Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Rövanşizm tartışması: Endişeye mahal yok mu?

“Endişeli muhafazakârlar” tartışması neden, nasıl başladı, kim başlattı? Erdoğan iktidarının bitmesi halinde dindarların yaşam tarzlarına müdahale edileceği korkutmalarının aslı var mı?

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler. Aslında bu yayına “Günaydın, iyi günler” diye başlamak vardı; ama birincisi, “Günaydın” demek için saat epey geç; ikincisi de, artık bir kuralımız var, “Merhaba, iyi günler” le başlıyoruz; ama burada tabii ki Diyânet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş’ın “Günaydın lâfı câhiliye âdetidir” sözünü bir şekilde analım. Ünsal da bugün onu yapmış; “Herkese günaydın, sen hariç” diye. Şimdi aslında, daha önce kabuklu deniz canlıları konusunda da birtakım fetvalar vermişti. Câhiliye lâfını iyi etmiş; çünkü bir de “modern câhiliye” diye bir kavram vardır; İslâmcı söylemde çok kullanılan bir şeydir, yani onun yaptığı herhalde, en fazla bir modern câhiliyedir. Aslında bugün konuşmayı düşündüğüm konuyla da alâkalı bir şey, çünkü “endişeli muhafazakârlar” ı konuşmak istiyorum. Burada, Ali Erbaş, iddiaya göre, kendisinin öyle bir iddiası var anlaşılan, bir tür muhafazakârların sözcüsü, temsilcisi; sözcü, temsilci de değil, hatta en yetkili ismi, bir tür Şeyhülislâm gibi davranıyor; ama yaptığı her açıklamanın günümüze hiç de denk gelmediği, günün dışında kaldığı dikkat çekiyor. 

Endişeli muhafazakârlar meselesini bu hafta bayağı konuştuk; salı günü İhsan Dağı’yla konuştum bu konuyu, dün de “Adını Koyalım”da dört kişi hep birlikte konuştuk; ama ben olayın moderatörlüğünü ya da Türkçe tâbirle –kötü bir tâbir ama, hadi “kolaylaştırıcı” diyelim– yaptığım için çok az konuştum, aslında içim içimi yedi, söyleyecek çok şeyim vardı. Onları da bugün biraz aktarmak istiyorum. “Endişeli muhafazakârlar”; tabii bu lâf geçmişteki “endişeli modernler” lâfından türetilmiş bir şey. Yaklaşık 20 yıl önce başlayan “endişeli modernler” meselesi sona erdi, şimdi muhafazakârların endişesinden söz ediliyor. Muhafazakârlar derken de tabii ki dindarlar kastediliyor. 

Öncelikle böyle bir endişe var mı? Burada, dünkü “Adını Koyalım”da çok iyi anlattı arkadaşlar — Ayşe de, Kemal de, Burak da. Burada öncelikle kim endişeli? Bir kere AKP iktidarının tepesi, başta Erdoğan’ın kendisi. O iktidarın en üst yerinde duranlar. Kimisi trene sonradan binenler, kimisi başından itibaren o trende olanlar — ki başından itibaren orada olanların sayısı her geçen gün azalıyor açıkçası. Birçoğu ya kendisi trenden indi ya da trenden inmek zorunda kaldı, hatta bazıları da bayağı trenden indirildi — öyle diyelim. Sonuçta bu trenin yolcularının, esas yolcularının ya da yemekli vagonda gidenlerin, lüks vagonda gidenlerin, business class’ta gidenlerin bir sorunu var. Bunların endişesi varsa bu endişede çok da haksız sayılmazlar, çünkü iktidar ellerinden gidiyor. Bazılarının bu iktidarın oluşmasında hiçbir emeği bile olmamış, ama sonradan Erdoğan’ın çevresine girmeyi başarmış isimler var. Bazıları, uzun süredir bu iktidar için emek vermişler. Bir yerden sonra bunların ayrımının çok fazla önemi olmayacak. 

