Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Serhat Güvenç yazdı: Lozan Barış Antlaşması’nın 100. yılında Türk-Yunan ilişkileri

24 Temmuz 2023, Lozan Barış Antlaşması’nın 100. yıldönümüydü. Üyesi olduğum Lozan Mübadilleri Vakfı (LMV) uzun süredir 24 Temmuz’un barış bayramı olarak kutlanması için uğraş veriyor. Şu ana dek pek yol alabildiğiniz sözlenemez. 

Geçtiğimiz yıl Lozan’ın 100. yılını vesilesiyle düzenlenen üç farklı akademik etkinliğe katıldım. Etkinliklerden ikisi Atina’da, bir tanesi ise İstanbul’da düzenlenmişti. İlk katıldığım toplantı, Aralık 2022’de Venizelos Vakfı ve Yunan Parlamenterler Birliği tarafından ortaklaşa düzenlemişti. Üç günlük bir toplantıydı. İlk gün uluslararası katılımcıların bildirilerine ayrılmıştı. Sonraki iki gün sadece Yunanca bildiriler sunulduğu için ben sadece ilk gününe katılabildim. 

İkinci toplantı nisan ayı başında LMV tarafından Şişli Belediyesi’nin katkılarıyla Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleştirildi. Toplantının konusu Türk-Yunan zorunlu nüfus mübadelesiydi. Türkiye’nin yanı sıra Yunanistan, İngiltere, Fransa, Kanada ve Brezilya’dan araştırmacılar bellek, kimlik ve yeniden inşa temalı bildirler sundular. 

Katıldığım üçüncü toplantıyı Atina Ulusal ve Kapodistrian Üniversitesi ve ELIAMEP ortaklaşa düzenlemişti. Açılış konuşmasını Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerian Sakellarapoulou yaptı. İki günlük bu etkinlikte Lozan Antlaşması 100 yılı geride bırakırken Türk-Yunan ilişkilerinin geleceğine dair ufuk açıcı görüşler* paylaşıldı.

Toplantılara ilişkin bir kaç gözlemimi paylaşarak devam etmek isterim. Bunlardan bir tanesi Türk okuyucuya şaşırtıcı gelebilir. Yunanlılar da, aynı Türkler gibi Lozan Barış Antlaşması’nı ülkelerinin tapusu olarak görüyorlar. Lozan, Yunanistan için de kurucu bir metin.

Bir diğer gözlemim Yunanlılar için Lozan tartışması gelip zorunlu nüfus mübadelesinde kilitleniyor, hatta takılıyor. Oradan da öteye geçemiyor. Zorunlu nüfüs mübadelesinin insan haklarını, hakkı hukuku hiçe sayan bir uygulama olduğunu vurguluyorlar. Konu dönüp dolaşıp bıktırıcı biçimde aynı yere geliyor. Eleştirilerini esirgemiyorlar ama, bunca eleştirinin ardından herhangi bir açılım da getiremiyorlar. Bizim LMV’nin sloganı “Çekilen acılar bir daha yaşanmasın”. 100 yıl sonra çekilen acıların telafisi mümkün değil. Belli ki acı çekildiğini teslim etmek yetmiyor. Daha ne yapılabilir sorusuna net bir yanıt da yok. Bu bakış zorunlu nüfus mübadelesinin daha çok Rumları hedeflediği anlayışından da besleniyor. Öte yandan bu eğilimin giderek zayıfladığı da gözleniyor. 1999’dan beri Türk ve Yunan toplumları arasında temaslar yoğunlaştıkça, zorunlu nüfus mübadelesinde madalyonun diğer yüzünde Türklerin de olduğu giderek daha iyi anlaşılıyor. 

Buna karşılık Türkiye’de nüfus mübadelesini ulus-devlet oluşturma sürecinin kaçınılmaz sonucu olarak görüp sorgulamadan kabullenme eğiliminde de aşınma gözlemleniyor. İki ulusu birbirinden tamamen yalıtarak barış tesis etmeye çalışmak en doğru yöntem miydi sorusu giderek daha fazla ve yüksek sesle soruluyor. İstisnai şartlarda yapılan bir uygulamayı, devletlerarası ilişkiler için normal bir pratik olarak görme anlayışına da ciddi bir itiraz söz konusu. Geçtiğimiz ay aramızdan ayrılan Prof. Dr. Zafer Toprak da sempozyumda çevrimiçi sunduğu bildiride benzer görüşler dile getirdi. Ege’nin iki yakasında yerleşik algılarda gediklerin açıldığına tanık oluyoruz.

Atina’daki son toplantıda Türkiye’den bir hayli katılımcı vardı. Ağırlık akademisyen ve emekli diplomatlardaydı. Ayrıca Atina’da eğitimine devam eden bir hayli Türk doktora ve doktora sonrası araştırmacı da dinleyiciler arasındaydı. Bunların büyük bir kısmı Yunancayı yetkin biçimde kullanabiliyor. Bu yetkinlik iki halkın daha iyi iletişim kurmasına büyük katkı sağlayacak. Aramızda Dr. Esra Ünal ve Doç. Dr. Zuhal Mert Uzuner gibi Yunanca’ya hakim meslektaşlarımız da bulunuyordu. Her ikisi de Türk-Yunan ilişkilerini çalışan yeni kuşak meslektaşlarımız.

Oturum aralarından birinde Prof. Dr. Ayhan Aktar ile sohbet ederken, Türk ve Yunan uluslararası ilişkiler akademisyenleri arasındaki ilk teması anımsadık. Prof. Dr. Thanos Veremis’in katılımcılar arasında olması bizi 1996 yılına geri götürdü.. 

