Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Osman Öcalan’dan geriye ne kaldı?

Uzun süre PKK’da üst düzey yöneticilik yapan, 2004 Eylül ayında örgütten ayrılan, Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti. Kendisinden geriye, son yerel seçimler öncesi AKP lehine propaganda yapması için TRT’ye çıkmış olmasından başka bir şey kaldı mı, kalacak mı?

Osman Öcalan ile ilki Eylül 2004, sonuncusu Ocak 2013 olmak üzere iki kez röportaj yapmıştım. İlker Akgüngör’ün çektiği bu resim sonuncu görüşmeden

Osman Öcalan’dan itiraflar

PKK çok yoruldu, komple çözüme hazır ve Öcalan’ı dinler

Yayına hazırlayan: Tuğbanur Toprak 

Merhaba, iyi günler. Osman Öcalan bugün sabaha karşı Irak Kürdistan bölgesel yönetiminde –uzun yıllardır orada yaşıyor–, orada koronavirüsten mütevellit hayatını kaybetti. 1958 doğumluymuş, yani 63 yaşında hayatını kaybetti. Abdullah Öcalan’ın kardeşi biliyorsunuz. Kendisi kuruluşundan itibaren PKK’nın içinde çok önemli işler yapmış, yönetici kadroda yer almış, çok sayıda operasyonda bizzat yer almıştı; daha sonra, 2004 sonlarına doğru PKK içerisinden bir grupla beraber ayrıldı, ayrıldığı gruptan da bir süre sonra dışlandı ve kendi başına hayatını yaşarken, Türkiye’deki seçimler öncesinde TRT Kürdî’de verdiği röportajla gündeme tekrardan girmişti. Hatırlanacaktır: Yerel seçimlerde AKP için oy istemişti; hiçbir etkisi olmadı tabii, o ayrı. “Osman Öcalan’dan geriye ne kaldı?” denince, ilk akla gelen husus tabii ki bu son husus. Yani: TRT’nin kendisini yayına çıkartması ve orada AKP propagandası yapması ve bunun hiçbir işe de yaramaması. Tabii bu birçok açıdan çok anlamlıydı; özellikle de yerel seçimlerde iktidar, Erdoğan ve Bahçeli bütün söylemlerini, propagandalarını, kampanyalarını, “beka” üzerine, “terörle mücadele” üzerine inşa etmişlerdi ve Türkiye’de PKK, terör vs. denince ilk akla gelen isimlerden birisi olan Osman Öcalan ile, bugünkü durumu ne olursa olsun son dakikada bir umut, hani giden seçimi geri döndürebilir miyiz diye bir umut, onunla röportaja yer vermişlerdi ve bu aslında iktidarın bütün anlatısının, bütün bu söylediklerinin nasıl yalan olduğunu da bizlere göstermişti. Osman Öcalan’dan öncelikle bu kaldı; Türkiye’de iktidarın çifte yüzünü bize gösteren birisi. İkinci olarak da bu tür kişilerin tek başlarına bir yerden sonra çok da anlam ifade etmediklerini gösteriyor Osman Öcalan.

