Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan dış politikayı seçim malzemesi yapabilir mi? Ekonomik kriz seçmen tercihinde ne derece etkili? Ruşen Çakır ve Özer Sencar tartışıyor

Ruşen Çakır ve Özer Sencar, “Erdoğan dış politikayı seçim malzemesi yapabilir mi?”, “Hangi parti seçmeni Ukrayna savaşına nasıl bakıyor?” ve “Ekonomik kriz seçmen tercihinde ne derece etkili?” sorularına yanıt aradı.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi akşamlar. MetroPOLL Araştırma’nın kurucusu ve yöneticisi Prof. Özer Sencar konuğum. Kendisiyle, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaştan hareketle, dış politikanın Türkiye’de seçmen tercihlerini nasıl etkilediğini konuşacağız. Özer Bey, merhaba. 

Özer Sencar: Merhaba, iyi akşamlar.

Ruşen Çakır: Hoşgeldiniz. Arayı epey açmıştık. Rusya-Ukrayna savaşını konuşacağız, ama sizi bulmuşken İYİ Parti’yi sormak istiyorum, çünkü sizin çok yakından takip ettiğiniz ve sizinle daha önce yaptığımız yayınlarda da çok sık dile getirdiğimiz bir konu bu: İYİ Parti’nin potansiyeli ve bunu ne derece kullanabildiği, merkez sağ olup olmayacağı meselesi. Biliyorsunuz Meral Akşener parti üst yönetiminde bayağı değişiklikler yaptı. Örneğin, partinin öne çıkan isimlerinden Yavuz Ağıralioğlu Başkanlık Divanı’ndan çıkartıldı. İYİ Parti Teşkîlât Başkanı olarak görev yapan Koray Aydın ise Siyâsî İşler Başkanı oldu. Teşkîlâtlar doğrudan Meral Akşener’e bağlandı. Başka birtakım değişiklikler de var, ama en çok dikkat çekenler bu ikisi. Siz herhalde çok yakından takip etmişsinizdir. Bu konuda ne düşündüğünüzü çok merak ediyorum. 

Özer Sencar: Meral Akşener, bir yıldan fazla bir süredir yapması zorunlu olan bir işi yaptı. Çünkü Meral Hanım parti kurmayları içerisinde tam bir görüş birliğini şu âna kadar oturtamadı. Bir tarafta İYİ Parti’yi merkez sağ yapmak isteyen bir Meral Hanım anlayışı var. Bir de, parti içerisinde bir kısım kurmayların, partiyi MHP-AKP arasında bir noktada, sağda tutma inadı var. Ben buna “görüş” demiyorum, bir ısrar var. Muhtemelen Meral Hanım bunun farkındaydı, ama buna bir çâre bulamadı. Altı ay veya bir yıl sonra seçime gideceğiz. Ben Meral Hanım’ın partiyi bu hâliyle seçime götürürse başarılı olmayacağını, yükselemeyeceğini değişik vesîlelerle kamuoyuyla paylaştım. Meral Hanım, uzun süreden beri yapması gerekeni yaptı ve partiyi geriye doğru çeken iki önemli ismi yönetim dışında bıraktı. Bu, yapılması gereken bir işti ve nihâyet bunu gerçekleştirdi. 

Meral Hanım özellikle cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildikten sonra, apolitik bir tavır içerisine girdi, politikadan uzaklaştı. İYİ Parti’nin oyu 15’lerden 12’lere kadar indi. Biz, Mart ayı ölçümlerimizde, kararsızlar oransal dağıtıldığında İYİ Parti’yi yüzde16 olarak bulduk. Bir çıkış hareketi var. Ben bu çıkış hareketini devam ettirecek bir operasyon olarak görüyorum bunu ve İYİ Parti’nin yapması gereken bir işti diyorum.

Ruşen Çakır: Zâten İYİ Parti dendiğinde Meral Akşener akla geliyor ve Meral Akşener’siz bir İYİ Parti düşünmek çok mümkün değil. Ben bu hamleyi, partide birtakım değişiklikler yapmanın dışında, kendisinin daha güçlü bir şekilde partiye hâkim olma hamlesi olarak görüyorum. “Meral Akşener Partisi olma” olgusunun daha da artması olarak görüyorum. Katılır mısınız?

