Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yeniden BİM olayı: Bir Nakşi cemaatin Erdoğan ile sınavı

Rekabet Kurulu, birçok zincir markete ağır cezalar verdi. Bunların başında 958 milyon lirayla BİM geliyor. BİM’in sahipleri, Nakşibendiliğin Erenköy Cemaati’nde ağırlığı olan Topbaş ailesinden. Bu da Erdoğan ile Cemaat’in arasının açık olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor.

Yayına hazırlayan: Kubilayhan Kavrazlı 

Merhaba, iyi günler. Bugün Rekabet Kurulu, zincir marketlere çok ağır cezalar verdi — 2 milyarı aşan cezalar… Bunların en yükseği, cirosu en yüksek olan zincirlerden BİM’e: 958 milyon lira. Daha sonra Yeni Mağazacılık: 646 milyon; Migros: 517; ŞOK: 384, Carrefour: 142 diye devam ediyor. Şimdi biliyoruz ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, hayat pahalılığı şikâyetlerinde sorumlu olarak zincir marketleri göstermiş, bunlara denetimlerin ağırlaştırılacağını söylemişti ve de Tarım Kredi Kooperatifleri’nin mağazalarının artırılacağını ve zincir marketlerle mücadele edileceğini söylemişti. Bunları da ayrı ayrı yorumlamıştık. Gerçek sorunların gerçek nedenleriyle yüzleşmek yerine durumu idare etmeye çalıştığını söylemiştik. Ama her neyse, sonuçta cezalar geldi. Bu cezaların itiraz süresi var; ama herhalde azalsa bile, bu cezaları ödemek durumunda kalacaklar. Bunun fiyat artışlarını ne derece durdurabileceği ya da fiyatları ne derece kontrol edebileceği ayrı bir tartışma konusu. Bunu ekonomistler tartışsın. 

Ben işin siyasî ve birazcık da –birazcık değil, fazlasıyla– dinî boyutu üzerine durmak istiyorum. Zira hatırlayanlar olacaktır; yaklaşık iki buçuk yıl önce A Haber’de ve Sabah gazetesinde, Sabah Grubu’nda BİM zincirine karşı çok ciddi yayınlar yapılmıştı ve onlara aşırı fiyat uyguladıkları, tekelcilik yaptıkları yolunda suçlamalar götürülmüştü. Onu bulup okumak istiyorum: “BİM, yüksek fiyattan satış yapıyor. Öte yandan tanzim satışlar…” O sırada hükümet, iktidar, tanzim satışlar kurmuştu, hatırlanacaktır. Tanzim satışları gözetmek adı altında BİM’e saldırmışlardı. Diyor ki: “Tanzim satışlarla beraber birçok market zinciri indirim yaparken, BİM’in kâr etmeyi ön plana alıp indirim yapmaması dikkatleri üzerine çekti” diye rakamlar vs. vermişlerdi. Çok şaşırtıcıydı. Zira BİM, Türkiye’de Nakşibendîliğin önde gelen kollarından Erenköy Cemaati’nin bir nevi şirketidir diyelim. Erenköy Cemaati deyince akla Topbaş ailesi geliyor. Topbaş ailesinin önde gelen isimleri BİM’in asıl sahipleri — yani Mustafa Lâtif Topbaş, Ahmet Arif Topbaş. Bu kişiler, özellikle de 17-25 Aralık’ta Mustafa Lâtif Topbaş hatırlanacaktır; Erdoğan o tarihte başbakandı, onun Erdoğan’la telefon görüşmeleri yayınlanmıştı. Oradan da biliyoruz: Erdoğan’ın yakın arkadaşı. Arkadaş olmanın ötesinde, cemaat olarak güçlü bir cemaat. Nakşibendîliğin diğer kollarından farklı. Zaten Nakşibendîliğin tüm kollarının ayrı ayrı birtakım özellikleri vardır. Erenköy Cemaati öteden beri daha çok ticaret alanında faaliyet gösteren kişilerin bağlandığı, başından itibaren ticaret ile çok uğraşan ve yükseköğretime giden öğrencilere yurt vs. imkânı sağlayan ve daha elitist bilinen bir cemaat. Kültürel faaliyetleri var, Altınoluk diye yıllardır çıkan bir dergileri var.

