Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Herkesin terk ettiği Afganistan’da kalmak istemenin anlamı

Brüksel’deki NATO Zirvesi’nde gerçekleşen Erdoğan-Biden görüşmesinin belki de tek önemli sonucu Türkiye’nin bütün NATO üyelerinin çekilme kararı aldığı Afganistan’da başta Kabil Havaalanı’nın güvenliği olmak üzere bir dizi sorumluluğu üstlenmeye talip olmasıydı. Bu durum Türkiye’nin gücünden çok güçsüzlüğünü gösteriyor.

Yayına hazırlayan: Zeynel Yıldırım 

Merhaba, iyi günler. Pazartesi günü yapılan Erdoğan-Biden görüşmesinden çok fazla bir şey çıkmadı. Sorun da çıkmadı, ama çok da fazla bir şey çıkmadı. Özellikle, var olan sorunların –ki bir dizi sorun var– çözümü konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmedi.  Komisyona havale edildi sorunlar. Ama bir tane önemli gelişme var, o da beklenen bir şeydi, önceden duyurulmuştu: Türkiye’nin Afganistan’da daha etkin bir şekilde askerî varlığını sürdürmesi. Özellikle Kabil Uluslararası Havalimanı’nın güvenliğini üstlenmesi meselesi var. Bu şu anlamıyla önemli: Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere burada NATO şemsiyesi altında bulunan Kararlı Destek Misyonu’na –ki Şubat ayı itibariyle 36 farklı ülkeden 9592 asker görev yapıyordu– burada artık son veriliyor. Öncelikle tarih 11 Eylül olarak saptanmıştı, daha da önce çekilmesi söz konusu. Askerler çekilecek, Amerikan askerleri zaten büyük ölçüde çekildi. 2500 asker kaldı. Diğer ülkeler de askerlerini çekecekler. Ve uzaktan Afganistan’ı kontrol etmeye ve Afganistan toprakları dışında Afgan ordusunu ve polisini eğitmeye –ki muhtemelen Katar’da olacak bu– karar verildi. Yani Afganistan Taliban’la yapılan anlaşma kapsamında yabancı askerlerden, NATO askerlerinden arındırılacak. Ve işte burada, havalimanı ve yabancı misyonların korunması meselesi söz konusu olduğu için, burada bir askerî gücün kalması gerekiyor. Türkiye buna gönüllü oldu. 

Türkiye buna gönüllü oldu, Pazartesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kapsamda tekrar vurguladı ve Macaristan ve Pakistan ile birlikte yapmaya tâlip olduğunu söyledi. Pakistan bir yere kadar anlaşılabilir, ama Macaristan ne alâka diye de sorulabilir. Açıkçası, Avrupa’nın en önde gelen otoriter rejimlerinden birisi olan Macar yönetimiyle Erdoğan yönetiminin arasının çok iyi olduğunu biliyoruz. Bunun detayları herhalde önümüzdeki günlerde çıkar. 

Şimdi, çok sayıda Kore göndermesi yapılıyor. Zamanında Kore’ye asker göndermekle Afganistan’a asker göndermek, daha doğrusu var olan asker sayısını ve bu askerlerin sorumluluklarını artırmak konuşuluyor.  “Kore’ye asker göndermek NATO’ya girmek içindi; şimdi de NATO’da kalmak için Afganistan meselesi üstleniliyor,” deniyor. Ve burası bir batak — öyle, kaç yıldır hâlâ çözülememiş bir mesele, 20 yıldır çözülememiş bir mesele. Sonuçta Taliban’la anlaşmak zorunda kaldı Amerika Birleşik Devletleri. Yok etmek istediği güçle anlaşmak zorunda kaldı. Ve ülkenin geleceği belli değil. Taliban’ın gücü çok fazla; Afgan yönetiminin ve onun ordusunun Taliban karşısında etkili olabilmesi ne derece mümkün? Belli değil. Her an yeni çatışmalar çıkabilir. Zaten sürekli birtakım terör eylemleri, çatışmalar vs. sürüyor. Sürekli kan akıyor. Ve bu bir anlamda Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı terk etmesine benzetiliyor. Amerikan ordusu Irak’ı terk ettikten sonra, kısa bir süre sonra ne olmuştu? Orada IŞİD çok önemli adımlar atmıştı, Musul başta olmak üzere. Ve İslam Devleti’ni ilan etmişti; adını kendi verdiği, İslam devleti adını verdiği şeyi. Bir ayağını da Suriye’de kurmuştu. Yani, Suriye’de ve Irak’ta peş peşe. Amerika Birleşik Devletleri’nin Afganistan’dan çekilmesinin yeni bir Irak deneyimine, Irak’ta yaşananların tekrarlanmasına neden olabileceği yolunda çok analiz yapılıyor. Tabii ki orada bir El-Kaide varlığı hep var. Zaten Taliban ve El-Kaide arasındaki yakınlık mâlûm ve atmosfer de bu tür radikal yapılara çok müsâit. Orta Doğu’da belli ölçülerde etkisizleştirilmiş olan IŞİD vb. yapıların tekrar Afganistan’da çok güçlü bir şekilde ortaya çıkma ihtimâli var. Bütün bunların hepsi bir ihtimal olabilir, olmamasını her halde herkes temenni ediyordur. Biz de onu temenni ediyoruz. Afganistan hak ettiği huzuru bir şekilde bulabilse keşke; ama çok kolay olmayacağı muhakkak.