Özer Sencar: Öyle de denebilir, ama daha doğru ifâdeyle şöyle söyleyeyim: Temel prensiplerinde parti liderleri belirleyici olmak zorundadır. Şu âna kadar İYİ Parti’nin, bir, merkeze doğru gitmek isteyen bir motor gücü var. Bir de partiyi geriye doğru çeken, MHP’den intikal etmiş olan milliyetçi arkadaşlar var. Meral Hanım bu bağı kopardı ve partiyi kendi hedefi doğrultusunda dizayn etti. Yani Meral Hanım’ın partisi olma hedefinden ziyâde, partide bir hedef birliğini, vizyon birliğini oluşturmaya çalıştı. Bu gecikmiş bir işti. Bana göre bu parti içi bir operasyondur. Umarım bundan sonraki siyâsî tavrı, siyâsette inisiyatif alması… Türk siyâsetinde çok önemli bir şeydir inisiyatif ve risk almak. Zannediyorum bundan sonra Meral Hanım böyle bir yöntem tercih edecektir. İnisiyatif almayan politikacılar halk nezdinde unutulur. Halk nezdinde unutulanın da ölçümlerde değeri çıkmaz. Meral Hanım son beş aydır inisiyatif almayan bir politikacı görünümündeydi. Sanıyorum bundan sonra farklı bir tavır göreceğiz. Bu da muhtemelen partinin oyuna olumlu etki yapacak.  

Ruşen Çakır: Savaş konusuna gelelim Özer Bey. Siz de takip ediyorsunuz, biliyorum, ben bu meseleyi kafama çok taktım: Erdoğan’ın dış politikada tekrar bir güç toparlanmasına girmesinin ve dünya gözündeki imajını düzeltiyor olmasının, seçmen tercîhinde Erdoğan lehine etkisi olabileceğini düşünüyorum. Ama özellikle kendisini muhâlefette tanımlayan pek çok insan, bunu çok sert bir şekilde reddediyor ve kabaca, “Dış politika karın doyurmaz” diyorlar. Siz bir kamuoyu araştırmacısı olarak bana mı hak verirsiniz, diğerlerine mi?

Özer Sencar: Ben sizin son değerlendirmelerinizi dinledim ve tamâmen size hak veriyorum. Hattâ bana göre siz bu noktaya biraz geç geldiniz. Bu bir dış politika girişiminden ziyâde, Erdoğan’ın liderlik performansını öne çıkarma olayıdır. İki ülkeden birisi diğerini işgal ediyor ve aralarında savaş var. Erdoğan burada inisiyatif aldı ve bu iki ülke arasında ateşkesi ve barışı sağlamaya yönelik girişimde bulundu. Biden ve Putin de dâhil olmak üzere bütün Avrupa ülkeleri, arada bir ülke olarak bu girişimi muhâtap aldı. Bu, Erdoğan için, liderliğinin bir başarısıdır. Burada dış politika ikinci planda bana göre. Erdoğan, burada güçlü liderliğini ortaya koydu. 

AK Parti’den uzaklaşan yaklaşık 10 puanlık bir seçmen var. Bu seçmen AK Parti’yi terk ediyor, ama en az yarısı Erdoğan’ı terk etmiyor. Bu seçmenlerde Erdoğan bağlılığı güçlü. Erdoğan Ortadoğu’daki muhâlifleriyle barıştı; Suudi Arabistan, BAE, Mısır’la ilişki kurdu. Sonrasında Avrupa liderleri ile bir araya geldi. Biden kendisini aradı, konuştu. Bu, dış politikadan ziyâde Erdoğan’ın güçlü liderliğini gösteren bir olaydır. Bu da, Erdoğan’ın tekrar eski bildiğimiz Erdoğan olarak algılanmasına ve kendisinden uzaklaşan insanları tekrar kendisine çekmesine sebep oldu — ki bunu araştırmamızda gayet net gördük. Geçen ayki ölçümlerimize göre, bu ay, Erdoğan’ın hem kişisel beğenisi hem görev onayı hem de Türkiye’nin gidişâtıyla ilgili olarak Erdoğan ve AK Parti lehine çok açık ve net bir değişim var. Geçen aya göre AK Parti’nin oyu 3 puan arttı; 32’den 35’e çıktı. Geçen aydan bu yana, dış politika dışında AK Parti’nin oyunu etkileyecek hiçbir şey yok. Bilâkis, bir sürü olumsuz etki var. 

