Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Siyaset ahlakı ve eleştiri adabı üzerine

Türkiye’de siyaset uzunca bir zamandır o kadar yüksek bir gerilim ortamında sürdürülüyor ki sadece siyasi partiler ve ittifaklar değil, tek tek her bir siyasetçinin durduğu yer, yaptığı seçimler, söylediği ya da söylemediği şeyler de kaçınılmaz olarak aynı gerilim içinden değerlendiriliyor. Siyaset alanında yapılan seçimler her zamankinden daha ciddi bir biçimde aynı zamanda bir “ahlaki” seçim olarak da karşımıza çıkıyor. Hangi seçimlerin basitçe düşünce ve ifade özgürlüğü ya da siyasal tercih olarak ve hangilerinin ahlaki boyutta ciddi sorunlar içeren ihanet veya kendi çıkarlarını seçme olarak değerlendirileceği de her isimle birlikte yeniden tartışma konusu oluyor.

Geçtiğimiz haftanın gündeminde de bir yandan ittifakların geleceği, Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi ziyareti, HDP’nin cumhurbaşkanlığı için aday çıkarıp çıkarmayacağı gibi makro konular varken, bir yandan da Muharrem İnce ve Ayhan Bilgen vakaları gündemden pek düşmedi. Diğer tarafta ise AKP’li kadın siyasetçiler Özlem Zengin ve Derya Yanık’ın kendi mahallelerinde bir sosyal lincin muhatabı oluşları vardı. Bununla kalmadı, CHP’ye katılmasıyla birlikte Türkan Elçi de tepkilerin hedefi oldu. Bu sonuncu ismi diğerlerinden itina ile ayırmak isterdim ama maalesef hepsi aynı haftanın olayı. Bu nedenle bugün hepsine birlikte değinme ihtiyacı hasıl oldu.

Fakat önce haftanın en mühim gelişmesine bir bakalım isterim. Çarşamba günü Emek ve Özgürlük İttifakı cumhurbaşkanlığı seçiminde aday çıkarmayacağını açıkladı. Aslında HDP, cumhurbaşkanı adayı çıkarmayacağını açıkladı da diyebiliriz. HDP ittifakın ana gövdesini oluşturduğu için değil, esas beklenen HDP’nin kararı olduğu için… Zira ittifakın bileşenlerinden TİP, HDP’nin kararını beklemeden zaten Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyeceğini açıklamıştı. Benzer biçimde EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz de Kılıçdaroğlu’nun adaylığının açıklanması üzerine iki hafta önce tek adayla seçime gidilmesi konusunun önemini de vurgulayarak “Bundan sonra top Kılıçdaroğlu’ndadır” demişti.

HDP cumhurbaşkanlığı için aday çıkarmayacağını söyledikten sonraki günlerde sosyal medyada neredeyse kimseden çıt çıkmadı. Oysa önceki hafta Kılıçdaroğlu görüşmesi bir-iki gün ertelendi diye, ertelemenin gerekçesine dair henüz hiçbir bilgi elimizde yokken, cepteki hazır taşlar derhal avuçlanmış ve ileri-geri konuşmaya başlanmıştı.

HDP bir aday çıkarmış olsaydı sosyal medya günlerce nefret söyleminden yıkılırdı. Şimdi aday çıkarmıyor ve bu da HDP’nin Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklediği anlamına geliyor ya, konu tamamen sessizlikle geçiştirilebilir, yok sayılabilir ve derhal unutulabilir…

Fakat kim ne derse desin, bir kez daha açığa çıktı ki HDP yüksek gerilimli seçim süreçlerini gerektiğinde bağrına taş basarak, gerektiğinde sabırla susarak ama gerekli adımları da atarak en iyi yöneten partidir. Ülke çıkarını bütün duygusal gerilimlerin üstünde tutan en olgun siyasetin yürütücüsüdür. Bunu görenlerimiz de var… İyi ki HDP var.

