Ruşen Çakır, altı muhalefet partisi liderinin ilk kez bir araya gelerek verdiği ortak fotoğrafı değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Tuğbanur Toprak
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Büyük resim nihâyet verildi. Benim defâlarca vurguladığım bir husustu, başkaları da tabii söylemişti; ama sonrasında, bayağı bir –şaka yollu– “Gözünüz aydın” diyenler oldu; hattâ bu resmi benim çektirdiğimi iddia edenler oldu. Biz gazetecilerin böyle bir gücü yok, olmaması da iyi, mesâfe her zaman için iyidir — siyâsetçilerle, siyâsetle, eleştirelliği koruyabilmek açısından. Şakayı bir yana bırakalım; bu resim sonuçta cumartesi gecesi yenilen yemekte –ki bayağı uzun sürdü– çekildi, verildi. Düşündüm, “Bununla ilgili bir yayın yapsam mı?” dedim. Eski zamanlarda olsa, Periscope’un da olduğu zamanlarda olsa, biter bitmez yayın bile yapabilirdim geceyarısı, ya da ertesi gün yapardım. Pazar günü yapmayı düşündüm, sonra yapmak istemedim; çünkü garip bir şekilde –bilmiyorum sizler neler hissettiniz ama–, resmin önemi, çekilip verildiği andan îtibâren azaldı sanki. Bunun gecikmeyle de bir ilgisi olabilir ya da bunun zâten beklenen bir şey olmasıyla da ilgisi olabilir.
Ama her halükârda şunu söylemek lâzım: Tarihî bir resim. Artık bizler muhâlefetten bahsederken fotoğrafları kolajlama yoluna gitmeyeceğiz; çünkü genellikle ikili görüşmeler oluyordu, en fazla üçlü, ilk defa böyle bir toplu resim verildi. Fakat resimde olmayan, muhâlefetin çok önemli bir unsuru var: HDP. Zâten dönüp dolaşıp resme bakıldığı zaman, görünen altı parti, ama görünmeyen HDP. HDP nerede sorusu? Bu soruyu da biliyorduk, bu da yeni bir şey değil. Ama ilk günden, fotoğraf verilir verilmez tartışmaların ana ekseninin HDP üzerinden yapıldığını da görüyoruz, bu bir realite. Bu realite bir kere Türkiye’nin HDP realitesi. Ama daha önemlisi, Türkiye’nin Kürt sorunu realitesiyle alâkalı bir şey ve Millet İttifakı’nın ya da muhâlefet blokunun –diyelim, belki adı değişir, şu olur, bu olur…– muhalefet blokunun en önemli sorunu, bu blokun önde gelen bir partisinin içeriye sokulmak istenmemesi. Bunun en önemli nedeni de yine iktidârın bu konuda yaptığı propagandalar ve kendi tabanlarının da böyle bir şeyden rahatsız olacağı endişesi. Fakat baktığımız zaman, altı parti içerisinde Saadet Partisi’nin, Gelecek ve DEVA partilerinin ve CHP’nin, HDP ile pek bir sorunu yok gibi, en azından ikili görüşmeler yapabiliyorlar, yaptılar. Davutoğlu, Ali Babacan, Güneydoğu’ya gitti, orada kanaat önderleriyle birkaç kere bir araya geldiler, ayrı ayrı bir araya geldiler. Partilerinin oralarda örgütlenmesi tabii ki AKP ile kıyaslanamaz, ama yine de hiç yabana atılacak gibi değil. Hattâ daha partiler kurulmadan önce yapılan ilk bir araştırmayı biz Medyascope’tayayımlamıştık. Kürt seçmenin yeni partilerden beklentisi üzerine yapılan bir araştırmaydı bu. Çok büyük ilgi görmüştü. Beklerken ilgi daha fazlaydı, kurulduktan sonra ilginin biraz azaldığını görüyoruz; ama yine de bu partiler burada varlar ve Kürt sorununu bir şekilde kabul ettiklerini söylüyorlar. Saadet Partisi’nin zaten böyle bir sorunu olmadı. Demokrat Parti’yi açıkçası pek fazla bilmiyoruz; ama bir tek sorun, İYİ Parti’den kaynaklanıyor, bâriz bir şekilde.