Ruşen Çakır: Evet. Tam tersine ekonomide işler her geçen gün kötüye gidiyor. Enflasyon artıyor, hayat pahalılığı…

Özer Sencar: Bütün bunlara rağmen, Erdoğan’ın hem kişisel beğenisi hem görev onayı artıyor. Bir şey daha söyleyeyim. Biz her ay başkanlık seçimine yönelik olarak rakipleriyle Erdoğan’ı ölçüyoruz. Geçen aya göre bu ay, bütün rakiplerine karşı Erdoğan’ın reytingi 2-3 puan yükseldi. Dolayısıyla, Erdoğan’ın ve Türkiye’nin bu savaşta aktif rol oynaması, onun güçlü liderliğini ortaya koymuştur. Bence, dış politikadan ziyâde, bu güçlü liderliğin öne çıkması etkili olmuştur. 

Bir şey daha var: Bu konu muhâlif kesimlerde görülmüyor. Savaşın kaderini etkileyen faktörlerden bir tânesi, Türkiye’den giden İHA ve SİHA’lar. Bunlar Rus güçlerine ciddî bir zarar verdi. Hâlâ veriyor mu bilmiyorum, ama şu âna kadar etkili olduğunu biliyoruz. Tâkip edemiyorum, ama iktidar yanlısı medya bu konuyu çok tatlı bir şekilde anlatıyordur. Yani bu, sâdece dış politika meselesi değil, Erdoğan’a yönelik eski bağlılığı güçlendiren bir olaydır. 

Ruşen Çakır: Siz son araştırmanızda, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi konusunu da sordunuz. Ama araştırmanızdan görüyoruz ki sorduğunuz insanların büyük bir kısmı, Ukrayna’nın işgalinden Rusya’yı değil başkalarını sorumlu tutuyorlar. Gördüğüm kadarıyla da, muhâlefet ve iktidar partilerinin seçmenleri arasında da çok büyük fark yok. O rakamlardan biraz bahseder misiniz? 

Özer Sencar: Toplumun çok büyük bir kısmı işgale karşı — kınıyor. Ama “Bu işgalin sorumlusu kim?” diye sorduğumuzda, halkımız ABD ve NATO’yu Rusya’ya göre daha fazla suçluyor. Aralarında 10 puandan fazla bir fark var. Benim bu konudaki yorumum şu: Türkiye’de son yıllarda hem sağ partiler hem sol partiler, bilinçli veya bilinçsiz, sürekli Batı karşıtı propaganda ve söylemlerde bulunuyorlar. Düşünebiliyor musunuz? Kuruluş felsefesi Batı ile bütünleşmek olan CHP’nin yüzde 30’u Avrupa Birliği’ne karşı. İYİ Parti’de büyük bir kitle zâten ulusalcı kökeninden dolayı karşı. Dolayısıyla son dört beş yılda, hem medyanın etkisi hem de sağlı sollu politikacıların, parti sözcülerinin Batı aleyhtarlığı propaganda ve söylemleri halkta bir şeyi yerleştirdi. Sonuç olarak, Türkiye’deki seçmenlerin büyük bir kısmı Avrupa Birliği’ne veya NATO’ya beklendiği kadar sıcak bakmıyorlar. Bu, bugünün olayı değil. Geriye doğru yılları kapsayan Batı karşıtı propagandanın siyâset ve medya alanında kalıntılarıdır. Kolay kolay da değişecek bir şey değil. 

Meselâ geçen ay, Ukrayna işgalinden önce, “Eğiliminiz Rusya ve Çin’e mi, yani Doğu’ya doğru mu, yoksa ABD ve AB’ye doğru mu?” diye sormuştuk. Rusya ve Çin’e olan yakınlaşma neredeyse 10 puan yukarıdaydı. Ukrayna olayı ortaya çıkınca, bu eğilimde 10 puanlık bir değişme oldu. Batı eğilimi tekrar yükseldi. Dolayısıyla, liberal politikacılar, sol ve milliyetçi kesim eskiden beri bu şekilde… Türkiye’de Batı’ya, Batı kültürüne yönelik bir iktidar var. Bu iktidar, bu konuda yapabileceği her şeyi yapıyor. Özellikle son 10 senede. AK Parti’nin bunu yapmasını doğal karşılıyorum. İslâmcı gelenekten gelen bir parti. Liberalleşmiş değil. Demokratlaşmış da değil. Özgürlüklerden yana olduğu kanaatinde de değilim. Ama ben, solun, liberal solun, Rusya’nın canı istediği zaman, istediği ülkeyi işgal edebildiği bir dünyada, hâlâ Rusya’nın mâsum olduğunu, yâhut bu işi zorunlu olarak yaptığını, Amerika’nın ve NATO’nun Rusya’yı tahrik ettiğini, Ukrayna’yı NATO’ya almak istediklerini konuşmaları ve Rusya’yı aklamaya çalışmaları… Televizyonlar hep bunu konuşuyor. Emekli askerler televizyonlarda âdeta karargâh kurdular. Dolayısıyla halkın böyle düşünmesini çok yadırgamıyorum. Hâkim unsurlar bu mesajı veriyorlar insanlara.