Bu kararın açıklanmasından sonra Millet İttifakı’nın ilk turda cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasına neredeyse kesin gözüyle bakabiliriz. Gerçi Muharrem İnce faktörü ister istemez bir kaygı yaratıyor, zira kendisi değil de sanki “üç harfliler” onun adına kampanya yürütüyormuş gibi. Sosyal medyada bir Muharrem İnce tiradıdır gidiyor. Bir yandan da aslında Muharrem İnce’ye cumhurbaşkanlığı seçiminde aklıselim sahibi kimsenin oy vermesi de çok mümkün görünmüyor. Elbette muhalefette yer aldığı halde, mezhepçi ve ırkçı reflekslerle, “Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olmasın” diyenlerden bir miktar oy gidebilir İnce’ye. Zaten tam da bu nedenlerle muhalefetin küçük ve bence marjinal bir kesimince destekleniyor. Fakat esas desteği, Millet İttifakı’na gidecek muhalefet oylarını bölsün diye, iktidar cenahından, AKPMHP trollerinden ve teşkilatlarından görüyor. Burası açık. 

Gelgelelim bu destek bir işe yaramaz. Zira bu troll ve yandaş taife en nihayetinde kendi oyunu Muharrem İnce’ye verecek değil. Çıkardıkları kuru gürültünün oylar üzerinde bir neticesi olmayacak. Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanmasını sağlayacak oylardan yüzde 2 ya da 3, haydi maksimum yüzde 5’i aldı diyelim, bu, İnce’nin keline merhem olmayacak. Bunu kendisi de biliyor. O halde niyetinin ne olduğunu da kurcalamaya ihtiyaç yok. Eğer megalomaniden muzdarip değilse (ki bu da kuvvetle muhtemel, zira Türkiye’de erkekler arasında çok yaygın bir hal) seçimi muhalefet kazanmasın istiyor demektir. Bu konuda bozacının şahidi şıracı nevinden savunmalara da hiç kulak asmamak gerek. Savunma dedim de, mesela Ayhan Bilgen, zamanında İnce’yi cumhurbaşkanlığına aday bile göstermiştiniz, şimdi ne oldu gibi sorular soruyor. Soracak elbette, zira bu soruların cevabı yeri gelir kendisinin de işine yarayabilir.

Fakat bir kişi zamanında cumhurbaşkanlığına aday gösterildiği için ömrü billah onun siyaset ahlakına da kefil olunacak diye bir kural yok. Olunamaz zaten. Dolayısıyla bir dönem hasbelkader, birçok şeyin denk gelmesiyle, Muharrem İnce aday gösterildi ve ona oy verdik diye bugün ülkenin şu konjonktüründe yaptığı seçimi kıyasıya eleştiremeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Ayhan Bilgen demişken, bu konuda da bir-iki cümle etmeyi gerektiren gelişmeler oldu bu hafta. Daha evvel HDP’den ayrılış sürecine ilişkin eleştirilerimi dile getirmeye çalışmıştım. “Konuşulamayan bir sorun üzerine Alternatif Siyaset” başlıklı bir Medyascope programı bile yaptım bu konuda. “Alternatif Siyaset” derken, aynı dönem Medyascope’ta bu başlık altında program yapan Bilgen’i kastettiğim sır değil. Ayhan Bilgen her birimize ilk şoku, Doğu Perinçek ile gerçekten buluştuğunu söyleyerek yaşatmıştı. O tarihte bunu zaten bütün siyasi parti liderleriyle görüştüğünü söyleyerek açıklamıştı. Cezaevinden çıkışı sonrasında yaptığı bu görüşme, muhtemelen partisini ziyadesiyle rahatsız etmişti. Fakat Bilgen’in HDP’den kopuş sürecinde partinin gösterdiği muazzam sükûnet içinde buna yönelik de hiçbir tepki gösterilmedi. Ayhan Bilgen ise o zamanlar, HDP’yi “olağan” eleştirilerin dışında bir seviyeden ve mütemadiyen eleştiriyordu. Neredeyse partiyi kendini ihraca zorluyordu desek yeridir. Fakat parti her fırsatta eleştirilerini dinlemeye açık olduğunu da söyleyerek bu süreci Bilgen hakkında bir tek kamusal eleştiri kurmadan sabırla yönetti. Buradan bir mağduriyet gerekçesi üretilmesine de izin vermedi. Elbette parti böyle davranıyor diye partililerin de böyle davranması beklenemez. Nitekim HDP seçmeninden Ayhan Bilgen’e ağır eleştiriler gelmeye devam ediyor. Hakaret eden de maalesef çok. Fakat dediğim gibi bu süreci hiçbir parti yönetemez. Sosyal medya parti yönetimlerinin kontrol edebileceği bir alan değil.

