Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Örselenmiş güven duygumuz, memleket ve muhalefet

Metro durağına yürüyordum. Benimle aynı kaldırımda az ileride üçü daha ilkokul çağında, ikisi ise 20’li yaşlarda beş kişi, açık bir rögar kapağının başında duruyordu. Bir şey düşürdüler sandım. Ben onlara doğru yürürken, iki genç, küçük çocuklardan birini kanalizasyona sarkıttı. Küçük çocukların sırt çantaları birer birer aşağıya uzatıldı ve belli ki aşağıdaki çocuk tarafından alındı. Ne oluyor diye dehşet içinde onlara doğru yürümeye devam ettim. Sonra ikinci çocuğu ve üçüncüyü indirdiklerinde gençlerle aramda üç adım kalmıştı. Ne yapacağımı şaşırmış halde sağa sola bakındım. Fakat benden başka olayla ilgilenen kimse yoktu ve çocuklar kanalizasyona bir başlarına atılmıştı. Dehşet anlarında akıl devreden bir çeşit çıkıyor galiba orada bir kanalizasyon akıyorsa üç çocuk ve o kadar çanta nereye indirildi diye düşünmedim bile. Kanalizasyon sisteminin bakım onarım vs. işleri için zaten inilip yürünen kenar taşları veya bir kaldırımı filan vardır mı dedim acaba? Bilmiyorum.

Aklımdan onlarca senaryo kuyrukları birbirine değmeden geçti. Gençler organ mafyasının elemanları mıydı? Uyuşturucu işi miydi? Nasıl kandırmışlardı bu minnacık, masum okul çocuklarını? Niye kimse bakmıyordu? Sorular sorular… Hızla yaklaştım ve gençlerden birine, “Ne yapıyorsunuz, bu yaptığınız güvenli mi, neler oluyor burada?” dedim. Bu sırada gençlerden biri de kendini aşağı sarkıtmıştı ve kaşla göz arasında o da indi. Geri kalan çok güzel bir gülümsemeyle (kesin uyuşturucu işindeydi), “It is extremly safe Madam, don’t worry” gibi bir şeyler söyleyerek cevap verdi bana ve gözümün önünde ellerinden destek alarak kendini hızla kanalizasyona bıraktı. Düşer müşerim diye daha fazla yaklaşıp da aşağıya bakamadım tabii. Sonra zaten bakacak bir şey kalmadı. Aşağıdan bir el uzanıp hemen yan tarafta olan rögar kapağını çekti ve iki eli üzerinde güzelce yerine oturttu. Rögar kapanmış, üçü minnacık çocuk beş kişi hiçbir iz bırakmadan gözden yitmişti ve karşı kaldırımda tramvay beklerken bu manzarayı seyredenlerin bu olanlar umrunda bile değildi. Sağa sola baktım, soracak birini aradım. Polis mi çağırsam dedim. Fakat ne polisin numarasını ne de Fransız polisine derdimi İngilizce nasıl anlatacağımı biliyordum. Büyük bir iç sıkıntısıyla sağa sola bakınıp rögarı gösterip bir takım küçük çırpınışlar yaparak olaya dikkat çekmeye çalıştım. Kimse ilgilenmiyordu… Belki de gündüz gözüyle hayal mi görmüştüm, neydi? Allah’ım ne olmuştu o çocuklara?

Uzun yıllardır Fransa’da yaşayan arkadaşımla buluşacaktım. Metroya bindim sonunda ve gideceğim yere gittim. Kanalizasyondaki çocuklar aklımdan çıkmıyordu. Görür görmez ona anlattım. Paniğimi belli etmemeye çalıştım. Çünkü nihayet yol boyunca olayın organ mafyasıyla ilgili olmayabileceğine ikna etmiştim kendimi. Arkadaşım sakince “Ha merak etme, burada kanalizasyonlara tur bile düzenlerler, o iki genç de çocuklara rehberlik ediyordur. Zaten yüzlerce yıl öncesinin eski kanalizasyon sistemi orası, aktif değil” dedi. Belki de “eski sistem, aktif değil” bile dememiş olabilir, sanırım onu ben ekledim. Bir tür kanalizasyon müzesi anlayacağınız… Sonra hayal meyal böyle bir şey bildiğimi hatırladım ama… Kısacası üç küçük çocuk ve iki gencin muhtemelen cırdonlarla (büyükçe farelere öyle deriz biz) dolu eski kanalizasyon sisteminde gezinti yapmasında bir sorun görmüyor, hep birlikte birkaç kilometre sonra başka bir kapağı yerinden oynatarak günışığına çıkacaklarını düşünüyordu. “İnşallah” dedim. Bir Madenli, inanmadığı temennilerde bulunurken nasıl gözlerini devirerek “İnşallah” diyorsa o şekilde bir kez daha “İnşallah” dedim. İçimden o üç küçük yavru için bildiğim bütün duaları ettim. Neyse dedim, Allah’ın Paris’inde hiç değilse polisi arayıp “Küçücük çocukları kandırıp kanalizasyona indirdiler” dememiştim.