Ruşen Çakır: Seçmen davranışları konusuna gelelim. Türkiye’de ve dünyada seçmen önce cebine bakar. Herhalde bu konuda mutâbıkız. 

Özer Sencar: Evet.

Ruşen Çakır: Ama ekonomide işler daha kötü gitmesine rağmen, anketlerde Erdoğan lehine bir yükseliş olduğunu söylüyorsunuz. Peki, bu nasıl oluyor? Türkiye’de ekonomik anlamda bu kadar sorun yaşanırken, yoksulluğun, gelir adâletsizliğinin iyice derinleştiği bir ortamda — ki pek ışık da gözükmüyor. Erdoğan da artık sıkıntıları kabul etmeye başladı. Dikkat ederseniz uzun bir süre “Sorun yok” gibi davrandı. Ama artık “Sabredin” demeye başladı. Neye göre sabredeceğimiz konusunda da çok somut bir şey söyleyemiyor. İnsanlar bu kadar yoksullaşırken ve yoksullaşmanın birinci derecede sorumlusu da ülkeyi yönetenler iken, insanlar neden hâlâ ondan kopmaktan tereddüt ediyorlar? Herkesin, özellikle muhâlefet kesiminin en çok sorduğu soru bu. 

Özer Sencar: Bu 1 milyonluk soru gibi bir şey. Anketlerde birçok defâ, “Oy verme davranışınızı en çok etkileyen nedir?” diye sorduk. Dâima birinci faktör olarak ekonomik şartlar çıkıyor. Ona çok yakın ve ikinci faktör olarak “güçlü lider” çıkıyor. Üçüncü faktör olarak da siyasal kutuplaşma veya siyasal farklılıklar çıkıyor. Ekonomik faktör ve liderlik faktörünü dikkate aldığımızda, normal seçmende ekonomik faktör liderlik faktörüne göre dâima önde çıkabilir. 

Ama Türkiye’de çok ilginç bir şey var. AK Parti, 1 Kasım 2015’te oyunu yüzde 50’ye çıkardı. Bugün geldiği yer, kararsızlar dağıtılmadan yüzde 25-26, kararsızlar oransal dağıtıldığında da yüzde 32-35 bandında seyrediyor. Bu kalan, kararsızlar dağıtılmadan önceki 25-26 puanlık kitle, neredeyse Erdoğan’la büyümüş bir kitle. Erdoğan’a sâdece ekonomik nedenlerle değil, siyasal ve inanç nedenleriyle de sıkı sıkıya bağlı insanlar. Ekonomideki kötüleşmeyi bu insanlarla konuştuğunuz zaman, Erdoğan’ı suçlamıyorlar. Ya dış güçleri, ya Kemal Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi suçluyorlar. Bu insanlar lider bağlılığında o kadar ileri gittiler ki, artık Erdoğan onlar için bir siyâsî parti değil, onun ötesinde, daha üst konumdaki bir lider. 

Şu âna kadar yaklaşık 20-25 puanlık bir kitle AK Parti’yi terk etti. Bu terk edenler, Doğruyol Partisi’nden, ANAP’tan veya merkez sağdan gelen merkez seçmenlerdi. Bunlar için iktidar, para, çıkar, kaliteli yaşam demektir. Bu insanlar zâten AK Parti’yi üç dört yıldır terk ediyorlardı. Çekirdek oy dediğimiz kitle, Erdoğan’a âdeta taparcasına bağlı olan bir kitle. Bunların muhtemelen tamamına yakını, muhtemelen Erdoğan’ın güçlü olduğu dönemlerden îtibâren, farklı isimler altında yardımlar alan bir kitle. Bu insanlar, “Bakın, biz gidersek siz bu yardımları alamayabilirsiniz” propagandasının karşısındalar. Her ne kadar Kılıçdaroğlu veya CHP, “Biz daha fazlasını yapacağız” dese de, insanlar, elindeki hazırı, ileride gelecek olana tercih ederler. Dolayısıyla bu insanlar, normal bir siyâsî hayatta değerlendirebileceğimiz tiplerden farklı. Bu insanlar, ekonomik kötüleşmeden dolayı Erdoğan’ı suçlamıyorlar. Suçlu, ya dış güçler, ya muhâlefet ya da başka bir şey. Ve Erdoğan’ı terk etmek niyetinde değiller. 