Ruşen Çakır’ın Ayhan Bilgen’le yaptığı, Bilgen’in AKP’den aday olma ihtimali ve seçime girme hakkını elde edemeyen partisinin (Türkiye’nin Sesi Partisi) seçimlerde ne yapacağının konuşulduğu söyleşiyi izlerken bunları hatırladım. Bilgen’in mimikleri ve jestleri filan çok şey söylüyordu aslında. Yaptığının demagoji olduğunu herkesten iyi biliyor gibiydi. Bilgen özetle siyaseti geçmişte değil gelecekte yaptığını, diğer bir deyişle geçmiş için değil gelecek için siyaset yaptığını söylüyor. AKP ile ittifak söylentilerine hiçbir çekince koymadığı uzun konuşmasına bakılırsa, geleceğe bakan bir siyaseti AKP ile kurabileceğini düşünüyor. Pes doğrusu. Sanki siyaset bir satranç oyunuymuş gibi, stratejilerden ibaret bir şeymiş gibi bir konuşma… “Alternatif siyaset” dediği şeyin dön dolaş yirmi yıllık yoz ve otoriter bir iktidara eklemlenme ihtimali bile yeterince absürt. Kısacası Bilgen bütün ittifaklara açık olduğunu söyleyerek, gerekirse Cumhur’un bir parçası olmaya da yeşil ışık yakıyor. Sanki memleket bütün kurum ve kuralları ile çökertilmemiş, apaçık ırkçı politikalarla HDP ve esasen Kürt toplumu hedef gösterilmemiş gibi… Ülke deprem, sel gibi doğal afetler karşısında tümden kaderine terk edilmemiş, eğitim sistemi baştan aşağı siyasal İslamcı bir toplum mühendisliği faaliyeti ile ağır biçimde tahrip edilmemiş, bütün kaynaklar talan edilmemiş ve üç-beş şirket yoksulluktan kırılan bir halk aleyhine semirtilmemiş gibi… Seçme ve seçilme hakkının gaspı mahiyetindeki kayyum atamaları hiç yaşanmamış gibi… 

Memleket manzarası bu… Neresinden tutsak elimizde kalacak bir riya. Bence insanın kendisine duyulan güveni boşa çıkarmamak gibi de bir ahlaki sorumluluğu var. Olmalı. Mülkiyeli Ayhan Bilgen, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin her birini adı sanıyla tanıdığı akademik kadrolarını biçmiş, hukuk tanımamış, haklarında açılmış davalardan beraat etmelerine rağmen öğretim elemanlarını göreve döndürmemiş, onları ağaç kökü kemirmeye ve sivil ölüme mahkum etmeye yemin etmiş bir iktidarın parçası olmayı siyaseti gelecekte yapmak olarak düşünüyorsa yolu açık olsun tabii de biz o geleceğin vaatlerini çok iyi biliyoruz. Sanırım hâlâ bilemediğimiz şey insan evladının yapabileceklerinin sınırı… 

AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’a yapılanlar hakkında uzun uzun yazamayacağım bugün ama bu konuya da biraz değinmek istiyorum. İstanbul Sözleşmesi elimizden alınırken siyasal iktidara yakın kadın örgütleri genellikle, sözleşmenin bir toplumsal gerilim kaynağına dönüştüğünü öne sürerek, tek taraflı feshini çabucak benimsediklerini gösteren bir tutum izlediler. Sanki bu gerilim siyasi iktidar eliyle özenle yaratılmamış gibi konuşuyorlardı. O dönem 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’u da İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyaç bırakmayan bir güvence olarak sunuyorlardı. Oysa sıranın 6284’e geleceğini çok iyi biliyorduk ve maalesef yanılmadık. Şimdi “6284 kırmızı çizgimizdir” diyen Özlem Zengin, Derya Yanık ile birlikte, kendi mahallesinden gelen ağır saldırıların ve tehditlerin muhatabı oluyor. Elbette kadın örgütleri bu linci görmezden gelmiyor. Özlem Zengin cezaevlerindeki çıplak aramalar konusunda “Suç duyurusu olaydan hemen sonra olur, bir kadını çıplak arayacaksın, bu kadın buna eğer maruz kalıyorsa dakikasında bundan rahatsızlığını beyan eder, bir sene beklemez. Onurlu kadın, ahlaklı kadın bir sene beklemez. Bu, kurgusal bir harekettir” demekle kalmamış, aynı dönemlerde, çocuklu mahpus kadınlarla ilgili olarak da cezaevlerinde bebekler var densin diye kadın tutukluların talimatla bebek sahibi olduğunu söylemişti. Bunlar böyle diye, hak savunuculuğunun sadece kendine benzeyenleri savunmaktan ibaret olmadığını bilecek kadar köklü, güvenli ve dürüst Türkiye kadın hareketi, Özlem Zengin’e ve Derya Yanık’a sahip çıkmaktan geri durmadı. Siyaseti riya üzerine kuranlardan asla göremeyeceğimiz bir hak kavrayışı. İyi ki var… 

