Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Serhat Güvenç yazdı: Rusya’nın “devlet aklı” devreye ne zaman girecek?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminde bir ay geride kaldı. Birkaç cephede birden başlayan Rus ileri harekâtı momentumunu hızla yitirdi. Hem Ukrayna güçlerinin gösterdiği direnç hem de Ruslar’ın cephedeki birliklerini ikmalde yaşadığı sorunlar nedeniyle savaş durağan bir nitelik kazandı. Bazı uzmanlar bu durumu “kilitlenme” olarak tanımlıyor. Kilidi açmak için yeni bir hamle gerekli. Bu hamle taktik, operatif veya stratejik düzeyde olabilir. Ancak tarafların sahadaki mevcut imkanları henüz böyle bir hamleye izin vermiyor. Gerçi Rus yetkililer tarafından, savaşın başına kıyasla, daha mütevazı siyasi hedefler telaffuz edilmeye başlandı. Bunların Rus stratejisine nasıl yansıyacağını görmek için biraz daha beklememiz gerekecek. 

Rus ordusunun muharebede hiç de etkileyici performans gösteremediği, propaganda veya bilgi kirliliği ile örtülemeyecek kadar aşikar. Rus kaynakları “cerrahi” bir müdahale gerçekleştirdiklerini ileri sürüyorlar. Mariupol gibi kentlerden yansıyan görüntüler ise, tam aksine, Grozni ve Halep’tekine benzer yıkıcı bir savaş yönteminin devreye girdiğini ortaya koyuyor. Öte yandan iki haftadır ortalarda görünmeyen Rus Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun bir kalp krizi geçirdiği duyuldu. Başlı başına bu haber dahi askeri vaziyetin pek parlak olmadığını göstermeye yetiyor.

Dün konuşmacı olduğum bir toplantıda konu kaçınılmaz olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline geldi. Konuşmanın sonunda bir dinleyici, Ruslar’ın devlet aklının ne zaman bu gidişata dur diyeceğini sordu. Benim anladığım kadarıyla soruyu soran kişi bunun Putin’in savaşı olduğunu düşünüyordu. Üstelik Putin’in Rusya gibi bir büyük devletin başına açtığı bu işin ülkeye daha fazla zarar vermeden kapatılacağını umuyordu.

Ben Rusya uzmanı değilim. 20 küsur yıldır iktidarda kalan bir otokratın dönüştürdüğü bir devletin işleyişine dair çok yüzeysel bilgilerim ve o yüzeysellikle orantılı bir fikrim var elbette. Dolayısıyla “Putin’in iktidarının bileşenleri kimlerdir?”, “Hangi dürtülerle Putin’i desteklediler”, “Putin olmaksızın Rus devlet aygıtında bir hükümleri ya da karşılıkları var mıdır?” gibi soruların cevaplarını ben de Rusya uzmanı meslektaşlarımın yazdıklarından ve konuştuklarından izlemeye gayret ediyorum. Ezcümle Rusya benim için adeta bir “kapalı kutu”. Ancak Rusya’nın devlet aklıyla hareket eden kadim bir aktör olduğuna da Türk dış politikası bağlamında daha önce sık sık değindiğim için bir yanıt vermeden duramadım.

Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerinde tarihsel olarak “devlet aklı”yla politika belirleyen ve yürüten iki ülke göze çarpar. Bunlar, kuzey komşusu Rusya ile doğu komşusu İran’dır. Bu üç ülke neredeyse ezelden beri bölgesel rakipler olmalarına rağmen, aralarındaki rekabeti savaşın eşiğine getirmeden yönetme becerisine sahip oldukları için bölgeleri açısından birer istisna sayılabilirler. Dolayısıyla rejimleri, ideolojileri ne olursa olsun bu üç ülkenin yönetimine devlet aklının hakim olduğu varsayılır. Türkiye-İran örneğinde, iki ülke arasındaki sınırın 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan beri aynı kalması da bu devlet aklının bir sonucu olarak görülür.

Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerine gelince, iki ülkenin mirasçısı oldukları imparatorluklar son kez Birinci Dünya Savaşı’nda karşı karşıya gelmiştir. Ama farklı saflarda girdikleri savaştan her ikisi de yenik çıkmıştır. 1917’den beri Türkiye ve Rusya arasında bir savaş yaşanmamış oluşu da devlet aklının ikili ilişkilere yansıyan yönü sayılabilir.

