Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (62) – İz bırakan üç Medyascope canlı yayını: Selahattin Demirtaş, Bülent Arınç ve Meral Akşener

Gazetecilik anılarımın 62. bölümünde Medyascope’un ilk dönemlerinde yaptığım ve epey ilgi uyandıran üç canlı yayının öyküsünü anlattım.

Yayında bahsedilen yayınların linklerini aşağıda bulabilirsiniz.

Selahattin Demirtaş (6 Ekim 2015): https://www.youtube.com/watch?v=qJuFS2PLW5E

Bülent Arınç (12 Ağustos 2016): https://www.youtube.com/watch?v=JwuzLCqL0RE

Meral Akşener (23 Şubat 2017): https://www.youtube.com/watch?v=rNBYkb6httQ

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 62. bölümünde, Medyascope’un ilk yıllarında yaptığım canlı yayınlardan üçünü özel olarak anlatmak istiyorum. Bunlar hâlâ, benim Medyascope deyince ilk aklıma gelen yayınlar. Sırasıyla söyleyecek olursak: Selahattin Demirtaş, Bülent Arınç ve Meral Akşener. Her birinin ayrı ayrı öyküleri var ve her birinin o dönemde çok daha fazla bir anlamı vardı. Daha sonra Meral Akşener’le başka yayınlar da yaptım. Ama ilk yaptığım yayın, benim açımdan çok daha fazla önemliydi. Zira o tarihte Meral Akşener, henüz İYİ Parti’yi kurmamıştı. Ama sırayla gidelim:

İlki, Selahattin Demirtaş’la 6 Ekim 2015’te yaptığımız canlı yayın. O tarihlerde biz eski stüdyoda, Sanayi Mahallesi’ndeydik. Türkiye, Kasım seçimlerine gidiyordu. Yani Haziran’da HDP çok büyük bir başarı göstermişti. Fakat Kasım’a doğru, HDP çok ciddî bir şekilde dışlandı. Zaten Güneydoğu’da yaşanan çatışmalar, onun dışında ülke çapında farklı kişiler tarafından, farklı gruplar tarafından düzenlenen ve özellikle büyük şehirlerde çok ciddî can kaybına yol açan terör eylemleri vs.. Selahattin Demirtaş ve HDP, Erdoğan tarafından tam anlamıyla sistem dışına itilmek isteniyordu. Haziran seçimleri öncesinde, hatırlanacaktır, Demirtaş hemen hemen her yere çıkıyordu. HDP, ana akım medyada gözüküyordu. Hatta CNN Türk’te, Ahmet Hakan’ın yayınında saz bile çalmıştı. Fakat ardından, Kasım seçimleri kararı alındıktan sonra –herhalde bir tâlîmatla–, Demirtaş’a ve HDP’ye bütün kapılar kapandı. Demirtaş ve HDP, medyada kendini ifâde etmekte, seçim propagandası yapmakta çok ciddî engellerle karşılaştılar. 

İşte böyle bir ortamda, biz Demirtaş’la bir canlı yayın yaptık. Haziran seçimi öncesinde yapmamız mümkün değildi; zira bizim o tarihte bir stüdyomuz yoktu ve zaten Ağustos’ta Medyascope’u lanse etmiştik. Ekim 2015’te, stüdyomuz da varken, yani ilk kurulduğumuzdan birkaç ay sonra ve devletin bütün baskılarına rağmen –bize bir baskı yapmadılar, belki bizi önemsemiyorlardı… bilmiyorum ama– biz o yayını yaptık ve yaparken de çok ciddî bir risk aldık. Pekâlâ o ortamda her an canlı yayın da basılabilirdi. Sonrasında soruşturma açılabilirdi vs.. Hiçbir şey olmadı. Fakat ne oldu? Selahattin Demirtaş’la, yaklaşık 90 dakika sürmüştü ve Demirtaş’ın başka bir işi de olduğu için belli bir saatte kalkması gerekiyordu. Ama çok yoğun bir yayın oldu. Çok soru vardı ve bütün bu soruların hepsini sordum. Bütün bu soruların hepsine de Selahattin Demirtaş çok açık, net cevaplar verdi ve o verdiği cevapların bazıları, biliyorsunuz, Erdoğan tarafından seçim malzemesi olarak kullanıldı. Mesela en son yerel seçimlerde de o videolardan kestikleri bölümleri, bizim yayınlarımızdan kestikleri bölümleri yayınladılar. Bir şey olmadı. Çok büyük bir ilgi gördü. Çünkü Demirtaş hiçbir yerde yoktu. Biz bunu yaptık ve bu bizim aslında Medyascope olarak kendimizi gerçek anlamda ilk gösterdiğimiz bir yayın oldu. Bağımsız ve özgür gazeteciliğin nasıl olabileceğini, açık ve net bir şekilde gösterdik. İsteyen o yayını tekrar izleyebilir. Bizim YouTube sayfalarımızda var. Medyascope’un sitesinden de ulaşılabilir. Hiç böyle “al gülüm ver gülüm” olmayan, gazetecilik sınırları içerisinde çok verimli bir söyleşi olmuştu ve Selahattin Demirtaş da çok memnun kalmıştı. Biz de memnun kaldık ve de tabii ki şimdi 6 yıl sonra baktığımda, bu yayından dolayı başımıza bir şey gelmemiş olmasına da şaşırdık ve memnun olduk. Sonuçta iyi bir yayın oldu. 

