Sedat Peker, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkındaki iddialarını artırarak sürdürüyor. Soylu’nun bugüne kadarki cevaplarının. da tam olarak tatminkâr olduğu söylenemez. Fakat Soylu’nun daha önce olduğu gibi istifa etmeyi bu sefer düşünmediği anlaşılıyor. Peki Erdoğan kendisini görevden alabilir mi?
Yayına hazırlayan: Zelal Direkci
Merhaba, iyi günler. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD Başkanı Joe Biden’la Brüksel’de NATO Zirvesi’nde bir araya geldi. Çok fazla bir şey olmadığını düşünüyorum; ama yine de başlı başına önemli bir husus var: Türk askerinin Afganistan’da çok önemli bir rol oynaması. Bütün bunları bu akşam artık nihayet adını koyduğumuz dörtlü programda, Kemal Can, Burak Bilgehan Özpek ve Ayşe Çavdar’la konuşacağız.. Onun için bu konuda şu anda çok fazla bir şey söylemeye gerek duymuyorum. Bir diğer husus da, Türkiye’nin nihayet aşıda hızlanması. Geç oldu ama iyi oldu. Dün bir rekor kırıldı; artık yaş sınırları düştü. SGK kapsamındaki herkes aşı olabiliyor. Aşı karşıtı insanların çıkışlarını ciddiye almamak gerekiyor, ama bir not düşmek istiyorum. Bu konularda uzman olan bir dostumun bir bilgisini paylaşmak istiyorum. Diyor ki: İnsanlar altı saatten çok uyuduğu zaman, yani iyi bir uyku çektikleri zaman, yapılan aşılar çok daha etkili oluyor — bunu da bir not olarak düşeyim. Sonuçta aşının yoğun bir şekilde yapılıyor olması, ne zamandır beklediğimiz, pek karşılaşmadığımız iyi haberlerden birisi. Umarım bir an önce Türkiye bu toplu bağışıklığa da hızlı aşıyla beraber, tüm topluma yayılan aşılamayla kavuşur.
Evet, bugün Süleyman Soylu’yu konuşacağız. Süleyman Soylu benim çok bahsettiğim bir isim. Biliyorsunuz, değişik meselelerle gündeme getirdim. En son yaptığım yorumlardan birisinde, Sedat Peker’in çıkışlarından sonra Süleyman Soylu’nun siyâseten felç halde olduğunu söylemiştim. Şimdi olayın ciddiyetinin daha da arttığı kanısındayım. Çünkü iddialar peş peşe geliyor. Sedat Peker kısa bir aradan sonra, en azından sosyal medya üzerinden devam etti ve yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu hedef aldı. Yeni iddialar, aile fertlerinin adının geçtiği, yine çok büyük paraların döndüğü işlerle ilgili iddialar var. Tabii bütün bunların hepsi iddia. Ama bir diğer husus da, en son Habertürk gazetesi yazarlarının peş peşe yaptığı ifşalar var. Önce Fatih Altaylı ardından Sevilay Yılman, peş peşe kendileriyle birlikte çalışan Veyis Ateş’in girdiği ilişkileri deşifre ettiler. Sezgin Baran Korkmaz ile adını vermedikleri birileri arasında, birtakım dosyaların kapatılması için çok büyük paralarla bir rüşvet pazarlığı var anlaşıldığı kadarıyla. Veyis Ateş’in bir ses kaseti olduğu söylendi; Sevilay Yılman bu kaseti bizzat dinlediğini söyledi ve bir kısmını yayınladı. Ama burada önemli olan hususlardan birisi, Veyis Ateş’in kim için aracılık yaptığını yazmadılar, söylemediler. Şimdi Veyis Ateş’in daha önce Sedat Peker’in yayınlarında –yayınlar diyoruz artık– videolarında söylediği gibi Süleyman Soylu’yla çok eski, Demokrat Parti döneminden gelen bir yakınlığı olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla bu son olayla da bir şekilde Süleyman Soylu’nun adının birlikte anılma ihtimali olduğunu vurgulamak lâzım — üst üste biriken şeyler.
