Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Madonna’nın bildiğini Meral Hanım bilmiyor!

Yazıyı sabah yazıp göndermiştim. Sonra olanlar oldu… Meral Akşener’in Altılı Masa toplantısına, sanki Kemal Kılıçdaroğlu’nun ortak aday olacağı hiç hesapta yokmuş gibi, Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş seçenekleriyle gelmesi yakın tarihimizin tartışmasız en büyük yıkımını yaşayan bir ülkede muhalefeti sırtından vurmaktan başka hiçbir şey değildi. Yazıya bir not eklemek şart oldu. Ama alışıldığı gibi sona değil de yazının başına ek yaptım ve başlığı da Kılıçdaroğlu’nun adaylığını Madonna bile biliyordu diye düşünerek, az biraz modifiye ettim. Önceki başlık Meral Hanımla ilişkisizdi. Bağlam farklıydı “Madonna biliyor bunları Madonna!” demiştim. Olaylar böyle gelişince Madonna’nın bildiğini Meral Hanım bilmiyor mu diye sormak da farz oldu maalesef. Öyle ya, çantadan çıkardığı iki adaydan birinin bile olurunu almamışken o masaya niye o isimlerle geldi ve zaten niye bu kadar vakit kaybettirdi?  

Yine de gerçekten ama gerçekten içimi müthiş bir heyecan ve ferahlık da kaplamadı değil. CHP’nin Emek ve Özgürlük bloku ile birlikte yürümesinin önündeki açıkça antidemokratik ve ayrımcı (hadi ırkçı demeyelim) bariyer kalktı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun olayı hızla kontrol altına alması, söylemsel üstünlüğü ele geçirmesi, Akşener’in ağır itibar kaybı her şey ama her şey kaybedenin İYİP ve Akşener olacağını gösterdi. Geçmiş olsun… 

Kemal Kılıçdaroğlu o çok haklı “taşlar yerine oturdu” tespitiyle süreci iyi yönetse, en az yüzde 13-14 oy alacağı artık iyice açık hale gelen HDP’yi (Emek ve Özgürlük İttifakı’nı yani) yanına alarak şu kısa sürede çok kuvvetli bir rüzgar estirebilir. Bu toplumun bugünkü yazıda söz ettiğim o müthiş şaşırtıcı damarına bir heyecan zerk edecek tek seçenek buydu. Geç zuhur etti. Ama şunu hatırlatmama izin verin, Selahattin Demirtaş HDP Eş Genel Başkanlığına 22 Haziran 2014’te geldi; Haziran 2015 seçimlerinden sadece bir yıl evvel.  Seçime altı ay kala siyaset sahnesinde parlak yıldızlar gibi ışıldıyordu Sadece altı aylık bir sürede… Batıda adını sanını hiç duymamış yurttaşların bile kalbini fethetti ve gerçek bir heyecan fırtınası yarattı. Deprem bölgesinde karanlığın içinden yaptığı şahane konuşmalar ve bugünkü sakin kararlılığıyla gösterdi ki Kılıçdaroğlu da başka bir heyecan yaratabilir. Sırtında artık koskocaman bir yumurta küfesi yok. Yeter ki gerçek bir demokratik seçenek olduğu konusundaki giderek sağlamlaşan itibarını güvenle sahiplensin. 

Kılıçdaroğlu’nun yanındayız. Akşener’in yaptığı affedilir şey değil. İYİP tabanından da kopuşlar olacak ve o kopanların bir kısmı da Kılıçdaroğlu’nun liderliğini tercih edecek. Bence masadan kalkmanın sonuçlarının altında ezilip gidecek olan da maalesef Meral Akşener olacak. Güçlü bir kadın siyasetçinin kendi sonunu bu şekilde getirecek bir karara ikna olması çok hazin, o da ayrı… Deva da seçimini Kemal Kılıçdaroğlu’ndan yana yapıyor. Bu da sağ seçmenin bir kısmını rahatlıkla orada tutmaya yeter. Bilhassa Deva’ya zaten belirli bir sempatisi olan mütedeyyin Kürt seçmen masadaki bu yenilenmeye destek verecektir diye düşünüyorum. 

Bütün enerjimizi bu yeni tablo etrafında, muhalefeti güçlendirmekten yana kullanacağız. Bir dakikamız bile yok. Moralimizi bozmayalım. Meral Akşener de Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi, adaya kazandırmak gibi gerçek bir siyasete asılmak yerine, kazanacak adayın peşinden gitmek istiyorsa gitsin Erdoğan’a desteğini versin. Ki bu son hamlenin anlamı da bu zaten. Bahçeli’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaptığı gibi seçimden sonra yapacağını şimdi yapmış olması da hayırlı oldu bence. Taşlar yerine gerçekten de oturdu.