Ama bütün bunun ötesinde, bugün benim konuşmak istediğim husus, tabii ki bütün bunlar var ama her şey güllük gülistanlık olsa bile, Türkiye orada çok sorunsuz misyon üstlense de, neden böyle bir şey yaptı Türkiye? Türkiye’nin dünyanın değişik yerlerine asker yolladığını biliyoruz. Bunlar Barış Gücü kapsamında oluyor ya da Afganistan’da olduğu gibi NATO kapsamında da oluyor ya da Irak ve Suriye’de olduğu gibi kendi stratejik çıkarlarını korumak için de oluyor. Ve bunlar son yıllarda iyice artmış durumda. İşin içerisinde Libya da var, Azerbaycan da bir şekilde girdi son Karabağ meselesinde olduğu gibi. Ve Türkiye tamamen askerî temelli bir dış politika izler bir ülke hâline geldi. Bu iyi bir şey mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü Türkiye’nin yakın bir zamana kadar dış politikada en önemli gücü yumuşak gücüydü. Yani, Türkiye büyük bir ülke olması, medeniyetler arasında köprü olması, çok köklü bir devlet geleneğine sahip olması, Batı ile ilişkilerinin çok yoğun olması ve Avrupa Birliği’ne aday bir ülke olması gibi çoğaltılabilecek bir dizi nedenle, genç nüfusu, ekonomisi vs. her şeyiyle Türkiye, soft power’ı olan, yani yumuşak gücü olan, bu yumuşak güç ile bir iddiası olan bir ülkeydi. Bu iddia değişik şekillerde Afganistan, Irak ve Suriye için de, İran için de dünyanın her yerinden Türkiye’ye bakıldığı zaman asker görünmüyordu. Her ne kadar NATO’da çok güçlü bir askerî varlığı olsa da, çok büyük bir ordusu olsa da, Türkiye denilince bambaşka bir şey görülüyordu. İlkin Atatürk geliyordu tabii ki akla: Cumhuriyet deneyimi, çokpartili hayat, İslam dünyasındaki ender sayıdaki demokrasi deneyimine, bütün sorunlarına rağmen, sahip olan bir ülke; Batı ile çok yoğun ilişkileri olan bir ülke, küresel anlamda birçok yapıyla entegre olmuş bir ülke geliyordu. Ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında buna yeni bir boyut eklenmişti; bu boyut da, dünyada yükselen İslamcı hareketlerin uluslararası sisteme eklemlenip eklemlenemeyeceği konusunda AKP deneyimi Batı’da ve aynı zamanda İslam dünyasında çok yakından takip edilegeldi. Ve Türkiye’nin bir model olabileceği söylendi. Hatta, model olduğu söylendi. Ve bütün buralarda Türkiye diplomatik olarak kendini gösteriyordu. Birçok ülkeyle, mesela Suriye’yle, hükümetler arası, kabineler arası ya da bakanlar kurulu birlikte toplanıyordu. İran’la aynı zamanda çok iyi ilişki oluyordu. İsrail ile de ilişkileri vardı. Avrupa’ya tam üyelik sürecini yürütüyordu vs.. Sorunlar tabii ki vardı; ama Türkiye hep İslam dünyasının önde gelen, örnek alınabilecek bir ülkesi olarak görülüyordu. Ve belli bir aşamadan sonra artık bunlardan uzaklaşmaya başladık. Batı ile ilişkiler konusuna gelindiğinde, bu pazartesi günkü zirveye baktığımızda, Türkiye’nin normal şartlarda Batı ile yaptığı pazarlıklarda ve Amerika Birleşik Devletleri ile yaptığı pazarlıklarda özellikle bölgesel birtakım iddialarla ortaya çıkması beklenirdi. Bölgesinde etkili bir güç, sorunları çözen bir güç, sorunların çözümüne katkıda bulunabilecek bir güç olarak çıkması beklenirdi. Tam tersine, bölgedeki pozisyonları nedeniyle, ABD başta olmak üzere Batı ile sorunlar yaşayan bir ülke. Suriye’de yaşananlar ortada, Doğu Akdeniz’de yaşananlar ortada, Libya bir anlamda böyle kabul edilebilir. Çünkü birçok Batılı güçle bu anlamda sorun yaşayan bir ülke. Erdoğan-Biden görüşmesinde; yani Türkiye-ABD görüşmesinde, bölgesel anlamda elinde hiçbir kart yoktu diyebiliriz.