Dışarıya çok açılan bir cemaat değil; çok kapalı da değil. Bu cemaat daha çok kendi köşesinde kalmayı tercih etmiş, devletle zıtlaşmamaya çalışmış, devletten bağımsız kendi ayakları üzerinde durmaya özen gösteren az sayıdaki cemaatten birisi. Çok değişik bir yapı. Bu yapının içerisindeki, özellikle Topbaş ailesinden bazı isimlerin Erdoğan ile çok yakın olduğunu biliyoruz ve AKP iktidarı döneminde önlerinin iyice açılmış olduğunu da biliyoruz; fakat yine de kendi bağımsızlıklarını, en azından özerkliklerini korumak istediklerini de biliyoruz. 

Şimdi bunları neden anlatıyorum? 2,5 yıl önce böyle bir olay oldu. BİM hedef gösterildi. Berat Albayrak’ın kardeşinin yönettiği, iktidarın önde gelen yayın organlarında hedef gösterildi. Bu tabii çok ciddi bir soru işareti ortaya attı: “Neden böyle oluyor?” diye. O tarihte bunu değerlendirirken –genel seçimler öncesi olan bir olay bu–, Erenköy Cemaati’nin AKP iktidarı ile arasına belirli ölçülerde mesafe koymaya çalıştığını ve bir anlamda bu nedenle cezalandırılmak istendiğini söylemiştim. Aradan çok zaman geçti. Şimdi bakıyoruz: BİM’e 1 milyara yakın ceza geliyor. Eğer şimdi Türkiye normal bir ülke olsaydı, sahibi kim olursa olsun birisi yanlış yapıyorsa tabii ki kurallar ve kanunlara uygun olarak cezası neyse verilir ve o da cezası neyse öder derdik. Ama Türkiye normal bir ülke değil. Türkiye’de bir otoriter yönetim var, bir tek adam yönetimi var ve dolayısıyla siz Erdoğan’a ne kadar yakınsanız o kadar imtiyazlı; ne kadar uzaksanız da o kadar sorunlu oluyorsunuz. Dolayısıyla Erdoğan daha baştan zincir marketleri hedef gösterdiği zaman, burada ilk akla gelecek marketlerden birisinin BİM olduğunu ve dolayısıyla Topbaş ailesi olduğunu herhalde biliyordu. Bilmemesi diye bir şey söz konusu olamaz ve Rekabet Kurulu da herhalde Türkiye’deki tüm kurumlar gibi herhangi bir özerkliği, bağımsızlığı olmayan bir kurum olduğu için… Türkiye’de artık bütün kurumlar böyle, yargı da böyle, tamamen siyasî iktidarın denetiminde; mesela en bağımsız olması gereken kurumun, Merkez Bankası’nın hâli ortada, RTÜK’ün hâli ortada, vs.. Burası da herhalde en yüksek cezayı BİM’e Erdoğan’a rağmen kesemezdi. 

Bu haberi görünce ilk aklıma bunlar geldi. Farklı haber kaynaklarından biraz araştırdım. Bu iki buçuk yıl içerisinde Erenköy Cemaati’yle Erdoğan arasındaki ilişkilerin düzelip düzelmediğini araştırdım. Hâlâ birtakım sorunlar olduğu, çok büyük bir iç içelik olmadığını öğrendim. Bazı cemaatler artık Erdoğan’la birlikte anılıyorlar; örneğin İsmailağa, hatta Menzil gibi… birtakım Nurcu gruplar da aynı şekilde. Bazıları çok açık bir şekilde dışında; mesela Yeni Asya Nurcuları ya da Süleymancılar gibi. Erenköy, anladığım kadarıyla tam anlamıyla Erdoğan’la birlikte adının anılmasını istemiyor. Bunun birçok nedeni olsa gerek; ama bu nedenlerden birisi herhalde Erdoğan iktidarının sonunun yaklaştığını düşünüyor olmalarıdır — birçok kişi gibi. 