Kemal’in söylediği çok güzel bir lâf vardı: “Ciple giden muhafazakârla, zar zor geçinen muhafazakâr yani dindar arasında çok ciddi farklılıklar var.” Özellikle olay aslında sınıfsal bir mesele. Bu süreç içerisinde yükselmiş olan üst, orta sınıfların çok ciddi bir tedirginliği var. Bunları AKP iktidarının en üst düzeyi olarak koymasak bile, ara katman olarak bunlar var. Bunların endişelerini bir yerde anlamak mümkün. Anlamak mümkün derken, anlayışla karşılamayı kastetmiyorum. Haklılar endişelenmekte; çünkü endişenin en önemli ayağı, bu muslukların kapanacak olması. İnsanların hak etmedikleri, sırf kayırmacılıkla, iktidara yakın olmakla elde ettiklerini artık elde edemeyecek olmaları. Bunun anlamı kesinlikle şu değil: “Yeni iktidar geldiğinde her şey lâyıkıyla yapılacak.” Bunu kastetmiyorum. Muhtemelen hep yaşadığımız gibi, bu sefer de yeni iktidarın yakınında bulunanlar istifade edecek. Dozlar farklı olabilir, yöntemler farklı olabilir; ama şurası muhakkak ki AKP’yle özdeşleşmiş isimler bu süreçte artık daha fazla kazanamayacaklar, o belli. Özellikle bazıları, belli ki kendilerinin kara listede olacağını düşünüyorlar. Türkiye gibi ülkelerde hep böyle olur; iktidarlar değişince, kazananlar kaybetmeye, kaybedenler kazanmaya başlar. 

Bir diğer soru şu tabii ki: Daha fazla musluktan istifade edemeyecek olmaları tamam, ama o zamana kadar kazandıklarını, elde ettiklerini ellerinde tutabilecekler mi? İşte burada çok kritik bir mesele var. Rövanşizm meselesi esas burada gündeme geliyor. “Nereden buldun, nasıl edindin?” diye sorulup, soruşturmalar yapılıp birtakım insanların birtakım kazanımları ellerinden alınacak mı? Bu başlı başına bir mesele. Gerçekten, önümüzdeki dönemde sıklıkla bunu konuşacağa benziyoruz. Bir diğer husus da tabii ki ellerinden almanın bir diğer üst aşaması: Cezalandırmak, doğrudan cezalandırılmaları. Çünkü bu dönemde yapılan çok sayıda yolsuzluk, usûlsüzlük, haksız kazanç vs. var. İddialar var, çok ciddi iddialar var. Sedat Peker’in sırf son dönemde anlattıkları başlı başına yeter — ki o herhalde kendi çapında son 20 yılın milyonda birini ya da diyelim ki binde birini biliyordur. Gerçek anlamıyla tarafsız ve bağımsız bir yargının soruşturması sonucunda çok şeylerin ortaya çıkabileceğini herkes kestirebiliyor. 

Burada işte, değişik aşamalar var: 1) soruşturmalar açılacak mı? 2) soruşturmalar sonucunda birtakım insanların kazanımları ellerinden alınacak mı? 3) bu kişiler cezalandırılacak mı? Bunların hepsi çok ciddi bir şekilde önümüzde duruyor ve buna baktığımız zaman da açık bir şekilde şunu görüyoruz ki bu sınıfsal bir mesele. Yani AKP’ye oy veren kendi halindeki, asgari ücretle geçinen ya da bordrolu işçi, memur, emekli, çiftçi gibi kesimlerin bu konuda çok fazla endişe edeceği bir şey yok. Belki kolaylıkla birtakım imkânlara ulaşma durumları olmayacak — ki onun da çok fark etmeyebileceğini düşünüyorum. Sonuçta endişelenecek birileri varsa, bunlar özellikle bu dönemden nemâlanmış kesimler olacak ve bu anlamda endişeye gerçekten mahal var, onların endişelenmesi doğrudur, endişelensinler ve korksunlar.

