Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır ve Altan Tan tartışıyor: Öcalan devreye girecek mi? Girerse ne olur?

Ruşen Çakır ve eski HDP Milletvekili Altan Tan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek” sözlerinin ardından başlayan tartışmayı değerlendirdi. Çakır ve Tan, “İktidar Öcalan ile ne görüşüyor, neden görüşüyor?”, “Öcalan nasıl bir mesaj verebilir?”, “Öcalan seçimlerin kaderini etkileyebilir mi?”, “Kandil Öcalan’ın çağrılarına mutlaka uyar mı?”, “Demirtaş, siyasi iktidar dışında kimleri neden rahatsız ediyor?” sorularına yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. HDP eski milletvekili Altan Tan stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle Öcalan faktörünü konuşacağız. Hoşgeldin Altan.

Altan Tan: Hoşbulduk, hayırlı yayınlar.

Ruşen Çakır: Şimdi, daha önce bizim Ferit Aslan’la bu konuyu konuştunuz. Ben de kendim yorumlar yaptım, hattâ bir yazı yazdım Medyascope’a. Şimdi diyorum ki: Bildiklerimizi, düşündüklerimizi berâber bir karşılaştıralım; çünkü anlaşılıyor ki, son yerel seçimde olduğu gibi, siyâsî iktidar bu sefer de Abdullah Öcalan’ı denetimli bir şekilde, işine yarayacak bir şekilde devreye sokmak istiyor — bunun işâretleri var. Erdoğan defâlarca bunu söyledi. Ve bunu söylerken de, özellikle Selahattin Demirtaş’a yönelik, yani “Öcalan Demirtaş’tan hesap soracak” şeklinde bir ikilik yaratmaya çalıştı. Ve büyük bir beklenti var. Şimdi, Öcalan’la görüşülüyor mu? Görüşülmüyor mu? Herhalde görüşülüyor. Öcalan bir şey der mi? Çünkü en geç bir buçuk sene içerisinde seçim var; belki daha erken, normalde bir buçuk sene, tabii ki bu seçime endeksli. Öcalan bir şey derse, bu karşılık bulur mu bulmaz mı? Kandil ne der? HDP nasıl rol oynar? Selahattin Demirtaş  var, ama aslında sorunun çok sayıda aktörünün olduğu, odağın olduğu bir gerçek — yani bir İmralı, bir Kandil, bir Edirne var. Eskiden şey derdikbiliyorsun:İmralı, Kandil, Ankara ve belki Brüksel diyorduk. Brüksel’in artık pek etkisi yok anladığım kadarıyla; bilmiyorum katılır mısın? Eskiden Avrupa’daki o KCK yöneticilerine bir etkisi olabiliyordu. Ankara, HDP, cezaevindeki Selahattin Demirtaş HDP genel merkezinde daha etkili bana göre, katılıyor musun buna?

Altan Tan: Hemen hemen her gün medyada bir şey var; yani artı eksi, eleştirel veya kendisinin bizzat ifâdeleri mutlaka gündemde, evet.

Ruşen Çakır: Ve karşılıklı şimdi önce çatıdan başlayalım. Bir görüşme var, değil mi? Anlaşılan… 

Altan Tan: Ben bir bilgi sâhibi değilim; yani çok uzun uzadıya îzâhat vermeyeyim. Ama görüşmenin olmaması siyâsetin doğasına aykırı. Hangi seviyede? Yani cezaevi müdürü seviyesinde mi? Millî İstihbarat memurları seviyesinde mi? Daha üst siyasal bir seviyede mi? Onu bilmiyorum; yani en azından… 

Ruşen Çakır: Ama genellikle siyâsetçi yollamıyorlar. Daha çok…

Altan Tan: Bilgi sâhibi değilim; ama bu tip durumlarda, yani dünyada da bunu çok örneği var. İmralı’nın da işte aşağı yukarı 23 yıllık bir geçmişi var. Bu görüşmelerin her dönem sürdüğü kanaatindeyim ben.

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir olay var, demin seninle sohbet ederken de söyledim: Şimdi sanki İmralı iktidâra destek verecekmiş gibi bir beklenti yaratılıyor. Ama biliyoruz ki Öcalan o çok uzun bir süredir tecrit altında. Mâdem iktidâra en azından empatik yaklaşıyor diyelim –sempatik olmasa bile–, o zaman niye onu izole ediyorlar, tehdit ediyorlar? Görüşsün avukatlarla, ailesiyle; o da sürekli olarak düzenli bir şekilde bu tür mesajlar versin vs.. Burada bir sorun var sanki; yani böyle Öcalan’ın iktidârın istediği şekilde konuşma yapacağı bana pek garanti gelmedi, ne dersin?

