Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

BeşiBirYerde (88): Erdoğan’ın dış politikadaki U dönüşleri

2021 yılı birçok uzman tarafından Türk dış politikasında “U dönüşü yılı” olarak nitelendirildi. Yunanistan ile beş yıl aradan sonra istikşafi görüşmelere başlanması, Libya’da ve Doğu Akdeniz’de daha ılımlı bir tutuma geçilmesi, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve İsrail gibi ülkeler ile normalleşme adımları atması, Ankara’nın bu keskin U dönüşlerine verilen örneklerdi. “BeşiBirYerde” serimizin bu bölümünde, Erdoğan hükümetinin dış politikadaki U dönüşlerini sizin için derledik.

5. İsrail ile normalleşme

Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri yaklaşık 15 sene oldukça gergin devam etti. Özellikle 2009 yılının Ocak ayında düzenlenen Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı Peres ile dönemin Türkiye Başbakanı Erdoğan arasında yaşanan ve tarihe “one minute krizi” olarak geçen tartışma iki ülke arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirmişti.

“Daha Davos’a gelmem”

Bu tartışmanın ardından Türkiye bir daha Davos Ekonomik Forumu’na katılmama kararı almıştı. Erdoğan’ın, “Benim için de bundan böyle Davos bitmiştir. Daha Davos’a gelmem! Bunu da böyle bilesin!” sözleri de uzun süre akıllarda kalmıştı. Dünya basınının da ilgisini çeken bu tartışmanın ardından Başbakan Erdoğan tepkisinin İsrail halkı ve Peres’e değil, kendisine söz hakkı vermeyen moderatöre olduğunu açıklamıştı. Peres ise Erdoğan’ın sözlerini “esefle karşıladıklarını” söylemişti.

Mavi Marmara

31 Mayıs 2010’da yaşanan Mavi Marmara saldırısı iki ülke arasında çok ciddi bir krize neden olmuştu. Dokuz kişinin hayatını kaybetmesi ve birçok kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan olayın ardından ikili ilişkiler uzunca bir süre düzelmemişti. Altı gemi ve 37 milletten toplam 633 aktivisti taşıyan filoya İsrail tarafından Akdeniz’deki uluslararası sularda gerçekleştirilen saldırıya Türkiye büyük tepki göstermişti.  

Başbakan Erdoğan İsrail’in müdahalesini bir “devlet terörizmi” olarak yorumlarken, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu olayın iki ülke arasındaki ilişkileri geri dönülmez bir biçimde zedeleyebileceğini belirtmişti. Nitekim 2 Eylül 2011’de Türkiye İsrail ile diplomatik ilişkilerinin derecesini düşürdü ve bir süre sonra da askeri işbirliğini askıya aldı.

Türkiye ve İsrail, Mavi Marmara krizinin ardından dönemin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Barack Obama’nın inisiyatifi ile uzlaşmaya çalışmıştı. 22 Mart 2013’te Başbakan Erdoğan ile dönemin İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşmiş ve Netanyahu yaşanan olaylar için özür dilemişti. Netanyahu ayrıca, saldırıda hayatını kaybeden kişilerin ailelerine tazminat ödeneceği sözünü vermişti.

15 yıl sonra ilk ziyaret

İsrail ile ilişkilerde normalleşme süreci ise yaklaşık bir sene önce başladı. 7 Temmuz 2021’de İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, 9 Mart’ta Türkiye’ye geldi. Devlet töreniyle karşılanan Herzog, 15 sene sonra Türkiye’ye gelen ilk İsrailli üst düzey yetkili oldu. 

Görüşmenin ardından Herzog, “Geçmişteki anlaşmazlıklar bir anda ortadan kalkmaz ama biz güven ve saygı yolculuğuna çıkmayı, birlikte ileriye bakmayı seçiyoruz” diye konuşurken Erdoğan da olumlu mesaj vererek “Bu tarihi ziyaretin Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir dönüm noktası olacağına inanıyorum. Bölgemizde barış, huzur ve birlikte yaşama kültürünün yeniden hakim kılınmasına katkı sağlamak bizim elimizdedir” ifadelerini kullandı.