Bunlar olmadan önce ise yazıda sokağın değişen havasından söz ediyordum. Bence onu da olduğu gibi bırakabilirim. Orada da umut var.

Sokağın havası değişti. Bunu her türlü anlıyorsun. Herkes anlıyor. Korku duvarı yıkıldı diyen de var, eşik aşıldı diyen de. İlelebet sürmeyecekti elbette… Bindiğin taksiden, bir vesileyle denk gelip konuştuğun memura ve hatta bürokrata, değişimi görmemek mümkün değil. Bazı yargı kararları da bu değişimi açık ediyor… Milliyet’in bile havası değişmiş, Kılıçdaroğlu’nun AKPMHP iktidarına yönelik çok ağır eleştirilerine uzun uzun yer verme cesareti gelmiş gazeteye.

Hannah Arendt totaliter rejimlerin ve totaliter liderlerin kitle desteği ile ayakta durduğunu, gelgelelim kitle desteğinin ve bu desteğe dayanan şöhretin de dillere destan bir kaypaklığının olduğunu söyler. Stalin ve Hitler örneklerini vererek, totaliter liderlerin yerlerinin şaşırtıcı biçimde çabuk dolduğunu ve çabuk unutulduklarını ifade eder. Yirmi birinci yüzyılın totalitarizm özentisi liderleri ve onları ayakta tutan kitleler de bu özelliklerden muaf değil sonuçta. Yerine neyi koyacaklar bunu henüz tam olarak öngöremeyebiliriz ama çabuk unutacaklar. Sadece kitleler değil, medyadan bürokrasiye her yerde bu çabuk unutmanın emareleri şimdiden görülebilir.

Korku duvarı yıkıldı dediğimde yine de esas olarak çabuk unutmaya meyyal yandaş kitleden değil, muhalif kesimden söz ediyorum. Bunda insanın içini sızlatan bir yan da var tabii. Bir parça itiraz cesareti için böyle büyük bir yıkıma doğru adım adım gitmemiz ve sonra böyle yıkılmamız mı gerekirdi? Vaktinde gösterilmeyen cesaretin bu yıkımda payının olmadığını kimse söyleyemez. Devlet yetişemedi. Yetişemediği için kaybımızın çapı misliyle büyüdü. Yetişebilecek bir devlet refleksi, yetişebilecek liyakatli insan kalmamıştı. Önceki depremlerde hızla deprem bölgesine intikal ettirilen asker bile sahaya inemedi bu sefer. Belki binlerce insan kurtarabilecekti… Fakat sınırı beklesin diye güvendikleri askere, yıkılan şehirlere yardıma koşma ve enkazdan hayat kurtarma konusunda her nasılsa güvenemediler. Lafı eveleyip geveleyecek bir durum yok.

Felaketin çapının misliyle, birkaç misliye büyümesine ve devletin çöken şehirlerle birlikte çökmüş görünmesine dair Kılıçdaroğlu’nun yaptığı tespit, durumu en iyi ve en net biçimde ortaya koydu. “Devletin kolonlarını kestiler.” Gerçekten de daha iyi ifade edilemezdi.

Sokağın havasının değiştiğini yazdıktan sonra klavyemin bu öfkenin peşinden sürüklenmesini hiç istemiyordum doğrusu. İstemsiz hareket gibi kendini aynı öfke girdabında buluyorsun her defasında. Dördüncü yazı ve hep böyle oluyor. Yaşanan dram çok büyük çünkü, hiç yaşamadığımız kadar büyük. Sadece şu acılı genç yurttaşın yüreğiniz elveriyorsa son on günlük Twitter paylaşımlarına bir bakın bu linkten. Annesini, babasını, dedesini, halasını, kız kardeşi İlayda’sını, kuzenlerini kaybetmiş. “Aile whatsapp’ında bir başıma kaldım” diyor. Ailesinin bulunduğu enkazın başında yardım beklediği ilk saatlerde hıçkırarak ağlarken çektiği ve bir yerlere gönderirim, yardım gelir diye umduğu videoyu da hiçbir yere gönderememiş. Çünkü İnternet kesilmiş! Şimdi o videoyu Twitter’a koymuş. Bunun altına kendi insanından, kendi ülkesinden, kendi şehirlerinden ve güzelliklerinden açıkça nefret eden bir yandaş hesaptan, gerçek bir hesaptan “bu acının içinde bile işiniz fitne” yazılmış. Bütün ailesini kaybetmiş, elindeki telefonun ekranında tümü bu dünyadan göçmüş aile üyeleri arasında bir başına kalmış olan kendi adına bakıyor. Enkaz başındaki kendi çaresizliğini seyrediyor. Delirmemek için yapayalnız olmadığını bilmek için paylaşıyor, hesap sorulsun diye paylaşıyor. İnsanlık düşmanları buna bile, “işiniz gücünüz fitne” diyor. Söyleyecek söz kalmıyor…