Altan Tan: Şimdi konuya böyle ortasından girdik. Hani bazen ortasından girmek de iyidir, ama bence daha anlaşılabilmesi için biraz daha, ya başından ya sonundan, yani ya tümevarım veya tümdengelim modelini izlemek lâzım. İzleyicilerimizi çok fazla yormayalım, tümden gelelim; yani çok beklemesinler hani “Bu nereye bağlayacak lâfı?” diye. Şimdi bir Kürt siyâseti üzerinde, işte buna ister HDP deyin, ister Avrupa deyin, ister diğer örgütlenmiş Kürt siyasal yapıları deyin, Abdullah Öcalan’ın ve Kandil’in etkisi ihmal edilebilir mi? Yani ciddî bir etkisi var. Ha, kimin kimlerle bağlantısı var? Ne var? Bu mekanizma nasıl işliyor? Onun detaylarına girmiyoruz, bu bir. Yani Öcalan’ın ve Kandil’in son 40 yıldır olan bitenler üzerinde önemli bir etkisi var. İki, yine fazla bekletmeyelim: Seçimler Türkiye için her zaman önemli olmuştur. Ve bu seçimler de, yani en azından son 40 yılın 50 yılın en önemli seçimi. Niye en önemli seçimi? Yani bir cumhurbaşkanlığı seçimi var, bir Parlamento seçimi var; ama memleket o kadar gerildi ve kutuplaştı ki, bir de dünyadaki küresel bloklaşma, yani işte Biden, Avrupa Birliği, ikisine karşı İngiltere, Çin, Rusya ekseni… Türkiye’nin işte eksen değiştirdiği veya değiştirmediği… Ortadoğu’da Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri’yle önce kanlı bıçaklı olması; Mısır’la İsrail’le şu an tekrar yakınlaşması… yani bu seçimin sonucu bunların hepsini etkileyecek; yani Azerbaycan’la ilişkileri de etkileyecek, Suriye, Doğu Akdeniz, Libya vs. vs…. yani sadece bir mahalle muhtarı seçercesine bir cumhurbaşkanlığı seçimi değil; onun için herkes gardını almış durumda. Şimdi ne dedik? Kandil’in de Öcalan’ın da Kürt siyâsetinin belli bir kesimi üzerinde ciddî bir etkisi var ve bu kırk yıl boyunca hemen hemen her seçime bir şekilde müdâhale etmiş. Hemen bir örnek verelim: 1994 seçimlerinde yerel seçimleri boykot etmiş. Boykot edince bütün bölgeyi Refah Partisi kazanmış. Yani şimdi bunu söylediğiniz zaman da birileri, “Vay! Altan Tan ne diyor?” der. Altan Tan diyor ki: İşte, HDP’nin üzerinde Kandil’in, Öcalan’ın etkisi var; yarın yine olur. İşte bunu, “Acaba kapatılması için ihbar mı ediyor?”. Bir kere, ya arkadaş! Kırk yıldır yaşadıklarım var. Şimdi buradan nereye bağlayacağım? Bu seçimde Öcalan da bir şey söyleyecek, Kandil de bir şey söyleyecek. Ha, iyi söyleyecek kötü söyleyecek… diyorum ya: Tümdengelim. Bir pozisyon belirleyecek. Yani Öcalan bir şey söyleyecek, Kandil de bir şey söyleyecek. Ha, Öcalan’ın dediği mi, işte diyecek başka bir şey mi, ayrı bir şey, ama bu seçimlere geldiğimiz vakit, Kürt seçmenlere, özellikle de HDP kitlesine Kandil de bir şeyler söyleyecek, Öcalan da bir şeyler söyleyecek. Önce burada bir anlaşalım; yani bir tespitte bulunalım. Sonrasında ne diyecek? Şimdi bunun üzerine bir şeyler konuşalım. Şimdi bir tartışılmayacak konu daha var: Bu seçimin belirleyicisi HDP’li ve HDP’li olmayan Kürt seçmen. Yani sadece HDP değil, bütün anketlerde ortalama % 10 oy çıkıyor HDP’ye, yani 9 gösteren de var 12 gösteren de var; yani ortalama 10 puan en az 5-6 puan da siyasallaşmış dindar muhafazakâr Kürt Ak Parti’nin içinde var. Yani bunlar da Ak Parti’nin son birkaç yıllık MHP ile ortaklığı, çözüm sürecinin askıya alınması, demokratikleşmenin durması ve daha güvenlik esaslı politikaların çok fazla öne çıkmasından rahatsız. Yani üst üste koyduğunuz vakit, % 15-16’lık bir Kürt seçmen kitlesi bu seçimde can alıcı bir noktada duruyor. Türkiye’deki Kürtlerin 15-16 değil yani % 21, 22, 23’ e kadar çıkaran ciddî desteği var, ama Kürtlerin bir kısmı, mesela Alevî Kürtler’in % 90’ı CHP’ye oy veriyor. İşte, bir kısım Kürdün Kürtlükle ilgili bir iddiası kalmamış. Yani benim % 15-16 dediğim, siyasallaşmış Kürt kimliğini veya politize –hani farklı kelimeler kullanılabilir–, şimdi bunlar ne tarafa kayarsa, yani eğer mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a oy verirse o kazanacak. Muhâlefete oy verirse muhâlefet bu seçimi kazanacak. İki kesimin de Kürtler’in oyuna ihtiyâcı var ve iki kesimin de mutlaka bir Kürt senaryosu, bir Kürt projesi, Kürtler’le ilgili bir söylem geliştirme mecbûriyeti var. Hani iktidârın da böyle bir mecbûriyeti var, muhâlefetin de var. Şimdi muhâlefet şöyle düşünüyor — muhâlefet diyor ki: “Ya, bu Kürtler zâten AK Partisi’yle kanlı bıçaklı oldular, işte şu kadar Kürt siyâsetçi cezaevinde, işte bu kadar mahkemeler şunlar bunlar var. Dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına kim çıkarsa çıksın, bu Kürtler götürüp oyunu ona vermek mecburiyetindeler. Yani biz hiçbir şey demesek de, aâten bu Kürt kitlesi götürüp muhâlefete oy verecek.” Bu, muhâlefete ayrı bir rahatlık veriyor. Yani nasıl olsa mecburlar; nasıl olsa yapılacak bir şey yok. Onun için İYİ Parti zaten hemen hemen MHP gibi bir üslûpla gidiyor, işte, “HDP’nin yeri PKK’nin yanıdır” diyor. “Biz asla bölücülerin bilmem kimlerin olduğu bir ittifakta olmayız” diyor. Şu hesâbı yapıyor da diyor: Zâten böyle satın alındı, yani bunun ötesinde bir hamleye gerek yok. Eh iktidar da kendince bir hamle yapmak zorunda. Meselâ Sayın Kılıçdaroğlu bunun böyle olmadığının bilincinde. İşte, Diyarbakır’a gelme hazırlığı yapıyor diye erteledi. Bir Kürt çalıştayı raporu hazırladıklarını söylüyorlar; bunlarla ilgili bir şeyler söyleyecek. Yani sonuç olarak toparlarsak: Bu seçimlerde Kürtler’in oyu altın değerinde; ikinci olarak Kandil de bir şey söyleyecek, Öcalan da bir şeyler söyleyecek ve diğer dindar muhâfazakâr Kürtler de, “İktidar ne söylüyor? Muhâlefet ne söylüyor?” bunlara bakacak ve bir karar verecek. Şimdi burada iktidar şunu söylüyor — yani işte bu Edirne-İmralı çatışmasına gelelim. Diyor ki: “Biz bir çözüm süreci başlattık” ve bu çözüm sürecinde de Öcalan’la, ister iktidar deyin ister sayın Erdoğan deyin ister devlet deyin, bir mutâbakat içindeydi. Yani bu çok açık ve net; zâten görüşme notlarında da var. O Âkil Heyetler neydi? Bu mutâbakat: 1) PKK silahlarını bırakacak artık; 2) bu silâhlı güçlerini dört-beş ay zarfında Türkiye’nin dışına çıkaracak; 3) bu kalıcı bir şey olacak –yani taktiksel, hani baharın gittim, yazın geldim, güzün geldim şeklinde olmayacak–; 4) hükûmet demokratikleşme adımları atacak; 5) başkanlık seçiminde Erdoğan’ı destekleyecekler. Yani mutâbakatın genel çerçevesi bu. Şimdi hükümetin iddiası şu, diyor ki: “Bunu Kandil ve Kandil’i dinleyen siyâsetçiler bozdu”. İddia bu. Eh, Kandil’e sorarsan, öbürlerine sorarsan diyorlar: “Hükûmet bizi oyaladı, bir şey yapmadı, adım atmadı”. Ama netîcede benim şahsî kanaatim — ben bunu her programda mecbûren söylüyorum, yani daha iyi anlaşılsın diye söylüyorum: Masaya HDP ile Hükûmet oturmadı. Şimdi bazı şeylerin konuşulması lâzım: Masaya Öcalan’la Hükûmet oturdu. Yani o kurulan masada peki HDP’nin pozisyonu neydi? HDP’nin pozisyonu, aracı, yani…

Ruşen Çakır: Sen de buna dâhil olmuştun değil mi? Meselâ Kandil’e gittiniz.

