Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fanatik Erdoğancılar bize aslında ne söylüyor?

Medyascope muhabirleri Ali Deniz Çakır, Ali Macit ve Ayhan Eren dün (22 Aralık), AKP’nin İstanbul’da en çok oy aldığı Sultanbeyli’de vatandaşlara, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kur korumalı vadeli TL mevduatı” açıklaması sonrası düşen döviz kurlarını ve ekonomik gidişatı sordu.

Muhabirlerimize konuşan Sultanbeyli’deki vatandaşlar, “Erdoğan’a her halükârda sahip çıkacaklarını” belirtiyor. Fanatik Erdoğancılar bize aslında ne söylüyor? Ruşen Çakır yorumladı.

Yayına hazırlayan: Emine Bıçakcı

Merhaba, iyi günler. Medyascope’ta bir süredir “Cumhur İttifakı’nın Kaleleri” diye sokak röportajları yapıyor muhabir arkadaşlarımız. Bayağı ilgi görüyor. Sadece biz yapmıyoruz, başka sokak röportajları da var. Biliyorsunuz, son dönemde iyice arttı. Bunun en önemli nedeni de zaten Türkiye’deki medyanın iyice kontrol altında olması ve bağımsız medyanın daha kolay yapabileceği bir şey olması — ki önüne çok ciddi engeller çıkartıldığını da görüyoruz. En son üç tane meslektaşımıza evden çıkma yasağı getirildi; dolayısıyla sokak röportajlarını yapamaz hâle geldiler.

Her neyse, bizim yaptığımız söyleşilerde başlığa çıkarttığımız bazı hususlar çok dikkat çekiyor. Örneğin Kasımpaşa’da, “Dolar dünyanın her yerinde 14 lira” lâfı vardı. Daha önce, “Gerekirse soğan-ekmek yeriz” diyen vardı. Şimdi Sultanbeyli’de, “Gerekirse kazma sapıyla sokağa çıkarız, Erdoğan’ı kimseye yedirmeyiz” sözü var. Böyle birtakım pozisyon alışlar var, bunlara “fanatik Erdoğancı” denebilir. Ve bundan hareketle farklı farklı yorumlar yapılıyor. Herkes kendine göre bu olayı yorumluyor, ama dikkat çekici olduğu muhakkak. Kimileri sanıyor ki biz özel olarak bunları seçiyoruz. Halbuki seçtiğimiz semtlere özel olarak bakıyoruz, son seçimlerde AKP’nin en yüksek ya da AKP + MHP’nin en yüksek oy aldığı yerleri seçiyoruz. Bazıları yüzde 70 ve üzeri olan yerler bunlar. Zaten orada nasıl bir popülasyonla karşılaşacağımız üç aşağı beş yukarı belli. Ve en çok da merak ettiğimiz husus: AKP’ye oy vermiş seçmenin şu andaki ruh hâli. Şimdi, krizin ilk çıktığı zamanda, kur krizinin çıktığı zamanda gittik; son kur garantili tasarruf hesabından sonra da gittik. Ve belli ölçülerde rahatlamayı da Erdoğan’ın tabanında görmek mümkün. 

Fakat bu konuda “Fanatik Erdoğancılar, fanatik reisçiler aslında bize ne anlatmak istiyor?” konusunda bir şeyler söylemek istiyorum. Daha önce de yapmıştım, bundan sonra da çok yapacağa benziyoruz. Çünkü bu Erdoğan’dan vazgeçmeyenler, vazgeçmeyecekmiş gibi duranlar meselesi, yapılacak ilk seçime kadar önümüzde duruyor. Şimdi seçimlerin kaderini kararsızların belirleyeceği söyleniyor ve bu kararsızların büyük bir kısmının da önceki seçimlerde iktidara oy vermiş oldukları söyleniyor araştırma şirketleri tarafından. Ama biz nedense daha çok “kararlılar” üzerinde odaklanıyoruz. Burada bir kere bir sorun var. Şöyle bir sorun var: Bu kişiler seçimin kaderini belirleme gücü olan kişiler değil. Öncelikle onu vurgulayalım. Tabii ki bir anlamları var, ama seçimin kaderini belirleyecek değiller. Belki de bu kadar öfkeli olmalarının, bu kadar sert çıkışlar yapıyor olmalarının, coşkulu olmalarının –ki bu coşku aslında buruk bir coşku– nedeni, kendi çevrelerindeki kafası karışmış eski Erdoğancıların sayısının çokluğudur, bunu bir kere bir yere yazmak lâzım. İkincisi, özellikle şunu söylemek istiyorum: Kendi hayatımda çok deneyimini yaşadım –yakın çevremden olsun, uzaktan olsun, gazeteci olarak takip ettiklerimden olsun–, bu fanatizm meselesi, keskin çıkışlar genellikle aldatıcı olur. Keskin çıkış yapanların akıbeti çok belirsiz olur. Keskin çıkış yapanların pes etmesi biraz erken olabiliyor. Bu hususu özellikle vurgulamak istiyorum — ne demek istediğim anlaşılmıştır. 