Erdoğan ve Herzog 1 Nisan’da da telefonla görüşerek İsrail-Türkiye ilişkilerini ve bölgesel meseleleri konuştu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da 31 Mart’ta katıldığı bir televizyon kanalında Herzog’un Ankara ziyaretinde liderlerin büyükelçilerin atanması konusunda mutabık kaldığını ve bu konunun dışişleri bakanları düzeyinde görüşüleceğini belirtti. Çavuşoğlu mayıs ayındaki ziyaretinde bu konunun da gündemde olacağını söyledi.

4. Birleşik Arap Emirlikleri ile normalleşme: Eski düşmanlar dost mu oldu?

Türkiye’nin kısa süre önce ilişkilerini normalleşme sürecine soktuğu bir başka ülke ise Birleşik Arap Emirlikleri. Türkiye ve BAE arasındaki ilişkiler Arap Baharı’nın ardından kötüleşmeye başlamıştı. BAE’nin Suudi Arabistan’ın Katar’a uyguladığı ambargoya destek vermesi, 15 Temmuz darbe girişimi için finansal destek sağladığı iddiası ve organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in BAE’de bulunmasıyla kriz doruğa tırmanmıştı.

Öte yandan Türkiye, BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in danışmanlarından Muhammed Dahlan hakkında darbe girişimini finanse ettiği suçlamasıyla Uluslararası Polis Teşkilatı’na (INTERPOL) başvurarak kırmızı bülten çıkarılmasını talep etmişti.

15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra birçok Türk yetkili, darbe girişiminin arkasında BAE’nin olduğunu öne sürmüş ve Fethullah Gülen’e destek verdiği için Abu Dabi hükümetini, “düşmanca davranmakla” suçlamıştı. BAE ve Türkiye arasında bölgesel gelişmelerle ilgili nüfuz mücadelesi, Libya iç savaşı sırasında da ortaya çıkmıştı. BAE, Mısır ile birlikte Libya’da General Halife Hafter yanlılarını desteklerken, Türkiye ise Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destek vermişti.

İki ülke arasındaki ilişkiler, BAE’nin Mısır’daki askeri darbeye destek vermesi sonrası durma noktasına gelmişti. Türkiye’nin Mısır’daki darbeyi ve Sisi’yi ağır bir dille eleştirmesi, yeni Kahire yönetiminin en büyük destekçileri Suudi Arabistan ve BAE tarafından olumsuz karşılanmış ve Ankara’nın bu ülkelerle ilişkilerini de olumsuz etkilemişti.

Diğer yandan organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in de BAE’de bulunması ikili ilişkileri daha da çıkmaza sürüklemişti. 2 Mayıs ile 6 Haziran arasında yayınladığı her video ile Türkiye’yi ve Ankara hükümetini derinden sarsan Peker’in, 20 Haziran’dan itibaren yayınlarına son vermesi ve açıklamasında da “BAE’li yetkililer tarafından güvenlik riski nedeniyle uyarıldığını” belirtmesi üzerine Türkiye ve BAE istihbarat yetkililerinin iletişim içinde olduğu iddia edilmişti.

15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra dibe vuran Türkiye ile BAE arasındaki diplomasi trafiği, 18 Ağustos 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun bin Zayed Al Nahyan’la yaptığı görüşme ile yeniden başlamıştı. Aynı günün akşam saatlerinde ise Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, BAE’li mevkidaşı Abdullah bin Zayid el Nahyan ile görüşmüş ve bu telefon görüşmesinde de bölgesel konular ele alınmıştı.

Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan’ın 24 Kasım’daki Ankara ziyaretinde, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu sıcak paraya yönelik swap anlaşmasına kapı aralayan merkez bankası mutabakatlarının yanı sıra enerjiden teknolojiye, ulaşımdan gıda ve tarıma kadar dokuz farklı alanda anlaşma imzalanmıştı. 4-5 Şubat’ta Erdoğan, Veliaht Prens Muhammed bin Zayed’in 24 Kasım 2021’deki Ankara ziyaretine bir iade-i ziyaret gerçekleştirdi. 