Altan Tan: Yani oldum, birinci görüşmeden sonra îtiraz ettim. Hattâ benim meşhur, sık sık kullandığım bir ibâre var. Yani AK Partili yöneticiler de çok kızıyorlar bu ifâdeye. Diyorlar ki: “Ya, niye böyle konuştu?” O zaman dedim ki: “Biz postacı değiliz; yani eğer ben postacıysam, ben bu postacılığı kabul etmiyorum. Ben milletvekili olarak, siyâsetçi olarak, bu konuda binlerce sayfa kitap, makale yazı yazmış biri olarak, söyleyecek bir sözüm varsa kendi adıma veya parti adına, bir de temsil ettiğim halk adına müzâkereciysem varım, postacıysam PTT’ye gidin” dedim. PTT’de postacı çok şimdi. Ve ben birinci toplantıdan sonra devre dışı bırakıldım, yani heyetten çıkarıldım. Yani arkadaşlarım da bana sâhip çıkmadı; Selahattin Bey de sâhip çıkmadı, diğer arkadaşlar da çıkmadı. “Ya, bunu niye çıkarıyorsunuz? Bu ne kabahat işledi?” demedi kimse. Şimdi o postacılığı ve pozisyonu kabul eden arkadaşlar devam etti müzâkereye. Mesela Selahattin Bey’in de, o dönem lâflar var, işte, “Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” veya işte “Kandil bizim irâdemiz, önderliğin irâdesiyle…” Tamam, senin irâden önderliğin irâdesi ise, masada da şu an muhâtap Öcalan’dır; yani gidip gelme, konuşma, tavır… O halde Öcalan o masadan kalkarsa, yani “Bu iş bitti derse” biter, devam ediyorsa devam eder. Bak benim için bu geçerli değil; ben bunun olmadığını deklare ettim çekildim. Ama sen Öcalan o masadan kalkmadan onu boşa çıkaracak adımlar atmışsan, eh bunlardan Öcalan rahatsızlık duyuyor.

Ruşen Çakır: O şeyi diyorsun, “Seni Başkan Yaptırmayacağız”.

Altan Tan: Başta, éSeni başkan yaptırmayacağız”; yani sürekli diyorlar ki şeffaflık ve demokratikleşme, halkı bilgilendirme, kapılar arkasında gizli işler yapmama. Eh açıklayın: “Seni başkan yaptırmayacağız” lâfı nereden geldi? Nasıl oldu, nereye gitti? Öcalan’ın buna tepkisi ne oldu? Çıkın söyleyin; yani onu da ben mi söyleyeyim?

Ruşen Çakır: Ne oldu onun tepkisi?

Altan Tan: Şiddetli tepkisi var, bunun detaylarını da biliyorum. Îcap ederse anlatırım bir gün, yani tepkilerini… 

Ruşen Çakır: O gün bugün olsun, anlat canım, ne yani?

Altan Tan: Şu meselâ: Öcalan hemen diyor, geliniyor tekrar görüşmelere, “Nereden çıktı bu? Eh Öcalan da şiddetli tepki koyuyor. Gelen heyetle tekrar şey yapılıyor, “Bu şeyi düzeltin” deniliyor, “bu işi gücü”. Bir hafta sonra daha sert bir açıklama yapılıyor. Yani o bir haftalık süre içerisinde, yani düzeltin dediği iş bir hafta sonra daha sert bir şekilde cevap veriliyor. Bunların kayıtları var, bütün grup…

Ruşen Çakır: Peki o zaman ya Selahattin Demirtaş, Öcalan…

Altan Tan: Dolayısıyla Öcalan’ın bu işten bir rahatsızlık duyduğu sağır sultanın bildiği bir şey; gizli saklı bir şey değil yani. Yok, o onu ifşâ etti, bunu gizledi, bu bunu okudu… Ya, arkadaş! Siz bu kadar halk, demokrasi, şeffaflık… Ben devlet açısından da söylüyorum. Yani şimdi meselâ bilgiler devletin elinde hepsi var. Hadi diyelim bir taraf açıklamıyor, sen niye açıklamıyorsun? Sen açıkla. Görüşme notları var, görüntüler var, işte, ses kayıtları var; yani Öcalan’ın rahatsız olduğuyla ilgili bir tartışma yok, yani Öcalan o masadan, “Ben bu işi bitirdim, sağım suyum yok oynamıyorum” diyerek kalkmadı. Ama sen işte irâdeni oraya bağlamışsın, onu kabul etmişsin, ama onu boşa çıkartmışsın. Ha, “efendim bu görüşmeler boştu doluydu, hükümet oy alıyordu, zâten hiçbir şey yapmayacaktı…” Bunlar başka tartışmalar; bunun muhâtabı Öcalan’dır. Yani eğer sen vekâletini ona vermişsen…

Ruşen Çakır: Peki şimdi, bugün bütün bunlar yaşanmamış gibi sil baştan Öcalan tekrar bir masa kurulmasında… 

Altan Tan: Ben öyle bir şey düşünmüyorum. Yani hem Türkiye’nin reel şartlarından dolayı düşünmüyorum, hem de yaşanılmış yanlışlıklardan dolayı düşünmüyorum. Ama netîcede bu bu seçim döneminde, tekrar tekrar söylüyorum: Öcalan’ın da söyleyeceği şeyler olacaktır, Kandil’in de olacaktır. Bunlar birbirleriyle uyumlu mu olacaktır, ayrı mı olacaktır? Bunu berâber yaşayarak göreceğiz.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi şöyle bir…

Altan Tan: Ama benim burada altını çizdiğim şu: O çözüm sürecinin geldiği son noktada Öcalan’ın rahatsızlıkları vardı, söylediğim bu — gerisi hepsi polemiktir.

Ruşen Çakır: Şöyle bir şey: Bu bir al-ver ilişkisi sonuçta ve Öcalan pek bir şey alamadan masa dağıldı diyorsun. Şimdi tekrar bir de şunu söylüyorsun, diyorsun ki muhâlefet nasıl olsa bunlar bize mecburlar, dolayısıyla…

Altan Tan: Evet, öyle diyorum; “çantada keklik, hiçbir şey yapmasam da… yani Erdoğan’a kızdığından dolayı getirip oyunu bize verecek, İstanbul seçimleri gibi”…

Ruşen Çakır: Tamam, orada özellikle Kandil ve İmralı için, “İyi güzel, muhâlefete oy vereceğiz de, bunlar bize ne verecek?” sorusu ortada duruyor.

Altan Tan: Tabii duruyor; herkes soruyor bu soruyu, halk da soruyor. 

