Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Muhalefet ekonomik sorunları öne çıkarınca…

Ruşen Çakır, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun elektrik faturasını ödemeyeceğini duyurmasını ve Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) ile İYİ Parti’nin bugün (10 Şubat), İstanbul’da ayrı ayrı düzenledikleri konferanslarda partilerinin ekonomi politikalarını açıklamasını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Emine Bıçakcı 

Merhaba, iyi günler. Ne zamandır hep söylenen bir husus var: “Muhâlefet partileri siyâsî konuları çok fazla dert etmeyip vatandaşın yaşadığı sıkıntıları dile getirirlerse, iktidârın ömrü çok uzun olmaz” diye özetlenebilecek bir yaklaşım. Son günlerde bunun örneklerini yaşamaya başladık. Özellikle dün akşam Kemal Kılıçdaroğlu’nun yine dün gece saat 22.00’de verdiği randevu ve yine sosyal medya hesâbı üzerinden, evinden yaptığı video, orada elektrik faturalarıyla ilgili söyledikleri ve bunun yankıları; bu sözleri, bu önermeyi bir kere daha hatırlattı ve aslında bu önermenin çok da boş olmadığını bize gösterdi. Şimdi, bunu birazcık değerlendirmek istiyorum; “Arada nasıl bir denge kurmak gerekir, neyi nasıl yapmak gerekir?” hususunda. Ama önce şunu da vurgulayayım: Bugün, ilginç bir şey yaşanıyor İstanbul’da, yaşandı: İki muhâlefet partisi birden, birbirlerine çok da uzak olmayan iki yerde, –birisi şu anda gördüğünüz Swiss Hotel’de– DEVA Partisi Ekonomi ve Finans Eylem Planı’nı açıkladı; yani bir anlamda ekonomik alternatifini açıkladı. Bir diğer yerde –Cevahir Kongre Merkezi’nde, Şişli’de– ise İYİ Parti daha önce birincisini yaptığı ekonomi üzerine toplantılarının ikincisini yaptı. Bu seferki kalkınma ağırlıklı bir toplantı oldu. Ben de sabah uğradım, açılışında Meral Akşener’i görüp “Geçmiş olsun” demek için de uğradım, orada İYİ Parti’nin bazı isimleriyle ayaküstü de olsa konuşma imkânı buldum. Tabii burada ilginç bir husus var: Biz, “Muhâlefet partileri bir araya gelecek mi, gelmeyecek mi? Ekonomi konusunda birlikte ne yaparlar, niye yapmıyorlar?” gibi sorular sorarken, muhâlefetin iki partisi, aynı saatlerde, ayrı yerlerde ekonomiyi masaya yatırıyorlar — öyle söyleyelim. Ekonomik programlarını dile getiriyorlar, ayrı ayrı bunları anlatıyorlar. Birbirlerinden habersizler mi? Bu kadar denk gelmesi de, yani sanki kasıtlı yapılmış gibi olduğunu düşündürüyor — sanmıyorum kasıtlı olduğunu ama. İYİ Parti daha önce birincisini yapmıştı ve bu ikincisinin de tarihi belliydi sanki. DEVA Partisi’nin açıklaması da bugüne geldi — her neyse. 

