Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan’ın çözülemeyen Kürt sorunu

AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kürt sorunu yok, çözdük” sözlerini onun kendi Kürt sorununu çözememesinin bir itirafı olarak görmek mümkün. Kürtleri kazanma ihtimalinin kalmadığı ortaya çıktığı andan itibaren kaybetmeye başlayan Erdoğan’ın durumu toparlaması mümkün mü?

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı 

Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD dönüşünde gazetecilere birçok konuda açıklamada bulundu; tabii ki bunların en çarpıcısı, ABD Başkanı Joe Biden’la ilgili söylediği, “Kötü başladık, bu hiç hayra alâmet değil” sözleri başlı başına çok önemli ve Türkiye’nin dış politikasının en azından yakın dönemine damga vuracak sözler. Belli ki S-400 meselesi çok ciddi bir şekilde iki ülkenin arasındaki sorunları daha da şiddetlendirecek — bunu anlamak mümkün. Zaten Erdoğan, ABD’de Biden ile umduğu gibi buluşamadı; hatta birlikte fotoğraf bile çektiremediler; bunun da onu bir şekilde kızdırdığı, rahatsız ettiği anlaşılıyor. Uçakta gazetecilere söylediği hususlardan birisi de, o meşhur, Kılıçdaroğlu’nun “muhatap HDP’dir” sözleri kendisine sorulduğunda, “Öyle muhatap falan yok, çünkü biz bu sorunu zaten çözdük. Böyle bir sorun yok” sözleri. Dün, “Haftaya Bakış”ta bunu Kemal Can’la konuştuk. 

Bu, Erdoğan’ın ilk kez söylediği bir cümle değil, değişik zamanlarda bunu söyleyip duruyor, böyle bir sorunun bittiğini söylüyor. Bu anlamda yeni değil; fakat burada, bunun üzerinde ayrıca durmakta yarar var. Birincisi, bunun ABD dönüşü daha anlamlı olduğu kanısındayım; zira ABD’de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Dışişleri Bakanı Blinken’la yaptığı görüşmede bir şekilde Suriye’deki PYD/YPG varlığı ve bunlara ABD’nin çok ciddi desteği, stratejik olduğu söylenen desteği konusu da masaya gelmiş olmalı ve oradan pek bir şey elde edilmemişe benziyor. YPG/PYD’nin Suriye’de ABD’nin himayesinde olması, aynı zamanda bir şekilde, dolaylı da olsa PKK’nın da himaye altında olduğunu gösteriyor ve bu da Ankara’yı ve Erdoğan yönetimini tabii ki rahatsız ediyor. Burada çok ciddi bir sorun var; Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözüm süreçleri döneminde çözememesiyle beraber artık olay iyice bölgesel ve hatta uluslararası bir hal aldı ve ABD şu anda olayın bir şekilde tarafı gibi duruyor. Dolayısıyla Erdoğan Kürt meselesinin olmadığını söylediği zaman, bunu iç kamuoyuna olduğu gibi dış kamuoyuna da ve özellikle ABD’ye söylemiş oluyor — olayın bir boyutu bu. 

Bir diğer boyutu, Kılıçdaroğlu’nun bu adımının bir karşılık bulması; Sezai Temelli’nin çıkıp, “Hayır, esas muhatap Öcalan’dır” demesinin ardından, önce Selahattin Demirtaş’ın sonra da Eş Genel Başkan Mithat Sancar’ın net bir şekilde tarafın, muhatabın HDP ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu söylemeleriyle, burada muhalefet etrafında HDP ve CHP ve hatta bir şekilde Millet İttifakı’nın diğer potansiyel ortakları arasında bir yakınlaşma, anlaşma havası ortaya çıktı; bu da Erdoğan’ı çok ciddi bir şekilde rahatsız etmişe benziyor. Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin en büyük oyun kurgusu, “Karşı tarafı bozmak, dağıtmak” ve karşı tarafı bozup dağıtmada da esas olarak oraya HDP’nin dahil olmasını engellemek. HDP’nin dahil olmasını engellemenin iki yolu var: birincisi, HDP’yi onlardan uzak tutmak tabii ki; bir diğeri, en çok denenen, diğer partileri HDP’den uzak tutmak — özellikle İYİ Parti’yi ve eğer bu koalisyona katılması söz konusuysa Saadet Partisi, Gelecek Partisi’ni, DEVA Partisi’ni. Yani onlara, “HDP’yle yan yana durursanız sizinle uğraşırız. Siz böylece bölücü, terörist, vs. oluyorsunuz” diyerek, esas stratejiyi bunun üzerine kurmuşlardı; fakat bir diğer yandan da HDP tabanını, kendi yanlarına çekemeseler bile en azından nötralize etmek, özellikle de yapılacak ilk başkanlık seçimlerinde muhalefetin, Millet İttifakı’nın adayına destek vermemek, kendi adaylarını çıkartmak ya da seçimleri boykot etmelerini sağlamak. Erdoğan’ın ve belki bir şekilde Bahçeli’nin de, HDP’siz bir başkanlık seçimi tasavvuru var. Şu haliyle baktığımız zaman, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir süre önce bir belgesel için söyledikleri birdenbire Türkiye’nin gündemine yerleşti ve inisiyatifin muhalefetin eline geçmesine yol açtı. Dolayısıyla Erdoğan’ın “Yok böyle bir sorun” demesinin bu boyutunu çok ciddi bir şekilde düşünmekte yarar var. 