Ruşen Çakır: Ama o zaman da herhalde Erdoğan bunu görerek bir şeyler verecekmiş gibi yaparak, yeniden Öcalan’ı ve hattâ gerekirse Kandil’i devreye sokup o oyların en azından bir kısmının kendisine gelmesini ya da sandığa gitmemesini sağlamaya çalışıyor. Böyle özetleyebilir miyiz?

Altan Tan: Evet, özeti bu. Şimdi ben burada da bir şey söylemek istiyorum ve biraz da kızgınım, yani öfkeliyim. Kimlere? Çokbilmiş bazı Kürt sözde aydınlarına –sözde, keşke aydın olsa, entelektüel olsa; bizim en büyük sıkıntımız siyâset adamı, devlet adamı kumaşında liderler yetiştiremememiz–; şimdi hemen başlıyor: “Efendim” diyor, “işte, hükûmet ne adım atarsa atsın mecbur kaldı. Seçimlerde bizim oyumuza muhtaç; yine bizi kandırmak için oyun yapıyor; işte, ayak oyunları yapıyor. Bunların derdi Kürt sorununu çözmek değil seçimi atlatmak”. Tamam, eh peki muhâlefet? Muhâlefet de öyle; yani şimdi İYİ Parti’nin bir Kürt projesi var mı? Veya işte Gelecek Partisi’nin veya Ali Babacan’ın bir Kürt politikası var mı? Yani iki tane genel başkan yardımcısı, aleni olarak Şeyh Said’e de küfretti Seyyid Rıza’ya da küfrettiler. Parti içinde bir sürü tartışmalar oldu. Şimdi efendim, o da işte seçim için beni kandırıyor, bu da beni seçim için… Ya, kanma ve bırak seni kandırsın, ya gelsin beni kandırsın, kandırsın ben kandırılmak istiyorum tırnak içinde. Zaten bu siyaset öyle bir şey ki bir aşk ilişkisi değil.

Ruşen Çakır: Şimdi burada yalnız şöyle bir şeyi hatırlatayım.

Altan Tan: Bir proje ortaya koysun; o taraf da koysun bu taraf da koysun. Bak bakalım onun içinde ne var? Boş mu dolu mu? Veya kısmî bir iyileştirme mi var? Hani beni kandırsın dediğim o yani. Mecbur olmazsa zaten selam vermeyecek. 

Ruşen Çakır: Altan, seninle ilk tanışmamızı bilmeyenlere hatırlatalım. Sen Refah Partisi’nin Güneydoğu milletvekiliydin.

Altan Tan: Evet, 1991, evet, 31 sene olmuş.

Ruşen Çakır: Evet ve sen neden ayrıldın? 

Altan Tan: Ben işte o zaman Türkeş ile Erbakan’ın seçim ittifakından dolayı ayrıldım.

Ruşen Çakır: Şimdi tamam, onun için söylüyorum. “Şu anda bir Kürt olarak Türkeş’le ittifak yapan bir parti benim sorunlarıma sâhip çıkamaz” dedin özetle, değil mi? 

Altan Tan: Çıkmıyordu, o tarihte yoktu.

Ruşen Çakır: Tabii o ayrı.

Altan Tan: Bugün de bir tarafta İYİ Parti var, bir tarafta MHP var. Yapacağın üç şey var. Hükûmet bir proje ortaya koyacak; dediğim gibi farzet ki beni kandırmak için, öyle kabul edelim, yani mecbur. Bir proje ortaya koydu, ben de bunun altını üstünü, işte kandırılmasını oyalanmasını yani bilebilecek kadar aklım da var yaşım da. Öbür tarafta da İYİ Parti’nin olduğu –yani MHP’nin yarısı o tarafta yarısı bu tarafta– o da bir proje koydu. Ben bakacağım: Ya reel-politik olarak kendime daha faydacı, yararcı gördüğüm tarafı destekleyeceğim, yani şartıyla şurtuyla protokolüyle konuşmasıyla; yani ya iktidarı ya muhalefeti, veya “Arkadaş, ikisinden de bana hayır yok; sayım suyum yok ben bu oyunu oynamıyorum” diyeceğim. Nedir bu işte? Aynen o 94’teki gibi… 

Ruşen Çakır: O da tabii daha çok…

Altan Tan: boykotu…

Ruşen Çakır: O da tabii daha çok iktidarın işine yarayacak.

Altan Tan: AK Parti’ye yarayacak o da; yani bu da bir oyun. Bu da bir farklı oyun; onun için yani siyâsetçinin yapacağı, bu duygusal tepkilerden, reflekslerden sıyrılıp… Yaser Arafat Ramallah’a gitti değil mi? Bütün tartışmalarla — ki ben mezarına da gittim, Filistin’e Ramallah’a, Ramallah’ta İsrail’in egemenliği içinde bir hükümet kurdu. Ve bugün Arapların yüzde doksanı iki devletli fikri savunuyorlar; yani işte o oyundur, İsrail’in egemenliğini kabuldür denilen projeyi istiyorlar, İsrail yönetimi yapmıyor. Yani sonuçta siyâset bir aşk ilişkisi veya bir kan davası ilişkisi değil. Yani “CHP bana işte 1925’te şunları yaptı, 37 Dersim’de bunu yaptı, 30’da Ağrı da şöyle oldu böyle oldu, ben CHP ile artık ölene kadar C harfini gördüğüm vakit yokum”. Veya “İktidar şunu bozdu bunu götürdü bunu etti ben artık yokum”. Eh peki nasıl siyâset yapacaksın?

Ruşen Çakır: Peki burada şöyle bir şey var… 

Altan Tan: Nasıl siyâset yapacaksın yani?

Ruşen Çakır: Anladım. Şu âna kadar son dönemde Erdoğan’ın Kürt meselesiyle ilgili söylediği hemen hemen hiçbir şey yok. “Zâten böyle bir sorun yok” dedi. Ve…

Altan Tan: Evet ve Kürdistan dediği günler de oldu, yani Meclis kürsüsünde… 

Ruşen Çakır: Ama şu an îtibâriyle Erdoğan’ın ağzından çıkan tek şey, “İmralı Edirne’yi cezalandıracak” dışında bir şey söylemedi. Yani Selahattin Demirtaş’ı onun düşmanı, yani kendisi aleyhine çalışan bir figür olarak görüyor. Etkisini biliyor, onun etkisini kırmak için Öcalan’ı kullanmak istiyor. Ama bunun yanında insanlara, Kürt seçmene, “Bakın, ben zâten yeniden seçilirsem şunu şöyle yapacağım bunu böyle yapacağım” deme ihtiyâcı bile hissetmiyor ama.

Altan Tan: Eh, etmiyorsa da Kürt oy vermeyecek o zaman. Yani bunda tartışılacak bir şey yok.