Bu arada şunu özellikle kişisel bir not olarak söyleyeyim. Değişik meselelerle dile getirdim, 1985 yılında gazeteciliğe başlamış birisi olarak çok yerde çalıştım, ama hep istifa ettim, kendim ayrıldım. Bir tek yerden atıldım, o da Habertürk’tür. 2016 yılının Ocak ayında Habertürk’ten beni attılar, attıklarını da söylemediler, ben kendim keşfettim atıldığımı — onun öyküsü ayrıdır. Ve zaten başlamış olduğumuz Medyascope’a artık bu nedenle tam mesai verebildim ve hep bunu söylerim: Benim için en hayırlı işlerden birisi oldu Habertürk’ten atılmış olmam. Şimdi bütün bunları görünce ne kadar şanslı biri olduğumu bir kere daha fark ediyorum. Şimdi orada hâlâ, parası iyi ama itibarı sıfır bir işte çalışan birisi olabilirdim ve bütün bu olaylar… ki adı geçen bütün isimleri bir şekilde tanıyorum: Veyis’i iyi tanırım, Fatih Altaylı’yı zaten Galatasaray Lisesi’nden bilirim, vs.; tabii esas adları geçmeyen Habertürk’ün sahipleri ve yöneticileri var, onlar şu âna kadar kendileri pek bulaşmadılar, ama bir şekilde bütün bunları ucu onlara da dokunuyor, dokunması da iyi olur diyerek bu parantezi kapatayım.
Evet, Süleyman Soylu 10 Nisan 2020 gecesi apar topar ilan edilen o haftasonu sokağa çıkma yasağında yaşanan görüntüler üzerine, iki gün sonra istifa etmişti sosyal medya üzerinden. Daha sonra Cumhurbaşkanı, “Hayır, bir yere gidemezsin” dedi ve o kaldı, Cumhurbaşkanı’na da şükranlarını belirtti. Aradan geçen bir yıldan sonra, Sedat Peker olayından sonra Süleyman Soylu’nun istifa etmesini bekliyoruz. O istifa etmedi, etmeyeceğini de belirtti. Önce TRT’ye ardından Habertürk’e çıktı –Habertürk’teki sunuculardan birisinin Veyis Ateş olduğunu da tekrar hatırlatalım– ve kendini savundu. Her soruya cevap verdiğini söyledi, ama bence vermedi. Verdiği cevaplar da ikna edici olmadı. Fakat şunu gösterdi: Özellikle Habertürk yayınında, kendisine yönelik suçlamaları bertaraf etmeye çalışırken, iktidarın içinden veya yakınından birtakım başka isimlere, diyelim ki eski İçişleri Bakanı’na ya da şu anda AKP’de milletvekili olan eski Emniyet yöneticilerine ya da Mehmet Ağar’a işaret eden birtakım çıkışlar yaptı. Anlaşıldığı kadarıyla istifa etmiyor; geçen seferdeki istifa, “Ben yanlış bir şey yaptım; aslında ben yapmadım ama bu benim sorumluluğumda” dediği bir istifaydı. Ve ardından pekâlâ yoluna devam edebilirdi; zaten o istifanın gecesinde de sosyal medyada kimler nasıl örgütlediyse muazzam bir destek geldi kendisine, sokakta da geldi. Ve Süleyman Soylu o istifadan güçlü çıkma şansına sahipti. Ben onun da çok uzun süreli olmayacağını düşünüyordum ve bunu söylemiştim. Bazı yorumcuların söylediğinin aksine, Süleyman Soylu’nun Türkiye’de siyasette Erdoğan sonrası dönemde çok iddialı bir isim olabileceğini sanmıyorum. Başından beri düşünmedim. Bunu istediğini biliyorduk, ama bunun olabileceğini sanmıyorum. Çünkü o kurmuş olduğu güvenlikçi dilin, yani beka meselesinin artık Erdoğan sonrası dönemde Türkiye için geçerli olmayacağı kanısındayım. Sonuçta onun o dönemde aldığı pozisyonlarla Erdoğan sonrası dönemde açığa düşeceği kanısındayım.