Ruşen Çakır: Stokçuları da suçluyorlar.

Özer Sencar: Her gün bir başka gerekçe bulabiliyorlar suçlamak için. Ve bu insanlar, kötüleşen ekonomiyi kendi zihinlerinde normalleştirdiler. Enflasyon yüzde 5’ten yüzde 60’a kısa bir süre içerisinde çıkmadı ki. Her ay, her yıl bir miktar artarak, insanların yadırgamayacağı bir seviyeye geldi. Bu insanlar artık enflasyonu yadırgamıyorlar; onlar için normal bir şey. 

Ruşen Çakır: Seçim yasa tasarısı konusuna gelelim. AKP ve MHP’liler yeni seçim yasa tasarısı teklifini verdiklerinde, “Böylece erken seçim tartışmalarını da sona erdiriyoruz” dediler. Çünkü yasa kabul edildikten sonra 1 yıl boyunca seçim olamıyor. Sizinle bir sohbetimizde, pekâlâ baskın seçim olabilir dediğinizi hatırlıyorum. Hâlâ fikriniz bu yönde mi?

Özer Sencar: Tabii. Erdoğan’ın kanun teklifini getirmesinin seçimin târihiyle hiçbir alâkası yok. Erdoğan bu değişikliği getirerek, muhâlefete, “Biz artık zamânında seçim yapacağız” mesajını verdi. Şu anda Erdoğan, kazandığı dış îtibar nedeniyle Avrupa’dan veya Rusya’dan oligarklarla ülkeye girecek parayla, piyasayı ve alt gelir gruplarını biraz rahatlatırsa, sonbaharda rahatlıkla baskın bir seçim yapar. 

Ruşen Çakır: O zaman hangi seçim yasasıyla gireceğiz? Eski yasayla mı?

Özer Sencar: Eski yasayla girer. Erdoğan için eski yasa, yeni yasa fark etmiyor. Erdoğan için seçimin zamânını belirleyen faktör, kendi kriterleriyle seçimi kazanabileceğini hissettiği an derhal seçime gider. Bu, muhâlefetin önüne atılmış, “Siz rahat olun. Seçime daha 14 ay var” oyuncağıdır. Erdoğan’ı biraz tanıyan bir insanın, bu kanunun seçim târihini belirleyecek bir faktör olmadığını anlamış olması lâzım. Erdoğan her an baskın seçim yapabilir. 

Ruşen Çakır: Geçtiğimiz Pazar günü altı lider yine bir araya geldi. İlk buluşma 12 Şubat’ta idi. Bir sonraki 28 Şubat’ta oldu, şimdi de 27 Mart’ta bir araya geldiler ve o fotoğrafı verdiler. Ben bu buluşmaların çok heyecan yaratmadığını söylüyorum ve bu yüzden çok dayak yiyorum. Ama hâlâ aynı kanıdayım. Çünkü biz o toplantıları konuşamıyoruz. Benim gibi insanlar, “O toplantılar bekleneni vermiyor, heyecan yaratmıyor” diyor. Bana kızanlar da, “O toplantılarda şunlar şunlar oldu” diyemiyorlar. Ortada bir mutâbakat metni var. O metnin açıklamasının hangi derde nasıl derman olduğu da tartışmalı. Bâzıları da, muhâlefetin bilinçli olarak işi ağırdan aldığını, aday açıklamamak konusunu, yıpranmamak, aceleye getirmemek, kendi içlerinde bölünmemek gibi gerekçelerle anlatmaya çalışıyorlar. Sizce, muhâlefetin gerçekten bir stratejisi var ve onu mu hayata geçiriyor? Yoksa beklentileri karşılamaktan uzak mı?