Peki ne oldu da Rusya gibi bir devlet Ukrayna’yı işgal etmeye karar verdi? Acaba bu, devletin artık Putin demek oluşunun bir yansıması mı? Ama bir karar verici olarak Putin de akılcılığı ile öne çıkan bir liderdi. O niye böyle yanıldı? Bütün bu sorulara zamanla çok daha tatmin edici yanıtlar verilecektir. Ama görünen o ki, Putin’in bir devlet mekanizmasının, aklının ürünü olduğu düşünülürken; Rus devleti de Putin’in aklının bir ürününe dönüşmüş. Bu kadar denetimsiz bir iktidar, kendi inşa ettiği hakikatin parametrelerine göre karar verdiğinde gerçeklik denetimi (reality check) muharebe sahasında geliyor.

Putin’in Donetsk ve Luhansk’ın bağımsızlığını tanıma kararını ilan etmek için seçtiği mizansen, devlet aklının da kimin tekelinde yoğunlaştığını gözler önüne serdi. Koca koca insanlar, kürsüye gelip tek tek aynı şekilde düşündüklerini kameralar önünde kayda geçirdiler. Rusya’yı “yöneten” kadro, fikir ve ağız birliği etmişti. Aykırı bir söz duyulmadı. O mizansen World War Z fiminden bir sahneyi aklıma getirdi. Belki izleyenler olacaktır diye fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Filmde insanları zombilere dönüştüren bir salgın ele alınıyor. Kurgu elbette. Bu arada İsrail, diğer tüm ülkelerden farklı bir yöntem uyguluyor salgınla baş etmek için. Gerçi o da işe yaramıyor ama en azından bir önlem almayı deniyorlar. Hemen tüm ülkelere ulaşan bir istihbarata diğerleri tepkisiz kalırken, neden İsrail bunu ciddiye alıyor sorusunun yanıtı “10. Kişi kuralı” ile veriliyor. Geçmiş deneyimlere göre “bu kadar da olmaz” dedikleri ne varsa gerçekleştiği için, bu tür istihbarat kıymetlendirilirken eğer herkes aynı sonucu dile getiriyorsa, sonuncu kişi aykırı bir görüş ortaya koymak zorunda kalıyor. “Grup düşüncesi (Group think)” dediğimiz, tuzaktan kaçınmak için düşünülmüş bir yöntem. Film icabı mıdır, gerçekten uygulanan bir ilke midir orasını bilmiyorum. Ancak eleştirel düşünce ve sesin önemine dikkat çekmesi bakımından bana hep çarpıcı bir örnek olarak gelmiştir.

Peki bu durum sadece otoriter rejimlere mi özgüdür? Aslında yazıya başlarken böyle bir ön kabulle yola çıkmıştım. Ama sonra aklıma Amerika’nın Irak’ı işgal kararı geldi. Demokratik bir ortamda dahi bazen bu tuzağa düşülebiliyor. Irak’ı işgal için sudan bahanelerle, pek kimseyi ikna edemeyen, Vaşington’u işgal fikrinden vazgeçirmek mümkün olmamıştı. Ben o dönem, bizi Bilgi Üniversitesi’nde ziyaret eden bir düşünce kuruluşları heyetini anımsıyorum. Nuh deyip peygamber dememişlerdi. Sadece duymak istediklerini not alıp gitmişlerdi.

Öte yandan demokrasilerin diğer demokrasilerle müttefik olmasının bir iyiliği var. Müttefiklerinizin hatalarınıza katılmama özgürlüğü var. Türkiye de 1 Mart 2003’te TBMM’de tezkereye “hayır” oyu vererek tam bunu yaptı. En büyük müttefikin yanlışına ortak olmadı. Amerika ise Irak yanlışından birkaç yıl sonra, büyük maliyetlerle ve ağır bir itibar kaybıyla döndü. Bugün Ukrayna’da yaşananlar karşısında Batı’nın ahlaki üstünlük savının, Batı dışında pek karşılık bulmaması biraz da bu yüzden.

Demokrasilerde de devlet aklının zaman zaman işe yaramadığının örnekleri var. Ama demokrasilerde devlet aklından sapan, yanlış tercihler yapan hükümetler seçimle iktidarı bırakıyor. Yanlışlardan o sayede dönülüyor. Rusya gibi ülkelerde ise devletin aklı başına daha geç geldiği gibi, yanlıştan dönülmesi için liderin sahneyi terk etmesi gerekebiliyor. Yani Rusya’da devlet aklının yeniden galebe çalması Putin’in akıbeti ile yakından ilgili. Putin’in akıbeti ise Ukrayna macerasından nasıl bir başarı öyküsü çıkaracağına bağlı. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.