Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (85): Kedilerim

Ruşen Çakır, Gomaşinen‘in bu bölümünde kedilerini anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 85. bölümünde tamâmen siyâsetin dışına çıkıyorum ve kedilerden bahsetmek istiyorum. Bilen bilir, özellikle son 4-5 yıldır kediler benim hayâtımın ayrılmaz bir parçası oldu. Şöyle ki, 2017 Ocak ayından îtibâren, bir iki gün atlamış olabilirim, ama hemen hemen her gün Twitter’da günün güzelini açıklıyorum — öyle söyleyeyim. Bir kedi fotoğrafı yayınlıyorum. Bu fotoğraflar sâdece kendi çektiğim fotoğraflar. Yani başkalarından alınan, internetten alınan, eşin dostun yolladığı değil; sadece kendi çektiğim fotoğrafları yayınlıyorum. Bunun bir öncesi, aslında ilk olarak böyle bir kedili fotoğrafı 13 Kasım 2016’da paylaşmışım. Arada sırada kedi fotoğrafları paylaşmıştım. İlk defâ kedilere “güzel” demeye 12 Aralık 2016’da başlamışım. Bunu, sağolsunlar, arkadaşlar buldular. Ama düzenli bir şekilde yapmak ve gün vererek yapmak, meselâ “1 Ocak 2017 güzeli” şeklinde, bâzen birden fazla kediyi yan yana koyduğumda “güzelleri” diyorum; ama normalde tek kedi koyuyorum. Bunları genellikle yaşadığım yerde çekiyorum. Anadolu Yakası’nda oturuyorum; İstanbul’da, kedi dostu bir çevrede… Sokaktaki kedilere ben dâhil vatandaşlar tarafından sâhip çıkılıyor, besleniyor. Çok sayıda bir kedi popülasyonu var. Bir de tabii yeniler geliyor. Yeni katılımlar oluyor diyelim o popülasyona. Bâzıları da tabii kayboluyor. O anlamda sâdece oturduğum yerde, yaşadığım yerdeki kedilerle yapabilir hâldeyim. Ama bunun dışında gittiğim yerlerde, meselâ Kıbrıs’a tatile gittiğimizde Girne’de de çok sayıda kedi vardı. Geçenlerde Ayvalık’a gittik, Ayvalık’ta da kediler vardı. Sapanca’da –bâzen yazları orada oluyoruz–, Sapanca’da da bayağı bir oluyor. Meselâ Beyoğlu’na çıktığımda, çok fazla çıkamıyorum ama Beyoğlu’na çıktığımda da gördüm. İstiklâl Caddesi’nde epey vardı. Şöyle yapıyorum: İlk zamânlar genellikle çekip paylaşıyordum, çünkü toplu taşıma kullanıyordum. Toplu taşımaya gitmek için belli bir yol katediyordum ve yolda muhakkak karşıma kediler çıkıyordu. Genellikle o anda çekip paylaşma şeklinde oluyordu. Ama koronavirüsle berâber işin rengi değişti. Toplu taşımadan bayağı bir uzak durdum. Uzak durunca da şöyle bir şey oldu; hafta sonları çıktığımda, dolaştığımda stokluyorum — öyle söyleyeyim. Meselâ bu anlamda en câzip yerlerden birisi Fenerbahçe Parkı’dır. Orada bir kedi ordusu yaşıyor. Yılda bir iki kere gitmişliğim var. Hemen yanında da bizim Galatasaray Kulübü’nün tesisleri var. Orada yemek yemeye filan gittiğimizde, parka da gidip orada bayağı bir istiflediğim oluyor. Yani stok hâlinde çalıştığım oluyor. Bâzen tabii ki aynı kedinin değişik zamanlarda değişik pozları oluyor. Bu kaçınılmaz bir şey. Çünkü bâzı favorilerim var. Onların yerleri de belli. Hep farklı farklı pozlarıyla paylaşmak istiyorum. Böyle böyle, bir şekilde onları meşhur ediyorum. Onlar sâyesinde ben mi meşhur oluyorum, açıkçası bilmiyorum. 