Biraz daha olayı deştiğimiz zaman şöyle bir şey ortaya çıkıyor: 17/25 Aralık sadece Erdoğan ailesi ya da Erdoğan’ın bakanları için değil, birçok İslâmî yapı için de bir dönüm noktası oldu — Fethullahçılar’la Erdoğan’ın çatışması. Ve o andan itibaren zaten hatırlanacaktır 17-25 Aralık’ta Fethullah Gülen bazı cemaatleri doğrudan ya da dolaylı olarak hedef de gösterdi. Erenköy Cemaati’nin de adını anmıştı o zaman. Sözüm ona onları gözetiyormuş gibi yapıp adlarını andı. Adlarını anmış olması, tabii onlara yönelik bir sinyaldi. Yani şöyle bir sinyaldi bence: “Tercihinizi yapın; Erdoğan’dan yana olursanız sizin de başınız yanar” demeye getirdi ve o dönemde birçok yapı da bayağı bir telâşa kapıldılar; Erdoğan’la yakın olan, onun sağladığı birtakım imtiyazlardan faydalanmış olanlar. Tabii bu sonra 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından daha da netleşti ve Erdoğan da ülkeyi iyice otoriter bir rejime taşırken cemaatleri kendine bağlamayı tercih etti. Yani öyle özerklik, bağımsızlık, şu bu… bunlara hiçbir şekilde yanaşmadı. Tam anlamıyla bir tür bîat dayattı. İlk başta bu birçoğunun hoşuna gitti; başka da seçenek olmadığını düşündüler. Çünkü çok sertti Fethullahçılar’la savaş. Bir de tabii şunu düşünenler çok oldu: Fethullahçılar’ın boşaltacağını alanlara –eğitim, sağlık, bir yığın sektör ve tabii ki bürokrasi–, kendilerinin yerleşebileceğini düşündüler ve burada Erdoğan’dan yana pozisyon aldılar. Fakat Erenköy gibi –çok ekonomik anlamda söyleyeyim– kendi öz kaynaklarıyla büyümeyi tercih eden cemaatler, bu tür hormonlu büyümelerin kendilerine kısa vadede birtakım yararları olacağını ama orta ve uzun vadede kendilerine zarar getirebileceğini düşündükleri için, belli bir ürkeklikle hareket ettiler. 

Şunu da biliyorum: Berat Albayrak ekonominin başındayken, Topbaş ailesinin önde gelen isimleri, özellikle de ticaret ve ekonomi ile alâkalı olanlar Erdoğan’a bir şekilde Berat Albayrak’la ekonominin gidemeyeceğini söylemişler ve bu yüzden de bir başka krize de yol açmışlar. Farklı kaynaklardan aldığım bir bilgi bu. Tabii Berat Albayrak gittikten sonra bu ilişkilerin düzelmesi beklenirdi; fakat tam olarak düzelmiş değil ve arada bu yapıyı CHP ile irtibatlandırmaya çalışan birtakım spekülasyonlar çıkıyor. Yine bunu da Sabah Grubu değişik vesilelerle yaptı. Birtakım taziyeleri vs. Erenköy Cemaati’nin ya da ailenin, Topbaş ailesinin bir tür muhalefete direksiyonu kırdığı şeklinde yansıtmaya çalıştılar; ama benim bildiğim kadarıyla böyle bir yapının Erdoğan varken CHP’ye yönelmesi, hatta onunla yan yana durması diye bir şey çok akla uygun değil. Fakat şurası muhakkak ki, olabildiğince tüm siyasî güçlerle belli bir ilişkiyi tutturmak istiyorlardır ve bu anlamda kurdukları birtakım ilişkiler bile iktidar yanlıları tarafından fazla görülmüş olabilir. Sonuçta burada Erenköy Cemaati’nin önlerine devlet tarafından konulan, Rekabet Kurulu tarafından konulan yaklaşık 1 milyar liralık fatura, aslında bize Türkiye’nin köklü bir İslâmî yapısının, bir Nakşibendi cemaatinin iktidarla ilişkisinin ne kadar zorlu olduğunu bir kez daha gösteriyor. 

Eğer bu yapı tam anlamıyla kayıtsız şartsız bîat etmiş olsaydı… şunu özellikle tekrarlıyorum: Kayıtsız şartsız bîat etmiyor olmaları, Erdoğan karşıtı oldukları anlamına gelmiyor; ama Erdoğan, anladığım kadarıyla uzun bir süredir kendisine kayıtsız şartsız tâbi olmayanları kendisine karşıt gibi algılıyor ve bu anlamda böyle bir yapının kendi ayakları üzerinde durma çabasının ne kadar zor olduğunu bize gösteriyor. Olayın bir diğer boyutu daha var, ilginç bir başka bir açı daha var; o da Erdoğan’ın kurmuş olduğu ittifakla, devlet içerisinde MHP ve başka yapılarla kurmuş olduğu ittifakla ilgili bir boyutu da var. Bir iddiaya göre, artık bu tür olaylarda, mesela şu cezada… ya da son dönemde, adı TÜGVA’ydı değil mi? Erdoğan ailesinin kurduğu vakfın başına gelenlerde, bütün bunlarla ilgili birtakım bilgilerin sızmasında vs. devlet içerisindeki farklı yapıların izleri olduğu öne sürülüyor. Ve Erdoğan’ın bazı durumlarda artık tek karar verici olamadığı iddia ediliyor. Bunu da özellikle not etmek lâzım. Erdoğan’ın güç kaybettiği, eskisi kadar her şeye hâkim olamadığı dışarıdan kişiler tarafından bir şekilde görülüyor ya da böyle görüldüğü düşünülüyor — herhalde içeriden onunla ittifak halinde olanlar buna çok daha vâkıftırlar. Dolayısıyla mesela şu anda BİM’in başına gelenlerin bir anlamda doğrudan Erdoğan’ın bilgisi dahilinde olamayabileceği de söyleniyor — ki bu başlı başına bir ilginç bir konu olur. 

