştüğü”nü söylüyoruz. Ama şirket bir yerde iyi bir şey de olabilir. Fakat bu şirket, bir zamanların Türkiye’sindeki, kötü yönetilmekle eşdeğer olan Kamu İktisadi Teşekkülleri’ni birazcık andırıyor, KİT’leri andırıyor. Yani insanların, özellikle yönetici konumundaki insanların az çalışıp çok kazandıkları hantal yerleri… Şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi, geçen yayında Menderes’in söylediği gibi bir “Seçim mobilizasyon aygıtına dönmüş” durumda. Ama buradaki insanların büyük bir kısmı AKP içerisinde bir davaya gönüllü oldukları için değil, iktidar nimetlerinden pay kazanmak için buradalar. Bu işe bir dava gibi bakanların önemli bir kısmı küstü, kenara çekildi ya AKP’den koptular. Tabii ki hâlâ bir dava gibi gören, ama davayı daha çok Erdoğan üzerinden, Erdoğan’ın şahsiyeti üzerinden kurgulayanlar var. Fakat AKP esas olarak bir çıkar ortaklığı artık ve elinde imkân olmadığı zaman, imkân azaldığı zaman da çok kolay dağılabilecek bir parti örgütlenmesine dönüşüyor — ki ekonomik krizle birlikte, büyük şehirlerin kaybedilmesiyle birlikte imkânlar da azalıyor. Ve sonuçta AKP’nin geleceği bir zamanlar Turgut Özal sonrasının ANAP’ı ya da Süleyman Demirel sonrasında Doğru Yol Partisi’ni hatırlatıyor bence, hatırlatacak da. Burada liderlerle çok iç içe olan, zamana ayak uyduramayan, kendi içerisinde demokrasisi olmayan, kötü yönetilen şirketlere dönüşmüştü ANAP ve Doğru Yol partileri. Sonra her biri yok oldular. Hâlâ o isimde partiler olabilir, ama inanın bilmiyorum var mı yok mu? Muhtemelen vardır, ama hiçbir anlamı olduğunu sanmıyorum. 

Partinin dışında ekibi yok Erdoğan’ın. İstanbul’da Refah Partisi il başkanı olduğu zamandan beri biliyorum, hep danışmanlarıyla ekibi ve kurmayları olmuştur ve o anda ulaşabileceği en iyi isimleri bulmuştur. Yani o anda derken, mesela Refah Partisi daha zayıf bir parti iken etki alanı dardı. O dar etki alanı içerisinde birtakım işine yarayacak kişileri seçmişti. Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu zaman keza öyle. Sonra adım adım gitti. Başbakanlığı sırasında ve AKP Genel Başkanlığı sırasında da partinin bakanlarına ek olarak hep danışmanları oldu ve bunlar sık sık değiştiler. Fakat genellikle Erdoğan’ın daha ileriye gitmesine, daha da güçlenmesine katkıda bulundular. Şu anda var olan kurmay yapısına baktığım zaman, geçmiştekilerin çok çok gerisindeler. Bu o kişilerin kendi beceriksizliklerinden mi kaynaklanıyor? Çok emin değilim. Çünkü artık kaybeden bir yapının danışmanı olduğunuz zaman da çok büyük mucizeler yaratamazsanız –ki mümkün olmuyor–, siz de onunla beraber kaybediyor olursunuz. Ve zaten bir diğer husus da şu: Özellikle Başkanlık Sistemi’yle birlikte, Erdoğan eskisi kadar kolektif çalışmaya önem veren bir kişi olarak gözükmüyor. Bizim görmediğimiz alanlarda belki bunu yapıyordur; ama kamuya yansıyan yönüyle baktığımız zaman, kendisinden başka kimse konuşmuyor. Arada 1-2 tweet atan İletişim Başkanı ya da sözcü vs. var belki. Arada sırada konuşan, ama artık bundan sonra pek konuşabileceğe benzemeyen Süleyman Soylu vardı. Onun dışında, MKYK toplantılarının ardından basına açıklama yapan parti sözcüsü Ömer Çelik –ki onların hepsi çok sınırlı alanda–, başka kimse yok. Öyle ki, Erdoğan sustuğu zaman herkes susuyor, hiç ses çıkmıyor. Sedat Peker videolar yaptı, uzun bir süre Erdoğan konuşmadığı için insanlar da konuşamaz oldu. Çünkü korkuyorlar, onun ne diyeceğini bilemiyorlar. Mesela o baştan karşı çıksa, alenen hedef gösterse, bir yığın insan –normal eski medyadan, klasik medyadan vs. – o şeye katılacak. Ama Erdoğan sustuğu zaman herkesin sustuğu bir iktidar söz konusu. 

Ve bu arada Erdoğan yaşlandı. Yorgun olduğunu görüyoruz. Her vesileyle toplumun karşısına çıktığı değişik değişik yerlerde, yorgun olduğunu, hata yaptığını, bazen kelimeleri, isimleri veya fiilleri karıştırdığını görüyoruz. Prompter olmadığı zaman hatalar yapabildiğini görüyoruz — ki bazıları çok büyük hatalar olabiliyor. Burada insanlar ona yardımcı olmaya korkuyorlar açıkçası. İkincisi, yardım edilebilecek bir olay olmaktan artık çıkmış durumda. 