Her neyse, o tarihteki istifası önünü açabilirdi, ama zaten istifa kabul edilmedi. Şimdi istifa ederse önünün açılacağı bir şey yok. Ne olacak? Sedat Peker gittiği yerden, otel odalarından yaptığı bir tripod bir kamerayla koca Türkiye’nin en önde gelen ve en popüler isimlerinden olduğu söylenen İçişleri Bakanı’nı istifaya zorladı olacak. Dolayısıyla bu siyasî olarak geleceği olan bir şey değil. Bu istifadan bir şey elde etmesi çok mümkün olmaz. İstifanın ardından büyük ihtimalle köşesine çekilmesi gerekir ve tabii ki bu iddialar bugün ya da yarın, bir gün soruşturulursa, o zaman dayanaksız kalacak, kendi başına kalacak, kendini tek başına savunmak durumunda kalacak. Onun için istifa etmiyor, bu anlaşılır bir şey. Ama bu peş peşe gelen şeylerin ardından artık buna siyasî iktidarın bir müdahale etmesi gerekiyor. Geçen hafta sonu cumartesi günü eski emniyet müdürü Hanefi Avcı’yla izleyicilerimizden gelen sorularla bir yayın yaptık. İzleyenler olmuştur: Sedat Peker olayıyla ilgili olarak. Hanefi Bey de açık açık dedi ki: “İçişleri Bakanı, soruşturmanın selâmeti açısından görevden çekilmelidir”. Şimdi tabii ortada bir soruşturma olmadığı için bunun selâmeti de yok; dolayısıyla Süleyman Soylu yerinde duruyor. Ve iktidar da soruşturma açmadığı için, açacağa da benzemediği için, Süleyman Soylu’yu yerinde tutmaya devam ediyor. Ama bu soruşturmayı bir şekilde açmak zorunda kalacaklar. Türkiye’nin özellikle bu son dönemde, Brüksel’deki NATO Zirvesi’nde de ortaya çıkan şeyde de gördük ki, Türkiye’nin Batı’dan başka gidebilecek bir yeri yok ve Batı’da kalabilmek içinde birtakım şeyleri göstermelik de olsa, ama onun da ötesinde hayata geçirmesi lâzım.
Her şey bir yana, Batı’yı da bir kenara bırakalım, artık her geçen gün zayıflayan iktidarın birtakım hamlelerle, özellikle Erdoğan’ın birtakım hamlelerle bu destek kaybının önüne geçebilmesi lâzım. Sedat Peker’in videolarına insanların verdiği tepki, bütün bunlar olayın çok ciddi olduğunu gösterdi; Sedat Peker’in hitap ettiği kesim arasında çok ciddi sayıda iktidar destekçisi insanların da olduğu gerçeği var. Dolayısıyla burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sürece bir şekilde müdâhil olması gerekecek bence. Daha önce yaptığı grup toplantısında, Süleyman Soylu’ya, Binali Yıldırım’a sahip çıkmıştı. Ve olay kapanacak sandı. Olay kapanmadı; daha fazla açılıyor, daha yeni iddialar, yeni dosyalarla açılıyor. Yeni yeni insanlar giriyor işin içerisine, aktörler giriyor ve giderek büyüyor. Çığ gibi büyüyor; gerçekten çığ gibi, abartmak için söylemiyorum. Hep büyük büyük rakamlar ve de dikkat ederseniz hiç Türk lirası konuşulmuyor ya avro konuşuluyor ya dolar konuşuluyor bu gizli kapaklı gayrimeşru işlerde. Ve Erdoğan’ın buraya artık müdâhil olması gerekecek. Fakat müdâhil olursa ne olacak? Diyelim ki ilk akla gelen, Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’ndan alınması — zaten başlığa da onu çıkardık. Kendisi istifa etmiyorsa, ya istifaya zorlanması ya da Ticaret Bakanı’na yaptığı gibi görevden alınması. Ben başlığı “ne zaman görevden alacak?” diye sordum; ama açıkçası alma ihtimalinin çok yüksek olduğu kanısında değilim. Çünkü bu bir sistem ve sistemin çok parçası var. Süleyman Soylu, her şeyin iyi gittiği bir yerde birisi tarafından günah keçisi gibi suçlanan birisi mi? Süleyman Soylu’nun aradan çıkması durumunda bu sistem yoluna çok daha iyi bir şekilde mi gidecek? Yoksa tam tersine, zamanında Mehmet Ağar’ın Uğur Mumcu meselesinde verdiği örnekle, “duvardan tuğla çekmek” örneği verilebilir. Ya da bir domino efekti olabilir.