Sorulduğu zaman, HDP’nin açık bir şekilde ittifakın parçası olmasına îtiraz eden başka partiler belki olabilir; ama açık bir îtiraz İYİ Parti’den geliyor. Burada tabii şöyle de bir husus var: Îtirazın dışında, İYİ Parti’nin bâzı sözcüleri, neredeyse düzenli bir şekilde HDP aleyhine bir şeyler söyleme ihtiyâcı hissediyorlar — hele bâzıları her fırsatta bu konuyu değerlendirmeyi de kaçırmıyor. Böyle bir durumda, şöyle söyleyelim: HDP’ye ihtiyâcı var bu ittifakın; çünkü her şeyin matematik olduğunu söylüyorlar, bir tek oyun bile değerli olduğunu söylüyorlar, yüzden 10’dan fazla oy alan bir partinin desteği olmazsa, Cumhur İttifakı’na karşı kendi adaylarının kazanma şansı çok çok az. Desteğin dışında, şöyle de bir husus var: HDP seçmeni, Cumhur İttifakı’nın adayı muhtemelen Erdoğan olacak, ona vermeyebilir; ama sandığa gitmemesi durumunda da bunun Millet İttifakı’nın aleyhine bir şey olacağını düşünüyorum. Hattâ Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin hesâbının büyük ölçüde HDP oylarını kendilerine çekmekten ziyâde, sandığa gitmesini gitmesini engellemek olduğu kanısındayım. İşte, İYİ Parti’den düzenli olarak yapılan bu açıklamalar, HDP tabanında ve yöneticilerinde tabii ki çok ciddi rahatsızlık yaratıyor. Bunu bilerek yapıyorlar herhalde; bu bir kere yapılan bir yanlış değil, sürekli yapıyorlar. Burada nasıl bir hesapları var? Bunu yaparken bunlar Meral Akşener’in bilgisi dâhilinde mi oluyor? Bilemiyorum; fakat bu işi bu tür sistemli –saldırılar diyelim ya da eleştiriler, onlar saldırı demeyeceklerdir ama HDP’liler bunu saldırı olarak görüyor–, eleştiriler, mesâfe koymanın ötesindeki tavırların ciddî birtakım rahatsızlıklara yol açma ihtimâli var ve Erdoğan’ın Öcalan kartını devreye sokmak istemesini de bu bağlamda okumak lâzım.
Bakıyorum, fotoğraf verildikten sonra iktidar yanlılarının iki argümanı birden dile getirdiklerini gördüm. Birinci argüman şu, hepiniz görmüşsünüzdür: “Burada fotoğrafta yok, ama aslında bunun gizli ortağı HDP” dediler, diyorlar. Hattâ işi uzatıp, “Fotoğrafı çeken Pervin Buldan” falan diyenler de olmuş, bunu zâten biliyoruz, uzun zamandır söylüyorlar. Fakat HDP’den, mesela Pervin Buldan’dan Pazar günü sert olarak görülebilecek, “Bizi tanımayanı bizde tanımayız” meâlindeki açıklamalar gelince de, bu sefer onu kullanmaya başladılar. Hem “Gizli ortak HDP”, hem de “HDP bu fotoğraftan rahatsız”ı kullanmaya başladılar. Bir de üçüncüsü var: “Gizli ortak HDP; HDP bundan rahatsız, ama rahatsızlığı aslında sâhici değil, burada aslında şike var”. İktidar yanlıları, kendilerinin elinde bir HDP kartı olduğu kanısındalar, nasıl oynayacaklarını da şaşırmış durumdalar. Böyle acâyip bir durum var. Kılıçdaroğlu’nun bir türlü yapamadığı, en son bizim canlı yayında da söylediği Diyarbakır gezisini bu fotoğraftan önce yapmış olsaydı ve orada tabii o gezi olumlu bir yankı bulmuş olsaydı –helâlleşme ekseninde yapacağı gezi–, belki biraz daha rahatlayabilirdi. Fakat burada şu hâliyle bakıldığı zaman, fotoğrafa bakar bakmaz ilk olarak akla HDP geliyor; fotoğrafta olmamasına rağmen, çünkü bu hâlâ olayın merkezindeki bir husus.