Bir diğer husus ise, son dönemde birbirinden farklı çevrelerin Erdoğan’ı –bunu daha önceki değişik yayınlarda ele aldım, başkalarıyla da, Kemal’le ya da “Adını Koyalım”da diğer arkadaşlarla da tartıştık–, Cumhur İttifakı’nı dağıtmak, Erdoğan’ı Bahçeli’den kopartma yolunda farklı farklı kesimlerin niyetleri ve birtakım çabaları var ve bu konuda spekülasyonlar yapılıyor. Burada şöyle, tabii ki esas olarak aritmetik bir hesap yapılıyor: Bu yetmiyor artık deniyor; AKP+MHP+BBP yetmiyor. Küçük birtakım partiler, Saadet de eklense yine yetmeyecek. Dolayısıyla başka bir formül bulmak lâzım. Başka bir formül olarak da, MHP’yi dışarıya çıkartıp onun yerini başkalarının almasını sağlamak ve bu arada da MHP’yi dışarıda tutarak Kürt seçmeninin de gönlünü yeniden kazanmak hesapları yapılıyor — ki birçok kez söyledim: Bu aslında olabilecek bir şey değil. Baştan sakat doğmuş, gerçekleşmesi bence mümkün olmayan, artık çok geride kalmış bir seçenek; fakat bunu ciddi ciddi düşünenler var. Kimler düşünüyor? Öncelikle AKP’nin içindeki Kürtler düşünüyor; milletvekili ya da değişik konumlardaki kişiler ve bölgedeki AKP teşkilatları çok ciddi bir şekilde, “Şu MHP’den kurtulalım, tekrar bir toparlanma içerisine girelim, her halükârda daha fazla oy alırız” şeklinde bir yaklaşımı dile getiriyorlar ve bir şekilde AKP’den kopmuş olan partilerin de, özellikle Gelecek’in ve bir ölçüde DEVA’nın da böyle bir seçeneği tam anlamıyla kenara atmış olduklarını açıkçası sanmıyorum. Onların değişik zamanlarda yaptıkları birtakım açıklamalarda bunu gördüğümü düşünüyorum. Özellikle Ahmet Davutoğlu’nun son dönemde esas olarak Bahçeli’ye ve MHP’ye saldırması da bu anlamda, böyle bir stratejinin ayağı gibi gözükebilir. 

Bu anlamda, yayının başlığına gelecek olursak, Türkiye’nin bir Kürt sorunu var, Türkiye’nin Kürt sorunu her şeyden önce çok ciddi bir kimlik meselesi, kültürel bir mesele. Olayın ekonomik yönleri var, sosyolojik yönleri var, politik yönleri var; ama bütünüyle bakıldığı zaman Kürt sorunu sadece Türkiye’nin değil, aslında İran’ın da, Irak’ın da, Suriye’nin de sorunu. Bütün bu bölgelerde, Kürtlerin yaşadığı tüm bölgelerde bu sorun değişik şekillerde tezahür ediyor. Irak bu konuda en ileriye gitmiş ülkelerden birisi; fakat en son yapılan Bağımsızlık Referandumu’nun “evet” çıkmasına rağmen hayata geçirilememesi, onların da aslında hiç de istedikleri bir pozisyonda olmadıklarını gösteriyor. Türkiye’nin Kürt sorunu var, kimileri olmadığını söylüyor, ne zaman Kürt sorunu desek, “Nedir bu kardeşim? Anlatsanıza” deniyor, ya da kimileri, “aslında Türkiye’nin sorunu herkesin sorunudur” gibi, olayı kimlik meselesinin dışına çıkartmaya çalışıyor; ama bana göre Türkiye’nin bir Kürt sorunu var. Bu nasıl çözülür? Bunun muhatapları kimdir? İşte bu tartışma yeniden başlıyora benziyor ve Kılıçdaroğlu’nun bu açılımıyla beraber, HDP’yle bunu çözme, Meclis’te çözme seçeneğinin çok güçlü bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz. 