Bir zamanlar Osman Öcalan sürekli Türkiye’de gazetelerin birinci sayfalarındaydı ve “terörist elebaşı” olarak çok sayıda askerin değişik yerlerde katledilmesinin, şehit edilmesinin birinci derecede sorumlusu olarak hep gösterildi. Hakkında değişik dönemlerde “öldü, yaralandı, yakalandı” gibi rivâyetler de çıkmıştı; ama o hep bir şekilde sağ kalmayı bilmişti. Bir dönem abisi tarafından da gözden çıkartıldı, hatta hapsedildi PKK içinde –bunu da biliyoruz–, sonra tekrar affedildi vs.. Kürt hareketini izleyenler için Osman Öcalan denilince akla ilk olarak İran gelir. Onun PKK’nın İran ile ilişkilerini kuran kişi olduğu söylenildi yıllarca; ama yıllar sonra bu özelliği tabii ki kalktı ya da varsa bile artık bir işine yaramıyor. Kendisiyle benim 2011’de yaptığım bir röportajda, bu sefer PKK içerisindeki birilerini suçlamak için onları İran yanlısı olarak etiketlendirir olmuştu. Bir zamanlar kendisine atfedileni o daha sonra başkalarına atfetti. Bir “Gomaşinen”de bunu anlatmıştım, burada onun için çok detaylarına girmeyeceğim, ama Osman Öcalan bir grupla beraber ayrıldıktan sonra, onunla ilk röportajı ben yapmıştım Vatan gazetesinde, foto muhabiri arkadaşım İlker Akgüngör ile birlikte, Irak’ta Süleymaniye kentinde –ki Süleymaniye kenti Talabani grubunun denetiminde, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) denetiminde olan bir şehir–, orada bir evde röportaj yaptık; yanında Hıdır Yalçın vardı. Ayrılan ekipten diğer önde gelen isimlerden Nizamettin Taş o gün yoktu. Osman Öcalan ve Hıdır Yalçın ile yaptık. Nizamettin Taş ile de daha sonra Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarına gittiğimde Musul’da birkaç kere ayrıca görüştüm ve röportaj yaptım. Osman Öcalan ile ilk tanışmamız o zaman, en güçlü olduğu anlardaydı o tarihlerde; çünkü PKK’dan kopmuşlardı. Bir tarafta Fırat Karayılan, Cemil Bayık vs., onlar bir tarafta, bir tarafta da Osman Öcalan, Nizamettin Taş, Hıdır Yalçın gibi ağır isimler. Özellikle askerî anlamda daha öne çıkan isimler ayrılmışlardı ve silahlı mücadelenin artık bırakılması gerektiğini savunuyorlardı –ayrılan ekip– ve önlerinin açık olduğunu düşünüyorlardı. Yıl 2004’tü, Eylül ayıydı; dünyada ve Türkiye’de çok şeyler değişiyor ve bu değişime bağlı olarak da onlar PKK’nın –Öcalan zaten İmralı’da içerideydi, AKP iktidara gelmiş ve bir şeyler yapmaya çalışıyor– böyle bir dönemde hem Irak’taki Kürt yönetiminden bir destek alarak, hem ABD’ye seslenerek, onlara çok açık bir şekilde “Amerikan yanlısı” mesajlar vererek ve de AKP’ye seslenerek, Erdoğan’a seslenerek, önlerinin açık olduğunu düşündüler ve ilk bakışta da gerçekten öyleydi. Fakat öncelikle Abdullah Öcalan tercihini bunlardan yana yapmadı, onlara mesafe koydu; hatta daha sonra alenen dışladı. Diğer ekip, yani Murat Karayılan, Duran Kalkan gibiler tercihini Cemil Bayık’tan yana yaptı ve o andan itibaren bu ekip kaybetmeye başladı. Büyük bir iddiayla çıkmışlardı ve kaybetmeye başladılar. Türkiye’de yıllar sonra konuşulan silah bırakma, şu bu gibi hususları ilk alenen dile getiren, savunan ve bu anlamda hamle yapan bir hareketti bunlar; ama Abdullah Öcalan bunun zamanlamasını doğru bulmadı, bir pazarlıkla yapmak istiyordu, o noktaya bir pazarlığın sonucunda gelmek istiyordu; nitekim çözüm sürecinde, biliyorsunuz belli bir aşamasında, Türkiye’deki güçlerini dışarı çekmeye razı oldu. Ama Osman Öcalan ve arkadaşları baştan silahı bırakıp ondan sonra pazarlık etmek istediler. PKK buna izin vermedi. Abdullah Öcalan buna izin vermedi.