3. Kaşıkçı davasına konulan son nokta

Arap Baharı döneminde gerginleşen Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler, Suudi gazeteci ve Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı’nın 2018’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülmesinin ardından daha gerilimli bir döneme girmişti. Türkiye’de liderler, Kaşıkçı cinayetiyle ilgili sert açıklamalar yaparken, Suudi tarafı da tarım ve işlenmiş gıda ürünleri ambargosuyla Türkiye’yi hedef almıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suudi Arabistan Kralı Selman arasında 21 Kasım 2020’deki telefon görüşmesinde, ikili ilişkilerin geliştirilmesi ve sorunların giderilmesi için diyalog kanallarının açık tutulmasında mutabık kalınmıştı.

Erdoğan ocak ayında yaptığı açıklamada Suudi Arabistan kralının ismini vermeden konuşmuş ve “Şu anda şubatta beni bekliyor. Söz verdi. Şubatta Suudi Arabistan’a ziyaretimi yapacağım” demişti.

ABD merkezli The Wall Street Journal (WSJ) gazetesinde yer alan “İran korkusuyla, ABD’nin Ortadoğu’da küçülen rolü rakiplerini bir araya getiriyor” adlı analizde, Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin geleceğine de değinilmiş ve Veliaht Prens Muhammed bin Salman ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında olası bir görüşme için şu şart konulmuştu:

Prens Salman görüşme için Erdoğan’dan İstanbul’da öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinden bir daha asla bahsetmemesi ve Türk medyasının bu olayı derinlemesine araştırmayı bırakması için söz istiyor.”

Kaşıkçı davası Türkiye’de rafa kalktı

Bugün (7 Nisan) İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesine ilişkin görülen davanın durmasına ve yargılamanın Suudi Arabistan adli makamlarına gönderilmesine karar verdi.

2. Rahip Brunson krizi

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)-Türkiye ilişkilerinde tarihinin en gergin günlerinin geçmesine neden olan ve iki ülke arasında yaptırımları gündeme getiren Rahip Andrew Brunson krizi, misyoner din adamının 12 Ekim 2018’de serbest bırakılmasıyla çözüldü. 

Süreç, Brunson’ın “milli güvenliği tehdit eden faaliyetlerde bulunduğu” iddiasıyla, Eylül 2016’da eşi Norine Lyn Brunson ile birlikte sınır dışı edilmesine karar verilmesinin ardından başlamıştı. Sınır dışı işlemleri devam ederken 15 Temmuz soruşturmasında bir “gizli tanık” Brunson aleyhine savcılıkta ifade verdi ve Brunson, FETÖ/PDY ve PKK bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklandı.

Brunson’un tahliyesi ilk kez Vaşington’daki Trump-Erdoğan görüşmesinde 16 Mayıs 2017’de ele alındı. Erdoğan, 28 Temmuz 2017’de Brunson’un iadesi taleplerine karşılık ABD’ye “takas” teklif ederek, “Diyorlar ki, papazı bize verin. Bir papaz da sizde var. Siz onu bize verin, biz de onu yapalım, yargıda gereğini size verelim” dedi. 

16 ay tutuklu kalan Brunson’ın iddianamesi 13 Mart 2018’de açıklandı. Rahip Brunson hakkında “FETÖ/PDY üyeliği ve yöneticiliğinden” ömür boyu hapsi istendi ve 35 yılla yargılanması talep edildi.

İlk duruşmanın ardından Brunson’la ilgili açıklamada bulunan ABD Başkanı Donald Trump, “Papaz Brunson Türkiye’de zulme uğruyor” diye konuştu. Trump’ın açıklamalarının ardından ABD’den ilk yaptırım uyarısı geldi. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wess Mitchell, “Brunson’ın serbest bırakılmamasının Türkiye için sonuçları olabilir” dedi.

20 Nisan 2018’de ise 100 sandalyeli ABD Senatosu’nun 66 üyesi bir mektup yazarak, Brunson’ın tutukluluğuna son verilmesi için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a çağrıda bulunuldu.