Bir anekdot anlatayım; bu konuyla ne kadar alâkalı bilmiyorum, ancak İslâmcılık üzerine çalıştığım ilk yıllarda bir yığın İslâmî yayınevine vs.’ye, dergiye gittiğim, İslâmcı entelektüelle konuştuğum ortamlarda, genellikle benim de bir şekilde “hidâyete ereceğim”, İslâmcılar ve İslâmcı olmayanlar tarafından beklendi. Halbuki yaptığım bir gazetecilik faaliyetiydi, gayet sâkin bir şekilde gidiyordum, konuşuyordum, röportajlar yapıyordum. Bir gün, şair İsmet Özel’in bir ofisi vardı, hâlâ var mı bilmiyorum, Cağaloğlu’nda. Orada oturup konuşuyoruz. İsmet Özel’in hayranları vardı; böyle, oraya gidip onu ziyaret edenler. Ve beni de bir şekilde bilenlerden birisi dedi ki İsmet Bey’e, “Ya” dedi “İsmet Bey, Ruşen Bey niye şey yapmıyor, bu kadar ilgili, bu kadar bizimle ilgili ama niye hidâyete ermiyor?” Artık neyse tâbir. İsmet Özel orada çok güzel bir lâf etmişti: “Kim ki sâkin sâkin sizinle konuşuyorsa ondan bir şey çıkmaz; ama kim ki size çok saldırıyorsa, sizin üzerinize gidiyorsa, işte İslâmiyet vs. hakkında atıp tutuyorsa, belli ki onun içinde bir şey vardır. Onun üzerine gidin, onu kazanma ihtimaliniz çoktur.” Yani bir anlamda benimle boşuna uğraşmamalarını söylemişti; ne derece haklı bilemeyeceğim. Bu olayı hiç unutmam.

Şimdi ne zaman böyle fanatik bir şekilde, hangi konuda olursa olsun –Kürt meselesinde olsun ya da işte diyelim PKK olsun ya da solcu olsun ya da sağcı olsun ya da Erdoğancı olsun– bu tür fanatik çıkış yapanlara çok fazla güvenmemek lâzım. Kimsenin günahını almayalım ama, oraya bir “soru işâreti” koymak lâzım. Daha önce bunu Fethullahçılık meselesinde de başka bir şekilde söylemiştim: “Kim daha çok Fethullah Gülen’e saldırıyorsa, onun geçmişinde Fethullahçılıkla bir ilişki vardır” diye. Özellikle bazı AKP milletvekillerinin böyle olduklarını gördük; en son Melih Gökçek örneğinde de gördük. Başka birçok kişinin, mesela CHP’lileri, şunları bunları FETÖ’cülükle suçlayan kişilerin sosyal medya hesaplarındaki şeyler de bunu gösteriyordu.

Tekrar fanatizme gelecek olursak: Fanatizm sağlıklı bir şey değil. Gözü kapalı bir şekilde böyle “Ölürüm de…” vs. falan diyen insanlara bir soru işâreti koymakta yarar var. Evet, bu dediklerinde çok samîmî olanlar olabilir; ama şu da mümkün: Bu kişiler bir şeylerin son demini yaşıyor olup onu bir anlamda bastırmak istiyor olabilirler. Amatör psikiyatrlık yapıyor gibiyim, ama kendi kişisel deneyimlerimden hareketle bunu söyleyebilirim. Yan çizmiş insanların, zamanında ne kadar dâvâlarının fanatikleri olduklarını değişik alanlarda bizzat gördüm. Eminim sizler de yaşamışsınızdır.