Tabii burada ilginç bir başka husus daha var: Meral Akşener, açılış konuşmasında, Türkiye’de yaşanan ekonomik sorunların kaynağının, nedeninin son yıllardaki yanlış uygulamalardan öte, AKP iktidârının tümündeki yanlış uygulamaları olduğunu söyledi. Tabii burada akla Ali Babacan da geliyor, Mehmet Şimşek de geliyor; ama esas olarak: Ali Babacan. Ve Ali Babacan, DEVA Partisi’nin aynı saatlerde başka bir yerde, ekonomik alternatif sunan bir lideri ve Millet İttifakı’na katılmaları –adı değişir, aynı kalır, önemli değil– söz konusu olan bir parti. Ve hattâ, ittifakın iktidâra gelmesi durumunda, “Ekonominin başına geçer, herhalde” diye düşünülen birisi — ki Kılıçdaroğlu da yabancı büyükelçilere bu yolda bir şeyler söylemişti. Şimdi, Meral Akşener açık açık Ali Babacan’ın “Bizim dönemimizde işler iyiydi, sonra bozuldu” önermesinin tam zıddı bir yaklaşım dile getiriyor. Bu beni şaşırtmadı; zîra Akşener’in partinin ekonomi politikalarının başına getirdiği Prof. Bilge Yılmaz –ABD’den Wharton School’dan geldi ve kendisiyle uzun bir yayın yapmıştım, izleyenler hatırlayacaktır–, o da zâten bunu söylüyor; yani bunun yarı yolda bozulan, kişisel birtakım hırslarla bozulan bir ekonomi rüyası olmadığını, zamanında ekonomik büyümenin en güçlü olduğu dönemlerde, Türkiye’ye sıcak para akışının çok yoğun olduğu AKP iktidârının ilk yıllarındaki o bereketli büyüme döneminde izlenen yanlış politikaların faturalarının zâten şimdi çıktığını savunan birisi. Dolayısıyla burada bir şekilde, en azından İYİ Parti’yle DEVA arasında ve onların ekonomi kurmayları –tabii DEVA’nın ekonomi kurmayı denilince öncelikle Ali Babacan geliyor ve daha sonra da İbrahim Çanakçı ve başkaları da var tabii– bir tartışmanın da, alttan alta –ki bugün yaşanan tam alttan alta da olmadı– tartışmaların olacağını görüyoruz. Ama her şey bir yana, şunu da görüyoruz ki, artık muhâlefet partileri ekonomi konuşmak gerektiğini çok daha net bir şekilde kavramış ve buna uygun hareket etmeye başlamış durumdalar. İYİ Parti daha önce bir toplantı yapmıştı, bugünkünden sonra iki tane daha toplantı yapacaklarını biliyorum. Bu toplantılara genellikle partinin insanları katılıyor diyelim; ama çok sayıda parti dışından da ekonomist, bu konulardan anlayan insanların çağrıldığını, kişilerin çağrıldığını görüyoruz. Meselâ, bugün ilk panelde, Bilge Yılmaz’la birlikte, Merkez Bankası eski Başkanı Bülent Gültekin’in de olduğu, Sevda Demiralp’in de olduğu bir panelle başladılar. Olayın esas püf noktasının ekonomi olduğunu muhâlefet her geçen gün daha fazla kavrıyor ve bu konuda daha fazla çalışıyor, iktidârı sıkıştırıyor ve iktidar gerçekten bu noktada çok ciddî bir şekilde sıkışıyor. Ama şunu da biliyoruz: O ne zamandır beklenen dünkü “Adını Koyalım”da da ele aldığımız, altı parti liderinin “Büyük Buluşma”sı –cumartesi gecesi olacak–, o “Büyük Buluşma”nın konusu ekonomi değil; konusu hayat pahalılığı, enflasyon, işsizlik değil: “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”. Bunun da tabii ki bir anlamı var; burada birlikte bir görüntü sergilemenin, birlikte bir program sunmanın çok ciddî bir şekilde bir anlamı var; ama şu anda âcil olanın bu olmadığı, âcil olanın esas olarak ekonomi olduğu belli. Nitekim, dün gece Kemal Kılıçdaroğlu tam da buradan bir şeyleri yakaladı. Dedi ki: “Erdoğan, 31 Aralık’ta imzaladığı zamları geri çekmezse, ben, bundan böyle”, -“şahsı” Kemal Kılıçdaroğlu- “elektrik faturası ödemeyeceğim, siz de yollayın IBAN’ınızı ve faturanızı ve deyin ki ‘Sıra sende, sen zamanında bize IBAN yollamıştın, biz ödemiştik, şimdi de sen benim faturalarımı öde”. Kime söyleyecek? Tabii ki Erdoğan’a söyleyecek. Şimdi, bu açıklamadan sonra, bu videodan sonra bakındım — tabii artık Türkiye’nin nabzı sosyal medyadan akıyor, nitekim Kılıçdaroğlu da bunu sosyal medyadan anlatıyor, randevu veriyor, daha önce çok yaptı, şimdi iyice artık bunu yapıyor ve burada açık açık meydan okudu. Meydan okudu ve gelen tepkilere baktığımızda, bunu da yeterli bulmayanlar vardı. Muhâlif olup da, “Niye insanları da çağırmıyor, bir sivil itaatsizliğe çağırmıyor?” vs. diyenler de vardı, alkışlayanlar da vardı. Ve tabii ki iktidar destekçilerinde bir panik hâli, büyük bir tedirginlik ve Kılıçdaroğlu’nun bu söylediklerinin bir tür tahrik olduğunu, anarşiye vs.ye tahrik olduğunu, yeni bir oyun oynandığını, komplo kurulduğunu vs. söylemeye başladılar. Kılıçdaroğlu’nun bu videosu, iktidarın yumuşak karnının –hele bugünlerde– ekonomi olduğunu ve özellikle de bu faturaların tam anlamıyla iktidârı iyice köşeye sıkıştırdığının bir kanıtı oldu. Yani çok akıllıca bir şey yapmış –söylediği bâzı cümlelere, bazı önermelerine katılıp katılmamak ayrı bir şey–, ama elektrik faturası üzerinden ve faturayı ödîememe üzerinden ve faturayı ödemesi gereken kişinin aslında Erdoğan olduğunu söylemesi başlı başına çok akıllıca bir hamle. Ve işte, başlığımıza gelirsek, bunu öne çıkarınca, ekonomik sorunları, sâhici ekonomik sorunları öne çıkarınca, iktidar gerçekten çok zor durumda kalıyor.

