Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Umut

Çok uzun zamandır iktidarın bir “yönetememe” sorunu var. Sadece ekonomi alanında değil, hemen hemen her alanda durum aynı. Kullandığı yönetim aygıtının zaafları ve liyakatsizlik bu sorunun önemli nedenlerinden. Buna rağmen kamuoyu, iktidarın yaptığı her yanlışın ardında derin bir stratejik aklın varlığını aramakla meşgul. Öyle ya, insan inanamıyor. Böyle bir stratejik akıl yoksa yirmi yıl nasıl olur da iktidarda kalınabilir?

Bu düşünüş toplumun her kesimine hâkim. O yüzden herkes seçimlere giderken, iktidarın “şapkadan tavşan çıkartacağına” inanıyor. Aslında bu beklenti, yaşandıklarımızın arkasında geçerli bir “mantık” arayışından başka bir şey değil. Tabii o da kaldıysa. Kamuoyuna hâkim olan bu anlayış iktidarın en önemli avantajı. Güçsüzlüğünü saklamanın en kolay yolu.

Anladığım kadarıyla muhalefet partileri de bu kabullenmeden muaf değiller. Öyle ki daha önceki seçimlerde dilleri yandığı için, bu kez “yoğurdu üfleyerek yemeye” başlamışlar. Ne onların ne de ülkenin bir seçim daha kaybetmeye bile tahammülü yok. Ama bazıları için bu ciddi bir umutsuzluk kaynağı.

Hele de ana muhalefet partisi… Herkesi dinliyor, herkesin sorunlarına çare olmaya çalışıyor. Kimseyi incitmemeye çalışarak, son derece kutuplaşmış bir toplumda kendisi için kamuoyu rızası üretmeye çalışıyor.

Onları da anlamak lazım tabii. Ülkenin geleceği için çok büyük bir sorumluluğun altına tek başlarına girmiş durumdalar. Toplum beklenti içinde ama son derece de ürkek. Sanki sorun çözmekte muhalefet daha mahir değilse, mevcut iktidar anlayışıyla elindekini koruyabileceğini sanıyorlar insanlar. “Her koşulda yönetim anlayışındaki değişim” sorunların çözümü için kabul gören en önemli eylem değilmiş gibi. Ne yapsınlar? Ülkemizdeki siyaset öyle alıştırmış. Sanki mevcut kurumsal çerçeveyi kabullenerek illa proje, illa vaatler gerek siyasi rıza üretebilmek için.

Bu koşullarda muhalefet ise söylem ve eylemleriyle iktidara karşı safını genişletmenin, daha kapsayıcı ve uzlaştırıcı olmanın arayışına girmiş; herkesi kucaklamaya çalışıyor. İktidar kutuplaştırırken, onlar birleştirmeye gayret sarf ediyor.

Yanlış mı? Değil tabii. Ama 20 yıllık bir iktidarın da arkada bıraktıkları var. Yaşanan mağduriyetlerin, yapılan haksızlıkların yarattığı öfke ve hınç var toplumun bir kesiminde. Ülkenin önemli bir bölümü duygularının mahkûmu olmuş, kaybettiklerini kazanma umudunu muhalefetin başarısına bağlamış. Siyasi olması gereken talepler, bireysel taleplere evrilmiş durumda. Herkesin iktidardan memnuniyetsizliğinin kendine göre bir gerekçesi var ve bunun sahiplenilmesini, somut olarak muhalefetin eylem ve politikalarında görülmesini istiyor. Göremeyince umutlarını yitiriyorlar doğal olarak.

Aslında bu umutsuzluğun sebebi insanların kendi kaderlerini siyasi yapı içinde kontrol edememeleri; siyasi yapımızın insanların kendi kaderleri hakkında söz söyleyebilecek şekilde demokratik bir yapıya sahip olmamasıdır. İhtiyaç duyduklarında sivil topluma yönelen siyasilerin zaman zaman bireysel taleplere kulak kesilmesi ciddi bir samimiyet ve güven sorunu doğurmakta insanlarda.

