Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yargı ve “FETÖ”: Melih Gökçek neden tutuklanmadı?

Melih Gökçek’in FETÖ soruşturması kapsamında 17 soruya verdiği altı sayfa tutan cevaplar Türkiye’de yargının bu konuda hiçbir standarta sahip olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi. Gökçek, “Hain olduğunu bilmiyordum” diyerek şimdilik durumu idare etmişe benziyor ancak onun yapıp ettiklerinin çok çok azını yapanların ne mağduriyetler yaşadıklarını unutmak mümkün değil.

Yayına hazırlayan: Kubilayhan Kavrazlı 

Merhaba, iyi günler. Melih Gökçek savcılığa ifade verdi. Biliyorsunuz bir yayında bunu ele almıştım; ama o yayını yaptığım sırada ifadenin detayları daha belli değildi. Daha sonra Ankara’dan meslektaşımız Alican Uludağ ifadeyi buldu ve bayağı kapsamlı biçimde yayınladı. 17 soru sorulmuş kendisine — altı sayfalık bir ifade. Bu ifadeyi okuyunca, yayını o zaman yapmayı düşündüm; sonra araya başka şeyler girdi, kaldı, ama hep aklımdaydı ve başlık da yine buydu: “Gökçek neden tutuklanmadı?” Çünkü bu ifadeyi okuduğunuz zaman, bayağı bir suç var burada; ama bir şekilde daha sonra erteledim. Sonra bir başka olay oldu. Geçen gün “Muhalefet trenine binenler” diye bir yayın yaptım, izleyenler olmuştur. Orada Flash TV’nin onca zaman sonra tekrardan ve birbirinden farklı muhalif isimleri bünyesine katarak yeniden yayın hayatına başlayacağına da değinmiştim. 

Öncelikle şunu söyleyeyim: Burada fotoğrafları olanlardan Akif Beki ve Saba Tümer olayla ilişkileri olmadığını söylediler ve anladığım kadarıyla yeni bilboard’larda onların resimleri çıkartılmış. Burada Atilla Taş’tan bahsederken, “FETÖ’den yargılanan Atilla Taş” dedim; dilimize böyle yerleşti, çünkü Atilla Taş o tarihte birçok gazeteciyle birlikte, tek gerekçe olarak Fethullahçılar’ın yayın organlarında yazmaları gösterilerek içeri atıldılar. Orada çok tanıdığım insan da vardı; mesela bizim Murat Aksoy da Atilla Taş ile bir anlamda kader birliği etmişti. Ve sonunda şöyle bir gerekçeyle mahkûm edildi: “Örgüt hiyerarşisine dahil olmaksızın örgüte bilerek isteyerek yardım etmekten 3 yıl, 1 ay”. Fakat sonra Yargıtay bunu bozdu ve kendisinin şu anda “Cumhurbaşkanı’na hakaret” vs. gibi FETÖ ile alâkası olmayan yerlerden yargılanması sürüyor. Ama şunu söyleyeceğim: Dilimize yerleşiyor, birileri alınıyor ve biz “FETÖ’den yargılandı” diyoruz. O tarihte Fethullahçılar’la alâkası olmayan, Fethullahçı olmadıkları bilinen kişiler — ki Atilla taş böyle birisi. Kendisiyle şahsen karşılaşmadım; karşılaştıysam bile hatırlamıyorum, ama uzaktan bildiğim kadarıyla çok iyi birisi ve Fethullahçı olmayacak kadar iyi birisi — öyle söyleyeyim. Burada dilimize yerleşiyor. Öyle bir şey yapıyorlar ki; insanları alıyorlar, sudan gerekçelerle içeri atıyorlar; “Örgüt hiyerarşinde değil, ama bilmem ne” vs. ve bunlar bizim hafızamıza da yerleşiyor.