Başka çok yayın yaptık tabii. Canlı yayınlar… Ankara katliamı gibi olayların ardından, neredeyse tüm gün süren canlı yayınlar – ki o tarihlerde bizim teknik imkânlarımız çok daha sınırlıydı. Altyapımızda çok ciddî sorunlar vardı. Özellikle sesle ilgili, bağlantıyla ilgili sorunlar yaşanıyordu. Bütün o sorunlar yansıyordu bir de ekrana, videolara. Canlı yayınlara yansıyordu. Ama izleyen insanlar buradaki içeriklerle ilgilendikleri için bunlara çok fazla takılmıyorlardı. Hatta bir nevi, bunlar bizim markamız gibi oluyordu. Yaşanan kopukluklar, seste çıkan ârızalar vs.. Bu bir şekilde bizi daha fazla câzip kılabiliyordu. Fakat daha sonra Medyascope iyice yerleştikten sonra, artık ses vs. gibi sorunlara izleyicimiz hiçbir şekilde tahammül edemiyor. En son benim yaptığım bir yayında, neden kaynaklandığını bilmediğim sesteki bir sorundan dolayı, YouTube’da bilmem kaç tane birden yorum karşımıza çıkabiliyor.

Evet, Selahattin Demirtaş’tan sonra, en çarpıcı yayınlardan birisi, Bülent Arınç’la 12 Ağustos 2016’da yaptığımız yayındır. Şimdi bunun da ilginç bir öyküsü var. Ben Bülent Bey’i –hattâ bir “Gomaşinen”de de anlattım bunu, tekrar olacak ama bence önemliydi–, Bülent Bey’i çok eskiden beri tanırım. Millî Görüş hareketinden ilk tanıdığım isimlerden birisidir ve bir hukukumuz da vardır. Kolaylıkla ulaşabileceğim birisidir ve samîmî bir diyaloğumuz da vardır. Ben Bülent Arınç’ı, Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde Medyascope’a dâvet ettim. O tarihte Bülent Arınç –yani Medyascope 2015 Ağustos’unda kurulduktan sonra seçim oluyor, seçimden sonraki dönem–, Bülent Arınç çok önemli görevlerde bulunan bir isimdi. Örneğin Başbakan Yardımcısı olarak TRT, Anadolu Ajansı filan da ona bağlıydı — devletin medyası. İstediği yere, istediği zaman çıkabilen birisiydi ve çıkıyordu da zâten. Ben onu dâvet edince, kibar bir şekilde, “İnşallah bir gün yaparız, ama şimdi yapmayalım” filan diye, beni nâzik bir şekilde reddetmişti. Biz de o tarihlerde açıkçası –hâlâ var bu– iktidardan da isimleri çıkartmak istiyorduk. Çünkü –nasıl diyeyim?– muhâlif olmak gibi bir iddiamız yok, biz gazetecilik yapmak isteyen bir yeriz ve bağımsız gazetecilik yapmak isteyen bir yeriz. O zaman da öyleydi, bugün de öyle. İktidardan da insanlar çıksın istiyorduk. Ama iktidardan insanlar çıkmak istemiyorlardı. Bir kere, ihtiyaçları yoktu böyle bir şeye. Çünkü bütün medya kontrolleri altındaydı. Ayrıca çıkarlarsa, belki birilerini rahatsız ederiz diye düşünüyorlardı herhalde. Çok kişiye böyle teklifler yaptım ve genellikle de kibar bir şekilde reddedildim. Bunlardan birisi de Arınç’tı. 