Bu, çözülmüş bir sorun değil. Erdoğan bunu çözdüğünü söylüyor; çözmedi. Çözmüş olsaydı, en son Diyarbakır’a gittiğinde söylediği, “Ben 2015’teki pozisyonumu koruyorum” sözünü etmezdi. Bu sorun çözülmüş değil. Yok denerek de çözülebilecek bir sorun değil; görmezden gelinebilecek bir sorun değil. Çok dile getirilen, klişeleşmiş bir söz var: “Ret ve inkâr politikaları”. Erdoğan da bu kalıbı Çözüm Süreci’nde çok dile getirdi. “Biz artık Kürt meselesini ret ve inkâr çizgisinden çıktık” demişti. Şimdi, “Vardı, ama ben onu çözdüm” diyor, neyi nasıl çözdüğünü anlatmak konusunda çok ciddi bir şekilde zorlanıyor. Neyse, bu ayrı; ama bir de Erdoğan’ın Kürt sorunu var — deminden beri anlatmaya çalıştığım bu. Aslında en son Aralık ayında bir yayında da bunu, “Erdoğan’ın Kürt sorunu” diye söylemiştim; burada, yine bu stüdyoda bunu anlatmaya çalışmıştım. Türkiye’nin Kürt sorunundan ayrı olarak Erdoğan’ın bir Kürt sorunu var. Onu da şöyle özetleyebiliriz: Erdoğan, kendini en güçlü hissettiği anda, Türkiye’de Kürt sorununu tanıyıp bunu barışçıl bir şekilde çözme iddiasıyla ortaya atıldığı anlarda çok güçlendi; ama bu süreci taşıyamadı, başka nedenler de oldu, her neyse ve Erdoğan bu süreci sonlandırdı. Dolmabahçe mutabakatının hemen ardından bu süreci çok ciddi bir şekilde sonlandırdı, masayı dağıttı. Oradan bir sonuç çıkar mıydı çıkmaz mıydı bu ayrı bir tartışma konusu; ama Erdoğan’ın o girdiği yoldan döndüğü muhakkak ve o andan itibaren, belli bir aşamadan sonra Erdoğan’ın Kürt sorunu ortaya çıkmaya başladı; çünkü Erdoğan, Kürt sorununu ret ve inkâr etmeye başladığı andan itibaren gücünü kaybetmeye başladı. 

Bunun iki ayağı olduğunu düşünüyorum: bir, Kürt seçmen gelmiyor ya da azalıyor, kendi tabanından oy kayışı var; yeni kuşak, genç seçmenlerden oy kazanmada, elde etmede çok zorlanıyor; ama bir diğer husus, Kürt olmayan seçmen de ister böyle bir sorunun olduğunu kabul etsin, ister etmesin, herkes yıllardır bunu yaşadığı için, bildiği için, Türkiye’de bu sorunu bir şekilde çözebilecek kişileri arıyor, kişilere daha fazla ilgi gösteriyor. Erdoğan’ın daha önce gördüğü ilgisinin belli bir seviyede olmasında, popülaritesinin yüksek olmasında bana göre Kürt sorununu çözme iddiası çok önemli bir rol oynamıştı; artık bundan vazgeçtiği andan itibaren Erdoğan’ın popülaritesi çok ciddi bir şekilde düşüyor. Söylemeye çalıştığım, sadece Kürtler nezdinde düşmüyor, Kürt olmayanlar nezdinde de düşüyor, uluslararası alanda da düşüyor. Erdoğan’ın Kürt sorununu çözme iddiası, barışçıl şekilde çözme iddiası, onun uluslararası alandaki elini de güçlendiriyordu, ondan da mahrum olmuş durumda — böyle bir sorunu var. Bir diğer sorunu da tabii ki bu düşüşlerle beraber, kendi gündeme getirdiği başkanlık sisteminde bir kez daha seçilme şansı çok ciddi bir şekilde tehlikeye düşüyor ve burada da kilit rolü Kürtler oynuyor, HDP tabanı diye söylediğimiz kesimler oynuyor. Onların tavrı, baktığımız zaman bütün hesaplarda %10’un üzerinde olan –kimilerine göre %14, kimilerine göre %12– o oy oranının hareketi Türkiye’deki birçok şeyin, ama özellikle de %50+1 oyu alanın seçileceği başkanlık seçiminin kaderini belirleyecek. İşte burada Erdoğan, bir yandan “ben bu sorunu çözdüm” diyecek ama diğer yandan bu sorunu bir şekilde hissedip yaşayan kesimlerin ve çözülmesini kendileri için en öncelikli olarak gören kesimlerin oylarını almaya çalışacak ya da kendisine oy vermeseler bile, rakiplerine de oy vermemesini sağlayacak. İşte Erdoğan’ın en önemli Kürt sorunu bu ve bunu çözmesi mümkün olamıyor. 