Neden kedi? Çünkü kedi seviyorum. Çocukluğumda “Mestan”ımız vardı âilemizde. Sonra hayâtını kaybetti tabii ki. Ondan sonra uzun bir süre kedili bir atmosferde yaşamadım. Daha sonra gazeteciliğimin ilk yıllarında Manuel (Çıtak) ile Cihangir’de ortak evde kalırken kedilerimiz oldu. Hele bir tâne kara kedimiz de vardı. Ardından tek başıma yaşarken, bir gün arkadaşlar bana yavru bir erkek kedi hediye ettiler. Ankara anılarımı anlattığımda kısaca ondan bahsettim. Ankara’ya berâber taşındık. Ama ihmâl ettim ve bir gün evi terk etti. O da bende bir ukde oldu. Ardından Müge ile evlendik, berâber yaşamaya başladık. Müge de kedici ben de kediciyim. Fakat oğlumuz Ali Deniz’in kediye alerjisi olduğu ortaya çıkınca kedimiz olamadı. Uzun bir süre böyle yaşadık. Ama geçenlerde yani yaklaşık bir yıl önce doktora gittik ve alerjisinin kalmadığını ya da artık kalmadığını, bittiğini öğrenince kedi sâhibi olduk. Evimizde bir kedimiz var. Ama kendi kendime söz verdim, onu asla sosyal medyada paylaşmayacağım. Artık evde de kedimiz var. Çok sevdiğimiz bir kızımız var. Ama onu hiçbir şekilde paylaşmıyorum. Ben sokak kedilerini paylaşmayı çok seviyorum. Bâzen, “Neden köpek paylaşmıyorsun?” diyorlar. Köpeklere öyle bir ilgim olmadı. Ama olsun isterim. Eğer gerçekten bir gün emekli olursam, bir köpek sâhibi olmayı da istiyoruz. Müge de istiyor. Ama şu anda değil. Bir de bulunduğum yerde, yani yaşadığım yerde, böyle her gün çekebileceğim kadar köpek yok açıkçası. Arada sırada böyle güzel şeyler olduğunda, geçenlerde meselâ bir martıyı çektim, paylaştım. Tabii kedilere ek olarak. Öyle yapıyorum. Ama zâten fotoğraf çekmekten anlayan birisi değilim. Genellikle iPad’den, bâzen de cep telefonuyla çekiyorum. Çok da dalga geçiyorlar. Uzaktaki kedilere, bâzen öyle oluyor, kendimce zoom yapıyorum ve tabii kötü oluyor. Ama paylaşmadan edemiyorum. Bu sefer de bayağı bir dalga geçen oluyor. “Tost makinesiyle mi çektin?” filan gibi lâflarla da epey bir muhâtap oluyorum. 

İlginçtir, ilk başlarda bir şekilde insanlar ilgi gösterdi. Hani sosyal medya tâbiriyle: “etkileşim”. Sonra ben sebat ettim ve bunu sürdürünce, her geçen gün bunun sayısı arttı. Yani insanların gösterdiği ilgi arttı. Bu sâyede tabii çok sayıda kediseverle… biliyorum ki artık her gün birtakım kişiler benim kedimi bekliyorlar ve paylaşıyorlar. Meselâ Ümit Ünal var; sinemacı, yönetmen. Ümit neredeyse her gün paylaşır. Aylin Aslım’ın da büyük ölçüde paylaştığını görüyorum. Başkaları da var tabii. Müdâvimlerim var. Hattâ bir tânesi, paylaştığı