25 Temmuz 2018’de Brunson’ın tutukluluğu “sağlık sorunları” dikkate alınarak ev hapsine çevrildi. ABD bu adımı yeterli bulmadı. Bir gün sonra, 26 Temmuz 2018’de Trump ve yardımcısı Mike Pence peş peşe açıklamalar yaparak, bir kez daha Brunson’ın serbest bırakılmaması halinde Türkiye’ye yaptırım uygulanacağını belirtti. 1 Ağustos’ta ise ABD, Brunson’ın serbest bırakılmamasında payları bulunduğu gerekçesiyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e yaptırım uygulama kararı aldı.

12 Ekim 2018’de yapılan duruşmada “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etmek” suçlamasıyla 20, toplam 35 yıla kadar hapsi istenen Brunson’a üç yıl bir ay 15 gün hapis cezası verildi. Serbest bırakılan Brunson, ev hapsi ve yurtdışı yasağının kaldırılmasının ardından Türkiye’den ayrıldı.

1. Rabia’ya elveda

Türkiye, Temmuz 2013’te dönemin Mısır Genelkurmay Başkanı Abdülfettah Sisi’nin, dönemin Devlet Başkanı Muhammed Mursi’yi darbe ile devirmesine en sert tepki gösteren ülkelerden biri olmuş ve Mısır ile ikili temaslarını en alt düzeye indirmişti. Türkiye’nin Mısır’daki darbeyi ve Sisi’yi ağır bir dil ile eleştirmesi, yeni Kahire yönetiminin en büyük destekçileri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından da olumsuz karşılanmış ve Ankara’nın bu ülkelerle ilişkilerini de olumsuz etkilemişti.

Türkiye, Mısır’da yaşanan bu darbeye karşı sert bir tepki göstermişti. Dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Mısır’daki darbenin dış destekli olduğunu söylemişti. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Mursi’nin devrilmesini darbe olarak nitelendirmediği için Avrupa Birliği’ni (AB) eleştirmiş ve “Ben şu anda Batı’ya şaşırıyorum. Batı hâlâ bu olaya ‘darbe’ diyememiştir. Ama Afrika Birliği’ni tebrik ediyorum. Afrika Birliği de Mısır’ın üyeliğini askıya almıştır. Duruş budur” demişti. 

Mısır’da yaşananlara karşı, AKP ve bazı sivil toplum örgütlerinin çağrısı ile Türkiye’de de destek gösterileri düzenlenmişti. Ankara ve İstanbul’daki Mısır Büyükelçiliği ve Mısır Konsolosluğu’nun önü başta olmak üzere Konya, Malatya, Kocaeli ve Adana gibi çok sayıda kentte düzenlenen protestolarda, “Ankara’dan Mısır’a, kardeşlere bin selam” ve “Dik dur eğilme, bu ümmet seninle” sloganları atılmıştı. 

Nisan ayında Ankara-Kahire hattında bir dizi önemli gelişme yaşandı. Mısır Başbakanı Mustafa Medbuli, çevrimiçi olarak düzenlenen D-8 (Gelişen Sekiz Ülke) Teşkilatı’nın 10. Zirve Toplantısı’na katıldı ve Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’yi temsilen bir konuşma yaptı.  

Konuşmasında Mısır’ın ortak çıkar ve hedeflere ulaşmak için D-8 Teşkilatı ile işbirliğini güçlendirmek istediğini belirten Medbuli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a şöyle teşekkür etti: “Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, ülkesinin D-8 dönem başkanlığında ortaya koyduğu çabalardan ötürü teşekkür ederim.”

12 Nisan’da ise Türkiye ile Mısır arasındaki normalleşme adımlarına bir yenisi daha eklendi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Mısırlı mevkidaşı Semih Şukri ile bir görüşme yaptı. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Sayın Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, ramazan ayını karşılıklı tebrik amacıyla Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şukri’yle görüşmüştür” denildi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısır ile ilişkilerin iyileşmeye başladığını şu sözlerle ifade etmişti: “Mısır ile istihbari, diplomatik, ekonomik olarak zaten işbirliği sürecimiz devam ediyor. Bu en üst düzeyde değil de bir düzeyin şöyle bir tık altında devam ediyor.”