Dolayısıyla bu yayını Atilla Taş’a bir özür borcu olarak da yapıyorum ve buradan sonra bakıyoruz: Şimdi, Atilla Taş ne yapmış? Murat Aksoy ne yapmış? Diğer isimler ne yapmış? Gazetelerde yazmışlar, belki televizyonlarda program yapmışlar; ama kendi duruşları belli olan, Fethullahçılık ile alâkası olmayan insanlar. Bu kişiler tutuklandı, uzun bir süre hapis yattı, ceza verildi, cezalar bozuldu, sonra tekrar yargılandılar vs. ve onlara bizim de bilmeden dilimizle eşlik ettiğimiz bir etiket yapıştırdı bu devlet. Ama Melih Gökçek gibi birisine, yıllar sonra –ki onun yıllar sonra ifadesinin alınmasının başlı başına bir olay olduğunu vurgulamıştım; tekrar vurguluyorum; normal şartlarda alınmaması gerekirdi, yani Türkiye’nin bu şartlarında “normal” derken aslında Türkiye’nin anormal olan bu şartlarında alınmaması gerekirdi– ama onun ifadesinin belediyenin yeni yönetiminin ısrarlı suç duyurularının ardından nihayet alınmış olması bile, aslında bir yerlerde bir iplerin çekilmekte olduğunu bize gösteriyor; fakat zamanında Murat Aksoy’u, Atilla Taş’ı ve birçok gazeteciyi, Şahin Alpay’ı, Mümtazer Türköne’yi, gözünü kırpmadan tutuklayan yargıçlar burada Gökçek’i evine bıraktılar. Şunu vurgulamak istiyorum: “Neden tutuklanmadı?” derken bir şey söylüyor değilim. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum; ama geçmişteki o tutuklamaların da yapılmaması ve bu insanların hayatlarıyla böyle oynanmaması gerekirdi. 

Fethullah Gülen’le zamanında kurdukları ilişki için “Allah bizi affetsin” deyip işin içerisinden sıyrılmaya çalışan bir iktidar ve iktidarın destekçileri var; ama bu insanlara çektirdikleri çilelerin, yaşattıkları mağduriyetlerin özrünü bile dilemiyorlar. Melih Gökçek’in ifadesine bakacak olursak, “Yurtlarla, evlerle, dershanelerle ilişkiniz var mı?” diye bir soru. Ben bu detayları açıkçası çok bilmiyordum; yani daha önce duymuş olabilirim, ama bakın: İki oğlu bu yapıya ait Samanyolu Koleji’nde okumuş, iki torunu da yine aynı yapıya ait Atlantik Eğitim Kurumları isimli okulda eğitim görmüş; ama 17-25 Aralık’tan sonra torunlarını buradan almış. Çok güzel… Bu arada, işin ilginç tarafı, Fethullahçılar torunlarının okuduğu okula Melih Gökçek’in eşinin adını vermişler: Okulun adı Nevin Gökçek İlköğretim Okulu ya da Koleji… Ya, şimdi Nevin Gökçek hayatta, Allah uzun ömür versin, hani hayatını kaybetmiş bir bağışçının vs.’nin adını vermeyi falan anlarız. Buradaki ilişkiden, okula eşinin adını verecek kadar Fethullahçılar’ın Melih Gökçek’le yakın olduğunu görüyoruz ve Melih Gökçek daha sonra diyor ki: “Noter kanalıyla ihtarnâme gönderdik; adını kaldırın diye”. Yani ne olmuş? Şöyle diyor: “Biz Fethullah Gülen’i hoca olarak bilirdik, hain olduğunu bilmezdik; ne zaman ki hain olduğunu öğrendik” vs.. 

Melih Gökçek gibi Türkiye siyasetinin en önde gelen, en… –nasıl diyeyim?– işini bilen… ki siyasî geçmişine baktığımızda, Refah Partisi’nden önce farklı farklı yerlerde bulunmuş: Yeniden Milli Mücadele hareketi içerisinde yer almış, sonra daha Türkçü, milliyetçi bir çizgide olarak biliniyor; bir ANAP’lılığı var, o arada Refah Partisi… Refah Partisi kapatıldıktan sonra Demokrat Parti, AKP’ye katılmama, son anda AKP’ye katılma vs.. 1994’ten beri Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni yönetmiş olan, sonra Erdoğan tarafından istifaya zorlanan Melih Gökçek, eşinin adının okula verilmesini herhalde büyük bir memnuniyetle kabul etmiş, ama sonra Fethullah Gülen’in hain olduğunu öğrenmiş. Ve buna dokunmayan yargı… mesela bir tane daha soru var, o meşhur bir soru: Birisi Fethullah Gülen’e FETO diyor –o zaman FETÖ değildi FETO deniyordu ya da bazıları FETTOŞ diyordu falan, neyse– ve Melih Gökçek, üstüne vazife olmamasına rağmen, “Terbiyeni takın! Fethullah Gülen’e FETÖ diyemezsin. Ben sana lakap taksam hoşuna gider mi? Lütfen özür dile” diye tweet atan o kişiye –her kimse– cevap vermiş 2011’de. Daha sonra 13 Temmuz 2013’te, “ABD’de Fethullah Gülen hocamı protesto ediyorlar. Evinin önünde kimse yok. Dört polis trafiği idare ediyor, polis şerit çekmiş” diye bir tweet atmış. Yani: “Ben buradayım hocam; sizi yalnız bırakmıyorum, sizi protesto edenleri protesto ediyorum” demiş. Ama sonra diyor ki: “Hain olduğunu bilmiyordum”. Bir başka husus, Fethullahçı yayın organlarına reklam vermek. Samanyolu TV, KanalTürk, Bugün TV ve STV Haber’e KDV hariç 375 bin liralık ödeme yapmak. Reklam, ne reklamı? Belediyenin reklamı. Niye yapıyor? Fethullahçı yayın organlarına yazı yazan insanların bu örgütten dolayı başına gelmedik kalmıyor; bunlara durup dururken 375 bin liralık reklam veren Melih Gökçek diyor ki: “O tarihte biz onun FETÖ Terör Örgütü olduğunu bilmiyorduk”. Sanki o tarihte onun terör örgütü olduğunu diğerleri biliyorlardı, sanki gazeteciler biliyorlardı. FETÖ ibaresi meselesi zaten apayrı bir husus. Onun için ben kullanmamayı tercih ediyorum; ama yargı söz konusu olduğu zaman ve davaları FETÖ diye açılmış olduğu için, mecbûren bunu, ama tırnak içine alıntılayarak kullanıyoruz. 

