Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İslamcıların Atatürk ile savaşı: Büyük hezimet

Cumhuriyet tarihi boyunca İslamcı anlatı, büyük ölçüde Atatürk karşıtlığı, hatta düşmanlığı üzerinde yükseldi, fakat Büyük Taarruz’un 99. yıldönümünde ortada “büyük bir hezimet” söz konusu. 20 yıla yaklaşan AKP/Erdoğan iktidarına rağmen neden böyle oldu?

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı 

Merhaba, iyi günler. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın yıldönümünde, öncelikle bayramı tebrik ediyorum ve Büyük Taarruz’un 99. yılında bir büyük hezimetten bahsetmek istiyorum; o da Türkiye’de İslâmcılar’ın Mustafa Kemal Atatürk’le yürüttükleri, yıllardır süren, Cumhuriyet tarihiyle belki de eşzamanlı olan bir savaşta uğradıkları hezimet. Bunun, her geçen gün daha da bâriz bir hal aldığı kanısındayım. Normal şartlarda bakıldığında, Atatürk, Cumhuriyet’in kuruluşu 1923 olduğuna göre ülkeyi 15 yıl yönetti. Recep Tayyip Erdoğan ise Türkiye’de 2002 sonundan beri iktidarda olan bir hareketin lideri, önemli bir kısmı başbakan, daha sonra da cumhurbaşkanı ve en son da başkan, Türk tipi başkan olarak yönetiyor. Atatürk’ün süresinden daha uzun bir süre var ve bu süre aslında, Türkiye’de Atatürk’le hesaplaşmayı, Atatürk’le mücadele etmeyi ve onun inşâ ettiklerinin yerine kendi özlediklerini inşâ etmek isteyen İslâmcılar için bayağı bir zamandı; ama bu zamanın sonunda baktığımız zaman çok büyük bir yenilgi var.

Öteden beri hep aklımda olan bir yayın aslında bu. İslâmî hareketleri çalışan bir gazeteci olarak, 80 ortalarında başladım ve o tarihten itibaren hemen hemen tüm İslâmî yayın organlarında ve konuştuğum kişilerde, bir şekilde Atatürk karşımıza çıkıyordu ve hep bir kötü bir örnek olarak ve mücadele edilmesi gereken, tasfiye edilmesi gereken, izleriyle beraber, bıraktıklarıyla beraber tasfiye edilmesi gereken bir kişi olarak karşımıza çıkıyordu, çıktı. Hâlâ bu büyük ölçüde sürüyor. Oradaki mesele, sadece ve sadece Osmanlı Devleti yerine Cumhuriyet’i kurması ya da hilâfeti kaldırması değil, çok daha genel bir şey, Atatürk’ün inşâ ettiği, Atatürk ve arkadaşlarının inşâ ettiği o ulus-devletle olan bir mesele vardı ve tabii ki bu ulus-devletin perspektifleriyle olan bir mesele vardı. Sadece laiklikten ibâret olduğunu söylemek mümkün değil — zaten laiklik daha sonradan yerleşmiş bir kavram. Bir bütün olarak bu projeye yönelik bir hesaplaşma arayışı var ve bu hesaplaşma değişik tarihlerde kendini gösteriyor. 

Türkiye’deki İslâmî hareketlerin hemen hemen hepsinin, açık olmasa bile alttan alta yaptıkları, çok kaba tâbirle söyleyecek olursak Atatürk düşmanlığıydı; fakat Atatürk yasalarla korunduğu için, bu yasalar elvermediği için, bunlar genellikle üstü kapalı, dolaylı yollarla yapılır oldu ve belli bir aşamadan sonra siyasî partiler, yasalara göre kurulmuş siyasî partiler belli bir güç elde ettikleri andan itibaren ve sistemin parçası olmaya başladıkları andan itibaren –70’li yıllarda Milli Selâmet Partisi’nin koalisyon ortaklığı, daha sonra Refah Partisi’nin belediyeleri alması, daha sonra Refah-Yol hükümeti–, bütün bu süreçlerde, AKP iktidarında da, sistemin bir parçası olunduğu andan itibaren, burada birtakım eleştirilerde frene basıldığını ve sözel de olsa, sözlü de olsa Atatürk’e yönelik birtakım olumlu mesajlar verildiğini de gördük; ama bunlar da hiçbir zaman çok açık ve net bir şekilde olmadı. Erbakan’ın, zamanında, Refah Partisi zamanında kullandığı bir lâf vardır: “Atatürk yaşasaydı Refahçı olurdu” diye. Bu bir zamanlar çokça konuşulmuş, kimilerince alay konusu olmuştu; ama orada da, Erbakan’ın yaptığı aslında çok ciddi bir Kemalizm eleştirisiydi, Atatürk eleştirisiydi; yani kendini onun üstüne koyma, onun ilerisine koyma yaklaşımıydı; yani Refah’ın Atatürk’e yaklaşması değil, Atatürk’ün Refah’a ya da Refah’ın ideolojisi olan Millî Görüş’e yaklaşmasıydı. AKP iktidarının açık açık bir Atatürk düşmanlığı yaptığına çok şahit olmadık; ama birçok yerden onun izlerinin silinmesi faaliyetlerinin önünü açtığı da muhakkak. Yerine başka bir şey oluşturmaya çalıştı — ki bunu Erdoğan “dindar nesil” olarak özetlemişti. Bunu yapmaya çalıştığı da muhakkak; ama baktığımız zaman, bu dindar nesil yetiştirme projesinin tam anlamıyla bir başarısızlığa uğradığını görüyoruz. 