Özer Sencar: Bu masada farklı kökenden gelen, farklı beklentileri olan ve her birinin kendine göre bir hesâbı olan farklı altı insan var. Bu altı liderle yol almak, birlikte karar vermek, birlikte yol haritası çıkarmak kolay iş değil. Kemal Bey şimdiye kadar gayet iyi götürdü bu birlikteliği. Gerçekten bu zor bir olay. Hepsinin bir beklentisi ve gizli hesâbı var. Hiçbirinin bu konuda çok açık ve net olduğunu zannetmiyorum. Dolayısıyla, bu olay henüz halka intikal etmiş bir olay değil. Çok yavaş yürüyorlar. Bunlar seçim zamanına kadar 14 ayda bu işleri ancak bitirirler. Bu buluşmaların heyecan üretememesinin temel sebeplerinden birisi: Bürokrasi ile uğraşıyorlar. Seçim demek, lider demektir. Seçimin adayı demektir. Eğer Erdoğan’ın karşısına çıkacak insan yoksa, o hiçbir şekilde heyecan üretemez. Otururlar, konuşurlar, dağılırlar. Nitekim insanlara, “28 Şubat’taki toplantıdan haberdar mısınız?” diye sorduk. Yüzde 40 civarı, haberdar olmadıklarını söyledi. Yani insanların haberi bile yok bu toplantılardan. 

Bir diğer husus, bizim insanımızın zihninde parlamenter sistem meselesi yok. Bizim insanımız başkanlık sistemine de râzı, parlamenter sisteme de râzı. Sizin onu nasıl anlattığınıza bağlı. Ben muhâlefetin, yapmak istediklerini halka indirebildikleri kanaatinde değilim. Çok yavaş ve lidersiz gidiyorlar. Altı lider var, ama seçimi götürecek lider yok.

Ruşen Çakır: Yayının başından beri vurguladığınız husus, Erdoğan’ın bir şekilde toparlar gibi görünmesini liderlik üzerinden okudunuz. Öteki tarafta lider olmadığını söylüyorsunuz. Bir diğer seçenek de, Erdoğan’ın karşısına tek bir kişiyle değil, güçlü bir kolektifle çıkmak. O da yok sanki.

Özer Sencar: Lideri ortaya çıkarmak, lider üzerinde konuşmak istemiyorlar. Muhtemelen, liderliği kendi aralarında bir pazarlık konusu yapmak istiyorlar. Ben sâdece tahminde bulunuyorum, ne yapmak istediklerini bilmiyorum. 

Bakın, Amerika’da başkanlık seçimi, seçimden iki yıl önce başlar. Türkiye’de ilk defâ ciddî bir halk oyuyla başkan seçilecek. Bunun üç dört ayda halledilebilir bir mesele olduğunu düşünmek çok yanlış. Yöneticiler bu insana, Türkiye’de seçimi organize etmek için bir yıla yakın zaman vermek mecbûriyetinde. Seçim târihi belirlendikten bir iki ay önce veya Erdoğan seçim târihini belirlediğinde adayı seçeceklerse, bu ya çok saf, iş bilmez bir tavırdır, yahut başkanlığı Erdoğan’a hediye etmek için alınmış kötü niyetli bir karardır. 

Türkiye’de halkı ve liderleri yakından tâkip ediyoruz, o yüzden tanıdığımızı düşünüyorum. Millet İttifakı liderlerinin, en geç Haziran ayı başında seçimi kiminle götüreceklerine karar vermeleri gerekiyor. Direksiyona o kişinin geçmesi gerekiyor. Sorumluluğu onun üstlenmesi gerekir. Eğer bunu yapmazlarsa seçim güvenliğini de sağlayamazlar, organize de olamazlar, para da bulamazlar. Seçim demek, insan, ekip ve para demektir. Erdoğan’ın böyle bir sorunu yok. Erdoğan’da her şey fazlasıyla var. Ben bu tarafta paranın ve ekibin olduğu kanaatinde değilim. Burada ancak işin sorumluluğunu üstlenecek olan ve sonuçta zarar edecek olan, geleceğini ortaya koyan insanlar lâzım. 