Zamanında insanlara, “FETO diyemezsin, terbiyeni takın. Olur mu ben sana lakap taksam?” diye fırça atan Melih Gökçek, şimdi, “Benim FETÖ ile alâkam yok” deyip bunlar hakkında en ileri geri lâfları pekâlâ ediyor ve ondan sonra, 17 soruya cevap verdikten sonra, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor. Hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edebilmesi pek mümkün değil aslında; çünkü bu ifadeyi vermiş olması bile başlı başına çok şeyin olduğunu bize gösteriyor. 

Fakat tekrar ısrarla ve ısrarla aynı soruyu sormamız lâzım: Türkiye’de yargının FETÖ kriteri nedir? Böyle bir şablon mu var? Yani buradaki şablon nedir? Kalkıp, “Ben onun terör örgütü olduğunu bilmiyordum” diyen bir kişiyi, her kişiyi aynı şekilde serbest mi bırakıyorlar? Yutuklamıyorlar mı? Şu anda çok sayıda kişinin, Fethullahçılar’ın değişik yerlerinde değişik şekillerde var oldukları için; gazetelerine şusuna busuna abone oldukları için ya da birtakım vakıflarına, derneklerine, sendikalarına üye oldukları için içeride olduğunu biliyoruz. İşlerini kaybettiklerini billiyoruz. Hastalar var, bebekler var, cezaevinde bebekler var. En son bir olay: Kanser hastası bir kadının tekrar tutuklanarak cezaevine konması meselesi var. Bütün bunlarda yargı çok net bir şekilde, acımasız bir şekilde –ki bu acımasızlık meselesini değişik vesilelerle sık sık tartışmaya çalıştım; bence çok acımasız bir şey bu– baştan itibaren devlet bu konuda çok ciddi bir hata yapıyor. Çok çok ciddi bir hata yapıyor ve bu hatanın sonucunda tüm Türkiye çok ciddi hasar görüyor, çok ciddi travmalar yaşanıyor ve yaşanacak. Ama özel olarak bu travmaların ana adresinin İslâmî mahalle olduğunu özellikle vurgulamakta yarar var. Yani bu kadar Cumhuriyet’in ilk yıllarına atfedilen, dindarlara baskı şu bu, ya da 28 Şubat’a atfedilen baskı iddialarının, öykülerinin çok çok ötesinde öyküleri, şu anda Türkiye “Fethullahçılık’la mücadele” adı altında yaşıyor. 

Burada yapılanın bir hata olduğunu, devletin bu stratejisinin hata olduğunu düşünüyorum. Hatanın dışında, bir de tabii işin FETÖ Borsası gibi bir başka boyutu var — onu da biliyoruz. Parası olan, gücü olan birilerinin çok âlâ kendilerini buradan sıyırabildiklerini, bu arada çok sayıda insanın acayip şekilde dolandırıldığını, kandırıldığını vs.’yi de biliyoruz. Sonuçta Türkiye’nin Fethullahçılar’la Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yargısının Fethullahçılar’la yürüttüğü mücadele başlı başına bir fiyaskodur. Bu fiyaskonun örneklerinden birisi, başta değindiğim gibi Atilla Taş, Murat Aksoy ve diğerleri, gazeteciler Mehmet Altan, Şahin Alpay, Ahmet Altan…  Bütün bunların hepsi, gerçekten fiyaskonun ötesinde, Türkiye’nin yargısının ve aslında tüm Türkiye’nin çok ciddi birer ayıbıdır. Bu ayıplar yapılırken, bir diğer yandan aynı yargının pekâlâ çok anlayışlı bir şekilde insanları dinleyebildiğini, onları anlayışla karşılayabildiğini Melih Gökçek olayında görüyoruz. O kadar şey anlatılıyor: “Eşimin adını okula vermişlerdi”. Ya, şimdi düşünüyorum da… 

