Yine savaş, yine ayarlar ve ezberler bozuluyor

Rusya, Ukrayna’ya saldırıyor. Başta başkent Kiev olmak üzere Odesa, Harkov, Kramatorsk, Berdyansk ve Mariupol’de şiddetli patlamalar yaşandığı gelen son bilgiler arasında. Ukrayna-Rusya krizinde Ankara’nın tavrı ne olacak? “Savaşa hayır” demek yetiyor mu? Ruşen Çakır yorumladı.

Yayına hazırlayan: Betül Gökce

Maalesef savaş başladı. Rusya Ukrayna’ya yönelik bir işgali başlatmış gözüküyor. Sürekli füze görüntüleri geliyor. Bunların hangisi doğru, hangisi yanlış, ayırt etmek de zor; çünkü çok büyük bir bilgi kirliliği de var. Ama zâten biliyoruz ki Rusya saldırıyı başlattı. Bunun sınırı ne olacak? Putin’in konuşmalarına bakacak olursanız bunun sınırı yok. Söylediği argümanlarla hareket ettiğinde bütün ülkeyi işgal edebilir ve görüldüğü kadarıyla onu engelleyecek herhangi bir güç yok. Ukrayna Devleti’nin kendisi, ordusu, savunma sistemi, Rusya ile baş edebilecek durumda değil. ABD başta olmak üzere NATO’nun önde gelen ülkelerinin yaptıkları da, savaşı orada tutmakla yetinmek ve Rusya’nın NATO üyelerine muhtemel saldırılarının önünü kesmek. Onun ötesinde yaptıkları, Rusya’yı birtakım ekonomik yaptırımlarla hizâya getirmek. Zaten ilk günden îtibâren Rusya ekonomisiyle ilgili çok olumsuz haberler geliyor. Ama Putin özellikle altını çizdi biliyorsunuz; her türlü tedbiri aldığını, her türlü olasılığı değerlendirdiğini söyledi — herhalde burada ekonomik yaptırımları özel olarak hesaba katmıştır, oyun planını böyle yapmışa benziyor.

Ve göstere göstere bir savaş geldi. Hatırlayın, daha ilk diplomatik görüşmeler başladığı sırada, Amerikan yönetimi birtakım istihbarat planlarını Amerikan medyasına sızdırarak, “Putin kararlı, kesin işgal edecek” haberini ısrarla yaydılar. Görüşmeler oldu, birtakım iyileşmeler olacağı düşünüldü. Hatta Ukrayna’yı yönetenler sevinç açıklamaları yaptılar. Ama buna rağmen Amerikalılar yine Putin’in kararlı olduğunu söylediler ve gerçekten de haklı çıktılar. Ama haklı çıkmalarının ne anlamı var? Amerika yönetimi sonuçta benim gibi gözlemci değil, bir başkası gibi siyâsî analist değil vs.. Onlar, sonuçta Rusya’yla bir meseleleri olan ve Kiev yönetimini desteklediklerini söyleyen bir ülke. Sâdece dünyaya, “Bakın, bu saldıracak, burayı işgal edecek” demenin ötesinde, şu âna kadar pek bir işe yaramadığı anlaşılan birtakım yaptırımların ötesine gitmediler. Yeni yaptırımlar muhakkak gelecektir; fakat Putin’in bir ülkeyi işgalinden vazgeçirecek kadar etkili olacağını açıkçası şu aşamada sanmıyorum. 

Neyse, işin stratejik bölümünü uzmanlara bırakalım. Bu konuda çok değişik yorumlar yapılıyor. Meselâ Sinan Ülgen’in sosyal medyada paylaşımını gördüm. Çok ilginç. Eğer bir işgal olursa, bir direniş hareketinin başlayacağını, Batı’nın buna destek vereceğini ve –Avrupa’nın ortasında demeyelim– Avrupa’da bir tür Afganistan yaşanabileceğini söylüyor — ki çok ilginç bir değerlendirme. Buraya kadar varabilecek ve bayağı bir zamanı alacağa benzeyen bir krizin içerisine girdik. Bu krizden bazılarının iddia ettiği gibi üçüncü bir dünya savaşı çıkar mı çok emin değilim; ama şu hâliyle bile çok kritik bir eşikteyiz. Ve baktığımız zaman, tam bir çâresizlik hâli var. Meselâ Türkiye’de, Erdoğan’ın açıklamasına bakalım: “Ukrayna’nın toprak bütünlüğü için verdiği mücâdeleyi destekliyoruz”. Tamam, ama sözlü bir destek. Kiev yönetimi de Türkiye’nin açık desteğini istiyor. Buna destek veriyor, ama ötesinde pek bir şey yapabilecek gibi değil; çünkü iki ülkeyi de kaybetmek istemiyor Erdoğan — özellikle Rusya’yı. 