Zaten şimdiden birtakım haberler geliyor — en azından ben duyuyorum. Birtakım iş insanlarının, AKP’yle iş yapan kişilerin, hatta birtakım İslâmî cemaatlerin –ki dün bundan bahsettim– şimdiden CHP’yle, özellikle büyük şehir başkanları üzerinden bir tür köprüler kurmaya çalıştığını duyuyorum; birtakım isimler de duyuyorum, ama teyitli olmadığı için söylemek istemiyorum. Birtakım cemaatlerin de bir şekilde, İYİ Parti’yle –zaten ona ulaşmaları kolay–, ama onun da ötesinde CHP’yle birtakım diyalog kanalları kurdukları –ki bu cemaatlerin adları genellikle AKP’yle ve Erdoğan’la anılırdı– söyleniyor. Dolayısıyla hazırlık yapanlar da var. Bu hazırlıklar tabii ki yine üç aşamalı yaşanabileceklerin önünü kesmek için: birincisi, yeni gelecek olan iktidar, yani Erdoğan sonrası dönemde de kendilerinin imkânlarının korunması, yani yeni musluktan istifade edebilmek. Şu âna kadar kazanmış olduklarını muhafaza etmek. 

Muhafazakârlık esas olarak burada var tabii: Kazanımları muhafaza etmek ve başlarına bir şey gelmesini engellemek. Çünkü çok sayıda insan söz konusu olacağı için, yeni gelecek olan iktidar istese bu hesaplaşmayı çok büyük bir kitlesel olaya dönüştürmeyebilir ve birtakım şeyleri seçerek yapmak isteyebilir — ki genellikle böyle büyük olaylarda, çok sayıda kişiyi ilgilendiren olaylarda seçmece yapılır, birilerinin başı yanar, diğerlerine de ibret olsun falan denir. Bütün bunlar ihtimal dahilinde; fakat esas soru şu: “Endişeli muhafazakâr” denirken kastedilen hayat tarzı. Yine dün “Adını Koyalım”da bunu çok ciddi bir şekilde konuştuk ve çok önemli tespitler yapıldı. Hayat tarzıyla ilgili, insanların endişelenmesini gerektirecek bir durumun kesinlikle Türkiye’de söz konusu olacağını sanmıyorum. Bir kere, Erdoğan sonrası dönem, yani Erdoğan giderse yerine gelecek olan muhalefet kombinasyonunda CHP, İYİ Parti ve bir şekilde belki DEVA, Gelecek, Saadet –ki durumları belli değil– ve dolaylı olarak HDP var. Şimdi, bunların muhafazakâr insanların yaşam tarzlarıyla sorunları var mı? CHP belki bir kenara konulabilir, onun dışındakilerin hiçbirisinin ne geçmişlerinde, ne bugünlerinde, ne de muhtemelen geleceklerinde böyle bir şey olmayacak, bunu biliyoruz. 

CHP konusunda da özellikle Kemal Kılıçdaroğlu, son dönemde –ki bizzat kendisiyle yaptığım birtakım röportajlarda, her seferinde özellikle bunları vurguladı, ama başka yerlerde de bunu yapıyor– muhafazakâr, dindar çevrelerle görüşmeler, kapalı toplantılar yapıyor, dindar kadınlarla toplanıyor, Anadolu’ya gittiği zaman bu tür kanaat önderleriyle bir araya geliyor ve sürekli birtakım mesajlar veriyor ve geçmişe yönelik olarak da çok ciddi bir özeleştiri yapıyor, başörtüsü konusu başta olmak üzere. Dolayısıyla yaşam tarzı meselesinde, iktidarın değişmesi durumunda, Erdoğan giderse dindarların istedikleri gibi inanamayacakları, inançlarına göre yaşayamayacakları olayı bir şehir efsanesinden başka bir şey değil. Arada sosyal medyada, şurada, burada birtakım insanların –ki bunların çoğu, adları olmayan insanlar; adları olanların da bence çok fazla kıymeti harbiyesi yok– arada sırada birtakım rövanşist bağırıp çağırmaların çok fazla bir anlamı olacağını sanmıyorum. 