Son olarak Türkan Elçi’den söz edeceğim, onun bu tablo içinde konuşulacak bir şeyi olmamalıydı aslında. Fakat Türkan Elçi’nin CHP’ye katılması ve Diyarbakır Milletvekilliği için aday gösterileceği bilgisi basına yansıyınca bu da sosyal medyanın hararetle konuşulan konularından biri oldu. CHP, Türkan Elçi’yi muhtemelen bir sembol isim olarak seçti. Fakat ilk duyduğum andan itibaren Diyarbakır’dan aday gösterilmesinin çok rasyonel olmayacağını da kendi adıma düşündüm doğrusu. Batıda seçilebileceği bir yerden aday gösterilmesi çok daha rasyonel bir tercih olur. Zira ağırlıklı olarak HDP’li olan Diyarbakırlı seçmen, Türkan Elçi lehine oyunu değiştirerek CHP’ye yönelmeyecektir. Fakat Türkan Elçi’nin adaylığı sadece bu çerçevede konuşulmadı. Sosyal medyada gerek iktidara yakın çevrelerden gerek ağırlıklı olarak Kürtler’in oluşturduğu muhalif seçmenden aldığı tepki nedeniyle de konuşuldu. İktidara yakın seçmenin bu konudaki tepkisinin hiçbir kıymeti harbiyesi yok doğrusu, onu geçebiliriz. Diğer tepkiler ise Türkan Elçi’nin Diyarbakır’da Kürt oylarını HDP aleyhine bölme ihtimalini sorun etmekten kaynaklanıyordu. CHP’ye oy vermeyi başta Tahir Elçi’nin hatırasına olmak üzere bir ihanet olarak değerlendirenler de az değildi. Eleştiri adabı çerçevesinde kalsa bunlara bir şey söylenemeyebilir. Ama maalesef böyle olmadı. Üstelik Tahir Elçi’nin hayat arkadaşına, çocuklarının annesine ağır hakaret edilmesinin onun hatırasını incittiği de düşünülmedi. Elbette esas olarak Türkan Elçi hiç hak etmediği ağır bir haksızlığa maruz kaldı. Her şeyden önce toplumsal muhalefet olarak hep birlikte CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını desteklediğimiz bir konjonktürde Türkan Elçi’ye gösterilen bu tepkiler çok abes. Türkan Elçi de herkes gibi ana muhalefet partisinden kendisine gelen bir teklifi değerlendirme hakkına sahip. Türkan Elçi’yi şahsen de tanıyan biri olarak, onun, eşi Tahir Elçi’nin adı üzerinden bir hayat ya da kimlik kurduğu iddialarını da kesinlikle çok haksız buluyorum. Türkan Elçi, eşinin katledilmesinden sonra geçen yıllar içinde kendisinin ve çocuklarının acısıyla kendi bildiğince mücadele etti. Bu sürede sessiz sedasız hukuk öğrenimi gördü ve avukatlık ruhsatını aldı. Tahir Elçi anısına çıkarılan Kırık Saat dergisiyle ve kurulan vakfın çalışmalarıyla ilgilendi. Kendisiyle yapılmak istenen söyleşileri bile hemen hiç kabul etmedi. Ta ki sessiz sedasız “Mavi Karga” romanını çıkarana dek. Romandan sonra kitabıyla ilgili söyleşileri oldu. Türkan Elçi’ye yapılan haksızlığın tarafı olmak çok yanlış… Bu korkunç AKPMHP iktidarını yerinden etmek için o da siyasette yer almayı kabul ettiyse bize yolu açık, şansı bol olsun demek düşer.

Siyaset alanının bu çürümüşlüğü içinde çürüyen isimlerle diğerlerini ayırmak şart… Türkan Elçi’nin CHP’de olmasının partiyi dönüştürücü etkide bulunma ihtimalini de göz ardı etmeyelim. Tıpkı Sezgin Tanrıkulu gibi o da CHP’ye çok şey katacak.

Bugün de bunları yazayım istedim. Güzel günler tez gelsin…

e-mail: sevcelenk@yahoo.com

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.