Bu arada 2004’te, Eylül ayında bunlar koptular, 6 Temmuz 2005’te Diyarbakır’da bu hareketin Türkiye’de önde gelen sözcülerinden Hikmet Fidan öldürüldü. Bir randevuya çağırıldı ve orada katledildi. Hikmet Fidan eğer öldürülmeseydi, bu hareketin Türkiye’deki yasal partisini kuracaktı –öyle söyleniyordu– ona bu izni PKK vermedi ve o cinayet , o suikast Türkiye’de olup da aynı çizgide olanların bayağı bir gözünü korkuttu. Daha sonra, 2006’nın Şubat ayında bu sefer PKK’nın efsanevi diyeceğim –çünkü bir aralar çok gündemdeydi, sürekli medyadaydı– Avrupa sorumlusu olan Kani Yılmaz, gerçek adı Faysal Dunlayıcı, o da ayrılan ekiptendi, onu da Süleymaniye’de öldürdüler. Birisi Türkiye’de birisi Irak Kürdistanı’nda iki büyük suikastla beraber bu hareket bir anlamda havlu attı. Zaten Osman Öcalan bir şekilde bu hareketten koptu ya da onu çıkarttılar, dışladılar ve o da kendi başına bir hayat yaşadı. Kendisiyle 2011’de yaptığım ikinci röportajda, fırıncılık yapıyordu, yeni çocuğu olmuştu ve kendine bir hayat kurmak istiyordu. Abisi Abdullah Öcalan’a toz kondurmuyordu; ama PKK’ya karşı çok sert şeyler söylüyordu.