Ruşen Çakır: Yani sâdece şunu söylemeye çalışıyorum: Sâdece Öcalan faktörünü kullanarak… 

Altan Tan: Şimdi ben bir arkadaşa, yine AK Parti’de çok etkili ve yetkili bir arkadaşa bir sohbet esnasında –tabii bu arada herkes herkesi yokluyor; yani büyükelçiler, konsoloslar bana da biri gidiyor biri geliyor, partiler oradan buradan, iktidardan dışarıdan işte PKK dışındaki Kürt örgütlerinden, partilerinden Barzani’den öbüründen bir her taraftan geliyor; hattâ HDP’ den de arkadaşlarla konuşuyoruz yine– şimdi biri şunu sordu, yani hükümete yakın birisi: “Arkadaşım bakın bir lokantaya bile gittiğiniz vakit, hadi lüks bir kebapçıya gidiyorsunuz, esas derdiniz ne?  İşte, iyi bir kebap yemek veya kaburga dolması yemek; ama o ana yemek gelmeden, işte bir tereyağıyla biraz lavaş ekmek, tulum peyniri geliyor, güzel bir gâvurdağı salatası geliyor, bilmem ne geliyor, şu geliyor bu geliyor. Dedim siz boş masaya milleti oturtup da bir desteğini alamazsınız. Yani ana yemek olmasa bile, en azından bir garnitür koyma mecbûriyetiniz var. Çoğu zaman da insan o garnitürü yer, ana yemeği de yiyemez, yani doyar. Şimdi ya diyelim ki Sayın Erdoğan işte sâdece bir mektup, veyahut Öcalan’ın bir iki söylemi üzerinden bir siyâset geliştirdi. Veya Sayın Kılıçdaroğlu geldi Diyarbakır’a dedi ki: “İşte, demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer”. Mesut Yılmaz da, “Avrupa Birliği’nin treni buradan geçer” diyordu; öbürü, Süleyman Demirel ile biliyorsunuz Erdal İnönü Diyarbakır’a geldiler. “Kürt realitesinitanıyoruz” dediler, davul zurnalar çaldılar. İşte, “Ben bunları söylerim, Kürtler’in oyunu alırım”. Bu iş bu kadar basit değil. Yani boş masa dediğim bu. Boş masayla ne Sayın Erdoğan bir netîce alabilir, ne Sayın Kılıçdaroğlu bir netîce alabilir. Yani sonuçta dört dörtlük bir çözüm olmasa bile, tekrar söylüyorum, yani ben meselâ kendimi söyleyeyim: Ben bu yaşımla, bu işte tecrübemle, bu birikimimle dört dörtlük bir çözümün bir anda olmayacağını biliyorum. Seçimin bu işi bir mecbûriyet hâline getirdiğini biliyorum. İyi ki de seçim var, iyi ki de mecbûriyet var. Fırsat bu; ama ben bir Kürt vatandaş olarak, siyâsetçi olarak –hadi yazar çizer kısmını bir tarafa bırakalım– bunu ben nasıl Türkiye demokrasisinin ve özelde de Kürtler’in lehine çevirebilirim? Bunun hesabını yapmam lâzım; halkı da aldatmadan, kendimi de kandırmadan. Şunu demek istiyorum — tekrar senin dediğine açıklık getirmek için: Yani Sayın Erdoğan bunu söyledi, işte bunu söyledi, bu bir şeyi ifâde etmiyor. Yani Öcalan devreye girecekse nasıl girecek? Neler söylenecek? Hükûmet ne gibi bir yumuşama diyelim –işte esneme diyelim veya demokratikleşme kapısını tekrar açma diyelim– neler söyleyecek? Aynı şekilde muhâlefet; meselâ ben Sayın Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır gezisini dört gözle bekliyorum. Hani bakalım, keşke bir şey söylese; yani niye hani bir de bir şey var: Rekabet halka yarar; yani Sayın Kılıçdaroğlu gazoz derse, iktidar vişne suyu demek zorunda. İşte o bilmem portakal suyu diyorsa, öbürü avokadodan bahseder, yani o rekabet el yükseltir. Bundan da halk yararlanır, demokrasi yararlanır. Yani son söz olarak ne söyleyebiliriz? Yok, yok, bu mevzuyla alâkalı, boş masadan bir şey çıkmaz. 

Ruşen Çakır: Şimdi ortada çok konuşulmayan bir husus var. Ama bence çok da kritik bir rol oynuyor: Özellikle Kandil nezdinde ve bir anlamda İmralı nezdinde Suriye. Çünkü Suriye’de Kandil’in denetiminde bir bölge var, özerk yönetim var vs.. Ve orası Türkiye’nin müdâhalesiyle iyice daraldı. Ve hâlâa üzerinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir şeyi var, her an orayı bozabilir. Amerika Birleşik Devletleri desteğiyle orada bir antite, bir varlık oluşturmak, daha doğrusu oluşturdukları varlığı korumak, güçlendirmek…

Altan Tan: Yerleştirmek.

Ruşen Çakır: Evet yerleştirmek istiyorlar. Ve sanki bu da önemli bir pazarlık konusu gibi ve Türk kamuoyunun çok fazla bilmediği, belki de önemsemediği bir şey; ama özellikle gizli örtülü pazarlıklarla İmralı’yla varsa bir temas –ki var–, Kandil’le varsa bir temas – ki olabilir.

Altan Tan: Barzani de var; işte Neçirvan Barzani üç dört gün evvel İstanbul’daydı; belki hâlen de buralardadır, bilmiyorum gitti mi?  Gitmedi mi?

Ruşen Çakır: Suriye burada sence gerçekten çok önemli mi?