Son olarak Türkiye, dokuz yıl aradan sonra Kahire’ye bir büyükelçi atayacağını duyurdu. Yeni büyükelçi, Salih Mutlu Şen oldu. Şen, Türkiye’yi 2015-2020 yılları arasında İslam İşbirliği Teşkilatı’nda temsil etmişti. Salih Mutlu Şen’in “büyükelçi” unvanı olmasına karşın “maslahatgüzar” olarak göreve başlayacağı öğrenildi.

BONUS: Mavi Marmara

31 Mayıs 2010’da yaşanan Mavi Marmara saldırısı İsrail ve Türkiye arasında çok ciddi bir krize neden olmuştu. Dokuz kişinin hayatını kaybetmesi ve birçok kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan olayın ardından ikili ilişkiler uzunca bir süre düzelmemişti. Altı gemi ve 37 milletten toplam 633 aktivisti taşıyan filoya İsrail tarafından Akdeniz’deki uluslararası sularda gerçekleştirilen saldırıya Türkiye büyük tepki göstermişti.  

Başbakan Erdoğan İsrail’in müdahalesini bir “devlet terörizmi” olarak yorumlarken, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bu olayın iki ülke arasındaki ilişkileri geri dönülmez bir biçimde zedeleyebileceğini belirtmişti. Nitekim 2 Eylül 2011’de Türkiye İsrail ile diplomatik ilişkilerinin derecesini düşürdü ve bir süre sonra da askeri işbirliğini askıya aldı.

Türkiye ve İsrail, Mavi Marmara krizinin ardından dönemin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Barack Obama’nın inisiyatifi ile uzlaşmaya çalışmıştı. 22 Mart 2013’te Başbakan Erdoğan ile dönemin İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşmiş ve Netanyahu yaşanan olaylar için özür dilemişti. Netanyahu ayrıca, saldırıda hayatını kaybeden kişilerin ailelerine tazminat ödeneceği sözünü vermişti.

Yaşananların ardından Erdoğan “İsrail ile varılan uzlaşma için kazan-kazan esasına dayalı olarak bu adımları atmışızdır. İsrail de Rusya da Türkiye de kazanmalıdır” derken varılan mutabakatı eleştiren İHH Başkanı Bülent Yıldırım’ın sözlerine şöyle cevap vermişti: 

“Böyle bir tazminata karar verilmiş, alır veya almaz biz burada uluslararası bazda bir adım atıyoruz. Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten yardımı yaptık, yapıyoruz. Bunları da yaparken, gövde gösterisi olsun diye mi yapıyoruz? Edebi adabı içinde yaptık yapıyoruz.”

BONUS 2: Mavi Vatan

Amiral Cem Gürdeniz tarafından 2006’da dile getirilen Mavi Vatan kavramı, bu ilk ortaya atıldığı dönemde Türkiye’nin deniz yetki alanlarını (karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge) kapsayan alanlar için getirilen bir tanımlamaydı. Bir ayağı Irak’ın kuzeyinde, güney ucu Somali ve Katar’da, Batı’da ise Libya’ya kadar uzanan geniş bir hatta, askeri, siyasi ve ekonomik nüfuz etkinlik bölgesi kurmaya dayalı bu strateji, kısa süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da dile getirilmeye başlamıştı. 

Ancak son aylarda Türkiye’nin batılı ülkelerle diplomatik açıdan daha fazla yakınlaşmaya başlaması, Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş sonrası Türkiye’nin NATO içindeki rolünün artması gibi nedenlerle Türkiye mavi vatan doktrinini dile getirmekten vazgeçti.

Bu arada Montrö Sözleşmesi hakkında yazılı açıklama yayımlayan emekli amiraller arasında bulunan Cem Gürdeniz’in de yargılandığı davada ara karar verilirken Cumhurbaşkanlığı’nın davaya katılma talebi mahkeme heyeti tarafından kabul edildi. Amiraller 12 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanıyor. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.