Ama sonra, bir gün Bülent Bey beni aradı, dedi ki: “Hâlâ o teklifin geçerli mi? —“Hangi teklif?” —“Yayın teklifi” —“Tabii geçerli” dedim. Dedi ki: “Ben İstanbul’a geliyorum, yapalım.” Neden böyle oldu? Çünkü Bülent Arınç tasfiye edilmişti. Bir de îtibarsızlaştırılıyordu. Sosyal medyada özellikle, şimdi Pelikan olarak bilinen çevreden isimler, Bülent Arınç’a çok hakaretâmiz şeyler söylüyorlardı ve Bülent Bey özellikle bu konularda çok duygusal birisidir. Bunu herkes bilir. Çok ciddî bir şekilde alınmış, rencîde olmuş ve tabii ki düne kadar istediği her yere, istediği zaman çıkan, hatta doğrudan TRT’nin, Anadolu Ajansı’nın bağlı olduğu kişi, birdenbire medyasız kalmıştı. Medyascope’a geldi. Sanayi Mahallesi’ndeki stüdyoya geldi ve bir buçuk saatlik bir yayın yaptık. Kelimenin gerçek anlamıyla bomba gibi bir yayındı. Eminim o yayını, iktidarın önde gelen birçok isimleri de ya canlı ya sonrada izlemiş, en azından Bülent Bey’in söylediklerini not etmiştir. Bülent Bey çok doluydu. Konuştukça konuştu ve özellikle de hep o lâfı aklımdadır: “Troller ve troliçeler…” Kimleri kastettiğini tahmin edebiliyoruz. Onlara cevap yetiştirme ihtiyâcı hissetti ve orada da görüldüğü gibi herkesin bir gün, özgür ve bağımsız medyaya ihtiyaç duyacağı ortaya çıkmıştı. Bülent Bey de bu yayına katılarak bunu gösterdi. Bizim de çok hoşumuza gitti. O da çok memnun oldu. Daha sonra Bülent Bey “tekrar barıştı” diyelim. Çünkü yine bir küskünlükleri filan var; ama artık çok fazla, o tarihte uğradığı gibi saldırıya uğramadığı için çok konuşma ihtiyâcı hissetmedi. Arada sırada birtakım demeçler veriyor ya da sosyal medyada paylaşımlar yapıyor. Ama o tarih, Ağustos 2016 onun için çok önemliydi. Bizim de birinci yılımızdı neredeyse ve birinci yılımızda, böyle, iktidârın o âna kadar en önemli isimlerinden birinin geldiği, sosyal medya üzerinden yayın yapan bir kanal olarak kendimizi gösterdik. Medyascope’un özellikle iktidar cenâhı tarafından bilinmesinin de bir tür milâdı olmuştur herhalde o olay. 

Bir sonraki yayın: Meral Akşener. 23 Şubat 2017, yani her yıl bir tâne. Başka yayınlar da yaptık tabii. Çok kişiyi konuk ettik. Parti liderlerini; mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nu konuk ettik. Temel Karamollaoğlu’nu konuk ettik. Daha sonraki dönemde Ali Babacan’ı, Ahmet Davutoğlu’nu birçok kişiyi konuk ettik. Ama bunların yeri benim açımdan çok ayrıdır. Çünkü Meral Hanım o tarihte MHP’den dışlanmıştı. Ne yapacağı belli değildi. Parti kuracak herhalde deniyordu. Öyle bir tarihte geldi ve siyâseti, bağımsız olarak, kendi ayakları üzerinde yapmak için — yani daha önce biliyorsunuz, hep Tansu Çiller’le anıldı; sonra AKP’nin kuruluşunda yer alacak gibi oldu; MHP’ye geçti, Devlet Bahçeli ile anıldı. Ama ilk kez birinci kişi olarak, lider olarak ortaya çıkmasının arifesidir ve bu anlamda da o yayın –ne kadar böyle düşünüyor bilmiyorum ama– bence Meral Akşener’in siyâsî kariyerinde de önemli bir eşikti. Tam kararını vermemiş, ama vermekte olan, bunun çalışmalarını yürüten birisi olarak, 23 Şubat 2017’de geldi. Yine eşiyle berâber gelmişti hattâ, hiç unutmuyorum. Çok heyecanlıydı. Şimdi tam olarak neler dediğini açıkçası çok hatırlamıyorum. Ama o tarihte Meral Akşener’in, kendi başına bir arayış içerisinde olduğunu deklare ettiği bir yayındı o ve bizim açımızdan da çok önemliydi. Bizim için önemli olduğu kadar onun için önemli olmayabilir; ama bizim bağımsız yayıncılığımızın önemli bir çıkışıydı. 