O acılı yurttaşın videosunu izlemek kimin ne işine yarayacak diye soran olabilir, oluyor. Ben de esasen böyle video ya da resimleri paylaşmıyorum. Ama bu video, en zor dakikalarda bir yardım çığlığı olarak çekilen ve hiçbir yere gönderilemeyen bir video. Engellenmiş tanıklık… Bu kayıtlar olmasa, orada yaşananları ve orada çökenin kolonları çoktan kesilmiş devlet olduğunu anlatmaya da imkân yok. Parti devletinden pek bir şey umuyor değildik, bir “devlet” idealine de ağıt yakmıyoruz tabii ki, fakat devletin organize olma, harekete geçme, çözüm üretme ve acil durumlarda imdada koşma gibi kabiliyetlerinin büsbütün felç olma hâli çok ürkütücü.

Sokaktan başka hiçbir yerde umut yok. O yüzden yine oraya dönmek zorundayız. Sokak iyi geliyor insana. Sanal alışverişleri filan bırakıp, sadece köşe başındaki bakkala, arka sokaktaki kasaba gitmek bile yetiyor. Görüyorsunuz, hava dönmüş… Öyle böyle değil. Birinci günden bu yana akıl almaz bir hızla organize olarak deprem bölgelerine tırlarla erzak, giyim ve hijyen malzemesi gönderenleri, devletten çok daha hızlı biçimde yollara koyulanları gördükçe insan bunca kötülüğe rağmen bu ülkede yine de çok güçlü bir damar kaldığını, o damarı tıkayamadıklarını büyük bir umutla görüyor zaten. İyi, güzel ve insanlık için bir faydası dokunacak her şeye savaş açtılar. Zeytin ağaçlarına savaş açtılar, zeytin ağaçlarına… İnsanın nefesi tükeniyor yazarken.

Madonna bile görüyor bunları Madonna! Bu cümleyi de sokağa çıkınca duydum. Dün mahallenin kasabına gittim, çok uzun zamandır gitmiyordum. Hem kasabın eli çok ağır hem AKP’li olduğundan en ufak bir şüphe duymadığım için uzun zamandır uğramıyordum oraya. Kasabın bile yandaşına tahammülüm kalmamış artık. Bu raddeye biz kendiliğimizden gelmedik. Bizi buraya bir ülke talan edilir, muhalefet baskı altında ezilir ve devletin kolonları kesilirken bir seçimden diğerine oy vermeye koşturup durarak ve hiç ama hiçbir şeyi sorgulamaya gerek görmeyerek kendileri getirdi maalesef.

Neyse işte, dün bunları da düşünecek halde değilmişim ki kasap dükkanından içeri giriverdim. Elinin ağırlığını kendisi de biliyor olmalı ki müşteriyi ayakta tutmayayım diye daracık mekana iki sandalye ve bir sehpa sığıştırmış. Siparişimi verdikten sonra oturdum. Cep telefonumdan bir şeyler okuyorum. Benden hemen sonra yaşlıca bir amca da söylenerek girdi içeri, kim kimdir hiç aldırış bile etmeden saydırmaya başladı: “Ahbap’a çadır satmışlar yav. Çadırları kaç gün tutmuşlar, millet sokakta tir tir titrerken çadırları depoda saklamışlar. Müslüman olacaklar bunlar yav. Millet bunların yüzünden dinden soğudu. Nasıl görmüyorsun, nasıl Müslümansın? Madonna görüyor bunları Madonna! Ahbap’a yardım edin demiş. Nereden biliyor Ahbap’ı, bir yardım yapacak nereye gideceğini bilmek istiyor. Danışmanları araştırıyor. Bunlar duymuyor, görmüyor, bunların kalbi kör olmuş. Lanet gelsin yav.”