Ve şöyle bir cümle var: “Askerî harekâtı reddediyoruz”. Şimdi, bir duruş gösteriyor, tabii bu anlamda önemli; ama reddetmeniz ne işe yarıyor? Askerî harekât yapılıyor orada. Topraklar el değiştiriyor. Artık bu ülkenin toprak bütünlüğü kalmadı. Zâten daha önce, Kırım’la berâber kalmamıştı. Bu Donbass bölgesinde olanlardan sonra da kalmamıştı. Şimdi iyice kalmadı. Reddetmenin ötesinde pek bir şey yapamıyor. Meselâ Kemal Kılıçdaroğlu Montrö’nün altını çiziyor ve Meclis’i toplantıya çağırıyor. Güzel, ama Türkiye’de Meclis’in hiçbir fonksiyonu yok. Olsa bile orada alınacak herhangi bir kararın savaşa etkisi olabileceğini düşünmek de çok gerçekçi değil. Yani tam anlamıyla fonksiyonumuzu yitirmiş durumdayız. Ama fonksiyonumuzun olmaması ya da fonksiyonumuzu yitirmiş olmamız, buraya kayıtsız kalmamızı dayatmıyor. Nasıl olsa bir şey yapamıyoruz deyip, olmamış gibi davranamayız. 

Öncelikle bir kere, savaşa, her kimden gelirse gelsin ve şu anda Rusya tarafından tezgâhlanan savaşa karşı çıkmak gerekiyor. Tabii savaşa karşı çıkmak çok romantik gibi gelebilir; ama zâten her halükârda akışı değiştirebilecek çok fazla bir fonsiyonunuz yoksa, en azından duruşunuzu belirleyerek bir vicdânî duruş sergileyebilirsiniz. Bunun ötesinde, ilginç… yine sosyal medyada… artık Türkiye’de başka medya kalmadı biliyorsunuz. Sosyal medyadaki birtakım pozisyon almalara bakınca, ilginç, yine öne çıkmalar, başkasını dövmeye kalkmalar vs.. Orada insanlar çok büyük acılar yaşamanın eşiğindeyken, yaşamaya başlamışken, burada bunu bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışan çok kişi var. 

Hollandalı bir siyasetbilimci var ABD’de, adını tam telaffuz edemeyebilirim, Cas Mudde. Kendisi Türkiye’ye geldiğinde Medyascope’da bir röportaj yapmıştık, bir iki yazısını da çevirmiştik. Onun bir paylaşımını gördüm. Diyor ki: “Karmaşıklık basitliğe kurban ediliyor”. Yani çok karmaşık bir olayla karşı karşıyayız; ama insanlar her zaman olduğu gibi, genellikle basit cevaplarla bu olayı çözmeye çalışıyorlar. Basit cevaplar: Meselâ taraflardan birini açık bir şekilde desteklemek, ona her türlü desteği vermek. Burada tabii ki Ukrayna halkının yanında olmak başlı başına önemli bir şey. Ve Rusya’nın savaş ilânı ve işgalci pozisyonuna karşı çıkmak başka bir şey; ama olayı tüm boyutlarını görmeye çalışmak da gerekiyor. 

Bu tür olaylarda genellikle her şeyiyle haklı ya da haksız olunmuyor. Zâten Putin’in yaptığı da, genellikle Kiev yönetiminin ve ona destek verenlerin yaptığı birtakım hatâları alıp onları kullanarak oradan kendine göre bir meşrûiyet zemini yaratmak. Tüm konuşmalarında bu var. Orada da temel husus nedir? NATO’nun genişlemesi meselesi ve Ukrayna’nın buraya dâhil olup olmayacağı konusundaki belirsizlik. Savaşın nedeni olarak bunu gösteriyor Putin. Ve Türkiye’de de birçok kişi, özellikle soldan bazı isimler, Rusya’nın hamlesini eleştirirken, aynı zamanda NATO’nun genişleme stratejisinin yanlışlığının da altını çiziyorlar — ki bu strateji bugünün stratejisi değil. Yıllardan beri yaşanıyor ve Doğu Avrupa’nın büyük kısmını zâten NATO kendi içerisine katmış durumda. Son seçeneklerden birisiydi Ukrayna. Ve Rusya artık orada bunu gündeme getirdi. Hatta dünkü “Transatlantik”te Ömer’in anlattığı gibi, Putin bir ara bizzat Rusya’nın da dâhil olmasını gündeme getirebilmişti. 