Bir de tabii ki böyle bir durumda Süleyman Soylu’nun, kendisinin yalnız bırakıldığı ve ihanete uğradığı duygusuyla bu sürece –ki Habertürk yayınında demin söylediğim gibi bunun işaretlerini de verdi– müdâhil olması söz konusu olabilir. Sonuç itibariyle bakıldığı zaman, krizin, bu karışık işlerin, karmaşık ve gizli kapaklı işlerin içerisinde iş insanları, bürokratlar, siyasetçiler var. Türlü türlü insanlar var, çok sayıda yüksek meblağlar var, gazeteciler var. Gazeteciler deyince onu özellikle vurgulamak istiyorum: Bu gazetecilerin sayısının artması çok kuvvetle muhtemel ve hiç beklenmedik birtakım isimlerin de bir şekilde bu akçeli işlere, bu kayırmacılık ilişkilerine dahil olduğunu pekâlâ görebiliriz. Çünkü artık “Pandora’nın kutusu” açıldı ve açıldıkça isimler saçılmaya başlıyor. Teker teker görüyoruz. İşte, ilk başladığıyla bugün gittiği hâline bakıyoruz ve yeni yeni isimler var. İfşa edilenlerin yapabilecekleri yeni ifşalar olabilir. Tabii normal şartlarda demokratik bir hukuk devletinde bu iddialar ilk ortaya atıldığı zaman, Cumhuriyet savcılarının hemen görevi üstlenmesi ve bunları birer suç duyurusu olarak kabul edip gerekli bütün mekanizmaları çalıştırıp bunları soruşturması gerekiyor. Ama şu hâliyle Türkiye bu noktanın çok uzağında. Göstermelik de olsa birtakım soruşturmalar açılabilir ya da keşke sahici anlamda bu yaralara neşter vurucu soruşturmalar açılsa. Her halükârda, göstermelik de olsa sahici anlamda da olsa, eğer soruşturmalar açılacaksa burada suçlanan birtakım isimlerin, kilit noktalardaki isimlerin bir şekilde kenara çekilmesi gerekecek.
Evet, önümüzdeki günlerde Süleyman Soylu’nun ismini daha çok duyacağa benziyoruz. Ve Süleyman Soylu, ya sessiz kalacak –bir süredir onu tercih ediyor gibi görüyoruz– ya da kendini savunma yoluna gidecek. Bir başka yayında söylemiştim; en son yayına iki muhalif gazeteci çağırmıştı, ama o karambolde Habertürk ortamında tabii ki muhalifler –muhalif olarak tanımlananlar, kendilerini nasıl tanımlıyorlar bilmiyorum ama– Merdan Yanardağ ve İsmail Saymaz orada soru soracak kişiler olarak getirilmişti. Bunlardan da tatminkâr bir şey çıkmadı. Süleyman Soylu’nun, tek derdi sahiden gazetecilik olan insanların karşılarına çıkıp, kendisine yönelik suçlamalara doğrudan cevap vermesi beklenir. Tekrar söylüyorum: Biz böyle bir şeye Medyascope olarak pekâlâ tâlip olabiliriz, ama tabii ki burada onun vereceği karar önemli olacaktır. Şunu biliyorum — meslekten olan insanlar da biliyor: Türkiye’de birtakım siyasetçilerin, özellikle hırslı olan birtakım siyasetçilerin medyanın farklı alanlarında, yani medya derken sadece belli bir yer değil olabildiğince farklı yerlerinde kişileri vardır. Yani iyi ilişkileri olan kişiler vardır. Süleyman Soylu bu anlamda son dönem AKP iktidarının medya ile ilişkileri en iyi olan isimlerinden birisiydi. Ama şimdi bakıyoruz ki o iyi ilişkiler onun popülaritesinin düşmesine ve suçlamalardan arınmasına yardımcı olamıyor. Çünkü bu ilişkiler gazeteciliğin temeli olan gerçek üzerinden yürüyen ilişkiler değil. Dolayısıyla o ilişkilerin onun yarasına merhem olacağını sanmıyorum. Artık olay tamamen gerçekler üzerinden gitmek zorunda. Gerçekler konusunda şüphesi olmayan, kendinden yana şüphesi olmayan herkesin gerçek gazetecilikle, gerçek gazeteci sorularıyla yüzleşmesinden başka bir seçenek ortada bulunmuyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Süleyman Soylu’nun İçişleri bakanlığı daha da süreceğe benziyor. Ama biz yine de “Erdoğan Süleyman Soylu’yu ne zaman görevden alacak?” sorusuna bir başka soru da ekleyebiliriz: “Süleyman Soylu ne zaman istifa edecek?” sorusunu da ekleyebiliriz. Bu soruları sormaya devam edeceğiz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.