Bir diğer husus şu: Bu çıkışlarda bir iddia var. “Yaparım, ederim”, ama başında hep bir “gerekirse” var. Ben bunlara aslında “gerekirseciler” diyorum. “Gerekirse soğan-ekmek yerim” ama “Niye soğan-ekmek yemiyorsun?” Çünkü gerekmiyor. “‘Gerekirse’ dedim, gerekmiyor.” Pekâlâ bu böyle çok bağlayıcı bir şey değil; “Gerekirse sokağa çıkarım” ama çıkmayabilir, çünkü gerekmeyebilir. Orada bir şart var: “Gerekirse!”. Gerektiğine kim karar verecek, bilemiyoruz. Dolayısıyla bunlar böyle çok bağlayıcı şeyler gibi, meydan okuyuşmuş gibi olan, ama aslında hiçbir şey demeyen çıkışlar bunlar. Bu anlamda çok değerleri yok. 

Bir diğer husus ise, bunların hepsinde çok açık bir çâresizlik var. Sorduğumuz zaman, Erdoğan savunucuları ileriye bakmıyor. Yani bir hamle etmiyor, hamle eder gibi yapıyor. “Gerekirse şunu yaparım, bunu yaparım”, ama bunların hepsini şartlı bir şekilde söylüyor. Ve bunların hepsi de defansif şeyler: Yani giden bir iktidarın, gitmekte olan bir iktidarın –ki onlar da bunu çok ciddi bir şekilde görüyorlar–; bunu kaybediyor olmanın, kaybedecek olmanın verdiği büyük bir endîşe var, büyük bir kaygı var, panik var. Ve aslında Erdoğan karşıtlarına yapılmış bu meydan okuyuşun muhâtabı, aslında Erdoğan’ın kendisi, Erdoğan’a yönelik uyarılar bunlar. Bakın, “Biz hâlâ seni savunmaya çalışıyoruz, ama sen de bize sahip çık, bir şeyler yap, bir şeyleri değiştir.” İşte son –düşünerek söylüyorum, neydi?– “kur garantili tasarruf mevduatı”, bu getiriler vs. ve doların en son şu yayına girdiğimde 11 liranın da altına düşmüş olması, mesela bu kişileri bir ölçüde rahatlattı. Ve şimdi kendilerine daha güvenli bir şekilde konuşabiliyorlar. Ama yarın öbür gün tekrar –ki çok yanlış bir şey yapılıyor, aslında muhalefet de bunu yapıyor–Türkiye’de bütün siyaset artık dolar üzerinden kurgulanmaya başladı. Ekonomi ve siyaset, dolar ya da yabancı para üzerinden. O indikçe iktidar çıkıyor, o çıktıkça iktidar düşüyor gibi bir algı var. Halbuki siyaset çok daha kompleks, çok daha karmaşık bir şey ve muhalefetin yaptığı yanlışı şimdi iktidar tekrarlıyor. Aslında burada muhalefetin çizdiği bir alana gelmiş oldu iktidar. Muhalefet, “Dolar çıkıyor, bilmem ne oluyor, ülke batıyor” derken, “Hadi bakalım, şimdi doları düşürdük, hani ülke batıyordu, demek ki batmıyormuş” diye kendilerine bir güven geldi; ama tekrar bir şekilde, doların şu ya da bu nedenle, kötü yönetim nedeniyle yukarı çıkması durumunda oyun tekrardan bozulacak. Dolayısıyla burada, bu fanatiklerin Erdoğan’a yönelik, “Bir şeyler yap, bir şeyleri değiştir, bizi zor durumda bırakma. Sorduklarında bir şeyler anlatabilelim” demeleri var. Şu anda bir şey anlatamıyor insanlar. Ama bir beş yıl önce, bir on yıl önce gidildiği zaman –zamanında çok AKP mitingi izledim, özellikle Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemlerde–, miting alanlarında insanlarda bir coşku vardı, bir heyecan vardı ve ileriye yönelik birtakım şeyler vardı. Bir savunma refleksi yoktu, bir tehdit havası hissetmiyorlardı. İktidarın gücüyle büyük bir coşku içerisindelerdi. Şimdiki olay: Büyük bir öfke, iktidarı kaybediyor olmanın verdiği öfke. 