Onun dışında, ekonomik anlamda, kültürel anlamda da çok fazla bir gücü yok. Hatta, tam tersine özelikle ekonomik anlamda Türkiye kötü bir durumda. Ve bu kötü durumun daha da kötüleşme riski var. Mesela Amerika Birleşik Devletleri’nde süren bir Halkbank Davası var. Bunun getireceği ekstra ekonomik külfetler olabilir. Bunların tedirginliğini çok ciddi bir şekilde yaşayan bir ülke. Ve her ne kadar telaffuz edilmese de Sedat Peker’in son dönemde yaptığı ifşalarla beraber, Türkiye’nin uluslararası alanda kara para meselesinde, uyuşturucu trafiği meselesinde kötü bir şekilde adının geçiyor olması ve bunun sadece bir ülke olarak Türkiye değil ama ülkenin içerisinde yönetimin içerisinde ya da çevresinden kişilerin de bunlara dahil olduğu iddiaları Türkiye’nin elini iyice zayıflatıyor. Ve böyle bir aşamada Türkiye, elinde kart kalmayınca, kimsenin istemediği, herkesin terk ettiği Afganistan meselesini çok ciddi bir şekilde sahiplendi. Sahiplenmek mecburiyetinde kaldı. Buradan birtakım iktidar yanlıları methiyeler çıkartabileceklerdir. Osmanlı-Afganistan ilişkisine kadar gideceklerdir. İslam kardeşliği üzerinden de gidilecektir. Ama Afganistan’daki varlığın ya da Türkiye’nin talebinin, orada Afgan halkını tatmin etmek, onları iyiliği boyutu olsa da, esas olarak Batı’ya ve ABD’ye hâlâ Türkiye’nin bir değeri olduğunu, Türkiye’ye bazı konularda güvenebileceklerini, bazı konularda Türkiye’den yararlanabileceklerini göstermek için üstlenilen bir misyon bu. Tâlip olunan bir misyon. Yani Afgan halkının gözüne girmekten ziyade Batı’nın gözüne girmek, Afgan halkının çıkarlarına yardım etmekten ziyade Batı’nın birtakım beklentilerine katkıda bulunmak. Ve böyle bakıldığı zaman da, Türkiye’nin bir anlamda Afganistan’da Batı’nın ve NATO’nun jandarmalığına tâlip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu arada, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuyu dile getirirken birtakım desteklere ihtiyaçları olduğunu da söyledi. Afganistan’a asker yollamanın, daha doğrusu var olan askerî varlığı güçlendirmenin ve sorumlulukları daha fazla, daha büyük hâle getirmenin karşılığında birtakım beklentilerinin olacağını söyledi. Ekonomik, diplomatik birtakım beklentiler olduğunu söyledi. Fakat Beyaz Saray’dan hemen bir açıklama geldi: Afganistan meselesinin başka bir şeyin pazarlığı olmayacağı anlamında. Özellikle S-400’ler konusu Türkiye ile ABD arasındaki, Türkiye ile NATO arasındaki en ciddi krizlerden birisi. Erdoğan Pazartesi günü Türkiye’nin bu konudaki pozisyonunun değişmediğini söyledi. Burada bir gelişme olmadığını anlıyoruz. Birtakım formüller ortaya atıldı. Ama bunların hiçbirisinin şu aşamada söz konusu olmadığını anlıyoruz. Türkiye’nin, “Ben sizlerin terk ettiği Afganistan’da sizlerin beklentilerini yerine getirmek için bunları bunları yapıyorum, siz de beni S-400’ler konusunda çok da fazla zorlamayın” ya da “Halkbank konusunda çok da fazla zorlamayın” şeklinde talepleri muhakkak olacaktır. Doğrudan ya da dolaylı bir şekilde; ama şimdiden Amerikan yönetiminin bu konuda gardını aldığını almak istediğini görüyoruz. 