Kendileri zaman zaman bunu îtiraf ediyorlar — değişik sözcüler, Erdoğan başta olmak üzere. Kültürel alanda ve milli eğitimde, sanatta tam bir başarısızlık yaşadıklarını açıkça îtiraf ediyorlar. Bu başarısızlık zaten –kültürel anlamda yaşanan başarısızlık, eğitim anlamında yaşanan başarısızlık– aslında Atatürk’le yürütülen mücadelenin de başarısızlığa uğradığının îtirafı; fakat benim daha çok ilgimi çeken husus, bugün baktığımızda, 20 yıllık iktidarında Erdoğan’ın, Atatürk’le ilişkili eleştiri olarak ne söyleniyorsa –mesela çok kaba tâbirle, öyle denirdi İslamcılar tarafından, “putlaştırma”; bunun nedeni de Atatürk’ün isminin her yere verilmesi, heykelleri, resimlerinin her yere asılmasıydı–, şimdi, sağlığında, Atatürk’ün sağlığında yapılmaya başlanan, yaşarken yapılmaya başlanan şeyler bunlar –adının verilmesi, heykellerinin yapılması– Erdoğan’ın da adının stadyumdan üniversiteye kadar birçok yere verildiğini ve resimlerinin her yere asıldığı, hatta kimi zaman –öyle fotoğraflar da görülüyor, siz de görmüşsünüzdür– Atatürk resminden çok daha büyük Erdoğan posterleriyle düzenlenen toplantılar vs. oluyor. Yani, en önemli iddialarından birisi olan, kendi tâbirleriyle “putlaştırma” diyerek eleştirdiklerinin Erdoğan döneminde bir şekilde devam ettiğini görüyoruz. 

Dolayısıyla burada, bakıldığı zaman, aslında Atatürk’e yönelik dile getirilen eleştirilerin hemen hemen hepsinin bugün, bunu eleştirenler tarafından benimsendiğini görüyoruz. Yani bu, aslında ilkesel bir karşıt çıkış değil; aslında Atatürk’ün kendisine, onun dünyaya bakışına yönelik bir eleştiri. Yoksa Atatürk’ün resminin yerine Erdoğan’ın resminin asılmasından rahatsızlık duyan çok az sayıda, çok istisnâî İslamcı var; tam tersine o resimle bu hesabın görüldüğünü ya da rövanşın alındığını düşünenler var; ama bu alınabilmiş değil, alınabileceğe de hiçbir şekilde benzemiyor; çünkü baktığımız zaman, bugünün yeni kuşaklarına baktığımız zaman, Atatürk’ün değişik şekillerde, değişik versiyonlarla yeniden keşfedildiğini ve benimsendiğini görüyoruz. Bunun farklı farklı versiyonları var; mesela, kimileri milliyetçilik üzerinden, hatta Türkçülük üzerinden Atatürk savunuculuğu yapıyorlar; kimileri çok daha ileriye yönelik bir çağdaşlık üzerinden bir Atatürk sahiplenmesi yapıyorlar; zamanında şu ya da bu şekilde Atatürk’ü eleştirmiş olan kişilerin eleştirilerinden imtinâ ettiği görülüyor ve en önemlisi, İslâmî hareketten gelip, Atatürk konusunda –o çok bildiğimiz “takıyye” anlamında değil– gerçekten Atatürk’le barışma içerisinde olan çok insan var — ben şahsen görüyorum, hepiniz de bir şekilde görüyorsunuzdur. Bu kişilerin Atatürk’ten bahsedişlerinde, eskiden olduğu gibi hâlâ günümüzde birtakım sözcülerin yaptığı gibi mecburiyet sonucu sahiplenme ya da sahipleniyormuş gibi yapma; hani, dostlar alışverişte görsün şeklinde bir yaklaşım değil, çok daha samimi bir benimseme ve değerini verme gibi bir eğilim görüyorum; çok ummadığım insanlarda bunu gördüm, bunların büyük bir kısmı şu anda AKP iktidarının içerisinde yer almıyorlar, belki de Erdoğan tarafından tasfiye edilmelerinin ya da etkisizleştirilmelerinin sonucudur bilemiyorum; ama büyük bir kısmındaki bu savununun ya da sahip çıkmanın çok kolaylıkla takıyye olarak adlandırılamayacağını, numara olarak adlandırılmayacağını düşünüyorum. 