O yıl Prof. Dr. Veremis ve yakınlarda kaybettiğimiz Prof. Dr. Theodore Couloumbis, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün davetiyle apar topar İstanbul’a gelmişti. Kardak Krizi’nin hemen ardından Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü böyle bir girişimde bulunmuştu. Savaşın eşiğinden dönen iki ülkenin akademisyenleri bir araya gelerek daha iyi bir iletişim için yapılabilecekleri tartıştı. Tez danışmanım Prof. Dr. Şule Kut sayesinde ben de toplantıya katılabilmiştim. Bir avuç insan iyi niyetle iki ülke arasındaki iletişim eksikliği konusunda neler yapılabileceğini tartışmıştık. Gerçekten bir avuç insanla başladı her şey.  

Aradan geçen 27 yılda uluslararası ilişkilerin bir alt disiplini olarak Türk-Yunan ilişkilerini çalışan Türk ve Yunan akademisyen sayısı arttı. Sadece insani temaslarımız artmakla kalmadı, bilgi ve yetenek havuzu da genişledi. Sonuçta iletişim ve anlayış arttı. Her konuda herkes anlaşıyor anlamı da çıkartılmasın bundan. Görüş ayrılıkları devam etse de, taraflar birbirlerinin temel kaygılarının, önceliklerini ve kırmızı çizgilerinin farkında. Hâlâ toplantılarda provokatif sorular geldiği oluyor. Ama bunlar genel tartışma ortamını eskisi kadar zehirleyemiyor. Monologlar, tiradlar eskisi kadar rağbet görmeyince, soğukkanlılık ve sağduyu hakim oluyor temaslara. Özetle bugün iki ülkede de karşı tarafı çok daha iyi anlayan, olanı biteni sağlıklı yorumlayabilecek daha çok yetişmiş insan var. İlişkilerin geleceği açısından bu bir şans. 

Türk-Yunan ilişkilerini zora soran sorunların yakın gelecekte çözüme kavuşma olasılığına ilişkin değerlendirmeler de yapıldı. İki farklı oturumda bir Yunan ve bir Türk katılımcı ilginç biçimde benzer görüşler paylaştı. Atina ve Kapodistriyan Üniversitesi’nden emekli Prof. Dr. Panoyatis İokimidis ve Kadir Has Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mustafa Aydın, sorunların bir paket halinde çözülmesinin zor olduğu görüşünü dile getirdiler. Her ne kadar Atina, Ege’de sadece kıta sahanlığı sorununun varlığını kabul etse de 1999’da başlatılan istikşafi görüşmelerde tüm sorunlar enine boyuna ele alınıyor. Esas prensip “her konuda anlaşılmadan hiç bir konudan anlaşılmış sayılmayacağı (nothing is agreed until everything is agreed)”.

İki konuşmacı da söz birliği etmişçesine bu yöntemle yakın vadede sonuç alınmayacağını düşündüklerini; dolayısıyla gayretlerin tek bir konuya yoğunlaştırılması gerektiğini ifade ettiler. Hem Prof. Dr. İokimidis hem Prof. Dr. Aydın’ göre karasularının genişliği sorunu yeni müzakereler için iyi bir çıkış noktası olmaya aday. Bu sorunun çözülmesi durumunda, oluşacak olumlu hava hükümetlere diğer sorunların çözümüne kamuoylarını hazırlamak için zaman kazandırabilecek. Ayrıca karasularının genişliği ile bağlantılı bir dizi sorunun çözümü için de teknik altyapı tesis edilmiş olacak. Prof. Dr. İokimidis, ilaveten AB’nin Türkiye’ye bazı teşvikler verererek süreci kolaylaştırabileceğini düşünüyor. Bu teşvikler arasında gümrük birliğinin modernizasyonu ve vize serbestisini sayarken, Türkiye’nin AB üyeliği yolunda Kopenhag kriterlerine uyumundan söz etmeye dahi gerek duymadı. Buradan Yunanistan’ın Türkiye-AB ilişkilerini son dönemde şekilleniren perakendeci yaklaşımı içselleştirdiği ve AB’nin Türk-Yunan sorunlarının çözümündeki olası rolünü bu çerçeveyle sınırlı gördüğü sonucu çıkıyor. Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları artık pek kimsenin umurunda değil. 

Türkiye ve Yunanistan arasında toplumsal ve akademik iletişim kanalları eskiye oranla daha açık ve daha iyi çalışıyor. İletişimin karşılıklı güvene dönüşmesi için zaman gerekiyor. Uzunca süre Türkiye’nin AB adaylığı ve üyelik müzakerelerinin bu dönüşümü kalıcı biçimde pekiştireceği varsayılmıştı. Bu varsayım artık geçerli değil. ABD de, AB’nin 1999’dan sonra bu zorlu konuyu devralmasıyla bayağı rahatlamıştı. AB’nin etkisizliği ve dağınıklığı Washington’u yeniden devreye sokuyor. Ancak geçmişten farklı olarak Ankara bu kez jeopolitik önem kozunu da Yunanistan’a kaptırmış görünüyor. Bu açıdan karasularının genişliği sorununu ilk aşamada çözerek zaman kazanmak Ankara’ya da cazip gelebilir. Kısa vadede iki ülke arasında yeni bir gerilim yaşanma ihtimali düşük. Öte yandan Yunanistan’a bakışa daha ılımlı bir hava hakimken, Kıbrıs konusunda Ankara’nın tutumunu sertleştirdiği de not edilmeli. Bu da ihtiyatlı olmayı gerektiriyor.

* Oturum kayıtlarını izlemek için: https://www.blod.gr/events/100-years-since-the-treaty-of-lausanne-looking-back-looking-ahead/

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.