Altan Tan: Önemli tabii, şimdi Suriye’nin iki boyutu var. Yani yeni Suriye nasıl olacak? Hani biliyorsunuz, orada Rusya var, Amerika var, İran var bilfiil; yani dolaylı olarak olanlar ayrı, işte Türkiye var, yani kaç bin askeriyle var. İsrail her işin içinde var daha arkadan. Şimdi Suriye’de Türkiye’yi ilgilendiren iki ana önemli olay var. Birisi, işte Rojava denilen, Kürt bölgesi denilen –tabii bir parantez daha açalım: Yani şu an Amerika’nın kontrol ettiği o Kürt bölgesi denilen yerde Kürtlerin nüfusu % 30, %65’i Arap, % 5’i Hristiyan; yani o da nasıl olacak? O da ayrı fasıl, parantezi kapatalım– bir de İdlib var. Şimdi bu İdlib’de de tam sayısını bilmiyorum yani nüfus sayımı yok, bir şey yok. Ama milletin söylediği, üç buçuk, dört milyona yakın Suriye rejimine muhâlif, yani daha İslâmî eğilimleri olan bir halk var. Bu halkın içinde de birçok örgüt var. Yani işteÖSO’sundantut bilmem DAİŞ’ine kadar… işte en son DAİŞ’in lideri Türkiye sınırına yakın bir yerde öldürüldü. Şimdi Türkiye tabii ki yani bu kendi içinde bir yandan bu seçimi kazanma, atlatma hesapları, bir yanda da bunların hepsi Suriye’yle de alâkalı; yani hem Kürtler’le alâkalı hem de o İdlib’deki dört milyon nüfusla alâkalı — burada atacağı her adım orayı da ilgilendiriyor ve orada olacaklar burayı ilgilendiriyor. Şimdi, yeni Suriye’de Kürtler’in mutlaka yeni bir statüsü olacak. Yani eskisi gibi nüfus cüzdanı olmasın, kimliği olmasın, işte bilmem neyi olmasın demek mümkün değil. Benim akrabalarımın yarıya yakını orada; yani böyle îcap ettikçe, bu son zamanlarda da çok îcap ediyor, çünkü devamlı konuşuyoruz. Şimdi buradaki bir Kürt yaklaşımı hem Türkiye’nin içini hem Suriye’yi hem de Irak Kürdistan bölgesel yönetimini birinci dereceden etkiliyor. Meselâ şimdi bu son dönemlerde perde arkasında neler konuşuluyor bilmiyorum. Hiç gündemde yoktu, Nusaybin-Kamışlı sınır kapısının açılma sinyalleri var. Yani inşallah açılır, çünkü çok önemli bir şey. Niye? Şimdi Irak’taki Kürdistan bölgesiyle tek bağlantı olan derme çatma bir köprü var, Semalka diye bir sınır kapısı var. Onu Barzani yönetimi kapattı. Yani PKK ile olan çatışmalarla sorunlardan dolayı ve bölge şu an nefes alamayacak halde. Onun için öyle bir proje üzerinde çalışılmalı ki, hem Türkiye’nin içini rahatlatmalı, hem oradaki Kürtler’i rahatlatmalı — bunun da birinci noktası silâhların bırakılmasından geçiyor artık. Yani Öcalan’ın 2013 yılında dediği: Artık silâhın devri bitti.

Ruşen Çakır: Ama tabii orada silâh bırakma derken, Suriye’de silâh bırakma değil 

Altan Tan: Türkiye’deki öncelikle, Türkiye’yle olan mesele sonradan da… 

Ruşen Çakır: Yani şöyle de söyleyebiliriz hattâ: Aanki Suriye’deki silâhları muhâfaza edebilmek için Türkiye’deki silâhın bırakılması lâzım. 

Altan Tan: Bırakılması lâzım, evet. 

Ruşen Çakır: Yani orada Kandil de böyle bir tercih yapabilir.

Altan Tan: İşte, ben şimdi niye… yani Kürtler’in bu dönemde, yani Türkiye’nin de aynı şekilde devlet adamı çıkartmak, siyâset kumaşı kaliteli liderler çıkartmak bu dönemlerde lâzım işte. Yani hem Türkiye için ve özelde de Kürtler için bu hesap kitapları yapabilecek, bu diyalogları kurabilecek, bu işleri çözebilecek… Şimdi meselâ bizim bir arkadaşımız çıktı dedi ki: “Biz sırtımızı YPG’ye YPJ’ye dayamışız”. Ertesi gün benim bir beyanatım var, girin internete, diyorum ki: “Biz sırtımızı YPG’ye, YPJ’ye değil, YPG ile YPJ sırtını bize dayamalı”. Yani Türkiye’de demokrasi güçlü olursa, Kürt halkının kazanımları güçlü olursa Suriye’ye de faydası olur; yani Suriye’ye gelip de Türkiye’deki Kürt’e veya Türkiye’nin demokrasisine bir şey veremez. Maalesef bu akılla gidildi. Şimdi Türkiye’de eğer silâhlar bırakılırsa, Kürt siyâseti legalleşirse, bunun karşılığı olarak da Suriye’deki Kürtler’in pozisyonuyla ilgili karşılıklı kabuller gündeme gelir, sınır kapıları açılır. Irak Kürdistan bölgesiyle bu ilişkiler toparlanır, bölgesel bir iyileştirmeye gidilir. Bugün lâzım olan bu; ama şimdi bunları konuştuğum vakit, meselâ bazı kanallarda altyazı geçiyor. Ben dün gece de Avrupa’dan yayın yapan bir Kürt kanalıyla böyle şey üzerinden işte bu Whatsapp veya Zoom üzerinden bir şey yapıyorum. Oraya işte görüşler geliyor, diyor ki: “Biji Kürdistan”. Ulan iki duble de rakı at üzerine, “Biji Kürdistan” demekle çözülüyorsa, hadi ben de öyle diyeyim. Ya arkadaş, bak akıllı uslu şeyler konuşuyoruz. Türkiye’de neler olacak ve bu seçim bir fırsat, bu Suriye’yi de etkileyecek, bu Kürdistan bölgesini de etkileyecek. Neçirvan Barzani, PKK, PYD, işte Suriye muhâlefeti, Amerika’nın bölgedeki hesabı kitabı… bir uzlaşma çıkaralım burada. Bir uzlaşma çıkaralım.

Ruşen Çakır: Bu son yerel seçimde bir şey denedi iktidar, apar topar, panik hâlinde diyelim. 

Altan Tan: IQ seviyesi çok düşük bir operasyondu. Çok düşük!

Ruşen Çakır: Evet, Öcalan’ı ve Osman Öcalan’ı kullanarak yapmaya çalıştı. Ve Selahattin Demirtaş başka bir açıklama yaptı ve Selahattin Demirtaş’ın o “bağrımıza taş basıp” dediği açıklama etkili oldu. Ve o aslında bence Öcalan’ın…

Altan Tan: Îkazdı aslında herkese; herkese îkaz, hükümete de… Yani IQ seviyesi düşük; yani ben bu çocuğun önüne bir lolipop veririm, bir gofret veririm, ondan sonra… Ya, böyle bir şey yok artık. Bakın biz şimdi iktidârın da muhâlefetin de neye mecbur olduğunu, hesapların ne olduğunu konuşuyoruz. Ne olduğu ya belli bir zekâmız var. Ben şimdi geçenlerde bir televizyon programında da yine söyledim, dedim ki: “Ya demek ki dışarıdan biz çok aptal gözüküyoruz ya geri zekâlı gözüküyoruz demek ki tipimize bakan diyor ki ulan bunun tipine bak işte kafa değil sulu yafa bunda beyin yok” Yani insanın kendini en fazla yanılttığı şey karşıdakini ahmak yerine koymaktır. Hani empati diyorlar ya? Bende bir akıl var, zekâ var; benim hesapladıklarımı Ruşen de hesaplayabiliyor, ben bu Ruşen’le konuşurken bari adam gibi konuşayım yani.

Ruşen Çakır: Peki şimdi tekrar şeye geçelim. Aktörlere geçelim: Üç tane odak oluştu zâten; İmralı var, Kandil var, Ankara yerine daha çok Edirne var — Selahattin Demirtaş’ın kendisi var.