Sorunların büyümesi zamanla bireysel taleplerin baskılanmasına neden oluyor. İnsanlar ellerindekini korumaya ve geçmişte öğretilmiş korkularıyla yüzleşmeden, o korkuların güdümünde yönetilmeye başlıyorlar. Bu korkular aslında siyasi üst yapının kendi ve ülke bütünlüğü için eğitimle, yaratılan gelenekler ve kültürle tüm topluma öğretilmiş korkulardan başka bir şey değil aslında. Ülkemizdeki siyasetin, iktidarı ve muhalefetiyle amacı sanki bu korkuları üretmek ve zamanı geldiğinde de bu mizansende mevcut aktörlerden birini veya bir grubu dışlayacak bir niyet ortaya çıktığında buna karşı direnmek. Bu amaçla da korkuları devreye sokuluyor. Toplum bu korkular etrafında mobilize ediliyor. Ancak korkular devreye girdiğinde, maalesef umutlar da kayboluyor.

II. Dünya Savaşı sonrasında gelişmekte olan birçok ülkede ve bu arada ülkemizde gündeme gelen çoğulcu demokrasi, siyasette kamusal bir örgütlenme olarak ortaya çıkıyor ve neredeyse kamu bürokrasisinin bir devamı gibi bir işlev görmeye başlıyor. Bireyi, sivil örgütlenmeleri ya tamamıyla dışlıyor ya da sınırlı ölçüde temsiline izin veriyor. Bu şekliyle muhalefeti ve iktidarıyla siyaset her zaman “elitist” bir nitelik gösteriyor. Buna bugünler de dâhil. Bürokrasinin kendi öncelikleri ve korkuları bu şekilde siyasete sirayet ediyor. Devlete atfedilen “kutsallıkla” kamu ihtiyaçları sivil ihtiyaçların her zaman önünde görülüyor. Siyasi partilerin temsil ettikleri fikirler farklı olsa da hizmet ettikleri kamusal amaçlar bakımından farklılıklara rastlanmıyor. Bu yüzden “ulusal güvenlik” konusu gibi birçok konuda tüm siyasilerin ortak bir tavır sergilemeleri mümkün oluyor.

İç politika ve ekonomik konularda farklılıklar ise toplumu kapsama zorunluluğunun olduğu anlarda temas etmeyi gerekli kılıyor. Temas ettikleri ve desteklerini aldıkları kesimlerin niteliğine göre siyasi uygulamalarında ve bu konulardaki fikirlerde göre farklılıklar görülüyor. Özellikle bu ekonomik konularda bu son derecede belirgin hale geliyor. Kamunun ekonomide ağırlığının çok olduğu dönemlerde ekonomiyi yönetebilmek için özel sektöre ve sivil topluma çok fazla ihtiyaç duyulmuyor ve ekonomi bürokrasinin sürekliliğini savunan “kamucu” bir görüş siyasete hâkim olabiliyor. Ancak bunun tersi bir durumda, özel sektörün hâkimiyetinin yüksek olduğu hallerde de ister istemez, kamu menfaatlerinin çizdiği sınırlar içinde özel sektör ve sivil toplumla temas etme zarureti doğuyor.

Özellikle kapitalist piyasa sisteminin çok fazla gelişmediği bir toplumda, özel sektör kendi başına rekabet etmeyi yeterince bilmediğinden ya da daha kolayına geldiğinden olacak, her zaman devleti ve devletin ekonomi bürokrasisini yanında görmeyi arzular. Devletle olan bu çıkar bağlarını bir türlü koparamadıkları için de bu kamusal bürokratik yapının talep ve amaçlarının çizdiği sınırlar içinde kalmaya rıza gösterirler. Bugün buna bir de çağdışı toplumsal örgütlenme biçimi olan dini tarikatlar eklendi. Ancak 21. yüzyılın değişen koşullarına uymayan böyle bir yapının sürdürülmesine çalışmak, isteseniz de istemeseniz de ciddi ekonomik sorunlara neden oluyor.

Ülkemizdeki ekonomik sorunların ana sebebi de iktidarın ve muhalefetin birlikte oluşturdukları, yeterince sivilleşememiş siyasi yapının bizatihi kendisidir. Bu yapıyı değiştirmeden ekonomik sorunlarımıza kalıcı çözüm bulmayı beklemek aşırı iyimserlik olur.

Bugün “umutlanmak” için ihtiyacımız olan, bu yapıyı değiştirip sivilleştirmek için mücadele edecek bir siyasi anlayışın ortaya çıkmasıdır. Bunun dışında, kamuoyunun istediği gibi proje ve vaade dayalı politikalarla sınırlanacak bir siyaset yapma biçimi, modası geçmekte olan bir siyaset anlayışının, onun ürettiği korkuların ve beraberinde yol açacağı birçok ekonomik sorunun nedeni olacaktır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.