Konuşurken aklıma dört-beş yıl evvel, Ayvalık itfaiyesini, karşımızdaki otelin en üst katında büyük bir yangına gözlerimle şahitlik ettiğimi söyleyerek ayağa kaldırdığım aklıma geldi. Oysa bacasından dev siyah dumanlar çıkan ve etrafında alevlerin dans ettiğini sandığım baca görüntüsü tuhaf bir ışık, duman ve yansıma durumuyla ilgiliymiş… Panel mi varmış da orada, oynaşan ışıklar alev gibi görünüyormuş, duman da yaz günü de olsa bildiğin baca dumanıymış! Hâlâ ikna değilim… Fakat ne rezillikti. İtfaiye “Hanımefendi oteli de aradık, sorun yok” dediyse de asla inanmamıştım. Otelin bir nedenle, gözümün önündeki yangını gizlediği konusunda ısrarcı olmuştum. Sonunda bir itfaiye ekibi “olay yerine” gönderilmişti. Telefonda sorun olmadığını söylediklerinde onlara da gözlerimi devire devire manalı manalı “İnşallah” demiştim. Tabii bunlar hep telefon konuşması olarak cereyan ediyordu ve en azından göz devirme olayımı itfaiyeciler görmemişti.

Böyle işte, el alemin ülkesinde küçücük çocuklar kanalizasyon sisteminde keşif gezisine çıkarılıyor. Ne cırdon dinliyorlar ne de “Olur ya bir daha gün yüzüne çıkamazsak” diyorlar. Kimse demiyor. Güven duygusu önemli… Servet verseler kimse beni kanalizasyonda keşif yapmaya götüremez. Güven duygum biraz örselenmiş olabilir. Nedense… Burada da “Nedensesi var mı, olay yeri Türkiye olunca neye güveneceksin?” dedim kendi kendime. Gözlerimi devirdim yine.

Akşam “kendisiylen” telefonda uzun uzun konuştuk, bir yandan Will Smith olayını anlatıyor ama bir yandan da okuduğu bir İngilizce habere gülmekten ölüyor. Çünkü haber, bu yılki Oscar törenine tokadını basan Will Smith’in aslında karısına yapılan şakaya kızmadığı, ne zamanki karısının gözlerini “devirdiğini” fark edince o zaman Smith’te halatın koptuğunu söylüyormuş. Filmin koptuğunu demek istedim. Peki “kendisi” bu olaya niye bu kadar gülüyor derseniz, göz devirmenin daha evvel hiç duymadığını sandığı İngilizce ifadesine gülüyormuş. “… Jada Pinkett Smith rolled her eyes.” Tam “chicken translation” gibi geliyor insana diyor ve yine gülmeye başlıyor. Lahavle… Göz yuvarlama, göz devirme her ne gerekirse onu yapıyorum dinlerken, bu kadar gülünecek ne var demek yerine.

Paris’e dair bir şey anlatasım yokmuş aslında demek ki, kanalizasyondan giriş yaptım bugün. Kısmet, daha bir süre zamanım var burada. Başka şeyler de yazarım. Bugün tüm öğleden sonrayı Shakespeare and Company’de geçirmiştim. Günlerden sonra orada bir kedi görmek bir yana, dünyanın en güzel kitapçısı sanırım. Bunları da anlatırım belki, bilmiyorum arkadaşlar. Bu kanalizasyona güven içinde çocuk sarkıtma olayı beni benden aldı. Üç küçük çocuğu, değil iki genç eşliğinde kanalizasyona indirmek, Ayrancı antika pazarına gönderemem ben. Aklı bir karış havada gençler bu çocukları oralarda kaybeder diye.

Güven duygumuz örselenmiş bizim… Ömrümüz billah göz devire devire örselemişler.

Oysa bir güven duyayım istiyor insan. Muhalefete güven duyayım istiyor. Tamam, HDP’yi dışladılar mışladılar, bağrımıza taş bastık ama o altılı ittifaka az biraz güven duyabilseydik, iyiydi. Yüreğimizde bir yaprak kıpırdatsalardı. Levent Gültekin’in dediği gibi hiçbir heyecan, hiçbir sinerji yaratamadılar. Cık cık cık. Bunlar bu işi yine de götürür diyorum kendi kendime. Ekonomi vs. yerle yeksan olmuş, üfleseler indirirler AKP-MHP’yi diyorum. İçimden konuşan bu sese gözlerimi deviriyorum sonra. Rolling my eyes… Keşke yüzümü kara çıkarsalar.

Böyle işte. O kadar çok olay var ki memleketimizde. Okura neyi anlatsan az gelir. Tok ağırlamak zordur. O yüzden bugün de bu… I love you.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.