Şimdi soldan gelen, sol partilerden gelen, “Tamam, savaş kötü, ama NATO da kötü” açıklamalarının birileri tarafından çok ciddî şekilde tartışmaya açıldığını görüyoruz — özellikle Türkiye İşçi Partisi. Türkiye İşçi Partisi son dönemlerde gerek Erkan Baş’ın, gerek Serra Kadıgil’in, gerek Ahmet Şık’ın çıkışlarıyla, ayrı ayrı ya da birlikte çıkışlarıyla belli bir kesimin ilgi odağı olmuştu ve ilginç bir şekilde bu kişilerin, özellikle genç kuşakta, solcu olunmadan, sol bir gelenekten gelinmeden ya da solun birtakım kabullerini benimsemeden TİP sempatizanı olunabileceğini düşünen insanlar vardı. Onların bâzıları –hepsi değil tabii ki– bu son olayda biraz şok oldular. TİP’ten tabii ki NATO karşıtı bir söylem beklenir. Bunun zamanı bugün mü ayrı bir tartışma konusu, ama Rusya’yı eleştirirken NATO’yu da eleştiriyorlar ve birileri bundan hayal kırıklığına uğradı. Nasıl bir anlam atfettilerse, hayal kırıklığına uğradı. Şu anda Putin’in yaptıklarıyla, hem bir taraftan sol yok deniyor, hem de bir taraftan sol bu bahaneyle dövülmeye çalışıyor. İlginç bir durum var. Halbuki bu tartışmada solun çok da bir etkisi yok — birçok konuda olduğu gibi. Ama birileri solu Putinci göstererek buradan vurmaya çalışıyorlar. Benim gördüğüm kadarıyla böyle bir şey yok. Ama tam bir kafa karışıklığı olduğu muhakkak. Bu kafa karışıklığının milâdı da bu son kriz değil. Aslında ABD’nin ilk Irak müdâhalesinden beri yaşanan bir olay. 

Çok verdiğim bir örnektir: Le Monde diplomatique’in o tarihteki yayın yönetmeni alain Gresh Türkiye’ye geldiğinde kendisiyle bir röportaj yapmıştım ve kendisi şunu söylemişti — solun önemli isimlerinden bir Ortadoğu uzmanı: “Bir savaş oluyor ve ilk defâ ben, en yakın arkadaşlarımın, dostlarımın hangi tarafı tuttuğunu bilmiyorum, tahmin edemiyorum”. O tarihleri yaşamış olanlar düşünürlerse, bunu kendi hayatlarında da, özellikle solun içerisindeki kişiler de görebilirler. Şahsen ben de Türkiye’de aynı durumu yaşadım. Birçok arkadaşımın Amerikan müdâhalesine destek verdiğini çok iyi hatırlıyorum, kendilerince haklı birtakım argümanlarla. Dolayısıyla o tarihten beri, eskiden olduğu kolaylıkta aktörlere bakıp pozisyon alma kolaylığı artık yok. 

Özellikle bunu sol yaşıyor. Çünkü sol belli anlamlarda ilkeli davranmaya çalışıyor. Sağcıların böyle bir derdi yok. Sağcılar zâten her döneme göre değişik pozisyon alabiliyorlar. Meselâ yıllarca Türkiye’de Rus düşmanlığını pompalayan sağcıların önemli bir kısmının, son dönemde bir Rus hayranlığına kapıldığını –Putin dönemi tabii ki, komünizm dönemi değil–, övgülere boğduklarını görüyoruz. Burada sola sataşmanın, ya da bir şeyler söylemek isteyip kendini tam ifâde edemeyenlere sataşanların önemli bir kısmı, aslında şu anda kendileri ne yapacaklarını bilmeyenler. Örneğin Türkiye’yi yönetenler ve onlara destek verenler. Şu âna, düne, bugüne kadar, Erdoğan hâlâ iki ülkeyle de ilişki içerisinde olmayı deniyor. Ama dünya giderek daha karışık oluyor, basitliğe yer yok. Sizin bu yaptığınız açıklamalarla, “İkiniz de benim dostumsunuz” açıklamalarıyla yürümüyor. Belli bir yerden sonra, iş ciddîye bindikten sonra –ki önümüzdeki günlerde ciddîye binecek–, tavır almak, bir tarafı seçmek zorunda kalabilir ve burada hangi tarafı seçeceğini hesaplarken yanlış hesap yapması durumunda fatura daha ağır olabilir. 