Şimdi, bu öyküye baktığımız zaman ilginç birtakım şeyler çıkıyor karşımıza. Yıllardır süren bütün bu tartışmaların hepsinde temel sorulardan birisi şu: Bu harekette Abdullah Öcalan’ın yerine kardeşinin yaşadığı serüven aslında onun yerinin ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. Eğer Abdullah Öcalan baştan tercihini bu ayrılanlardan yana yapsaydı birçok şey çoktan değişirdi; ama bir diğer yandan da kardeşine bir şekilde dokunulmazlık sağladı ya da dokunmadılar. Normalde Kani Yılmaz’a ya da Hikmet Fidan’a yönelik olan saldırıların bir benzeri pekâlâ Osman Öcalan’a da olabilirdi — ki Kani Yılmaz saldırısının ardından, suikastının ardından, Nizamettin Taş ile bir telefonla röportaj yapmıştım. O, “Hepimize yönelik saldırılar olabilir” demişti, ama olmadı. Büyük bir ihtimalle buna da yine Abdullah Öcalan izin vermedi. Bir diğer husus burada Osman Öcalan’ın ilk çıkışında çok açık bir şekilde benim yaptığım iki röportajda da –hem 2004 hem 2011, bu arada kendisiyle yapılan başka röportajlarda da– sürekli olarak Ankara’ya hep pozitif birtakım mesajlar verdi ve çok kabaca söyleyecek olursak, “Alın beni kullanın” dedi, kullanmadılar. Tabii ki Ankara’nın da kendince haklı nedenleri vardı, Osman Öcalan gibi birisini kullanıp kullanmama meselesinde; ama sonra gördük ki, ilk başta söylediğimiz gibi yerel seçimlerde o kadar bir can havliyle hareket ettiler ki, akıllarına Osman Öcalan geldi, ama o da artık hiçbir işe yaramaz hâle geldi. Hiçbir işe yaramadı; tam tersine, geri tepti. Şunu söylemeye çalışıyorum: İlk 2004 yılında bunlar ortaya çıktığı zaman, ayrıldıkları zaman, Yurtsever Demokratik Parti gibi bir açılımı var, PWD, ilk kurdukları parti, o zaman Ankara bunlara bir şekilde yanaşsaydı belki çok daha etkili olurdu. O zaman karışmadılar, yıllar sonra çaresizlikte ona kadar gittiler; ama pek bir işe yaramadı. Bu arada bu hareketten kopan insanların –Osman Öcalan da dahil– PKK’dan ayrıldıktan sonra Irak’ta ve Irak’ın kuzeyinde yani Kürdistan bölgesinde de özellikle aktif bir şekilde faaliyet yürüten Fethullahçılar’la da bir temasları olduğunu biliyorum. İyi ilişkiler içerisindeydiler ya da iyi ilişki içerisinde olmak istiyorlardı. Zira biliyorlardı ki –çok düz bir akıl yürütme, ama bence doğru bir akıl yürütme–, Fethullahçılar’la aranın iyi olması ABD ile aranın iyi olması anlamına da geliyor. Zaten Irak’taki Kürt yönetiminin de bir şekilde ABD himayesinde –ki bu himayenin kayıtsız şartsız olmadığını bağımsızlık referandumu sonrasında gördük, o ayrı bir husus–, ABD himayesinde bir yönetim var, özerk yönetim var Irak Kürdistanı’nda, mâlûm. Böyle iç içe geçmiş birtakım ilişkiler vardı, ama bütün bunlardan da hiçbir şey çıkmadı. Çok ilginç, Kürt hareketi içerisinde, Türkiye’deki Kürt hareketinin, PKK’nın öyküsüne baktığımız zaman, garip bir şekilde, birçok şey değişebilecekken hiçbir şey değişmedi.  O biraz –yerel seçim sonrası AKP yetkilisi Ali İhsan Yavuz muydu?– onun söylediklerini andıran bir şey oldu, ama gerçekten de böyle oldu: Çok şey değişebilecekken, hiçbir şey değişmedi. Burada zira, bu meselede çok sayıda aktör var. Öcalan var, PKK’nın geri kalan kısmı var, ABD var, Irak Kürtleri var, Irak Kürtleri içerisinde farklı eğilimler var, Türkiye’de yönetim, yönetim içerisinde farklı eğilimler var, İran’ın kendisi var, hatta bir ölçüde o tarihlerde Suriye de belki olabilir. Tabii ki ABD var ve tabii ki Rusya var. Bütün bu aktörlerin hepsinin birbiriyle ilişkisi ve çatışması var. Böyle bir dönemde, bu kişiler doğru zamanda çıktılar bence. O tarihte çıkışları akıllıcaydı, elverişli bir zeminleri vardı. Fakat şu ya da bu şekilde beklenen ilgi, destek ve sahiplenmeyi görmedikleri için, göremedikleri için iyot gibi açığa düştüler ve Osman Öcalan da zaten diğerleriyle kıyaslandığı zaman; mesela ayrılan gruptan tanıdığım, röportaj yaptığım bir Hıdır Yalçın ya da bir Nizamettin Taş ile kıyaslandığı zaman daha savruk, daha halk adamı tipine yatkın, daha az politikmiş gibi duran, daha çok kendini düşünen birisiydi diyelim. Kendine bir hayat çizdi ve o hayatta, çok açık söyleyeyim hiç şaşırmadım, bazıları hâlâ koronavirüsün var olup olmadığını tartışıyor olabilir, ama koronavirüs gerçekten var, bu salgın gerçekten var ve bu salgın insanları vuruyor, Irak’ın Kürdistan bölgesinde 63 yaşındaki Osman Öcalan’ın böyle bir şekilde ölmesi bana hiç şaşırtıcı gelmedi. Geriye ne kaldı? Geriye aslında hiçbir şey kalmadı. Osman Öcalan’ın kendisinden hiçbir şey kalmadı; ancak o en son televizyona çıkartılması kalacak. Fakat onun da içinde yer aldığı bütün bu değişik süreçlerin hepsinden çıkartılabilecek bir yığın ders var. Ama bu dersleri çıkartmaya gerçekten insanların niyeti olup olmadığından ciddi bir şekilde kuşkuluyum.

Yine dönüp dolaşıp buna geleceğim: 2004’ün Eylül ayında Osman Öcalan’ın –aslında gerçek lider o değildi ama daha bilinen isim olduğu için daha fazla o öne çıkıyordu, esas lider anladığım kadarıyla Nizamettin Taş idi, kopuşun lideri–, onların o zamanki çıkışının karşılıksız kalmasının gerek bölgede, ama esas olarak Türkiye’de çok şeyi değiştirdiği kanısındayım. İyi mi oldu kötü mü oldu bilmiyorum, ama şu an için baktığımız zaman da, Türkiye Kürt sorununu çözmenin alabildiğine uzağına düşmüş durumda. Umarım en kısa zamanda tekrar bir çözüm perspektifine kavuşur. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.