Şimdi bir diğer husus da şu: Bu semt röportajlarını yapan arkadaşlarımızla konuştuğumuzda –ki bir tanesi benim oğlum Ali Deniz Çakır, o, Kasımpaşa ve son Sultanbeyli’ye gidenlerden–, onlarla konuştukları zaman şunu da görüyorlar çok net bir şekilde — hatta Ali Deniz geçen “Güne Bakış”ta Gökçe’ye de anlattı bunu: Orta ve üst yaş gruplarında bir Erdoğan fanatizmi varken, daha genç kesimlerde çok ciddi bir sorgulama var. Yani işte, “Daha önce vermiştim, ama bir daha verir miyim bilmiyorum, işler iyi gitmiyor” vs. diyen gençlerin sayısı çok daha fazla ve onlar mikrofona çok açıkça konuşmak da istemiyorlar. Özellikle bu semtler, Erdoğancı bilinen semtlerde çıkıp aleni bir şekilde Erdoğan aleyhtarlığı yapmak da çok kolay bir iş değil. Onu da özellikle vurgulamak lâzım; ama gençlerin içerisinde çok ciddi bir şekilde, bu semtlerde, bu ailelerin, yani bu kişilerin çocuklarında yeğenlerinde vs.’de çok ciddi bir sorgulama var. Ve bu sorgulamayı herhalde büyükleri de görüyorlar, yaşıyorlar ve iktidarın ellerinden gitmekte olduğunu da esas oralara bakıp görüyorlar bence. Onun verdiği de bir öfke var. Dolayısıyla burada bu kişileri kazanmak gerekir mi, bunun için muhalefetin uğraşması gerekir mi? Çok da uğraşması gerek olduğunu sanmıyorum. Bu kişilerin büyük bir kısmı “Ne olursa olsun Erdoğan’a vereceğim” diyor, ama kendi hallerinde. Emin değilim, hepsi verir mi. Son anda sandık kurulduğu zaman kendi kişisel çıkarlarını, yani maddi anlamda daha iyi bir yaşam, daha huzurlu bir yaşam seçeneğini oyladıklarını düşündükleri anda, tercihleri pekâlâ değişebilir; ama şunu özellikle unutmamak lâzım: Önümüzdeki süreçte siyasetin taşıyıcıları bu kişiler değil. Bu kişiler aslında tam anlamıyla marjinalleşen kesimler; sayıları çok olabilir, ama artık etkileri yok, çünkü bir arayışları yok, bir sorgulamaları yok, ileriye dönük bir bakışları yok; “var olan durumu korumaya çabalamaları” var. AKP’nin iktidara gelişinde ve yükselişindeki en önemli motif, ileriye yönelik olmasıydı. İleriye yönelik olanların hâlâ bir şeyleri değiştirme şansı var ve başta Erdoğan olmak üzere AKP’de bu artık kayboldu. İşte bu kişiler de şu anda bunun öfkesini taşıyorlar; çok da fazla üzerlerine gitmemekte yarar olabilir. Siyasetin gidişatına göre, dalgaların gidişine göre, seçmen tercihinin belirlenişine göre onlar da muhtemelen –bir kısmı, hepsi olmasa bile– bu fanatizmlerini, “gerekirse dedim, ama gerekmediğine kanaat getirdim” diyerek değiştireceklerdir. Ama Türkiye’de siyasetin geleceğini, iktidarın geleceğini belirleme şansları artık yok, öfkelerinin en önemli nedeni de bence bu. 

Bu akşam saat 20.00’de Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’yla bir yayın yapıyorum. Onu da izlemenizi öneririm ve özellikle bu konuları da kendisine soracağım; çünkü kendisi yakın bir zamana kadar AKP’nin de genel başkanıydı ve başbakandı. O câmianın içerisinden çıkmış, bu kişileri iyi tanıyan ve Türkiye’nin dört bir yanını gezdiği zaman bu kişilerle birebir muhâtap olan birisi olduğu için özel olarak bu konuyu da kendisine soracağım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.