Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alphan Telek yazdı: “Geçinemeyenler” – Öfkeli, geleceksiz ve prekarya

Hafta sonu yazılarına yıllardır Medyascope ekranlarında ele aldığım, ısrarla altını çizdiğim prekarya gerçekliği ile başlamanın en doğrusu olduğuna karar verdim. Yaklaşık beş yıldır sadece akademik değil ama aynı zamanda bir sosyal gerçeklik olarak tartışmaya çalıştığım bu kavramdan ötürü akademisyenlerin bir kısmından ve daha çok solculardan yemediğim küfür kalmadı. Sorosçu, Batıcı, akademik, hırsız, kibirli, sağcı, sol düşmanı gibi suçlamalarla karşılaştım. İlginç olan bu etiketlerle birlikte, kuvvetli bir alaycılığın da kendini hissettirmesiydi.

Birisi sinirlendiğinde bazen bunu bir gülümseme ya da alaycılıkla savmaya çalışır. Bir savunma mekanizmasıdır. Organizma kendini korumaya alır, değişmemek için. Çünkü değişimden korkar.

Tüm bu suçlamalar ve yaklaşım ne kavramın kendisine yönelikti ne de günümüz toplumunun geçirmiş olduğu dönüşüme odaklanıyordu. Bu yaklaşım, prekaryanın yarattığı ya da yaratabileceği tartışmayla ve siyasete olası etkisiyle değil, bunu ortaya koyan kişi ile münakaşaya girmek istiyordu. Zannediyorum ben itibarsızlaşırsam kavram da itibarsızlaşacak ve unutulacaktı, onlar da arzu ettikleri statükoya sahip olacaklardı.

Karşımda bir kez olsun ciddi bir argüman görmedim. Sınıf onlara göre nedir, sınıfı sınıf yapan nedir, sınıflar neden unutulmuştur, siyasetteki alanını yeniden nasıl değerlendirebiliriz, sosyal adaletle bunun bağı nedir, sosyal adalet temasını siyasette nasıl ve ne şekilde yeniden merkezileştirebiliriz, bunun dünyanın geçirdiği dönüşümle ilgisi nedir, diğer coğrafyalarda bu tartışma nasıl cereyan etmektedir gibi sorulardan birine bile yanıt vermeyen, bırakın yanıtı, bu soruları es geçen entelektüel bir atmosferden geçtim. Son derece türbülanslıydı.

Lakin türbülansın bir yerde hafiflediğini hissettim. Ne zaman ki küresel salgın yaşanılan güvencesizliğin (prekaritenin) ve yoksulluğun hem ulusal hem de küresel olarak bir gerçek olduğunu hatırlattı işte o vakit polemikçi münakaşaların ardı arkası kesildi. Çünkü salgın bize prekaryanın yani güvencesizler topluluğunun uçurumun kenarında olduğunu apaçık gösterdi. Dahası bunun sadece bir akademik tartışma olmadığı hatta hiç olmadığı gerçeğini ortaya koydu.

Bu Türkiye’nin ve dünyanın geleceğiyle ilgili politik bir tartışmadır.

Üç ayaklıdır: Tanıma, temsil ve yeniden dağıtım. Bu üç ayaklı süreci şöyle anlatmak isterim: Bir, milyonlarca güvencesiz Türk vatandaşının birbirinin bu ortak durumunu fark etmesi ve kimliklerin sadece bir vites olduğunu anlaması. Bazı kimlikler mevcut güvencesizliği yüksek bazıları ise düşük viteste yaşar. Kadınlar, gençler, yaşlılar ve engelliler çok yüksek hisseder. Ama esas olan onların yaşadığı ağır yoksulluk, geleceksizlik, öfke hali ve güvencesizliktir. 2 bin 800 lira kazananla 10 bin lira kazanan arasında tecrübe ve deneyimler açısından büyük ortaklık var. Kimlikleri saymıyorum bile. Zannediyor musunuz ki başörtülü genç kadınlar bu güvencesizliğin dışında. Ya da Kürtler, ya da Aleviler. Bir kez olsun onların bu kimlikleri ile değil, toplumsal konumları ile anılmak istediklerini hiç düşünmediniz mi? AKP’nin yıktığı toplumun duygu birliği başka bir yerde yeniden şekilleniyor. Bunu tartışmaktan bile neden kaçınıyorsunuz?

İki, bunu anlamasının ardından prekarya siyasal bir rehberliğe ihtiyaç duyacak ve devlette temsil edilmek isteyecek. Kendi taleplerini duyurmak için.

Üç, devlet temsili sırasında temel taleplerinden biri olan yeniden dağıtım politikalarını yani servetin eşit paylaşılmasını talep edecek ve bunu gerçekleştirecek. Servetin vergi politikası, sosyal yardım, piyasaların denetlenmesi yoluyla yeniden dağıtılacağı ve artık sadece yukarıda birikmeyeceği bu dönem ise prekarya için hayati bir dönem. Dahası, eğitimin bu kadar parçalı ve özel olması, ulus olma, vatandaş olma kabiliyetini de yaralıyor. Bunlar da onun gündeminde yer alacak.

Benim için tartışma bu kadar politik. Güvencesizlik tsunamisi altında boğulan milyonlarca Türk vatandaşının bu dalgadan sağ çıkması, birbirini kurtarması, siyasi bir rehber etrafında birleşmesi ve devlette yer alarak hayatını etkileyen politikaları yeniden tesis etmesi. İşte bütün mesele bu!

Geçinemiyoruz hareketi ve sayıca az da olsa vatandaşların Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sokağa dökülmesi prekaryanın Türkiye’de birinci fazda olduğuna işaret eder. Birbirlerini tanıma evresindeler. İkinci faz yani siyasi temsiliyet ve devlette yer alma ise son derece gergin, türbülanslı, çetin bir yolu barındırıyor. Bu bir toplumsal pazarlık. Helalleşmenin sadece farklı kimlikler arasında değil ama aynı zamanda farklı toplumsal sınıflar arasında olacağını da unutmamak gerekiyor. 

Alphan Telek’in yazısını Özge Elvan seslendirdi:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.