Altan Tan: Ama bir de meselâ AK Parti’de en az beş, altı puanlık dindar muhâfazakâr Kürt seçmen var. HDP’nin içinde de seçmenin en az yarısı o bahsettiğim AK Partili seçmen gibi, yani namazında niyâzında, orucunda, hem millî hem dinî hassasiyetleri olan bir kitle var.

Ruşen Çakır: Tamam, ben burada siyâsî hareketin farklılıklarından bahsediyorum. Şimdi daha önce sen Kandil’e gittin, ben de röportajlar yapmaya gittim. Cemil Bayık’la, Duran Kalkan’la vs.. Şimdi orada şunu gördüm. Yani sadece röportajlar sırasında değil, yaşananlara bakarak da; tabii ki önderlik dedikleri bir Öcalan var, ama onların kendilerinin de çok güçlü bir karar mekanizmaları ve irâdeleri var; yani Öcalan da zâten onlara böyle şunu yapın bunu yapın diye böyle çok böyle tâlîmatlar vermiyor. Siz o postacılık döneminden de bilirsiniz, daha böyle bir şeyler öneriyormuş gibi yapıyor, ama öteki tarafa rağmen bir şey yapmıyor sanki.

Altan Tan: Şifrelerle yani.

Ruşen Çakır: Evet, hâlen aynı şey geçerli değil mi? Yani şöyle bir, “Öcalan emreder onlar yapar” yerine, her ne kadar doğrudan görüşemeseler bile birbirlerini tanıyan bilen insanlar olarak, yapılar olarak birbirlerini gözeterek bir formül buluyorlar. Doğru özetliyor muyum?

Altan Tan: Yani bu geçmişteki ilişkiler açısından doğru olabilir. Ama ben son beş-altı yılki trafiğin dışındayım, bilmiyorum. Yani bilmiyorum derken, sizin gibi işte medyayı takip ediyorum, açıklamaları…

Ruşen Çakır: Hayır, yapısal olarak baktığınız zaman 

Altan Tan: O yapının içinde de ne gibi tırnak içinde “yapısal değişiklikler” oldu veya olmadı bilmiyorum. 

Ruşen Çakır: Eyvallah, eski bilgilerimizden hareketle baktığımız zaman

Altan Tan: Eski bilgilerimiz öyle, yani eski bilgilerimiz öyle,

Ruşen Çakır: Yani…

Altan Tan: Ama şu an Kandil de bir hesap yapmak zorunda; yani diyelim ki Türkiye’deki bu silâh işi nereye gidecek? Yani kalaşnikofla Türkiye Cumhuriyeti ordusunu mu yenecek? Veya Amerika gelecek Türkiye’yi Suriye gibi Irak gibi işgal edecek bir Kürdistan mı kuracak? Böyle paldır küldür konuşayım yani.

Ruşen Çakır: Yok.

Altan Tan: Yok böyle bir ihtimal arkadaş. Ya peki halk ne istiyor? Yani şu an Kürdün yarısı batıda evlilikler, ilişkiler, ticaret… meselâ İstanbul içinde kaç gündür tekrar geldim İstanbul’dayım uzunca bir zamandır gelmemiştim. Diyarbakır’dan yine döneceğim inşallah bir iki gün sonra ya sokaklar olduğu gibi bizim Kürtler de yani kahveler, lokantalar, otoparklar yani derece derece bu halk senin siyasal projeni istiyor mu? Yani ayrılmayı istiyor mu?  Kavgayı istiyor mu? Çatışma istiyor mu? Bulunduğu yerde meselâ sorduğun zaman diyorlar ki: “Kardeşim, biz de ayrılmak istemiyoruz; tamam biz de bölünmek istemiyoruz” Tamam e peki ne istiyorsun? Niye savaşıyorsun? Yani savaşılacak şeyler var, konuşulacak şeyler var. Konuşarak bir şeyi çözüyorsan, meselâ Muaviye’te atfedilen, tarihte işte bir sürü onun gibi Makyavelist siyasetçilere atfedilen söz var — yani bazısı Makyavel der bazısı Muaviye der bazısı bilmem kim der; der ki: “Eğer bir işi sözle halledebiliyorsam para kullanmam. Parayla rüşvetle bir şeyi çözebileceksem sopa kullanmam. Sopayla halledebileceksem adamı öldürmem. Yani biraz döverim öldürmem.” Şimdi sen bugün bu önüne koyduğun hedefler için silâha savaşa artık gerek var mı? Yani böyle bir şey yok. O zaman herkesin, yani ne kadar yazar çizer, sol, İslâmcı, liberal, sosyal demokrat neyse,  herkesin şunu söylemesi lâzım arkadaş: “Artık Türkiye de bu silâh işinin rafa kalkması lâzım” — madde bir. İki: Suriye’yle bir pozisyon belirlenmesi lâzım; yani birbiriyle bağlantılı. Üç: Irak Kürdistan bölgesiyle aynı şekilde bir rehabilitasyon, yani üçlü bir rehabilitasyon. Diyelim ki senin orayla aran iyi olabilir, ama orayla Suriye’nin arası iyi değil ve bölgesel bir huzurun projelendirilmesi lâzım. Bunun projelendirilmesi lâzım; şimdi işte burada Kandil’in de bunu görmesi lâzım. Ama işte, “Efendim, İran bana dedi ki bölgeyi karıştır”. Meselâ İran’ın bölgesel bir stabilizasyon projesi yoktur. Destabilizasyon yani karıştırma üzerine bir siyâseti var. Meselâ şu an Irak’taki Şiiler bile isyan ettiler. Tabii bizimkiler bir tarafı görür, öbür tarafın hiçbirinden haberi yok; bizim çok bilmiş aydınların veya siyâsetçilerin şu an Irak’ta İran karşıtı Şiiler yani Mukteda es-Sadr, birinci parti oldu. Mukteda es-Sadr’ın söylediği ne? Yani Şiilerin en büyük partisi, “İran bizim işimize karışmasın” diyor. Bunu Şii söylüyor. Yani diyor ki:Biz de Şii’yiz, tamam, İran da Şii; ama Irak’ı Irak’taki Şiiler yönetsin. Bizi biz yönetelim”. Yani şimdi dolayısıyla İran’ın Irak’ta ve Şiiler içerisinde bile topyekûn uzlaştırıcı bir politikası yok. Onun için Kandil de önüne bunları koyacak; arkadaş, silâhın dönemi biteli bilmem ne kadar zaman oldu. İki: Artık bu işler demokrasiyle — artık derken, bilmem kaç sene evvelden artık; yani bugün değil, yani bu işler artık bir diyalogla, bir müzâkereyle, rehabiliteyle olacak. Amerika bunu istedi, Rusya böyle istedi, İran böyle istedi, İsrail dedi ki “Birbirinizi vurun”… Ya, bu benim gündemim değil. Kandil’in de önünde fazla bir yol yok. Siz dediniz ya, ilişkiler nedir? Yani Öcalan’la ben öyle inanıyorum ki, benim tanıdığım Öcalan, gidip gördüğüm Öcalan konuştuğu vakit bunları söyleyecek, yani bunları söyleyecek derken… 

Ruşen Çakır: Burada ortada şöyle bir sorun var; tabii çok büyük bir sorun, ama yavaş yavaş toparlamamız lâzım. Demokrasi diyorsun da, ülkede demokrasi sadece Kürtler için değil hiç kimse için yok; hukuk, devlet hiç kimse için yok. Türkiye’de otoriter bir rejim var; yani sonuçta hani “Bir demokrasi var, ama Kürtler yeterince yararlanmıyor, onları da istifâde ettirelim” meselesi değil.