Sonuçta Türkiye’nin bu kadar kısa bir süre içerisinde Batılılar ile ve ABD ile pazarlıklarında elinin bu kadar hızlı bir şekilde zayıflamış olması çok acı. Bir dönem Amerika Birleşik Devletleri’nde, Washington’da gazetecilik yaptım — 2004 sonundan 2007 ortasına kadar. Hep sorunlar vardı, hep tartışmalar vardı Erdoğan iktidarıyla — ki o tarihlerde başbakandı. Ama hep de birtakım pazarlıklar olabiliyordu. Çünkü Türkiye birçok açıdan çok güçlüydü. Bir kere Türkiye, Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi kapsamında çok ciddi birtakım reformlar yapıyordu. Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecine bakıldığı zaman, Batılılar ve ABD nezdinde Türkiye’de bardağın boş ve dolu tarafları vardı. Şimdi büyük ölçüde boş bir bardak görüyorlar. Ve Türkiye de bu bardağı, Türkiye içerisinde ve bölgesel meselelerle dolduramadığı için, Afganistan gibi kimsenin elini sürmek istemediği, artık iyice bunaldığı, bıktığı bir olaya gönüllü oluyor. Bu acı ve hazin bir durum aslında. Keşke Türkiye birçok alanda çok etkili bir pozisyon oynayabilseydi. Uluslararası alanda sorunların çözümüne katkıda bulunan güçlü, o hep söylenen, bir bölgesel güç ya da dünya lideri pozisyonunda olabilseydi — Afganistan da bunun yanında bir ek olabilirdi. Ama şu anda bakıyoruz ki, Türkiye’nin uluslararası câmia tarafından, içinde bulunduğu kurumlar tarafından –özellikle burada söz konusu olan NATO, ki Türkiye, Rusya ve Çin’le bütün ilişkilerine rağmen NATO’ya sımsıkı sarılma ihtiyacı hissediyor–, bu anlamda baktığımız zaman, NATO kapsamındaki diğer müttefiklerinin takdir ettiği uluslararası manevra pek kalmadı. İşte şimdi belki Afganistan meselesinde böyle olacak. Türkiye’ye böyle bir minnettarlık söz konusu olacak. Bu ne kadar etkili olur? Türkiye’nin Batı’yla, ABD’yle ve Avrupa Birliği’nin değişik ülkeleriyle yaşadığı sorunların çözümüne ne katkıda bulunabilir? Açıkçası emin değilim.

Bir diğer husus, tabii ki Afganistan yeniden patlayabilecek olan, aslında hiçbir zaman sönmemiş olan bir çatışma alanı. Buradan, hiç temenni etmiyorum ama, gelebilecek kötü haberler işi iyice başka yerlere taşıyabilir. Bunların olmadığını varsayalım –ki ummuyoruz–, her şey güllük gülistanlık gitse bile, Türkiye orada diğer aktörlerin, yani Taliban ve Afgan yönetimi başta olmak üzere, olumlu katkılarıyla bu işleri çok iyi götürse bile, bunun Batı ile olan sorunların çözümüne çok çok ciddi bir katkısı olacağını açıkçası sanmıyorum. Çünkü Afganistan bir şekilde dünyanın çok da fazla umurunda olmayan bir bölge. 11 Eylül saldırıları olmasaydı, Amerika Birleşik Devletleri oraya gitme ihtiyacını hisseder miydi? Zaten oradan bunu biliyoruz. Sonuçta Türkiye, böyle bir hamleyle bir ölçüde, “Ben hâlâ varım” demek istiyor Erdoğan yönetimi. Fakat, bunun çok etkili olabileceğini çok açıkçası sanmıyorum. Bu duruma gelmiş olması da aslında Türkiye’nin dış politikada nasıl çok büyük bir fiyasko yaşadığını, başarısızlık yaşadığını bize gösteriyor. 

Bugün saat 16.00’da Deva Partisi’nden İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’yla bir araya geleceğiz ve kendisiyle Sedat Peker olaylarını konuşacağız. Biliyorsunuz, Mustafa Yeneroğlu yakın bir zamana kadar Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde var olan, AKP’den seçilmiş bir milletvekilliydi.  Kendisiyle ilk ayrıldığı zaman yaptığımız yayın çok ses getirmişti. Bakalım 16.00’daki yayında neler anlatacak? Ben de merak ediyorum açıkçası. Size de izlemenizi tavsiye ederim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.