Böyle ilginç bir şey oldu; Erdoğan yönetimini, özellikle onun tek-adam yönetimini inşâ etmesiyle beraber, orada yaşananlarla beraber birçok kişinin Erdoğan’ı sorgularken, ondan uzaklaştıkça Atatürk’e yaklaştıklarını görüyorum ve özellikle de genç kuşaklarda bunun çok daha güçlü olduğunu görüyorum. Bunu öyle, bir kişi görüp iki kişi görüp yapılmış bir değerlendirme olduğunu düşünmenizi istemem; çok yaygın bir eğilim — özellikle kadınlarda. İstanbul Sözleşmesi tartışmalarıyla beraber, bunun çok daha bâriz bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz. Şu anda iktidarın kadınların haklarını elinden alması, almaya devam etmesi, kadınlara yönelik şiddet konusunda izlenen tutumlar vs. Erdoğan’dan ne kadar uzaklaştırıyorsa, Atatürk’e o kadar yaklaştırıyor. Buradaki mesele ilginç bir şekilde Kemalizm ya da Atatürkçülük meselesinin sanki biraz ötesine geçmiş gibi. Tabii ki yeniden güçlenen bir Atatürkçülük, Kemalizm eğilimleri var; fakat artık Cumhuriyet’in 100. yılına yaklaştığımız bir zamanda, belki de olması gereken, birazcık geç de olsa, Atatürk ve arkadaşlarının zamanla, daha fazla normal bir şekilde benimsenmesi ve bulundukları tarihî koşullar içerisinde görülüp o şekilde değerlendirilmesi olayını nihayet yaşıyor gibiyiz; çünkü Türkiye’de uzun bir süre rejim eliyle dayatılan bir Atatürk vardı — ki bu, tek-parti döneminde başlayan, daha sonra da uzun bir süre devam eden bir şeydi; buna karşı da bir reaksiyoner Atatürk düşmanlığı vardı. 

Hâlâ tabii ki Atatürk düşmanları ve hâlâ tabii ki çok ciddi bir şekilde inanmış Kemalistler, Atatürkçüler var. Kemalizm’le Atatürkçülüğün arasında fark olduğunu da bir şekilde düşünüyorum; ama bu ayrı bir tartışma konusu, fakat onun ötesinde Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının bu ülke için önemini bir şekilde, bütün bu saflaşmaların ötesinde benimseyenlerin sayısının çok daha fazla arttığını ve olayın çok daha fazla normalleştiğini düşünüyorum. Zaman zaman karşımıza çıkıyor; sosyal medyada da var, normal medyada da var, Atatürk aleyhtarı birtakım çıkışlar, birtakım Atatürk’e yönelik saldırılar vs.. Bunu yapanların başına da bir şey gelmiyor; aslında gelmemesi çok da sorun olmayabilir, fakat burada, dikkatinizi çekiyordur, bunlar büyük ölçüde şöyle oluyor: “Ya tamam, biz bir şeyler yaptık ettik; ama hâlâ eski şeylerimizden, Atatürk düşmanlığından şundan bundan vazgeçmiş değiliz.” Hatırlatması gibi yapılıyor ve o anlamıyla da iktidar tarafından da belli bir aşamayı geçmemesi durumunda tolere ediliyor. Fakat bunların hiç de çok ciddi bir alıcısı olduğunu ben şahsen görmüyorum. Çok fazla, iyice daralan bir alandaki bir, kendi kendini kandırmaca olayı yaşanıyor. Şimdi, bu yayını yapmadan önce güvendiğim bir tarihçiyle Atatürk dönemiyle ilgili uzun bir sohbet ettim. Onun vurguladığı –umarım yakın bir zamanda kendisiyle de bir yayın yaparız– çok önemli bir şeyi bana hatırlattı; yani hatırlattı dediğim, biliyordum, ama tabii ki böyle analitik olarak bakmamıştım. Şimdi, Erdoğan döneminde, Erdoğan kendisiyle beraber yola çıkan çok sayıda kişiyi tasfiye etti. Kimisi kendiliğinden ayrıldı, ayrılmak durumunda kaldı; büyük bir kısmına da Erdoğan bir şekilde, çok kanlı bıçaklı olmadan kapıyı gösterdi. Atatürk’ün de zamanında birtakım kişileri tasfiye ettiği biliniyor; fakat Atatürk’ün orada Kurtuluş Savaşı’nı birlikte kotardığı çok güçlü isimler vardı ve bu güçlü isimler hep bir şekilde ağırlıklarını korudular ve Atatürk’ün ölümünün ardından yerine İsmet İnönü geçti, daha sonra Türkiye İsmet İnönü’yle beraber çokpartili hayata sokuldu. 