Yani, bir rövanş varsa, bir hesaplaşma olacaksa, bu hesaplaşmanın gündelik hayat üzerinden, yaşam tarzları üzerinden olacağını hiçbir şekilde düşünmüyorum. Türkiye o konuyu çoktan aşmış durumda; fakat bu süre içerisindeki birtakım haksız kazanımların sorgulanması, soruşturulması ve bunlara kamu adına birtakım müdahalelerde bulunulması ihtimalini çok ciddi bir şekilde düşünmekte yarar var. Bu ayrımı yapmakta da yarar var. Erdoğan ve çevresi genellikle, “Biz gidersek…” diye yarattıkları korku senaryolarında; “malınız mülkünüz değil de yaşam tarzınız” demeye getiriyorlar, bunu söylüyorlar. Yani tekrar imam-hatip sorunu, tekrar başörtüsü sorunu vs. olacağını söylüyorlar — ki bu noktada aslında söyleyecekleri çok da bir şey yok, çünkü Türkiye’de AKP iktidarının özellikle son 5 yılında farklı dindar kesimlere yönelik çok ciddi baskılar oldu. Fethullahçılık başlı başına bir olay; ama orada da tabanla tavanı ayırmama konusundaki gösterdikleri ısrarın sonucunda, çok sayıda dindar insanın aileleriyle birlikte mağdur olduğunu biliyoruz. Onun dışında bir başka olay, başlı başına bir İslâmcı yapı; Adana merkezli Furkan Vakfı olayı hâlâ sürüyor. En son yine birtakım işkence iddialarını gündeme getirdiler. Dolayısıyla yaşam tarzına müdahale, iktidara gelirlerse İslâmî olan yapılara izin vermeyecekler, şu olacak, bu olacak… Bunlar bu iktidarın çok fazla söyleyebileceği, söylemeye hakkı da olan şeyler değil, söylese bile bunun karşılığı olduğunu sanmıyorum; ama biz bu tartışmayı esas olarak buradan götürüyoruz ya da buradan bakılıyor; çünkü “muhafazakârlar endişeli” deniyor, halbuki buradaki mesele dindarlık, muhafazakârlıktan kastedilen dindarlık. 

Dindarlık üzerinden değil de AKP yanlılığı üzerinden, Erdoğan yanlılığı üzerinden tarif edilirse iş daha kolaylaşır; zira şu anda Erdoğan yanlısı olarak tanımlayabileceğimiz öne çıkmış olanlar, mesela iş insanları, o her ihaleyi alan, dünyanın her yerinde olan insanlar. Bunlar İslâmî kimlikleriyle tezahür etmiş insanlar değil. İçlerinde belki bir iki tanesinin böyle biraz dindarlığı falan vardır, ama bunlar her dönemin müteahhidi olan insanlar. Dolayısıyla buradaki ya da Erdoğan’ın Külliye’de çevresinde bulunan insanların içerisinde hatırı sayılır ölçüde, değişik yerlerden, MHP kökenli, TKP kökenli –bunu özellikle vurgulamak lâzım, TKP kökenli– ya da tamamen alâkasız, İslâmî hareketle değil genel olarak siyasetle çok ilgisi olmayan birçok kişi var ve bunlar da son dönemde bayağı bir palazlandılar. Biz eskiden bu lâfı çok kullanırdık, sol jargonda çok kullanılan bir lâftır, ama gerçek anlamda palazlanmanın söz konusu olduğu birtakım insanlar var. Bunların endişesiyle sıradan AKP seçmeninin endişesini çok iyi ayırmakta yarar var. 