Şimdi, şöyle bir hava var biliyorsunuz: Türkiye’de uzun zamandır, kötü giden şeylerin sorumlusu belirsiz. Bazen “dış güçler”, bazen “CHP zihniyeti” vs. Ama buralara da atfedilemediği zaman, öyle sâhipsiz bırakılıyor, kabahatlerin sorumlularının kim olduğu çok fazla da dile getirilmiyor. Ama bu sorunların bir nebze de olsa düzeltilmesi yolunda atılan adımların hepsini de Erdoğan sâhipleniyor. Örneğin, bu “Kur Garantili Mevduat Hesabı” meselesi böyleydi. Ya da asgarî ücrette yapılacak olan artışın bizzat Erdoğan tarafından söylenmesi gibi. Şimdi de ne deniyor: “Erdoğan tâlîmat verecek, elektrik faturalarında iyileştirmeler olacak.” Yani birileri Erdoğan’a rağmen bunu yapmış, bu faturaları şişirmiş ve Erdoğan bundan rahatsız olmuş, vatandaşın derdiyle hemhal olmuş ve bunların düzeltilmesi için tâlîmat verecek. Buraya baktığımız zaman, başta bir kere, olayın kurgulanmasında çok ciddî bir çarpıtma var. Bütün bu yaşananlar, daha ilk özelleştirmelerden îtibâren, özelleştirmelerin –“Özelleştirme doğru, ama bu yapılanlar yanlış yapıldı” diyenler var; ben şahsen özelleştirmenin, hele böyle konularda özelleştirmelerin doğru olduğuna inanan birisi değilim, her neyse– burada yapılan, AKP döneminde yapılan özelleştirmelerin faturası ve Türkiye’de ekonomi yönetiminin tam bir beceriksizlik sergilemesinin faturası karşımıza çıkıyor. Diyelim ki, Erdoğan’a rağmen birileri elektrik faturalarını şişirdi –böyle bir şey olmaz, ama diyelim ki böyle bir şey oldu– ve Erdoğan müdâhale edecek, etmedi, etmek üzere, bekliyoruz. Tam da böyle bir anda, Kılıçdaroğlu çıkarak “Bu zamları iptal etsin” dediği zaman, Erdoğan’ı siyâseten de çok zor durumda bırakmış oluyor. Erdoğan, o beklenen tâlîmatı verip elektrik fiyatlarında düzenleme yaptırırsa, bu sefer ne diyeceğiz: Kılıçdaroğlu gündemi belirledi. Şu hâliyle de belirledi, bundan sonra da; ama siyâseten Erdoğan’ı da iyice zor durumda bıraktı. Şunun özellikle altını çizmek lâzım: Çok ciddî ekonomik sorunlar yaşanıyor, rakamlar eksik veriliyor: enflasyon, işsizlik vs.. Eksik verilmese bile, normal rakamlar bile çok ciddî. Kur meselesi zâten ortada, çözüm olarak söylenen şeylerin ne derece çözebildiği zâten şüpheli. Ve en son Bakan’ın söylediği yeni müjde, yine dönüp dolaşıp, o klasik benim de her vesileyle dile getirdiğim: “Yastık altındaki altınlar”. “Onlar gelecek de, sisteme girecek de, Türkiye düze çıkacak” gibi, yıllardır tekrarlanan bir olayın ötesine gidemeyen bir iktidar var. Ve burada, işte muhâlefet bütün bunların üzerine bir sorun tespit etmek –ki bunu zâten yapıyorlar, zâten bunu yapmasının belli bir yerden sonra çok da anlamı yok; çünkü sorunları insanlar bizzat kendileri yaşıyorâ, ama diyelim ki öncelikli sorun nedir? İşsizlik, pahalılık, açlık sınırı, şu, bu… Özellikle kış aylarında yaşanacak mağduriyetlerin daha da katlanacak olması —bir bu. İkincisi, bu sorunlarla mücâdele yöntemi. Kılıçdaroğlu’nun dün söylediği, “Ben ödemiyorum” çıkışı bir mücâdele yöntemi. Burada kişisel olarak bir şey söylüyor; ama aslında tüm kamuoyuna yönelik bir mücâdele yöntemi, önermesi. Bir de buna, “Peki siz iktidar olursanız, bu işleri nasıl düzelteceksiniz?” sorusunun cevâbını da vermek lâzım. Yani durum