Benim gördüğüm kadarıyla HDP, milletvekili seçimlerine birtakım sol partileri de yanına alıp bir ittifak kurarak kendi başına girmeyi düşünüyor — Üçüncü İttifak deniyor buna. Ama ilk turda aday gösterirler mi emin değilim; gösterebilirler, ama ikinci tura kalması durumunda Erdoğan’ın karşısındaki adayı desteklemeleri yolunda bir eğilim var HDP’de. Fakat muhâlefetin içerisinde bâzıları, bunu bir tür çantada keklik olarak görüyor, yani “Nasıl olsa cepte, çok da fazla bir şey vermemiz gerekmez” diye. Fakat Türkiye’de özellikle 80’lerin başından îtibâren gelişen bir hareketten söz ediyoruz, çok deneyimli bir hareket; siyâsî olarak bakıldığı zaman, partinin başında kimler var, kimler içeride, kimler dışarıda, İmralı, Kandil vs. bütün hepsini berâber düşünelim: Bu hareket öyle kolay kolay –nasıl söyleyeyim?– karın tokluğuna iknâ edilebilecek bir hareket değil. Şu aşamada sanki muhâlefet unsurlarının, Millet İttifakı unsurlarının kafasında şöyle bir şey de olabilir: CHP’den bir aday olur, HDP seçmeninin oy vermekten yüksünmeyeceği bir aday, meselâ Kılıçdaroğlu ya da meselâ Ekrem İmamoğlu –Mansur Yavaş konusu biraz muallakta–, o nasıl olsa HDP oylarını da alır, sonrası Allah kerim. Ama sonrası çok önemli. Eğer Kürtler, HDP seçmeni, iktidar değiştikten sonra kendileri lehine birtakım değişiklikler olacağını görmezlerse niye bu süreçte oylarını versinler? Yerel seçimde Selahattin Demirtaş’ın deyimiyle bağırlarına taş basarak bir şey yaptılar; ama sonunda bu bir yerel seçimdi. Ama önümüzdeki seçim başkanlık seçimi; dolayısıyla bu fotoğraf HDP sorununu hâlâ çözebilmiş değil. Eğer İYİ Parti sözcüleri, bu ısrarlı, “Vallahi billahi biz de HDP’ye AKP’den ve hattâ MHP’den daha çok karşıyız”ı kanıtlamaya yönelik açıklamalarını yaparlarsa, işin rengi seçime kadar değişebilir, bunu bir yere not etmek lâzım. Bir diğer husus, bu resme baktığım zaman benim aklıma 1991 seçimleri geldi. 1991 seçimleri sonrasında yapılan Doğru Yol Partisi, Sosyal Demokrat Halkçı Parti İttifakı geldi. Orada, SHP ikinci parti idi, Demirel’in Doğru Yol Partisi birinci partiydi ve Özal iktidarından kurtulmak için bir tür “millî mutâbakat” yapmışlardı; yani 70’li yılların kavga eden Adalet Partisi’yle Cumhuriyet Halk Partisi’nin yıllar sonra farklı isimlerde birleşmesi, Özal’a karşı birleşmesi, Özal’ın ANAP’ına karşı… Sonuçta o birleşmeden SHP pek bir kârlı çıkmadı, tam tersine çok ciddi bir şekilde yara aldı, aşındı ve Demirel zâten Özal’ın vefâtının ardından cumhurbaşkanlığına geçti, işin içerisine Çiller girdi falan derken, her şey dağıldı gitti ve merkez sol o dönemde bir kere daha, sağın bir başka versiyonunun bir kere daha iktidara gelmesinin yardımcısı oldu.
Şu hâliyle bakıldığı zaman, bu süreçte en az sesi çıkan parti CHP –en az kendini naza çeken diyelim–, halbuki en çok oy da onda var. Biliyoruz ki CHP’nin olmadığı bir durumda, böyle bir ittifak –ki arada sırada bunu telaffuz edenler olmuştu: Sağ ittifakı– onun çok büyük bir başarı şansı yok. Burada cumhurbaşkanlığını CHP’den birisinin alacak olması yönünde sanki öyle bir mutâbakat oluşmuş gibi görünüyor; ama hâlâyüzde yüz kesin kesinleşmiş değil. Zâten hâlâ diğer küçük partilerin buraya dâhil olup olmayacakları da belli değil. Yani bu fotoğrafın verilmesi, bize Millet İttifakı’nın genişlediği sonucunu getirmiyor. Bir şeylerin adını koymakta sürekli bir erteleme hâli var, şimdi 28 Şubat’ı bekleyeceğiz, sonra bakalım hangi tarihi bekleyeceğiz. Burada bu merkez-sol diyelim –CHP’den “sol” diye bahsettiğimde hemen “CHP’nin neresi sol?” diyenler var, ama yine de öyle kabul edelim–, sol ile sağın bu buluşmasının temelinde Erdoğan karşıtlığının ötesinde neler olduğunun daha net ortaya çıkması gerekiyor. Demokrasi vurgusunun daha net ortaya çıkması gerekiyor ve bu bağlamda tekrar HDP olayına dönecek olursak, Kürt sorunu vurgusunun daha net ortaya çıkması gerekiyor. Bir de tabii ki bir başka husus, en âcil sorunlara –tabii ki ekonomi– muhâlefetin nasıl baktığının, neler önerdiğinin daha net bir şekilde ortaya çıkması gerekiyor; böyle bir olayla karşı karşıyayız.