Gerçekten şöyle bir soru var önümüzde: Erdoğan kaybediyor, kaybını geciktirmek istiyor ve mümkünse tabii ki engellemek istiyor ya da kayıptan en az zararla çıkmak istiyor. Ve şu anda kurduğu ittifaklarla bunu yapabilmesi mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla yeni ittifak arayışlarına girmek isteyebilir; ama hâlihazırda onunla ittifak yapanlar da onun bu arayışlara girmesini engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunlar iktidar mücadelelerinin çok mantıklı gelişmeleri. Dolayısıyla arada birilerinin canı çok kötü yanıyor; birileri de çok iyi ihya oluyorlar. Şimdi bu bağlamda bakarsak, birtakım kurbanlar var; mesela gençlik vakfının başına geldiği gibi ya da şu anda BİM üzerinden Erenköy Cemaati’nin başına gelebilecekler gibi. Kim bilir başka nerelerde neler oluyordur. Çok sert bir iktidar mücadelesinin içinden geçiyor Türkiye ve bu iktidar mücadelesi geliştikçe, Erdoğan çok daha fazla güç kaybediyor ve belli bir aşamadan sonra artık tamamen işler kontrolden çıkabilir. Bunu bir parantez olarak bir kenara koyalım. 

Ama şuraya tekrar dönecek olursak: Şu anda kayıtsız şartsız tâbi olmamaya çalışanlar zorlanıyor, kayıtsız şartsız tâbi olanlar zorlanmıyor gibi gözüküyor. Ama onlar da Erdoğan iktidarının sona ermesi sonrasında neler yaşayabileceklerini düşünerek herhalde çok ciddi kâbuslar görüyorlardır. Bunlar da şimdiden post-Erdoğan dönemine hazırlanmak için birtakım tutum değişikliklerine girebilirler. Fakat şunu özellikle vurgulamak lâzım — birçok yayında söylüyorum, bu yayında da bir şekilde bahsettim: Bu tür dinî yapıların hormonlu bir şekilde büyümeleri işin tabiatına çok ciddi bir şekilde aykırı. Devletle bu kadar iç içe geçmek, devletin ve iktidarın sunduğu imkânlarla güçleniyor olmak bu yapıların aslında özünde bulunan, ilk başında tarihsel olarak sahip oldukları birtakım birikimleri gözden çıkarmaları anlamına geliyor. Yani devletle gelen devletle gidiyor. Şu anda bunu görüp kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir yapının ne kadar zorlandığını görüyoruz. Bir sonraki aşamada da tam anlamıyla iktidara bîat eden yapıların nasıl dağılacaklarını göreceğiz. O faturayı şu anda şöyle söyleyelim — fiil o tabii ki: Yemek. Şu anda yediklerinin faturasını ileride çok daha ciddi bir şekilde ödemek durumunda kalacaklar ve o faturayı ödemekte zorlanacağa benziyorlar. 

Bugün Cumhuriyet Bayramı, Cumhuriyet’in yıldönümü. Hepinizin bayramını ve Cumhuriyet’ini kutluyorum; özellikle Cumhuriyet’i Türkiye’ye armağan edenleri, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere hepsini saygıyla alıyorum. Bugün Kemal Can ile yapacağımız “Haftaya Bakış”ta Cumhuriyet konusunu ayrıca konuşacağız. Orada bazı görüşlerimizi de dile getirme imkânı olacak. Ancak şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Bugünler, Cumhuriyet’in ne kadar önemli olduğunu bizlere bir kere daha çok ciddi bir şekilde gösteriyor. Tabii ki Cumhuriyet tek başına her şey değil; ama birçok şeye başlamak için olmazsa olmaz bir hareket noktası. Türkiye’nin o hareket noktasına sımsıkı sarılması gerekiyor. Tekrardan “Yaşasın Cumhuriyet” diyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.