AKP seçmeninin çok da ciddi bir şekilde endişeli olduğunu sanmıyorum. Orada olsa olsa şöyle bir endişe vardır: “Erdoğan artık yapamıyor” düşüncesine gelen çok sayıda insan var, onların muhalefete yönelmemesi, hani deniyor ya? “AKP seçmeni içerisinde kararsızlar çok fazla”, kararsızlıklarının nedeninin yaşam tarzlarına müdahale endişesi olduğunu sanmıyorum. Olsa olsa muhalefetin Erdoğan’dan daha iyi yönetip yönetemeyeceği, sorunları daha iyi çözüp çözemeyeceği yolunda bir endişeleri var ve bu endişe sonuna kadar haklı bir endişe ve muhalefetin yapması gereken, eğer Erdoğan dönemini kapatmak istiyorsa, işte bu endişeye cevap vermesi gerekiyor. Yoksa Erdoğan tarafından pompalanan, “Ben gidersem sizin hayat tarzınıza müdahale edecekler” önermesini tekzip etmek için bütün enerjilerini harcamalarına gerek yok. Bu konuda söyleyecekleri çok basit; kesinlikle böyle bir şey yok deyip oraya noktayı koymaları bence yeterli, ama onun ötesinde şunu söyleyebilmeleri lâzım: “Biz sizin sorunlarınızı çözeceğiz, bunu şöyle yapacağız, şu kadrolarla yapacağız.” “Erdoğan 20 yıla yakın süre ülkeyi yönetti ve ülkeyi çok kötü bir yere getirdi, biz bu ülkeyi daha iyi bir yere taşıyacağız.” Bunu anlatabilmesi lâzım ve endişeleri bu anlamda giderebilmesi lâzım, yoksa onun dışında çıkıp; “Biz daha çok Müslümanız, biz daha çok dindarız, biz de aslında dindarız, biz daha iyi hatim indiririz, Yasin okuruz” diyerek bir yarışa girmenin çok fazla bir anlamı yok. Siyasetin dilinin dinselleştirilmesi oyununa çok fazla gelmemek lâzım; çünkü insanların derdi esas olarak geçim. 

Yani, çok basit. Yıllar önce bunu birkaç kere söyledim, hep söyleyeceğim: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluş sürecinde, Refah Partisi ve ardından Fazilet Partisi, kapatılmaları ve ondan sonra Yenilikçilerin ayrılıp parti kurma çalışmaları sırasında, Anadolu’yu dolaşan bir ekipte, bir şeyler anlatıyorlar, dini vs. ve insanlar diyor ki — bunu bana kendisi anlatmıştı AKP’nin kuruluşunda önemli bir yerde olan bir kişi, şu haliyle hâlâ iktidarın bir parçası, dinden imandan bahsetmeleri üzerine, oradaki vatandaşlar demiş ki: “Ya, biz dinimizi biliyoruz, bize dinimizi anlatmanıza gerek yok, bize dinden bahsetmeyin. Sizi de biliyoruz, siz de tamam, dindarsınız, ama bize işsizlikle, yolsuzlukla nasıl mücadele edeceksiniz bunları anlatın.” Yani bu hikâye, Erdoğan’ın başarısı, bu zamana kadar ülkeyi yönetebilmesindeki husus Erdoğan’ın dindar kimliği değil. Dindar kimliği tabii ki cepteydi ya da Erdoğan ve AKP’nin dindarlıkları cepteydi; ama onun ötesinde Türkiye’yi yönetme iddialarıydı. Bunu yapabildikleri ölçüde, bu konuda insanları ikna edebildikleri ölçüde iktidarı taşıdılar. Karşı taraftakiler, muhalefettekiler Erdoğan’la ideolojik bir kavgaya girip daha somut meseleler üzerinden bir muhalefet yürütmeye yönelmedikleri için Erdoğan karşısında sürekli seçim kaybettiler. Şimdi ise, işin rengi değişmiş durumda ve insanlar Erdoğan’dan uzaklaşıyor. Erdoğan’dan uzaklaşmalarının nedeni Erdoğan’ın dinden çıkması ya da artık eskisi kadar dindar olmaması ya da şu bu değil, tamamen ülkenin kötü yönetilmesi, sorunların giderek büyümesi, hayatın giderek pahalılaşması vs. vs. Bunlara verilecek cevabı koyabilmesi lâzım muhalefetin. Endişenin kaynağı din iman değil. 

Dolayısıyla, kafası karışık, Erdoğan’dan kopmaya hazır olan seçmenin endişelerini giderebilmenin yolu onlara dini değil, onlara ekonomiyi anlatmaktan geçiyor esas olarak. Bunu yapabildiği ölçüde muhalefet başarılı olacaktır. Bu iktidarın tepesindeki insanların kurmaya çalıştıkları, yaşam tarzına müdahale senaryosu da açığa düşecektir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.