Toparlayacak olursak, dönüp bakıldığında, daha önce verilmesi gereken, geç kalmış ama geç olsun güç olmasın denilen bir fotoğraf verildi. Beş saat konuştular, ne konuştuklarını bilmiyoruz, belki parça parça yansır. Ama herhalde nelerin konuşulduğunu bizden çok Erdoğan merak ediyordur, Bahçeli merak ediyordur. Belki de nelerin konuşulduğunu öğrenmişlerdir, bilemiyorum; çünkü bizim devletimiz büyük, biliyorsunuz. Burada konuşulanların ışığında önümüzdeki günleri çok daha dikkatli bir şekilde okumaya çalışacağız, bakmaya, anlamaya çalışacağız. Bunu bir başlangıç işâreti olarak görme eğilimi birçok kişide var, ben de onlara dâhilim; bu tür fotoğrafların sembolik önemi bâzen siyâsette belirleyici olabiliyor. Bu fotoğraf verildikten sonra birçokları için artık geri dönüş de çok fazla mümkün olmayacaktır, kolay kolay olmayacaktır — tabii siyâsette her şey mümkün. Bir de tabii bu fotoğrafı veren, ama koalisyonun ya da ittifakın ortağı olmayan, müstakbel adayları, yani bileşeni olmaya aday partiler de hem bir anlamda kendilerini burada bağlamış durumdalar, kastım esas olarak Gelecek ve DEVA’ya, ama aynı zamanda da “Bakın biz sizinle beraber fotoğraf verdik, onun için bizim birtakım önerilerimizi vs.’yi daha fazla dikkate almalısınız” deme hakkını da elde etmiş olarak geldiler. Siyâset bir yerden sonra sadece kavga değil; aynı zamanda farklılıkların yumuşatılarak belli noktalarda birleşebilme işi ve cumartesi gecesi altı partinin lideri bunu başardılar; önemli olan bunun, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” bağlamının ötesine taşınması. Benim gördüğüm kadarıyla, açıkçası buradan bir başarı çıkma ihtimâli çok daha yüksek. Bu resme bakıldığı zaman, HDP sorunu hâlâ çözülmemiş olsa da, bu resmin başarı ihtimâli çok daha yüksek; ama başarılı olabilmesi için eksikliklerin, hatâların ciddî bir şekilde gündeme alınması gerekiyor.
Muhâlefette şöyle bir eğilim var: “Muhâlif kişilerdeki eksikleri vs’yi dile getirmeyin, sâdece olumlu noktaları, yani bardağın dolu tarafını konuşun”. Halbuki bardak yarı yarıya doluysa, boş olan tarafları da konuşmak gerekiyor, eğer gerçekten bunun doldurulması isteniyorsa. Bir kere şunu özellikle vurgulamak lâzım: Birçok kişide hâkim olan, “Erdoğan gitsin gerisi kolay” anlayışı çok yanlış bir anlayış; bunu yaptığınız andan îtibâren Erdoğan’ın kalmasını kolaylaştırmış oluyorsunuz. Güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda altı parti mutâbık ve muhtemelen sorulsa HDP de herhalde buna destek verecektir; ama sorulmadı, bunu not düşmek lâzım. Çağırıldı da, “Hayır ben başkanlık sisteminden yanayım” falan demiş değiller, çağrılmadılar; muhtemelen onların da destek vereceği bir projedir bu. Güçlendirilmiş parlamenter sistem önermesi, olayın sâdece Erdoğan’dan ibâret olmadığının altı parti tarafından kabûlü anlamına geliyor. Bu anlamda önemli; ama diğer konularda da bunun çok daha berraklaşması, seçim konusunda birlikte hareket etme irâdesi gösterilecekse bunun gösterilmesi ve tabii ki adayın kim olacağı, adayın ekibinde kimlerin yer alacağı gibi hususların da belirlenmesi ve bir yol haritasının bir an önce çıkarılması gerekiyor. Evet, geç oldu, ama fotoğraf verildi; bu fotoğraftan birileri çok ciddî bir şekilde rahatsız oldu, birileri bu fotoğrafa şerh düştü, birileri bu fotoğrafa hiçbir şerh düşmeden tamâmen büyük bir mutlulukla fotoğrafı karşıladı. Bütün bunların hepsinin, bütün bu üç ayrı pozisyonun hepsinin önümüzdeki süreçte etkisi olacak. Bakalım nasıl gelişecek? Ama gördüğüm kadarıyla, benim kişisel düşüncem, başlangıç olarak hiç de fenâ başlamış değiller; daha iyi olabilirdi, ama bu hâliyle fenâ değil. Bitirirken şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Mâlûm, Türkiye çok ciddî bir ekonomik kriz yaşıyor, bundan herkes doğrudan etkileniyor, biz de Medyascope olarak doğrudan etkileniyoruz; izleyicilerimizin, destekçilerimizin imkânlarını zorlamak istemiyoruz; fakat eğer Medyascope’tan memnunsanız, bizlerden memnunsanız, desteklerinizi rica ediyoruz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.