Ruşen Çakır: Özer Bey, sizinle ne zaman yayın yapsak, insanlar bu uyarılarınıza önyargılı yaklaşıyorlar. Bu çok sık oluyor. Halbuki ben sizinle yaptığım bütün yayınları hatırlıyorum. Siz de hatırlıyorsunuzdur, zâten söyledikleriniz ortada. Bütün bu uyarılarınızın zamanla bir şekilde yaşandığını görüyoruz. Meselâ en son, dış politikadaki gelişmelerin Erdoğan’ın puanlarını artırdığı konusu, sizinle daha önce defâlarca yayın yapmış birisi olarak beni şaşırtmıyor. Ama insanlar o yayınlarda söylediklerinizde bir artniyet okuyorlar. Muhtemelen bu sefer de öyle olacak. Halbuki her zaman için, insanlara duymak istediklerini değil, işine yarayacağı şeyleri söylemek gerekir. 

Özer Sencar: Ruşen Bey, memnun edecek çok insan var, hangi birini memnun edeceksiniz? Amaç üzüm yemek. Eğer muhâlefet seçim kazanmak istiyorsa, aday olacak kişinin, geleceğini ortaya koyması lâzım. Türkiye’de seçim güvenliği başka türlü sağlanmaz. Ve seçimin en önemli konusu, seçim güvenliğidir. Şu anda HDP doğru bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmazsa, Millet İttifakı 1. turda seçimi kesinlikle kazanır. Erdoğan’ın şu anda kazanmış olduğu prestije rağmen. 

Ruşen Çakır: Bir daha tekrarlar mısınız Özer Bey?

Özer Sencar: 1. turda, HDP aday çıkarmaz ve Millet İttifakı’nın ortaya koyduğu adayı desteklerse, Millet İttifakı kesinlikle seçimi kazanır. Ama burada kritik konu, seçim kararı alındığı zaman veya muhâlefet adayını belirlediği zaman yapılacak ölçümlerde, muhâlefet adayının reytinginin Erdoğan’dan 10 puan önde olması lâzım. Erdoğan’la başa baş bir yarışa girerseniz, Erdoğan 15 puan önde çıkar.

Ruşen Çakır: Peki, şu anda Erdoğan’dan 10 puan önde gözüken biri var mı?

Özer Sencar: Var birileri. Şimdi isim vermeyelim, yine yanlış anlaşılır. Ama bir örnek vereyim: 2019 yerel seçimleri sırasında, seçimden bir hafta önce, CHP, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile ilgili seçim konusunda benden bir araştırma istedi. Yaptığımız ölçümde, Mansur Yavaş AK Parti adayından 20 puan öndeydi. Ama seçimde 3 puan önde çıktı Mansur Yavaş. Seçim gecesi, partiye veya seçim merkezine gelen ıslak imzalı seçim tutanakları, toplamın yüzde 55’i idi. Yüzde 45’i ortada yoktu. Muhtemelen yüzde 45’inde CHP ve Mansur Yavaş temsilci bulundurmamıştır.

Bir örnek daha vereyim: İstanbul’da, yine seçimden bir hafta önce yaptığımız araştırmada, Ekrem İmamoğlu, eski başbakan Binali Yıldırım’dan 10 puan öndeydi. İstanbul’daki 31 bin küsur sandığın tamâmının ıslak imzâlı seçim tutanakları seçim merkezine ulaşmıştı. Ve seçim sonucu, Ekrem İmamoğlu 10 puan önde çıktı. Seçim demek, sandık ve tutanak demektir. Ben bunu partilerin organize edebileceğine inanmıyorum. Çünkü netice îtibârıyla partilerdeki insanlar bir yöneticidir. “Kazanırsak kazanırız, kazanamazsak kazanamayız” derler. Bu işte acı çekecek, gelecek kaybedecek insanların ekip hâlinde çalışması gerekir. Bu, bütün partilerden seçilecek insanlarla olur. Ama kesinlikle bir partinin lideriyle olmaz. Partiler yan yardımcı olarak burada bulunurlar. Götürecek olan, liderdir. Millet İttifakı bileşenleri, bu lideri en geç Haziran ayında sahneye çıkarmazlarsa, ben burada artniyet ararım. Kaybederler.

Ruşen Çakır: Özer Bey, burada noktayı koyalım. Çok teşekkürler Özer Bey. Yine çok güzel bir söyleşi oldu. 

Özer Sencar: Sürç-i lisan ettiysek izleyicilerimiz affetsin. 

Ruşen Çakır: Hayır. Sürç-i lisan yok, çok verimli, yararlı bir sohbet oldu. MetroPOLL Araştırma’nın Başkanı Prof. Özer Sencar’la, Rusya- Ukrayna savaşından hareketle, İYİ Parti’yi, yeni seçim yasası teklifini ve muhâlefeti konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.