Bakın, üç tane isim sayıyorum: Selahattin Demirtaş, Bülent Arınç, Meral Akşener. Onun dışında birbirinden farklı kiişleri, mesela Ülkü Ocakları başkanlarını da çıkarttık, HDP’nin değişik isimlerini de çıkarttık, mesela Mansur Yavaş’ı belediye başkanı olmadan önce çok çıkarttık. Bunların bazılarını, o tarihte Zoom yoktu, Skype üzerinden yapıyorduk çok sayıda yayınımızı. Ama tabii ki stüdyoda yapılan yayınların yeri bambaşka oluyor. Özellikle bizim o Sanayi Mahallesi’nde, tamirhanelerin arasındaki stüdyoya, bu her biri kamuoyu tarafından bilinen kişilerin gelmesi de bir başka olay oluyordu. Tamirhanelerden insanlar çıkıyorlardı. Onlarla konuşuyorlardı. Fotoğraf çektiriyorlardı. Meselâ bir keresinde, eski Ülkü Ocakları Başkanı Azmi Karamahmutoğlu gelmişti. Bizim karşımızda, tam Sanayi Mahallesi’nde otopark vardı. Meğer otoparkı işletenler de ülkücüymüş. Bu vesîleyle öğrendik. Her biri Azmi’ye gidip, “Başkanım” diye sarıldılar ve onunla fotoğraflar çektirdiler. Meselâ Kemal Bey, her seferinde, tam bizim yanımızda bir tamirci vardı, onunla her seferinde ayrı ayrı fotoğraf çektiler. Birbirlerine âşinâ da oldular vs.. 

Bütün bunların hepsinin yeri tabii ki farklı, ama esas bu üç canlı yayın, her biri kendileri için de anlamlı olan, meselâ Demirtaş hiçbir yere çıkamazken ya da çok az yere çıkarken, ya da Bülent Arınç birdenbire îtibarsızlaştırma kampanyasının ortasında, kendi sesini duyurma imkânından mahrumken ve Meral Akşener de yine AKP destekli MHP’nin kuşatması altında kendine bir yol açmaya çalışırken, bunların her biri Medyascope’ta, kendilerine çok geniş bir platform olarak yer buldular. Kendilerini özgür bir şekilde ifâde etme şansına ulaştılar. Kendilerine tekrar teşekkür ediyorum ve özel olarak da Demirtaş’ı en kısa zamanda tekrar yeni stüdyomuzda ağırlamak istediğimizi de vurgulamak istiyorum. Kendisiyle cezaevindeyken bazı arkadaşlarımız ve bir kere de ben, yazılı soru yollayarak röportajlar, söyleşiler yaptık ve bunların her biri ayrı ayrı ilgi de uyandırdı; ama Demirtaş’ı tekrar özgür bir şekilde görmek ve onunla tekrar stüdyoda, canlı yayında uzun uzun konuşmayı gerçekten istiyorum. 

Şunu da özellikle vurgulayayım: Bu bahsettiğim isimlerin her biri –tabii bütün siyâsetçilerde benzer şeyler var– bir gazetecinin arayıp da bulamayacağı türden insanlar. Yani açık konuşan, net konuşan, doğrudan konuşan şu saydığım bütün isimler. Bunu, diğerleri böyle yapmıyor anlamında söylemiyorum. Ama özellikle bu üç yayının da ayrı ayrı yer tutmasının benim açımdan en önemli özelliği, konjonktürlerdi ve kişilerin gerçekten çok samîmî bir şekilde konuşmaları çok önemli olmuştu. Bunlar bizim köşe taşlarımızdı. Daha çok yolumuz var gidecek. Daha çok yayınımız var yapılacak. İnşallah Türkiye’nin tekrardan normalleştiği bir ortamda, çok daha özgür, çok daha kapsayıcı bir şekilde ve gelmekten imtinâ edenlerin de gelmeye başlayacağı bir dönem olur — onu özellikle vurgulamak istiyorum: AKP iktidardan gittikten sonra, herhalde bize gelmek istemeyenlerin birçoğunun kapımızı çalacağını da şimdiden tahmin edebiliyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.