Madonna biliyor da sen Madonna’yı nereden biliyorsun mübarek diye geçirdim içimden, Madonna’nın bunu söylediğinden nasıl haberdar oldun? Kasap başını yaptığı işten sakince kaldırdı. “Gören görüyor” dedi. “Bak o ‘Z’ kuşağı tabir ettiklerine, çocuklar canını ortaya koyuyor. Tırnaklarıyla enkaz kazıyor. Gören görüyor. Taraftar görüyor. AKP de bundan sonra göreceğini görecek!” Konuşma -belki bazı vurguları kaçırmış, bazılarını az biraz farklı ifade etmiş olabilirim ama- bu hatta ilerledi. Ben de diyeceğimi dedim tabii ki… Kasap AKP’li değilmiş zaten, hiç olmamış… Bunu da anladım. Sessizce korku eşiğinin aşılmasını beklemiş…

İşte böyle deprem bölgesinden ve ülkeden enstantaneler her yeni gün yepyeni biçimlerde bizleri darmadağın ediyor, edecek. Video aktivisti ve belgeselci Kazım Kızıl’ın çektiği fotoğraf gibi. Kazım Kızıl “doğrulanmış” notunu düşerek şu paylaşımı yapmış; “Ailesi ve depremden sağ kurtulan tavşanı Zeytin ile çadırda kalan Sultan Abla ‘Alice Harikalar Diyarında’ kitabını okurken…” Fotoğraf olağanüstü etkileyici. Sanki koca ülke, bir tavşan deliğinden geçerek kurtulmak istiyor. Yaşananların hakikat olmadığını nihayet anlayacağı düşsel bir ferahlığa uyanmak istiyor. Fotoğrafta bunu görüyorsun. Herkes ama bilhassa kadınlar ve çocuklar müthiş güç koşullarla boğuşuyor çünkü. Sadece o ferahlık, o basit ferahlık bile yorgun, acılı ve öfkeli insanlara şimdi harikalar diyarı…

Hatay’da yıkıntılar arasında bir antikacı dükkanından Pink Floyd’un I wish you were here (Keşke burada olsaydın) şarkısının sözleri yükseliyor.

Beşiktaş taraftarları “Bu oyuncak sana arkadaşım” diyerek, deprem bölgesindeki çocuklar için stadyuma oyuncak yağdırıyor…

Ağlıyoruz, ağlıyorsun, ağlıyorum… Hayat ve tabiat düşmanlarına karşı bu ülkenin güzel insanları, göbeğini yine kendi kesmiş, bunu görüyorsun. Gerektiği yerde köklerini de kesmiş. Köksüzleşmiş. Her yere yetişebilmek için. Onlar dünya vatandaşları, her ülkenin göçmenleri… Dün gece vakti telefonda konuştuğum gazeteci arkadaşım Tuba, kitlesel göçler ve dışlanmalar çağında yaşananlara dair, İtalyan düşünür Giorgio Agamben’in şu sözlerini hatırlattı:

“…Tümüyle eşit olmak istiyorsak, şimdiye kadar siyasal olanın özneleri olarak tasarladığımız (İnsan, yurttaş ve yurttaş hakları, egemen halk, işçi ve benzeri) temel kavramları kararlı bir şekilde ve çekinmeden terk etmek ve siyaset felsefemizi tek ve biricik bir figür olan ‘mülteci/göçmen’ figüründen başlayarak yeniden inşa etmek zorunda kalacağız.”

Belki de bu sıralar bütün umut yurttaşta derken aslında bildik anlamıyla bir dünya yurttaşından, konuşabildiği yabancı dillerle ve maddi imkânlarla gittiği her yere sığabilen ve iki günde yerleşebilen dünya yurttaşlarından söz etmediğimizin de farkında olmalıyız. Hiçbir yere yerleşemeyen, yer bulamayan ve sığamayan ama her yere dağılmak ve aynı zamanda birbirine yetişmek zorunda olan yurttaşlardan söz ediyoruz. Göçmenler… Yeni bir hayatı “Hepimiz göçmeniz” demeden kuramayacağız… Bu yıkımdan faşizmin değil ama devrimci bir dönüşüm imkânının çıkması için başka bir başlangıç noktası gerçekten de yok. Bir anda bir ülkenin binlerce yıllık kentleri yıkılıyor… Yüzbinlerce insan evini barkını, kentini ve sevdiklerini kaybetmiş bir biçimde yollara düşüyor.

Dünya görüyor bunları. Depremden sonra nihayet yarım ağız bir “geç kaldık” diyen ve geç kalındığı için kaybedilen binlerce canın “helal edilebilir” olduğunu zannedenlerin görmesini zaten beklemiyorduk… Artık onlardan hiçbir şey beklemiyoruz…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.