 Altan Tan: Değil tabii, tabii. Şimdi bir diğer manipülasyon daha var. Biz o çözüm sürecinde özellikle Türk solu dediğimiz –tabii Türk solunun da böyle hepsini alıp bir kabın içine koymamak lâzım; aynen işte Türkiye’deki Müslümanlar, İslâmcılar hepsi aynı işte Türk İslamcı, Milliyetçi, faşist bir genelleme yapmak yanlışsa Türk solu derken de marjinal Türk solu– yani örgütlerden gelen Türk solu şunu söylüyorlardı bize: “Ya, bu Kürtler yine bize kazık attılar. Bunların ilkel milliyetçiliği tuttu. İşte bunların anadili eğitim bilmem ne birkaç tane köy kasaba isminin değiştirilmesi”. Yani özetle: Kürtler kendilerini kurtaracaklar bizi satacaklar. Yani Kürtler demokratik haklarını alacaklar, ama Türkiye’nin geneli yine faşist kalacak. Ya böyle bir şey mümkün mü? Yani şimdi bir anayasa değişikliği olmadan meselâ Kürtçe anadili eğitim olabilir mi? Eh peki o anadille eğitimle ilgili Anayasa değişikliği olduğu vakit sadece Kürtler anadille eğitim yapabilir diye mi bir anayasa maddesi olur? Yoksa şartlar kurallar belirlendiği vakit, işte Arabı da Gürcüsü de bilmem kimi de yani Türkiye’ye… 

Ruşen Çakır: Yine biz olduk bilmem kim, Laz de, ne olacak ki?

Altan Tan: Hayır, yani şunu demek istiyorum. Yani Türkiye’nin demokrasisi –yine bir metafor kullanırsak– dört tekerlekli bir araba; bu tekerleklerden birisi Kürtler, yani etnik mesele, işte biri inanç meselesi, dindar-laik meselesi, ekonomi, hukuk ya bu arabanın dört tekeri birden sağlam olmadığı müddetçe yürümesi mümkün değil. Yani bir tekerlek patlak olsa yürümez bu araba; yani “Kürtlere demokrasi gelir Kürtler bizi satar”… bu ilkel milliyetçiler. Yani Türkiye’nin geneli düzelirse Kürt sorunu da düzelir. Yani bunlar hepsi zâten birbirine bağlı bir şey.

Ruşen Çakır: O zaman şeye geliyoruz; burada yavaş yavaş toparlayalım. O zaman daha çok Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği şeye geliyoruz. Bu genel demokratikleşme… 

Altan Tan: Evet. 

Ruşen Çakır: …çerçevesinde onu da halledeceğiz diyor. Nye o zaman ona şey yapıyorsun? 

Altan Tan: Paketini açsın ne var içinde demokratikleşmesinin. Şimdi bana diyor ki: “Ben seninle ilgili çok güzel şeyler düşünüyorum”. Tamam, Allah razı olsun –yani üstelik ben Kılıçdaroğlu’nu da beğenenlerdenim; yani kişiliğiyle, duruşuyla, sükûnetiyle, gerilime dayalı bir dil kullanmamasıyla, yani biraz hakkını yemeyelim. Ve bence Kılıçdaroğlu CHP’yi yenilir yutulur bir partiye getirmek için çok büyük bir emek sarf etti, hâlen de sarf ediyor. Ama maalesef öyle bir parti ki, hani sağıyor sağıyor sağıyor, biri gelip bir tekme vurup Bolu Belediye Başkanı gibi meselâ devirip gidiyor. Veya Muharrem İnce’nin beyanatları gibi, işte devirip gidiyor. Sayın Kılıçdaroğlu da, muhâlefet de, yani Saadet Partisi de, Gelecek Partisi de, tamam güzel, altı parti yan yana geldi, gelsin. Bizim derdimiz, “Erdoğan mı başkan olacak Kılıçdaroğlu mu olacak?” değil. Türkiye nasıl daha iyi bir noktaya gidecek. Açsınlar, yani ekonomik politikalarını anlatsınlar; işte ithalat-ihracat politikalarını, üretim politikalarını anlatsınlar. Kürtler’le ilgili ne düşündüklerini anlatsınlar. Alevîler’le ilgili Türkiye’nin genel demokratikleşmesiyle ilgili yani neler düşünüyorlar. Mesela Kürtçe anadilli eğitim demesin desin ki, anadilli eğitimin önü işte açılacak serbest herkese efendim bütün mezhepler işte cemaatler örgütlenebilece,k yani Alevi, Sünni tarikat demesin hani istiyorsa dili ayrı yani üslubu ayrı bunları söylerse yani ben kendim için söylüyorum. Benim şu an durduğum nokta: Hani nerede yararlı bir şey görürsek destekleyeceğiz. Bizim niyetimiz üzüm yemek yani bağcı dövmek değil; ama bâzısında şu var ya, diyor ki: “Bu Kılıçdaroğlu gelmesin de kim gelirse gelsin” veya “Bu Erdoğan gitsin de kardeşim kim gelirse gelsin, Türkiye yansın”. Ben o noktada değilim; ben şahsen o noktada değilim. Yani ortaya konulacak çözüm ne tarafta bir ışık varsa, tatminkâr bir şey varsa, şahsen benim gönlüm o taraftan yana.

Ruşen Çakır: Şimdi o zaman şöyle bir şey toparlıyoruz. Öcalan’la devlet iktidar bir şey yapmaya niyetli belli ki, ama bunun…

Altan Tan: Keşke yapsa, keşke yapsa, bak tekrar söylüyorum: Düzgün bir şey yapsa.

Ruşen Çakır: Ama bu diyorsun, sâdece Öcalan’ın lâfıyla değil ama bir program çerçevesinde olmalı.

Altan Tan: Tabii tabii, yani muhâlefet de öyle. şimdi diyorlar ya: “Ya, işte bunu yapacağım”. Ya, arkadaş, keşke yapsa, keşke iktidar da bir yeni proje ortaya koysa, keşke muhâlefet “Ya sizi kandıracaklar yine” demese. Eh tamam, demek ki biz geri zekâlıyız, herkes bizi kandırsın. Ya, kanma, sen bunu bir fırsata çevir.

Ruşen Çakır: Evet, noktayı koyuyoruz. Altan Tan’la Öcalan faktörünü konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz, size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.