zaman, kaçıncı kişi olduğunu da yazıyor. Yani fav’layan ya da rt’leyen kaçıncı kişi olduğunu da yazan bir tâkipçim de var. Böyle siyâset dışı güzel bir etkileşim de oluyor — ki ben memnûnum. İnsanların da memnun olduğunu sanıyorum. Tabii ki arada –sosyal medya bu– acayip ârızalar da çıkıyor. En son bir tânesi, bu Furkan Vakfı olayı yayınında da anlattım: “Adana’da kadınlar coplanıyor. Sen nelerle uğraşıyorsun?” diye bir şey yapmıştı. Halbuki o gün, o bana söyledikten yarım saat sonra olayla ilgili yayın yapacaktım. Sosyal medya böyle garip bir yer. Bâzıları sanıyor ki sâdece kedi paylaşıyoruz. Halbuki böyle bir şey yok. Çok sayıda insan da kendi gündemleri söz konusu olduğu zaman –meselâ Fethullahçılar da yapar bunu–, “Şu, şu oluyor, sen kedilerle uğraşıyorsun” filan diye bayağı bir fırça yemişliğimiz var. Halbuki tam tersine, siyâsetle o kadar fazla ilgiliyim ki bir nebze nefes alayım diye bunu yapıyorum. Siyâsetten kaçmak değil. Siyâsetten kaçmaya kalksam bile, o beni bırakmıyor. Onu biliyoruz. Ama saldırmak isteyenler için kedi meselesi de aslında bayağı bir vesîle oluyor. Hani şöyle bir olay var: “İşte, gazeteciler üzerinde baskılar var vs.. Korkan bâzı gazeteciler var ve…” –ne denir?– “sâkin sularda yüzmeyi seviyorlar, işte kedi paylaşıyorlar…” filan. Öyle bir şey yok. Keşke öyle olsa. Açıkçası sâdece bunu yapsam yeridir. Bir diğer husus da tabii, “güzel” deyince birileri de diyor ki: “O güzel değil yakışıklı.” Meğer erkekmiş. Ben açıkçası kedilerin erkek mi dişi mi olduğunu anlayabilen birisi değilim — bir bakışta, fotoğrafına bakarak ya da uzaktan görünce. Bir tek biliyorum ki çok renkli olan kedilerin büyük bir çoğunluğu dişi. Ama yani şimdi dişi kediye güzel deyip, erkek kediye yakışıklı demenin de mantığı yok. Ben, benim gözümde hepsine güzel diyorum, cinsiyet ayrımı yapmadan güzel diyorum. Bir de tabii şu da var; bâzıları insanlara: “Ya bunun neresi güzel?” diyorlar. Yani ilk başta baktığın zaman haklı gibi gözükebilirler. Ama ben o kedileri çekerken, onlara sesleniyorum vs.. Bakıyorlar, kimisi kızgın bakıyor, kimisi heyecanlı bakıyor, kimisi mutlu oluyor, kimisi bir şey istiyor filan. Onların hepsi bana güzel geliyor. Hattâ imkânım oldukça sevmeye çalışıyorum ya da onları arada sırada –o da ayrı bir konu tabii– besliyorum vs.. Böyle bir ilişki var ve benim gözümde hepsi güzel. Zâten Türkiye gibi bir ülkede sokakta yaşayabiliyorsa bir hayvan, bir kedi; bir kere çok büyük bir başarı sergiliyor ve o anlamda güzel sıfatını bence sonuna kadar hak ediyor. 