Şimdi, şunu çok iyi biliyoruz; AKP sözcüleri, özellikle de AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk’e çok fazla lâf etmek istemediği zamanlar, İnönü’yü yani Milli Şef dönemini karşısına alır; hani, “Atatürk’e söylemiyorum ama işte, Milli Şef’le bozuldu” demeye getirir. Bu ayrı bir tartışma konusu; fakat bugünün Türkiye’sine baktığımız zaman çok ilginç bir şey var. Şu hâliyle baktığımız zaman, Atatürk’ten sonra İsmet İnönü’nün iktidarı devralması herkes tarafından normal görülen bir şeydi ve normalde bu olur. Bugün, Erdoğan’ın bir devamcısı yok. Bugün hepimiz bir şekilde tartışıyoruz; değişik değişik isimler ortaya atılıyor; bir ara damat deniyordu, çocukları vs. falan, hiçbirisinin tam tatminkâr olmadığını da biliyorduk. Bugün mesela, tek-adam yönetimine karşı mücadele bayrağı açma iddiasındaki bir hareketin ülkeye armağan ettiği Recep Tayyip Erdoğan’ın devamcısının kim olduğunu bilmiyoruz; çünkü devamcısı yok. Muhtemelen kendisinden sonra birileri onun bayrağını devralmaya çalışacaktır; fakat aklımıza gelen hiçbir isim yok. Bu ilginç bir şey aslında; birçok otoriter yöneticinin en büyük özelliklerinden birisi, ikinci isim –ki genellikle erkek oldukları için ikinci adam denir–, ikinci isim bırakmamaları, izin vermemeleridir. Erdoğan da bu anlamda tipik bir durum; ama Atatürk bu anlamda çok farklıydı — farklıymış; en azından şimdi baktığımızda görüyoruz ki, Atatürk’ten sonra İsmet İnönü gelmiş, ama Erdoğan’dan sonra kim gelebilir? Muhtemelen Erdoğan’dan sonra kendi partisinden birisi olmayacak, kendisi muhtemelen ilk seçimde kaybedecek — ki en son Metropoll’ün araştırmasında görülüyor; Erdoğan’a görev onayında çok ciddi bir düşüş var, çok şaşırtıcı bir düşüş; yani şaşırtıcı dediğim, birdenbire olması… 

Artık belli bir yere gelmiş durumda, ki bu noktada, akşam geç saatlerde Erdoğan Bayraktar’ın çıkışından, gazeteci Altan Sancar’a en son söylediklerinden hareketle bir başka yayın yapacağım ve o zaten bize Erdoğan döneminin artık iyice sonlanmakta olduğunu gösteriyor, ondan sonrası gözükmüyor. Aradaki en önemli fark ve en önemlisi de bu: Atatürk hayata veda ettikten sonra geriye çok şey bıraktı, bunların kimisi hâlâ günümüzde varlığını sürdürüyor, kimisi yok oldu; ama Türkiye’ye bir perspektif bıraktı, o perspektif üç aşağı beş yukarı devam ediyor. Erdoğan’la beraber geride ne kalacak? Açıkçası çok emin değilim. 20 yılın sonunda geride çok da fazla, hani, sonraki kuşakların taşımak isteyeceği, yorumlayarak, belki değiştirerek taşımak isteyeceği ne kaldı açıkçası çok emin değilim. Dolayısıyla Atatürk’le girişilen bir mücadeleden her anlamıyla yenik çıkmış bir hareket söz konusu. Erdoğan da bu hareketin en öne çıkan isimlerinden birisi olarak, en büyük başarısı seçim kazanmak olan bir siyasetçi olarak, Türkiye siyasî tarihine geçecek; ama Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Türkiye’ye getirdikleri yenilikler, kurumlar, perspektiflerle kıyaslandığı zaman, geride çok fazla bir şey kalmamış olacak — ki bundan daha büyük bir yenilgi, bir hezimet herhalde söz konusu olamaz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.