tespiti, bu sorunlarla mücâdele, buna karşı direniş vs. -ki bu noktada özellikle son dönemde artan işçi, emekçi direnişlerini, kuryeler ve benzeri sektörlerde, özellikle bu online alışveriş sistemiyle ilgili yaşananlar, şimdi fark ettim, gözüme çarptı, özellikle fast food zincirlerinde çalışanların çok ciddî sorunları ve örgütlenme ve mücâdele arayışları var, Migros olayı başlı başına bir örnek olarak önümüzde duruyor. Bütün bunlar, toplumda aslında daha iyi yaşam koşulları için mücâdele konusunda adımların peş peşe gelmekte olduğunu gösteriyor. Muhâlefetin bir şekilde bunlara da sâhip çıkması, bunlara da destek olması ve ek olarak ayrı birtakım mücâdele yöntemleri önermesi ve tabii ki en önemlilerinden birisi de kendilerinin bunu nasıl çözeceğini, kendilerinin ekonomiyi nasıl halledeceklerini, yoksullukla nasıl mücâdele edeceklerini söyleyebilmeleri gerekiyor. O anlamda dün geceki Kılıçdaroğlu açıklamasıyla, bugünkü İYİ Parti ve DEVA Partisi’nin İstanbul’daki toplantıları önemli ve anlamlı — tabii başta söylediğim, Meral Akşener-Ali Babacan tartışmasını da bir yere not düşmek lâzım, bence çok önemli bir tartışma, onu da bir yere koyarak… 

Bundan sonra cumartesi gecesine kilitleneceğiz — akşam yemeğine. O fotoğrafa bakacağız ve o fotoğrafın “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” dışında daha güncel sorunlar konusunda –özellikle enflasyon, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı vs.– ekonomi konularında da verilip verilmeyeceğine bakacağız, insanlar bunu merak edecek. Daha önceki birçok yayında söyledim, tekrar söyleyeyim: Yaşanan ekonomik sorunlarla ilgili –meselâ kur krizi vs. – her parti lideri ayrı ayrı bu konuda açıklama yapıyorlar –bunu en son Kemal Kılıçdaroğlu stüdyomuza geldiğinde kendisine de sormuştum– her partinin ayrı ayrı yaptığı açıklamanın tabii ki bir değeri var; ama eninde sonunda birbirine benzer şeyler söylüyorlar, fakat ayrı ayrı yapılan açıklamaların etkisi zayıf oluyor. Bu açıklamaları birlikte, yan yana gelerek yapsalar; hattâ şey de olabilir: “Online bir liderler zirvesi” de olabilir. Tabii burada ana muhâlefet lideri olarak Kemal Kılıçdaroğlu daha çok öne çıkabilir. Bu konuları meselâ birlikte konuşup birlikte bir eleştiri üretmeleri hâlinde iktidârın çok daha zorlanacağını görmek lâzım. Evet, ekonomi yumuşak karın. Tabii ki demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler gibi hususları ihmal etmeden, ama ekonomiyi ön plana çıkararak, sâhici sorunların tespiti, iktidârın yanlış politikalarıyla mücâdele perspektifi ve alternatif politikalar üretmesi hâlinde o ululaştırılan, kutsallaştırılan “kararsızlar” vs. gibi seçmen kitlelerinin sayısının hızla azalacağı kanısındayım. Kılıçdaroğlu’nun dünkü o aslında çok mütevâzı videosu –daha önce değişik konularda yaptığı videolar, özellikle evinden yaptığı videolar çok etkili olmuştu–; bu sanki ötekiler kadar etkili olmamış gibi gözüküyor ilk günden; ama bence çok daha kritik bir yerden iktidarı yakalamış durumda. Erdoğan şu anda herhalde elektrik faturaları konusunda –o tâlîmatı verip vermeme noktasında diyelim– çok ciddî bir şekilde bocalıyor olsa gerek. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.