Şu an hâliyle zâten fatura daha ilk günden Türkiye’ye kesilmeye başlandı. Ekonomide daha ilk günden bunu görüyoruz. Daha bunun petrol fiyatları ve başka ayakları da var. Zâten Türkiye bir ekonomik krizin içerisinde, yazın turizme bel bağlamış bir durumda. Ve görüyoruz ki Türkiye’yi yönetenler dünyadaki büyük değişikliklere, krizlere hiçbir şekilde hazır değil. Ne yapabilirlerdi? Açıkçası bilmiyorum, ama kendileri her attıkları adımın en doğru adım olduğunu ve uzun vâdeli adımlar attıklarını, 2023 şu bu gibi perspektiflerle iddia ettiler. Ama şu hâliyle baktığımız zaman, bu politikaların hiçbirisinin sürdürülebilir olduğunu göremiyoruz. Kalakaldı Türkiye. Seyrediyor, açıklamalar yapıyor, reddediyor. Yönetenler de vatandaşlar da kalakaldı. Tam bir çâresizlik içerisindeyiz. 

Vicdânımızdan başka pek bir şeyimizin kaldığını sanmıyorum. Böyle bir durumda savaşa karşı olmak yetmiyor biliyorum; ama en azından öyle bir duruşu muhâfaza etmek gerekiyor. Bunun aşılması nasıl olur? Mesela muhâlefet, şu anda Kılıçdaroğlu Denizli programını iptal edip döndü, 5 partinin lideriyle telefonla konuştu. Şu oldu, bu oldu. Pazartesi günü açıklama yapacaklar biliyorsunuz Ankara’da. O da tabii ki Ukrayna’nın işgalinin gölgesinde kalacak. O konuda bir şeyler söylemelerini de bekleyecek kamuoyu. Ama ne söyleyecekler? Nasıl bir çıkış yapabilirler, nasıl bir perspektif gösterebilirler? Erdoğan’ın söylediklerinden farklı bir şey söyleyebilirler mi açıkçası çok emin değilim. Ve bu olay bir kere daha Türkiye’de gerçek sorunların üstünün örtülmesine de bahâne teşkil edebilir: İktidar bunu, bu krizi, savaşı bunun için de kullanmak isteyebilir ve Türkiye’deki diğer meselelerin konuşulmasını bu vesîleyle ertelemek isteyebilir. Çünkü burada da görüyoruz. Muhâlefetten gelen ilk açıklamaların iktidarınkilerden çok farklı olmaması, yine de dış politikada “millî birlik ve berâberlik” resmi verme arayışı içinde olacağını bize gösteriyor. 

Sonuçta tüm dünyaya, ama özellikle Ukrayna vatandaşlarına, o ülkenin kendisine kesilmiş çok ciddî bir fatura var. Rusya da bu faturayı bir şekilde ödüyor ve ödeyecek. Ruslar, Rusya vatandaşları da ödüyor ve ödeyecek. Ama şu hâliyle baktığımız zaman saldırgan taraf o. Diğer taraftan baktığımızda, NATO’nun bir yandan ne kadar etkili, diğer yandan ne kadar etkisiz olduğunu gördük. Putin Ukrayna’nın NATO’ya katılma ihtimâlinden endîşe ederek bu ülkeyi işgal etti. Demek ki NATO önemli. Ama aynı NATO, Putin’in göstere göstere yaptığı bu işgali engelleyebilecek hiçbir şey yapmadı. Bundan sonra da pek yapacağa benzemiyor. Ve Türkiye’de yakın bir zamana kadar iktidârın içerisinden şu ya da bu gerekçeyle, değişik vesîlelerle NATO’dan çıkmanın da pekâlâ olabileceğini düşünenler olmuştu. Şu hâliyle gördüğümüz kadarıyla NATO’ya çok daha sıkı sıkıya sarılmış durumdalar. O zaman tekrar aynı hususta gündeme gelecek S-400’ler, Rusya’dan alınan savunma sistemi ne olacak? Vesaire. Yani hangi açıdan bakarsak bakalım, devletiyle ve toplumuyla bizim hiç hazırlıklı olmadığımız bir savaştı bu ve bu savaşın faturasını şimdiden ödemeye başladık, daha da ödeyeceğe benziyoruz. 

En azından vicdânımızı, kişiliğimizi korumaya çalışmaya odaklanabiliriz diye düşünüyorum. Yıllar önce Haldun Bayrı’nın çevirdiği bir polisiye vardı. Herhalde hâlâ satıyordur: Hayat Berbat diye. Evet, o geldi aklıma. Evet, hayat gerçekten berbat; ama en çok da şu anda başlarına ne geleceğini bilmeyen Ukrayna vatandaşları için çok berbat bir hayat var. Dünya bu durumda ve dünyanın her geçen gün daha da kötüye gideceğinin bir işâreti olarak bunu kayda geçirmek gerekiyor maalesef.  Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.