Şimdi sokaktaki kedilere ek olarak bir de bunlar var. Yani bunlar dediğim, kedi rozetlerim var. Şu anda taktığım kedi rozeti, ilk taktığım rozet. Bu, Müge’nin bana hediyesidir. Bir gün Sanayi Mahallesi’ndeki eski stüdyoda rozeti taktım, yayın yaptım. Ondan sonra bir iki tâne YouTube’dan izleyici: “Rozetiniz, kedi broşunuz çok güzelmiş” gibi yorumlar yaptı. Kimisi broş diyor kimisi rozet diyor. Her neyse, neyi kastettiğimi anlıyorsunuz. Ben de: “İyi o zaman” dedim ve takmaya devam ettim. Sonra Müge birkaç tâne daha getirdi. Sonra birtakım izleyiciler yolladı. Sonra bizde çalışan arkadaşlardan bâzıları değişik yerlerden getirip: “Abi bak, sana bir tâne kedi rozeti buldum” dediler ve nihâyet bu broşları ya da rozetleri –artık her ne ise– üreten şirketten bir e-mail geldi. Dediler ki: “Biz çok memnun olduk. Bizim rozetlerimizi takıyorsunuz. Adres verin, size başkalarını da yollayalım” dediler. Ben de, canıma minnet tabii, yolladım. Ama sonra o şirket dağılmış galiba. Onu yapan arkadaş sonra bana, benim bir kedili resmimi çizip yolladı. Odamda arkada duruyor artık. Bu arada geçenlerde kim olduğunu bilmediğim, yani daha doğrusu bir izleyicim, bana yurtdışından 4-5 tâne yolladı. Hattâ bir tânesi kara kediydi. Üzerinde İngilizce good luck yazan bir kedi. Öyle öyle de –nasıl diyeyim?– sokaktaki kedilerim ve burada yayınlarda taktığım kedilerimle… Arada unuttuğum olur gibi oluyor, fırça yiyorum. Zâten kedi fotoğrafı paylaşımı yapmayı unuttuğum zaman, muhakkak bir iki kişiden, “Ya, nerede kaldı?” diye tepki geliyor. Bâzen unuttuğum oluyor gerçekten. Yani böyle çok yorgun argın ve öyle stresli ki… Bizim işimizde stres, hep olan bir şey zâten. 

Şimdi bu, apolitiklik değil. Bu bayağı bir politiklik. Geçenlerde hayâtını kaybeden gazeteci abimiz Aydın Engin’in köşesinin adı “Tırmık”tı ve o ve eşi Oya Baydar’ın kedi sevgisini de hep biliriz. Bunun dini, îmânı, ideolojisi filan yoktur. Bu tamâmen başka bir şeydir. Tabii sevmeyenler, alerjisi olanlar vs. de olabilir; ama bayağı bir sevenler olduğu muhakkak. Tabii buradaki esas mesele, sosyal medyayı nasıl kullandığınızla ilgili bir mesele. Ben genellikle Medyascope’ta ürettiğimiz içerikleri paylaşıyorum. Çok az bireysel şey yazıyorum. Bâzıları bana diyor ki: “Ya bırak, bunları paylaşma. Sâdece çok etkileşim alan şeyler yap” diyor. Düşünüyorum; ama buna da böyle bir müddet daha devam edeceğim. Bu kedi paylaşımları diyelim –çok doğru bir lâf mı bilmiyorum ama–, kedi paylaşımları benim insânî anlamda nefes aldığım, yani siyâsetin o stres veren, bunaltıcı ortamından nefes aldığım ender şeylerden birisi. Bu arada tabii çok sayıda tâkipçi, kendi kedilerini ya da kendi çektikleri kedileri paylaşıyorlar. Ama onlar da farkındadırlar, kendi çektiğim fotoğraflar dışında bir fotoğrafı benim gündemim olarak paylaşmıyorum. Bunu böyle sürdüreceğim. Bakalım ne kadar sürecek? Ama şunu söyleyeyim; Twitter’da kaldığım sürece, siyâset yazmayı, siyâset paylaşmayı keserim; ama sokakta, sokağa çıkabildiğim ve kedi görebildiğim ve kedi fotoğrafı çekebildiğim müddetçe bunu sürdürmeye niyetim var. Çünkü o gerçekten beni mutlu eden bir şey. 

Çok da fazla uzatmaya gerek yok. Keyifli bir şey. Çok kişinin de ilgisini çektiğini biliyorum. “Gomaşinen”de kedilere, benim kedilerime bir yer ayırmamak olmazdı. Kediler çok yaşasın. Onlar hep yaşamış zâten. Sâhip çıkmak, onlara elimizden geldiği kadar yardımcı olmak ve sokaklarında kedi olan bir şehirde ve ülkede, mahallede, semtte yaşıyor olmanın değerini de bilmek lâzım. Dünyanın birçok yerinde, özellikle Batı’da bunun olmadığını görüyorum. Gittiğim yerlerde bu pek yok. Sokakta kedi gördüğüm Batı şehri hatırlamıyorum açıkçası. Onlarınkinin daha iyi olduğu kanısında değilim. Bizimki her zaman için daha iyi. Umarım böyle devam eder. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.