Ya tekrar Kürt sorununun varlığını kabul edip bunu çözmek konusunda birtakım şeyler dile getirecek ve bunu yaptığı andan itibaren de diğer ortağı olan MHP’yle çok ciddi sorun yaşayacak –ki sadece MHP değil, MHP’nin dışında da devlet içerisinde güçlü birtakım odaklar var, onlarla sorun yaşayabilecek–, dolayısıyla bunu çözemiyor. Genellikle tavsiye edilen ya da onun denediği söylenen yol, kapalı kapılar ardından üstü kapalı birtakım pazarlıklarla, vaatlerle bu işi yürütme çalışması. Bu konuda çok söylenti geliyor; özellikle Güneydoğu’da, eski milletvekilleri, nabız tutanlar vs. ile küçük çaplı bir trafik olduğu yolunda iddialar dile getiriliyor ve Erdoğan’ın burada insanlara alenen söyleyemediklerini el altından, birtakım aracılar sayesinde mesajlarla, vaatlerle yapmaya çalıştığı söyleniyor — ki ne derecede doğrudur bilmiyorum; ama çok duyuyorum, doğrudan tanık olduğunu söyleyenler, birinci elden söyleyenlerle karşılaştım. Ama buradan bir şey çıkması mümkün değil, çünkü hep bunu söylüyoruz: Güneydoğu’daki seçmen –ki sadece Güneydoğu’da değil, aynı zamanda metropollere göçmüş olan, kuşaklar boyu yaşayanlar da var, yakın dönemlerde gelenler de var– buradaki politizasyon seviyesi çok yüksek ve artık o tür vaatlerle ikna edilebilecek bir kesim oldukları asla söylenemez. 

Dolayısıyla Erdoğan, çok boyutlu bir Kürt sorunu yaşıyor. Türkiye’nin Kürt sorununu göz ardı ettiği için, ya da ret ve inkâr ettiği için, kendi Kürt sorununu çözemiyor. Kendi Kürt sorununu çözemediği için de Türkiye’nin Kürt sorununu çözemiyor. Tam bir yumurta-tavuk ilişkisine dönmüş durumda ve nasıl bir zamanlar Kürt sorununu çözebilme ihtimali Erdoğan’ı yukarı çıkarttıysa, bu sorunu çözme ihtimalinden iyice uzaklaşması da Erdoğan’ın kaybetmesine yol açıyor. Erdoğan’ın bir sözü vardı İstanbul’la ilgili — ki büyük ölçüde kendi hayatında bunu yaşadı: “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” demişti. Benim de sürekli söylediğim bir söz var: “Türkiye’de Kürt sorununu çözme iddiası, hangi kesimden olursa olsun siyasetçilerin önünü açar.” Geçmişte, 91 seçimlerinde Demirel, ardından Tansu Çiller, hatta Mehmet Ağar bile bir ara “düz ovada siyaset” gibi çıkışlar yaptı; ama en önemlisini Erdoğan bu çözüm süreçleriyle denedi. Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu bir şekilde, tabii bunlar kadar net olmayan bir şekilde bunu söylemeye başladı ve ilgiler hemen oraya doğru yöneldi. Bölgeden gelen, özellikle orada kamuoyu araştırması yapan arkadaşların aktardığı, “CHP’nin bölgede ikinci parti olma konusunda bayağı bir ilerleme katettiği” yolunda birtakım bulgularla karşılaştıklarını söylüyorlardı, şimdi bu saatten sonra, bu son çıkıştan sonra bunun daha da artacağını tahmin ediyorum; bu da CHP için ilginç bir olay olur; çünkü yakın bir dönemde, bölgede gazeteci olarak çok bulundum –CHP’nin faaliyetlerini de, mesela Kılıçdaroğlu’nu Diyarbakır’da izlemişliğim de vardır–, CHP oralarda varla yok arasında bir partiydi; ama şimdi, insanlar CHP’ye daha fazla kulak kabartmaya başlıyorlar. Bu, belli ölçülerde CHP’den kaynaklanıyor olsa da, esas olarak AKP’den ve Erdoğan’dan kaynaklanıyor. Erdoğan’ın boşlamasıyla Kürt sorunu alanında çok ciddi bir boşluk oluştu ve Kılıçdaroğlu’nun sakin sözlerinin bile karşılık bulabiliyor olması, Erdoğan’ın Kürt sorununu daha da çözümsüz kılıyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.