Böyle bir olayı, muhalefetten herhangi biri bu olayın onda birini yaşamış olsaydı, herhalde hâlâ içerideydi, ya da sürüm sürüm sürünüyordu ya da ülkeyi terk etmişti; ülkeye bir daha giremiyordu, ne zaman gireceği belli değildi vs.. Şimdi, 375 bin lira reklam vermiş. Niye verir reklamı? Çünkü biliyor ki orası bir güç ve o güce ihtiyacı var. Birlikte yürüdüler o yollarda. Birlikte yürüdüler ve bunu yaparken çok bilinçli bir şekilde yaptılar. Belki hain demiyorlardı ama, birbirlerine aslında hiç güvenmiyorlardı. Çünkü böyle güç sahibi insanların kurdukları koalisyonların temel özelliklerinden birisi de her an bunu bozulabileceğidir ve hep bir taraflarını, sırtlarını hep duvara vermek ihtiyacı hissederler — ki bunu da herhalde en iyi Melih Gökçek biliyordur. Birlikte yürüdüler. 

Bütün bu şeylerin hepsinde, Fethullahçılar’ın devlet içerisinde paralel bir yapılanmaya sahip olduğunu herhalde hepimizden iyi bunlar biliyordu. Ben daha gazeteciliğimin ilk yıllarında Nokta dergisinde askerî okullardan atılan Fethullahçılar’ı çıkartabilmişsem –ki bir haber kaynağımın sayesinde tesadüfen oldu ve hâlâ çok önemli bir dosyadır; Can San ile birlikte yapmıştık Nokta’da–, ben onu o tarihte yapabildiysem, herhalde Melih Gökçek Fethullahçılar’ın nerede ne kadar güçlü olduklarını, neden eşinin adını durup dururken okula verdiklerini pekâlâ hepimizden çok daha iyi biliyordu. Ve şimdi hiçbir şey olmamış gibi ya da en azından bu davada şu aşamada –onu da özellikle vurgulayalım– olmamış gibi yoluna devam ediyor. Ama birçok kişi, Fethullahçılar’la çok dolaylı ilişkileri nedeniyle, Fethullahçı olmadıkları biliniyor olmasına rağmen birçok kişi cezalandırıldı, hem de ibret olsun diye çok acımasız uygulamalara muhatap oldular, çok ciddi şekilde mağdur edildiler; hâlâ mağduriyeti sürenler var ve birçoğunun bu mağduriyetinin telâfîsi konusunda herhangi bir adım atılmıyor. Evet, çok da uzatmaya gerek yok. Buna çifte standart bile denemez. Bu bambaşka bir şey. Tamamen yargının siyasî alanla iç içe geçtiğinin çok acı bir örneği bu. Kimsenin bu kadar Bu örgütün içerisinde çok bilinçli bir şekilde örgütün militanı, yöneticisi vs. olanlar dışında, kişilere sempati duyan, bir şekilde destek vermiş olan, yani Fethullah Gülen’in kitaplarını okuyan, onun iyi bir şey yaptığını sanan, onun cemaatinin ve hareketinin eğitim vs. gibi hususlarla gerçekten Türkiye’ye katkıda bulunduğunu sanan ve bu anlamda da kanan –öyle diyelim– insanların görmesi gereken muamele, en fazla yaptıklarının yanlış olduğunun kendilerine aleni bir şekilde anlatılması ve bir daha yapmamaları konusunda çok ciddi bir şekilde uyarılmaları iken, Anadolu’nun dört bir tarafında kendi hâlinde birçok sıradan insana bu uygulama yapılmazken, Melih Gökçek ve benzeri insanlara pekâlâ yapılıyor, yapılabiliyor. Bununla adı adalet falan değil tabii ki. Dolayısıyla Türkiye’nin yeni bir döneme geçmesi hâlinde –ki geçecek–, önünde böyle çok büyük bir dosya olacak. Bu dosya hakikaten hakları yenilen, kendilerine gerçekten çok orantısız cezalar uygulanan kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi gerekecek. Bugün esas Meral Akşener üzerine bir yayın yapmayı düşünüyorum: 15.30’da. Bu araya kaynamış oldu. Atilla Taş’a, tekrar FETÖ’den yargılanıp oradan aklanan, nev’i şahsına münhasır, başlı başına bir fenomen olan Atilla Taş’a buradan bir selam yollayalım. 15.30 da Meral Akşener’in Türkiye’nin bir sonraki başbakanı olma ihtimalini neden güçlü gördüğümü anlatacağım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.