Bir diğer hususu sıklıkla söylüyorum, tekrar söyleyeyim: Erdoğan’ın en parlak dönemleri, medyanın güçlü bir şekilde kendisine tavır aldığı dönemlerdi. İlk Refah Partisi zamanında daha belediye başkan adayıyken, ardından belediye başkanıyken, ardından AKP’yi kurarken, AKP’nin ilk yıllarında hep çok güçlü birtakım medya saldırılarına mâruz kaldı. Sonunda intikamını çok kötü aldı. Kendisine saldıran bütün medyaya, yani şimdi Sedat Peker’den mülhem “Tasma geçirdi” desem yeridir. Bunları ele geçirdi. Ve de işin ilginç tarafı nedense bunlar çok konuşulmuyor. Kendisine en fazla saldıran insanları da kendisine en sâdık insanlar yaptı. Şu anda görüyoruz. Ve bu hâliyle Erdoğan; medyayla mücadele etmeyen, medyayla savaşmayan Erdoğan tamamen etkisizleşti. Medyanın süt dökmüş kedi gibi olduğu bir yerde, Erdoğan’da hiçbir heyecan belirtisi, enerji göremiyoruz. O çok önemli. Onun çok işine yarıyordu. Artık böyle bir şey yok. Ve biliyoruz ki artık çıktığı televizyon yayınlarında, nasıl olsa bunlar sormazlar diye, sorulması gereken bazı soruları bizzat kendisi sormaya başladı.

Bir diğer husus da, değişik dönemlerde, daha ilk belediye başkanı seçildiği andan itibaren, yurtdışında, özellikle Batı’da ona inanan ya da ona yatırım yapan, onu önemseyen, ona bir şekilde güvenen ülkeler, kurumlar ya da liderler vardı. Ama bir süredir bunların pek kaldığını sanmıyorum. Hele Trump’tan sonra hiç kalmadı, öyle diyebiliriz. Geçenlerde Filistin meselesi, Gazze ve Kudüs meselesi patlak verdiğinde, AKP’den bir açıklama yapılmıştı, “Erdoğan’ın görüştüğü dünya liderleri” diye. Konuyla ilgili baktığımız zaman, bunların büyük bir çoğunluğu dünya çapında çok fazla etkisi olmayan kişilerdi. Biden’la görüşebilmesi ancak onun soykırımı tanımasının bir gün öncesindeki telefonla olabildi ve yüz yüze görüşmeyi de ancak 14 Haziran’da NATO Zirvesi’nde gerçekleştirebilecek. Özellikle Batı medyası nezdinde Erdoğan tamamen bir “kötü adam”. Eskiden ilk yıllarında tabii ki soru işaretleri vardı, şüpheler vardı. Ama yine kendisine bir kredi verilirdi. Şu hâliyle baktığımız zaman, kolları sıvayıp “Tamam, birtakım şeyleri yeniden ele alıyoruz, yaptığımız hatalardan ders çıkartacağız” dese –Mehmet Metiner geçen yazmış ya da söylemiş: “Reis helâlleşsin, birtakım yaraları sarsın” diye; böyle bir şeyi yapmak istemez, zaten isteyebileceğini sanmıyorum–; istese bile, bunu dile getirse bile, çok kişinin bu davete icâbet edeceğini sanmıyorum. Hatta tam tersine, böyle bir çıkışı artık onun yenilgiyi kabul etmesi olarak görecekler. Peki ne olabilir? Başta söyledim, iflâsın faturasını en az nasıl kesebileceğinin yolları üzerinde düşünebilir. Şu hâliyle baktığımız zaman, böyle bir arayış içerisinde değilmiş gibi gözüküyor. Fakat yapabileceği en akılcı şey yeniden parlamenter sisteme geçmek, Türkiye’nin geçmesini sağlamak ve kendisinin de şu hâliyle baktığımız zaman hâlâ birinci parti gözüken Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başında cumhurbaşkanlığını bırakmış ya da kaybetmiş olarak yeni parlamenter sistemde muhtemelen ana muhalefet lideri olarak yoluna devam etmesi dışında bir seçeneğin, bundan daha iyi bir seçeneğin önünde olduğunu açıkçası sanmıyorum. 

Bir diğer husus olarak da tabii ki şu var: Yerine geçecek kimse de yok. Yani şunu dese, “Tamam, ben kendimi emekliye ayırıyorum” dese ve yerine birilerini işaret eder muhakkak. Ama kim gelirse gelsin, partinin içinden ya da dışından kim gelirse gelsin, artık Erdoğan sonrasında Adalet ve Kalkınma Partisi bence yok hükmünde bir parti olacaktır. O olduğu ölçüde var, ama artık o da tek başına bu hareketi taşıyamıyor. Kamuoyu yoklamalarında ilk kez görüyoruz ki birebir seçime gidilmesi durumunda Ekrem İmamoğlu’na, Mansur Yavaş ve hatta Meral Akşener’e karşı kaybediyor gözüküyor. Rakamlar değişebilir. Tabii ki her şey olabilir, ama şu hâliyle bakıldığı zaman, artık Erdoğan’ın tekrar Türkiye’nin başrol oyuncusu olabilme şansının kaldığı kanısında değilim. Dolayısıyla benim bu çok dile getirdiğim, “Erken seçime gider” önermeme bir muhalefet şerhi düşebiliriz. Bunu olabildiğince uzatmak ve 2023’te Cumhuriyet’in 100’üncü yılına da tekrar yine cumhurbaşkanı olarak ya da kendi isteğiyle başkan olarak girmeyi pekâlâ tercih edebilir. Çünkü gireceği ilk seçimi kazanma ihtimalinin her geçen gün daha da azaldığı ortada. Evet, bitirirken, yarın herhalde yine mecburen Sedat Peker değerlendireceğiz. Bakalım ne diyecek? Erdoğan’la helâlleşmeyi erteledi, ama şapkadan başka tavşanlar çıkartma iddiasında. Bakalım, göreceğiz. Noktayı koyarken tekrar sizlerden bağımsız ve özgür medyaya destek olmanızı rica ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.